Loading...

Kriminalizasyon


Sürekli Liberal Sürekli Faşist Almanya

Hikâyenin başını hatırlamazsak devamı anlamsızlaşıyor. Konrad Adenauer’in yolu önce Köln belediye başkanlığından geçer; sol-liberal çevrelerde arzı endam etmektedir. Hitler sonrası dönemde ise ABD tarafından bu göreve yeniden getirilir. Kısa bir İngiliz engellemesinden sonra Adenauer’in yolu açılır. 1949’da Şansölye olur. Bu arada denazifikasyon süreci işlemektedir. Faşistler, İkinci Paylaşım Savaşı sonrasında, önce suçlanır ve yargılanırlar, bu arada ABD tarafından, el altından himaye ve istihdam edilmektedirler. Neticede Adenauer’in liderliğindeki ABD kuklası Almanya, liberal sahibini takip eder, on binlerce Nazi resmen affedilir, devlete dönerler; denazifikasyon biter. Faşizmle liberalizm bir madalyonun iki yüzüdür. Aynı günlerde kukla oynatıcısı ABD, Adenauer’in eliyle, Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu ile Avrupa Ekonomik Topluluğu’nu kurdurur ve AB’nin kurumsal temeli atılır. Faşizmin, tüm gericiliklerin en üst aşaması olmasına odaklanan eski tanımı, ikinci savaş sonrası yetersiz kalmıştır; artık faşizmin sürekli ve içkin bir hâl aldığı söylenebilir. Almanya artık sürekli faşisttir, sürekli liberaldir.

Dünyaya liberalizm satan Avrupa’nın, Ukrayna Savaşı sonrası, aniden Rus edebiyat klasiklerini yasaklama kararı alabilecek katılığı gösterebilmesi, sürekli ve içkin faşizmle liberalizmin başarılı birlikteliğinin açığa çıktığı çarpıcı bir andır.

Liberal/Faşist Almanya’da hikâye bu yeni birleşime uygun olarak devam eder. ABD politikaları doğrultusunda, yeri gelir 12 Eylül sonrası Almanya’da Türk din adamlarının maaşı Suudi Râbıtatü’l-Âlemi’l-İslâmî parasıyla ödenir, parayı bu örgüte ABD’li petrol şirketi Aramco aktarır; yeri gelir Kaplan örgütü palazlandırılır, ihtiyaç hâlinde Kaplan tutuklanır ve Türkiye’ye iade edilir çünkü 1960’lardan itibaren Almanya’ya göç eden Türk işçilerin sola kayışının engellenmesi, Doğu Almanya’ya karşı önlem alınması ihtiyacı bir yerde bitmiştir.

Sürekli Liberal Sürekli Faşist Almanya’nın MHP İlişkileri

Liberal/Faşist Almanya’nın şaşırtmayan bir diğer ilişkisi MHP ile olandır. SS kökenli faşist Gustav Adolf Sonnenhol, 70’lerde Almanya’nın Türkiye büyükelçisidir. Daha önce Marshall Plânı Bakanlığı’nda çalışır, Avrupa entegrasyonunda görev yapar. Türkiye’yle temasta olan Alman diplomatlarının yolu hep anti-komünistlikten, ABD ve AB ile ilgili görevlerden geçmiştir. 70’lerde Türkeş’le temas hâlinde olan, hükümet ortağı Franz Josef Strauss da İkinci Paylaşım Savaşı sonrası, önce ABD ordusu tercümanı olarak görev yapacak, daha sonra Adenauer gibi, ABD tarafından bölge yöneticiliğine getirilecek ve siyasî parti lideri yapılacaktır. Klasik bir Hıristiyan Demokrat kariyer çizgisi örneğidir.

29 Nisan 1981 tarihli MHP iddianamesi, MİT-Almanya-MHP ilişkilerini kısmen ifşa eder. İddianamede, MİT’çi olup, şimdilerde casusluk ve FETÖ’den hapis yatan ve geçtiğimiz günlerde, hapishanede Alman elçiliğince ziyaret edilerek kontrol edilen Enver Altaylı’nın mektubuna da yer verilir. Altaylı, “Sayın Albayım” hitabıyla Türkeş’e rapor vermektedir[1]:

“4 Mayıs 1976 günü Dr. Kannapin Köln’e gelecek, burada beni Alman iç istihbarat teşkilâtı Türkiye masası başkanı ile tanıştıracak. Dr. Kannapin’in verdiği bilgiye göre bu şahıs CDU (Hristiyan demokrat) ve eski bir Alman subayı imiş. Şuurlu bir antikomünistmiş… Dr. Kannapin’e sordum, nasıl oluyor da hakkımızda bu şekilde menfi yazılabiliyor diye. Söylediklerini aynen aktarıyorum, ‘bizimkiler bu konuda MİT’ten bilgi alıyorlar. Bu konuda bizimkilerin değil MİT’in kulağını çekmek gerek. MİT doğru bilgi verirse bunlar böyle değil derse bizimkiler doğru yazar… Avrupa’da Türkler arasında antikomünist çalışma tarafımızdan, yani M.H.P. tarafından yürütülmektedir… CDU/CSU elbet bir gün ellerini M.H.P.’ye uzatmak zorunda kalacaktır.” [İddianame, s. 140.]

“Dr.Kannapin’le ilişkilerimiz: Alman güvenlik kuruluşları nezdinde bizleri himaye etmekte ve bu kuruluşları çalışmalarımıza engel  değil destek olması için teşebbüslerde bulunmaktadır.” [İddianame, s. 141.]

Yukarıda adı geçen Alman yetkilileri, ortak Nazi ve ABD geçmişlerinin yanı sıra, savaş sonrası hepsi Hıristiyan Demokratlar’ın iki kanadında kümelenmişlerdi. Türk faşist partisi, bu ekipçe, Alman devleti bünyesinde korunup kollanıp palazlandırılmıştır. Öyle ki 12 Eylül’den 4 yıl önce, Türkiye’de MHP’nin iktidarda olduğu günlerde (1. MC Hükümeti) Anayasa Mahkemesi, yurt dışı örgütlenmesi konusunda MHP’ye yazılı ihtarda bulunmak zorunda kalır (28.6.1976, Karar No: 1976/8303). Bu karar üzerine MHP alelacele, resmî kayıtlarında tarih oynaması da yaparak Enver Altaylı’nın “Almanya Genel Müfettişi” sıfatını geri almış, sıkıyönetim savcıları durumu 12 Eylül sonrasında tespit etmiştir. [İddianame, s. 142.]

MİT’çi Enver Altaylı’nın Almanya’daki yakın çalışma arkadaşı, yine Nazi-ABD ortak elemanı CIA’cı Ruzi Nazar olacaktır. Nazar, Sovyet subayı iken Hitler tarafına geçmiş bir faşisttir. Uğur Mumcu, Nazar’ın MHP ilişkilerini anlatırken önemli aktarımlarda bulunur:

“Altaylı’nın Ruzi Nazar ile ilgili olarak Türkeş’e yazdıkları da şunlar: Ruzi Nazar’la da görüştüm. Parlamento hukuk müşavirleri ile bir hafta önce yemek yediğini, onlardan şu hususu öğrendiğini söyledi: Hiçbir MHP’li hakkında resmî makamlar tarafından herhangi bir işlem yapılmayacaktır.” [Papa Mafya Ağca, s. 146.]

Uğur Mumcu, Dr. Kannapin’in Alman devleti bünyesinde MHP ile ilişkili rolünü ifşa eder. Mumcu, İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş ile Avrupa Demokratik Ülkücü Dernekleri Federasyonu’nun ilk genel başkanı Lokman Kondakçı arasında 30 Mart 1979 tarihinde yapılan görüşmeye dayanmaktadır. Bu görüşmeden, Almanya’daki ülkücülerin Alman istihbarat örgütü “Anayasayı Koruma Teşkilâtı” (BfV) bünyesindeki işlerini Dr. Kannapin’in takip ettiğini ve karşılığında para aldığını öğreniyoruz. [Papa Mafya Ağca, s. 150.]

Devletler Arasında

Gel zaman git zaman, 2019’da Avusturya başka birçok sembolün yanı sıra bozkurt selamını da yasaklayan bir kanun yapar. Bunu Almanya başta olmak üzere, Avrupa ülkelerinde ülkücü teşkilâtların yasaklanması girişimleri takip eder. 2020 yılında peş peşe teklif ve tasarılar gündeme gelir ancak orada kalmaz; vaktiyle ülkücüleri koruyup kollayan Alman istihbarat örgütü BfV, 2023 yılında bir rapor yayımlar ve tehlikelere işaret eder.

Raporda, ülkücü hareketin aşırı milliyetçiliği, İslamcıları da barındırması, bağlılıklarının Türk devletine olması, silâhlanma ve şiddet eğilimleri sıralanır, Kurtlar Vadisi gibi dizilere değinilir, bozkurt selamının görsellerine yer verilir. Almanya bir türlü son yasaklama kararını almamakta, âdeta suyu yavaş yavaş ısıtmaktadır; Türkiye’deki dengeler göz önünde bulundurulmaktadır. 70’lerden bu yana İslamcıların ve ülkücülerin Avrupa faaliyetleri, Alman devleti-Türk devleti ilişkisidir aynı zamanda. Bu grupların faaliyetleri, devletler arası yazışmalara, dosya alışverişlerine konu olur.

Franz Josef Strauss 12 Eylül öncesinde Türkeş ile ilişki hâlindeyken, 12 Eylül sonrasında onun partisinden içişleri bakanı olan Friedrich Zimmermann gelinen noktada çeşitli gruplardan duydukları şikâyet ve endişeleri 12 Eylül idaresine bizzat aktarmıştır. İslamcı ve ülkücü siyasetin Türkiye açısından da yeni düzene göre reorganize edildiği bir döneme girilmektedir. Devletler tarafından parsellenmiş bir dünya düzeninde, esas olan devletler arası ilişkidir. Devlet örgütünün altındaki örgütler zaman zaman bu temel gerçeği atlayıp aldanırlar.

Türkiye, 2011-2012’den sonra görünürde seçim ve hükümet kurma işlerinde; temelde ise ekonomi-politik mecrada ciddi virajlar almıştır. Önce sağ gösterip mayınlar temizlenmiş, sonra Suriye savaşı körüklenmiş, sınır kapıları açılmış, ülke nüfusunun ciddi bir kısmı Türkiye’ye göçürülerek ucuz iş gücü hâline getirilmiş, Gezi patlak vermiş, dünyada ve Türkiye’de ekonomik genişleme dönemi son bulmuş, AKP tek başına hükümet olma gücünü kalıcı olarak kaybetmiştir. Bu andan itibaren AKP yalpalayan; zaten 2007’den itibaren özerk parti örgütünü, hareket ve tercih imkânlarını günden güne yitirmiş bir yapıdır. Yalpalamanın görünen yüzü bugün bir kanatta Bahçeli ise diğer kanatta Şimşek’tir. Bu simalar, devlette ve uluslararası sistemde siyasî ve ekonomik ağları perdelemektedirler. Erdoğan’ın temel faaliyeti dalgalı suda batmadan ilerlemek üzerinedir. MHP ile yaşanan gerginlik buraya oturmaktadır. Örnek olsun, kısa süre önce, “100 milyonluk nüfusa ihtiyacımız var,” diyen Bahçeli, Sinan Ateş davası yaklaşırken ve Özel-Erdoğan görüşmelerinin ortasında, grup toplantısında “göçmen sorunu”na dikkat çekmektedir. Halbuki göç diye bir derdi yoktur; göçü istemeyen/politikasını onun üzerine kurmayan kesim; Şimşek üzerinden temsilini bulan, düzenli ve nispeten nitelikli iş gücü arzını hedefleyen İstanbul sermayesi ve onun sınıfsal bağdaşıklarıdır.

Bir Garip TC Dışişleri Bakanlığı Açıklaması

Almanya’nın başını çektiği, ülkücü kurumları yasaklama furyası, tam da Türk devletinin yaklaşık 10 yıldır fiilen takip ettiği yayılmacı politikayı geride bırakarak diplomasi dönemine girdiği 2020-2021 yıllarına denk gelir. 2020’de ısınarak 2021 başında patlayan Ukrayna savaşı, milât olmuştur. Bahsi geçen Almanya iç istihbarat raporu, Sinan Ateş cinayetiyle peş peşe yayımlanır. Cinayeti, Türkiye’de 2023 seçimleri ve Hakan Fidan’ın dışişleri bakanı/başkan sekreteri olması takip edecektir. Yayılmacı politikalardan uzlaşmacı politikalara geçiş, iç ve dış siyasetin bürokratik açıdan da bir elden yürütülmesini gerektiren hassas, kaşınmaya ve patlamalara müsait dönemlerdir. Geçtiğimiz günlerde, Suriye’de meydana gelen Türk devletine karşı ayaklanmalar, kırılganlığa somut bir örnek teşkil etmiştir. MİT ve Dışişleri’nin fiilen tek elden idare edildiği ince bir sürece girilmiştir. İlâveten, ekonominin idaresi Mehmet Şimşek’e teslim edilmiştir. Uzlaşma dönemine uygundur.

MHP’nin, yakın tarihsel ilişkiler içerisinde olduğu Almanya tarafından kriminalize edilmesi bu çerçevede okunmazsa havada kalacaktır. Tam da bu dönemde, daha önceki göçmen karşıtı eylemlerde görülmediği kadar MHP’li figürler ve bozkurt işaretleri Kayseri sokaklarına inmiştir. Bozkurt’u Avrupa’da yasaklayan ülke olan Avusturya’yla, Almanya’nın Leipzig Stadyumu’nda oynanan maç sonrası Merih Demiral tarafından kör göze parmak bozkurt işareti yapılmıştır. Bir gün önce Ankara’da Sinan Ateş davası görülmeye başlanmış, Merih’e Alman yetkililerin tepkilerini ve UEFA’nın soruşturma kararını takip eden günlerde, beş gün devam edecek davanın 4 Temmuz tarihli duruşmasında, Sinan Ateş’in eşi, üst düzey MHP’li isimleri cinayet zanlısı olarak duruşma kayıtlarına geçirmiştir. Duruşmanın başında ve 4 Temmuz tarihli oturumunda Ayşe Ateş’in yanında CHP Genel Başkanı Özgür Özel oturmuştur. Özel’in yakın zamanda görüştüğü Cumhurbaşkanı Steinmeier, daha önce, 1998’den itibaren Alman istihbarat servilerinden sorumludur. Karşı bir tedbir olarak, Ankara Mahkemesi’ndeki dava alelacele bitirtilmektedir. Karşı yanın elinde açık bir soruşturma vardır, Almanya’ya paralel olarak, su ha bire ısıtılmaktadır.

Merih Demiral hakkında soruşturma açıldıktan sonra Türk Dışişleri, ilk bakışta ilginç ancak sürece uygun bir açıklama yayımlamıştır. 3 Temmuz tarihli açıklama şöyle:

“Alman Federal Anayasayı Koruma Teşkilatının Eylül 2023’te yayımladığı raporda, her bozkurt işareti yapanın aşırı sağcı olarak nitelendirilemeyeceği vurgulanmışken ve ‘bozkurt’ işareti Almanya’da yasaklı bir simge değilken, Sayın Demiral’a Alman makamları tarafından gösterilen tepkilerin bizatihi kendisinin yabancı düşmanlığı içerdiği değerlendirilmektedir.

Bir spor müsabakasındaki sevinç kutlaması sırasında, tarihi ve kültürel bir sembolün, hiç kimseyi hedef almayan biçimde kullanılmasına yönelik siyasi amaçlı tepkileri kınıyoruz.” [No: 128, 3 Temmuz 2024, Milli Futbolcumuz Merih Demiral’a Karşı Açılan Disiplin Soruşturması Hk.]

Fidan’ın başında olduğu Türk Dışişleri’nin BfV’nin raporunu ve Alman hukukunu esas alması açıklama metninden daha çok şey anlatıyor. Alman istihbarat raporunun ve iç hukukunun dışında ne UEFA mevzuatına ne de Almanya’nın tâbi olduğu Avrupa hukukuna ve uluslararası kurallara atıf yapılmıştır. Bunun dışında ikinci atıf “kültürel”dir. Bağlayıcı olan ilk atıf olduğuna ve sadece Alman olana dayanıldığına göre, denmektedir ki “Sizi sayıyoruz, çatışmıyoruz. Siz eski iş ortağınızı suçluyorsanız, biz de sorun etmiyoruz zira artık diplomasi yapıyoruz, Batıyla mümkün mertebe uyumlu olmak istiyoruz fakat ne var ki hemen vazgeçemiyoruz.” Metindeki etkisiz eleman olan kültür vurgusu, “fakat”tan sonrası için yapılmıştır. Hükümet ortağını zayıf bir argümanla savunmak, savunmamakla eş değer sayılmalıdır. Özetle, dağınık vaziyette duran olgular birbirine bağlandığında çıkan manzara budur.

Lafı uzatmadan, gelelim komünistlerin alması gereken tutuma:

*Liberal/Faşist Almanya ve Avrupa’nın kimseyi yargılamaya hakları yoktur; kendileri suçludur.

*MHP’nin suçlarını Alman emperyalizminden öğrenecek değiliz.

*ABD kuklası Liberal/Faşist Avrupa, faşizmi yargılamaya yeltenmişse bu bir düzen içi pazarlık işidir, Türkiye’nin girdiği rotayla ilgilidir, yeni bir rota çizildiğinde tutum da değişecektir; zaten Avrupa düzeni bu şekilde kurulmuştur.

*Faşizmi ancak halkın bağrından çıkan, vaktiyle emperyalizmin ve faşizmin ezdiği işçi sınıfının öcünü almaya ahdetmiş devrimciler yargılama hakkına sahiptir.

*Bugün “sol”; geçmişle, öçle, sınıfla alâkasız bir kültürel küçük burjuva temsil platformu hâline geldiğinden; görünene takılmakta, geçmişe bakmamakta, liberalizm ve faşizmi bir görememekte, önüne ne konursa onunla yetinmektedir. Almanya’nın açıklamalarından memnun olmaktadır.

Zihinlerdeki Almanya’dan, ABD’den, liberalizmden ve faşizmden kopmak gerekmektedir.

Gökçe Kutlu

9 Temmuz 2024