Loading...

15-16 Haziran’dan İki Anı


Anılar Üzerine

 

15-16 Haziran Direnişi her yönüyle değerlendirilmeye, yorumlanmaya değer…

 

Böylesi bir görevi yerine getirmeğe çalışırken yalnızca; olayları, mahkeme dosyalarını, belgeleri, vd. ele almak yetmeyecektir. Bunlardan başka, perde arkasında olup bitenlerin de ortaya konulmasında yarar vardır. İşte, bu düşüncelerin ışığında, bazı anılarımızı yazmayı doğru bulmaktayız.

 

Anılar, yaşanmış olaylardır. Yaşanmış olayların içindeki kişilerin davranışları onların gerçek kimliklerini yansıtır. İlerici hareket içinde bunların bilinmesinde de yarar vardır.

 

Kendimize, yaşanan olayları yazmak doğru mu? Her olay yazılır mı? vb. gibi, bir çok soru yönelttik. Yaptığımız değerlendirmeden sonra bazılarını yazmanın doğru olacağı kanısına vardık.

 

Bizi, bu görüşe ulaştıran nedenleri araştırırken şunları hesaba kattık;

 

Ülkemizdeki ilerici hareketin tarihini, ilericilerin yargılanmalarını, belgeleri, anıları, vb. kimler yazmaktadırlar? Ve niçin yazmaktadırlar?

 

Bilindiği gibi bu işleri, daha çok mevcut düzenin niteliğinden yararlanan ve egemen sınıflara arkasını dayamış olanlar yapmaktadırlar.

 

Egemen güçlerce kullanılan, desteklenen bu tür unsurlar, bugüne değin ortalıkta ilericilik(!) adına dolaşmasını, ahkâm kesmesini doğrusu becerdiler. Yaptıkları görev, sadece egemen güçlere yaramadı… Bizler de böylelerinin eserlerini(!) okuyup, inceleyerek çok şey öğrenmiş olduk. Her doğru, yalnızca sonuna dek namuslu kalmış kişilerden, yalnızca onlardan değil, döneklerden, hainlerden de öğrenilebilir.

 

Sözü edilen görevleri yapmaya çalışanların amaçları açıktır; Hareketin gelişmesini önlemeye çalışmak… Bu yola kendilerini adamış gerçek militanları kötü göstermek… İşçi sınıfının demokratik iktidarını geciktirmek…

 

Bazı anıları ve perde arkası olayların bir kısmını yazmayı şimdilik uygun bulmadık, zamansız ve gereksiz bulduk. Bir takım kişilerin hatalarını, zaaflarını, kişilik bozukluklarını, sınıflı toplumun ibret verici bir sonucu olduğundan üstünde durmaya değer bile görmedik. Daha çok hareketin ayak bağı olan, bilinçli, bilinçsiz provokatörleri ve nedenlerini anlatmayı düşündük.

 

Egemen sınıfın, polisin, MİT’in, Sıkıyönetim’in bildiği ve başta işçi sınıfı olmak üzere emekçi halkımızın bilmesinde zarar olmayan konuları da anlatmaya çalışacağız.

 

Bir yanlışın, hatanın ve davranışın yanı sıra, olumlusunu da anlatmaya çalışacağız…

 

Ve işte en önemlisi de budur: Hataların, yanlışların içerisinden gelenlerin saptadıkları… Kafalarımızı vura vura öğrendiklerimiz… Hareketin içinde öğrendiklerimiz… Hapishanelerde öğrendiklerimiz…

 

Okuyanlar, bizleri hatasını da sevabını da dürüstçe açıkça söyleyenler, sorumlulukla söyleyen, mutlu gelecekler için söyleyenler olup olmadığımızı görsünler… Ve işçi sınıfına, emekçi halkımıza güvensinler. Umutlansınlar. Yaşamayı sevsinler. İnsan gibi yaşamak için savaşları, iyi-kötü tüm yanları ile tanısınlar. Tanısınlar ki, ilerici hareket ayrık otlarından arınsın, gürbüzleşsin-gelişsin…

 

Anıları bu düşüncelerin ışığında yazdık.

 

Bir kısım anıları da hiçbir zaman yazamayacağız… Unutacağız.

 

*          *          *

 

Din Tahrikleri ve Bir Olay

 

İşçiler arasında, içtenlikle dindar olanlar hatta, hocalar vardı. Ve hepsi de, Direnişe katılmışlardı. Hapiste namaz kılanlar önceleri çok azdı. Adanalı Hasan Çakar’ın, dindar arkadaşlara karşı amansız saldırıları, çeşitli tahriklere ve din aleyhtarlığına dönüşüyordu. Hep biliriz, Adanalıların bu konudaki özelliklerini…

 

Fakat dine küfür etmek, bu yoldaki masum şakaları çığırından çıkarmak yanlıştı… Özellikle, [Cemâl] Sancaktar hocaya karşı girişilen takılmalar dozajını artırınca, toplu namaz kılmalar da çoğalmıştı. Hasan Çakar bu durumun sorumlusuydu. Kendisine çok hatırlatmalar yapıldı ama, dine küfür etmek onun hayatının âdeta bir parçasıydı.

 

Toplu namazlar, “nümayiş yapılıyor, ayin yapılıyor” diye [Kemal] Sülker tarafından şikâyet edilince tatsızlık can sıkıcı bir şekle dönüşmüştü. Bu işin sonradan tahkikat konusu yapılması da, canımızı sıkmıştı…

 

Müstecaplı arkadaş, içerdeki tahrikleri önlemek için iki hoca ile yakından ilgilendi, provokasyonları önlemeye çalıştı…

 

Bıyık Sorunu

 

Aramızdaki konuşmaların şekle dayalı olanlarından birisi de bıyık konusuydu. Gerçekten, bıyık sorunu, bir çoklarının hayatlarının vazgeçilmez bir parçasıydı âdeta. Örneğin, kendimizi bildik bileli çoğumuz bıyıklıydık. Sonradan işin içine devrimcilik de girince, zaten var olan bıyıklar iyice önem kazanmıştı. Burjuvazi de bizleri bu yanımızla tanımlıyordu. Gençlerin üniforması, kadife pantolon, parka, bot. İşçilerinki bıyık… Gençlerin bıyıkları, yeni yeni çıktığından bizler gibi bıyığı olanı pek bulunmuyordu. Bıyığı bulunmayanlar da bunu önemli bir eksiklikmiş gibi söylüyor, bıyıklı olanlara bu özlemlerini anlatıyorlardı.

 

Elbette şekil tek başına önemli sayılmazdı. Bıyığın, halkımızın geleneğinde hatırı sayılır bir yeri olduğu da kesin. Bu tutkumuzdan vazgeçemezdik. Bu nedenle, bir çok arkadaş, “bıyıklarınızı kesin…” şeklinde yapılan uyarıları dinlemedi.

 

Sırrı Öztürk

1975

 

Kaynak: İşçi Sınıfı, Sendikalar ve 15/16 Haziran, Sorun, 1976.