“Dünya Avrupa’dan daha büyük bir şeydir.”
[Nehru, 1948, BM Genel Kurulu]
Ortadoğu halkları, işçiler, ezilenler ve direniş örgütleri, ağır bir yenilgi ile karşı karşıyayız. ABD ve müttefikleri, sinsi bir harekât plânı dâhilinde Suriye Devleti’ni yıktı. Yıkımı İsrail’in genişleyen ve bugün itibariyle Şam kırsalına kadar varan işgali takip etti. İşgale Suriye’nin askerî mühimmat depolarının, uçaklarının, hava alanlarının, yönetsel kayıtlarının tutulduğu binaların ABD ile birlikte bombalanması eklendi. Suriye’nin uzun süre yeniden askerî bir güç olarak ayağa kalkamaması, yeni kukla devletin bir iç güvenlik aparatı olarak yola çıkması garantilenmek isteniyor. Suriye’nin askerî ve yönetsel kapasitesinin minimuma indirildiği günleri idrak ediyoruz.
Bu ağır yenilginin orta yerinde, Suriye toprakları uluslararası sömürüye açılırken zihinlerimizi diri tutmalı, başa geleni idrak etmeliyiz.
Sovyetler’in Çevrelenmesi, İlk Marazlar
1947’de ortaya konan Truman Doktrini sonrası Soğuk Savaş, 1948 yılında fiilen devreye sokuldu. Aynı yıl İsrail, Araplara karşı bir soykırım harekâtı ile kuruldu. Temel olarak kendisinin çevrelenmesi ve engellenmesi üzerine kurulan Soğuk Savaş’ın efendilerinin ileri karakolu olan İsrail’i derhal tanıyan Sovyetler, reel politik adına, İkinci Dünya Savaşı sonrası ilk büyük hatasını da yapmış oldu. İsrail’in varlığı bir kere meşru görüldükten sonra, yeni kurulan ulusal bağımsızlıkçı Arap devletleriyle Sovyetler’in ilişkisi, ideolojik ve programatik olmaktan öte pragmatik kalmaya mahkûmdu. Mazlum Arap halklarının ve komünistlerinin Sovyet halkıyla ve partisiyle kurdukları samimi münasebet ise bu marazdan uzaktı.
İsrail’in kuruluşundan bu yana gerek Sovyetler Birliği’nin gerekse de Rusya Federasyonu’nun bölgeyle ilişkisi pragmatizm ekseninde ilerlemiştir.
Missouri zırhlısının Türkiye’ye gelişiyle simgelenen yakınlık, 1948 itibariyle ABD rüzgârının şiddetle esmesine evrilmişti. Ekonomik yardımlar, askeriyenin ABD modeline göre yeniden dizaynı ile tamamlanacaktı. NATO’ya giriş, sürecin yüksek noktalarından birisidir. Türkiye’nin başarılı bir propaganda ile Sovyetler’in kendisinden toprak talep ettiği iddiasını yayması, böylece Batı kampına kabulünü kolaylaştırması, sürecin bir başka bileşenidir. Türkiye 1952’de NATO’ya dâhil olurken, aynı yıl Mısır’da Hür Subaylar kralı devirmiştir. İzleyen yıllarda Nasır en tepeye tırmanacaktır. Türkiye’nin NATO’ya girişi Doğu Akdeniz’e 6. Filo’nun yerleşmesine yol açacaktır.
1956: ABD ile İngiltere Arasında Değişen Roller
Buna karşın ABD’nin bölge hâkimiyetinin adı henüz konmamıştı. ABD dev emperyal kapasitesini henüz bölgede tam anlamıyla realize edemiyor, bölgenin sınırlarını çizmiş olan eksi hâkimleri İngiltere ve Fransa hâlâ belirleyici pozisyonda bulunuyorlardı. 1955’e gelindiğinde İngiltere önderliğinde Bağdat Paktı[1] kuruldu. Türkiye, Irak, İran ve Pakistan askerî ve siyasî bir ortaklık kurmuştu. Esasen bu devletler, zaten uyumlu çalışmaya başlamıştı. 1946’da Sovyetler’in desteği ile kurulan Kürtlerin Mahabad Cumhuriyeti’nin yıkılması ve kurucularının idam ve hapsedilmesi, İran ve Irak’ın ortaklaştığı eylemlerdendi. Sovyetler ancak Molla Mustafa Barzani’ye sığınma hakkı vermekle yetinmişti. Buna karşın 1955’te Nasır önderliğindeki Mısır, Çekoslavakya üzerinden Sovyetler Birliği ile askerî anlaşma imzalamış; bir yıl sonra da Süveyş’i millileştirmeye girişmişti. Kanaldan fiilen istifade eden, bölgenin eski hâkimleriydi.
Bu hareket, İngiltere, Fransa ve İsrail’in Mısır’a saldırmasına yol açtı. Hava ve karada üç emperyalist gücün saldırısına maruz kalan Mısır’ın direnmesi, Sovyetler’in tehdidi ve ABD’nin karşı koyması üzerine harekât başarıya ulaşamadı. BM kararı alındı ve işgal durduruldu. Neticede İsrail, İngiltere ve Fransa geri çekilmek zorunda kaldılar, yenildiler, hegemonyaları sarsıldı. Süveyş Krizi ile yeni hâkimiyetin adı kondu. Mısır muzaffer olmuş; ABD bölgede İngiltere’nin yerini almış, İngiltere ABD’nin tamamlayıcı rolüne geçmişti. Neticede 1956 itibariyle, büyük emperyalist güçler arasında günümüze kadar işleyen yeni bir iş bölümü meydana gelmiştir.
İngiltere, NATO çerçevesinde kolektif emperyalizmin ortak istihbarat faaliyetlerini üstlenmeye devam ediyordu. CIA henüz yeni kurulmuştu, İngiltere’nin istihbarat ağı ise köklü ve gelişkindi. Bu açıdan da ABD’yi tamamlıyordu. İstihbarî sahadaki etkin rolü bugüne kadar sürdü.
İngiltere’nin bölgede azalan gücü, Truman Doktrini’nin merkez ülkelerinden olan Türkiye’nin rolünü daha da artırmıştı. Ancak çıkarlar arasında nüanslar vardı. ABD’nin önceliği Sovyetler Birliği’nin çevrelenip engellenmesi, Türkiye’nin önceliği ise güneye doğru genişlemekti. Bu farkın yarattığı gerilim, 2010’lu yıllarda tekrar su yüzüne çıkacak, iş NATO üyesi Türkiye’nin Rusya’dan hava savunma sistemi almasına kadar varacaktı.
1957’de Yarım Kalan
Nasır’ın zaferi, Suriye ve Mısır yakınlaşmasını hızlandırdı. Bu sürecin devamında Türkiye’nin Suriye’ye askerî harekât yapma basıncı başladı. Bağdat Paktı bu işte bir dayanak teşkil ediyordu. 1957 itibari ile İngiltere’nin rol kaybı yeniydi, bir nebze telafi etme umudu vardı. Türkiye’de bir yıl önce de Mısır’ın millileştirme hamlesine karşı durmuştu. İkinci Dünya Savaşı sonrası dış piyasaya açılma, dış borçlanma, sermayeye açılma vb. konularda CHP ve DP’nin 1947’de imzalanmış yazılı mutabakatı söz konusuydu. İkinci Dünya Savaşı’nın vurgun yıllarında, Millî Koruma Kanunu gibi uygulamalarla sömürüyü körükleyen ve yerli sermayeyi palazlandıran Türkiye’nin rotası, güneyindeki inşa edilmeye çalışılan millî devlet ekonomileriyle çelişiyordu.
Türkiye ciddi bir hazırlığa girişti. Türkiye’nin güdümünde Halep’te İslamî örgütler kuruldu. Türk istihbaratı bölgede yoğun faaliyetlere başladı. Halep, Hama ve Humus’ta yürütülen operasyonlar, 1957 başlarında gazetelere ve elçilik yazışmalarına kadar yansımıştı. 1957’de Türkiye’nin Suriye sınırına asker yığması, Meclis’in bu yönde hazırlanması, sınırdan verilen askerî beyanatlar, sınır ötesi askerî bir harekâta dönüşemedi zira ABD, İngiltere’nin başını çektiği pakta alan kaptırmak istemiyordu. Öncelikleri de başkaydı, zamanı gelmemişti.
1957’de Suriye’de hissedilen tehdit, Mısır’ın Suriye’ye destek mahiyetinde asker göndermesi, hemen devamında 1958 başında Suriye ve Mısır’ın Birleşik Arap Cumhuriyeti (BAC) adıyla birleşmelerine yol açtı. Türkiye ve İngiltere tehdidinin yanı sıra Suriye Komünist Partisi’nin giderek artan gücü de Ortadoğu’nun bu iki küçük burjuva iktidarını endişeye sevk etmişti.
Suriye’nin müzmin devlet kapasitesi sorunu BAC hadisesinde de kendisini gösterdi. Bu sorun Suriye’nin kendisini işgalden koruyabilmek için dış destek ihtiyacı olması ve fakat sıradan bir kukla olamayacak kadar bir güç nüvesi, sermaye ve siyasal örgütlenmesini yaratmış olmasından kaynaklanmaktaydı. Bu denge bugüne kadar etkili oldu, aktörler değişti. BAC’da giderek Mısır’ın hâkim olması, yeni devletin tüm kilit noktalarına adım adım Mısırlıların yerleşmesi, 1961’de subayların müdahalesi ile Suriye’nin BAC’dan ayrılmasına yol açtı. 1961’de eski Suriye Cumhuriyeti’nin yerine dün yıkılan Suriye Arap Cumhuriyeti doğdu. Bu gerilimin bir benzeri giderek 2010’dan itibaren alttan alta, Suriye Arap Cumhuriyeti ile onun destekçileri İran ve Rusya arasında yaşanageldi.
Emperyalist Kampta Netlik
1961 ayrışmasında, aynı yıl Türkiye’de yaşanan 27 Mayıs darbesinin de etkisi yadsınamaz. ABD ve İngiltere’ye yakın grupların bir çeşit gerilimli ittifakını temsil eden 27 Mayıs, bölgede İngiltere’nin ABD’nin yanındaki tamamlayıcı rolünü bariz hâle getirmiştir. İlerleyen yıllarda Sovyetler ekseninde Bağlantısızlar Hareketi bölgeye damgasını vuracak, Nasır bu hareketin başında yer alacaktır. Ancak İsrail denen emperyalist üssün tanınması politikasında takınılan ortacı tutum ve benzerleri, bütün bir 60’ları esir alacaktır. “Barış içerisinde bir arada yaşamaya” kadar varır iş. Emperyalizm ise ideolojik olarak bu süreçten itibaren kendisi açısından hep ileri adım atacaktır. Giderek neo-liberalizmin hâkimiyeti inşa edilecektir.
Altmışlı yılların sonuna itibaren dünya ve Ortadoğu, yeni bir saldırganlık dalgasının etkisine girmeye başladı. Sermayenin kâr oranları şiddetle düşmekte, sistem krizi kendisini hissettirmekteydi. İsrail ileri karakolundan start verildi, 1967 Savaşı ile Mısır başta olmak üzere, emperyalist sermayenin yayılımı önünde sorun teşkil eden güçler ağır yenilgi aldılar. Bu süreç, adım adım İsrail’de daha radikal Siyonistlerin iktidara gelmesine, 12 Mart, Şili ve 12 Eylül darbelerine yol açtı; Sovyetler’in çözülmesiyle ilerledi. ABD’nin dünyanın farklı yerlerindeki emperyalist müdahaleleri, Sovyetler’in çözülmesinden itibaren Ortadoğu’da açık işgallere evrildi.
Halkların ve işçi sınıfının direnişi ise bu sürecin yükselen değeri oldu. Filistin’in bağımsız direniş yapılanması, 1967 yenilgisinin doğrudan sonucu olarak ortaya çıktı. İntifadalar yaşandı. Türkiye ve dünyada devrimci yapılar zaman zaman devrimin eşiğine kadar geldiler, iktidarları belirlediler. Bu gelişmeler, İran’dan Filistin’e ve Yemen’e uzanan bir direniş hattını mümkün kıldı. Bu süreç emperyalizmin evrensel yayılımını günümüze kadar baltaladı, yavaşlattı. ABD, Afganistan’da ve Irak’ta hiçbir zaman tam bir hâkimiyet kuramadı. Suriye 14 yıl direndi.
2024: Kolektif Emperyalizm Adına İngiltere’nin Koordinesi
Suriye’nin yenilgisi ve emperyalizmin hâkimiyeti için uygun ortam, ABD seçimleri sonrası bir ara döneme denk geldi. ABD’nin yerleşik sistemi gereği, seçimle devir teslim arasında görevdeki başkan orduyu savaşa sokmak gibi önemli kararları alamaz. Sıcak çatışmaları doğrudan yönetmek, pek çok önemli karar almayı gerektirir. İşte bu anda İngiltere’nin 1956’da edindiği tamamlayıcı rolünün gereğini yerine getirdiği anlaşılıyor. Diğer yandan Brexit’ten itibaren nispeten etkinliğini artıran bir İngiltere söz konusudur. Türkiye de bu süreçte, 1957’de aldığına benzer bir rolü almıştır. Türkiye’nin son yıllardaki iç gelişmeleri de esasen bu eksendedir.
İsrail ile Hizbullah’ın kara savaşının başlamasından bu yana, İdlip merkezli kukla örgütlerin saldırı hazırlıkları yaptığı, teçhizat bakımından giderek daha donanımlı hâle geldikleri, tatbikatlara başladıkları duyulmaktaydı. Rusya merkezli sızıntılardan anlaşıldığı kadarıyla, Halep’e saldırı başlamadan önce Colani ve diğer HTŞ liderlerinin İngiltere istihbaratı ile görüşmeleri yoğunlaştı. Yine İngiltere’nin koordinesinde Ukrayna’dan drone ve bunları kullanacak personel sevkiyatı yapıldı. Şam düşer düşmez İngiltere’den HTŞ’nin terör listesinden çıkarılacağı haberleri gelmeye başladı. Yine İngiltere fonlu Beyaz Bereliler, Şam’da arzı endam etti.
Esasen İngiltere’nin HTŞ irtibatı 2021’den itibaren giderek belirgin bir hâl almıştı. Bu görüşmelerde, HTŞ’nin terör listesinden çıkarılması ve ancak geçtiğimiz günlerde uygun zemin bulunan saldırısının plânlandığı anlaşılıyor. Rusya’nın TASS haber ajansı, 2021’de MI6 görevlisi Jonathan Powell’ın Colani ile görüştüğünü yazmış, İngiltere ise bunu yalanlamamıştı.[2] Powell HTŞ harekâtının hemen öncesinde, 8 Kasım 2024’te İngiltere’de Ulusal Güvenlik Danışmanı pozisyonuna getirildi.[3] Tam bir ay sonra Şam düştü. 2021’deki haberden, Rusya’nın M16 ile Colani görüşmesinin Suriye’de hangi noktada yapıldığına kadar olaya vâkıf olduğu anlaşılıyor. Her şey gözünün önünde oldu da diyebiliriz.
Gaziantep’ten Halep’e
Sovyetler’in çöküşünden bu yana adım adım özel sektöre açılan Suriye, Türkiye’den yabancısı olmadığımız kamu-özel iş birliği (PPP) gibi neoliberal metotlarla yağmalanmak üzere silâh zoruyla özelleştirilmektedir. Bu gibi metotlar öteden beri Suriye için kapıda bekletilmekteydi.[4] Sofranın sahipleri ve tamamlayıcıları bellidir. PPP, bir İngiltere markasıdır âdeta. Bizde hasta garantili şehir hastaneleri, yolcu garantili yeni köprü ve yolların yapımında sahne alan bu model, Gaziantep Şehir Hastanesi ve Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası fonlarıyla Suriye’nin sınırına zaten dayanmıştı. Sovyetler’in çözüldüğü coğrafyaları kapitalist düzene entegre etmek üzere emperyalist sistem tarafından kurulmuş olan bu Banka, 2011’de Suriye’ye müdahale için tüzüğünü değiştirmişti.[5] Şimdi HTŞ maşasıyla önü açılmıştır.
Belirleyici olan Suriye’nin hangi modelle sömürüleceği değil, sömürüye açılmış olmasıdır. Sofranın bir ucunda Gaziantep sanayi bölgeleri, bir ucunda Halep pazarı; bir ucunda Güney ve Orta Suriye’nin değerli mineral ve petrol sahaları, bunların İngiltere ve ABD’li şirketlerce bölüşümü vardır. Halklarımız artan sömürünün pençesine adım adım itilmektedir.
Biz bugün, Suriye’nin, İran’ın, Filistin’in, Yemen’in mazlum halkları; FHKC ve diğer direniş örgütlerinin geleceği için endişeliyiz. İsrail’in yayılan işgali ve bölge halkları arasına sokmakta olduğu nifakı görüyor ve ibret alınması gerektiğini söylüyoruz.
Emperyalizmin mekanizmaları eski, güçlü, birikimli ve kapasitelidir. Dahası kolektif bir sistemdir, öteden beri rol paylaşımı vardır. Emperyalizm ancak güçten anlamaktadırlar. Bu kapasiteye karşı koymak için askerî direniş şarttır fakat ideolojik mücadele ve netlik de şarttır. Tıpkı Sovyetler gibi, Suriye de askerî olarak yenilmemiş, çözülmüştür.
Umut bâkidir. Dünyanın mazlumlarının henüz derlenmemiş kapasitesi elbette emperyalizmden büyüktür, uzun ideolojik sarsıntı atlatıldığında mutlaka başka bir sürece girilecektir.
Tevfik Atmaca
10 Aralık 2024
Dipnotlar:
[1] İleride adı CENTO ve merkezi Ankara’da 2. Meclis Binası olacaktır. 1979’a kadar yaşayacaktır.
[2] “British intelligence suggests al-Nusra start cooperating with West - diplomatic source” [İngiliz istihbaratı El Nusra’nın Batı ile işbirliğine başlamasını önerdi - diplomatik kaynak], 31 Mayıs 2021, TASS.
[3] “Tony Blair’s former chief of staff appointed PM’s national security adviser” [Tony Blair’in eski özel kalem müdürü Başbakan’ın ulusal güvenlik danışmanı olarak atandı], 8 Kasım 2024, The Guardian.
[4] “Public-private partnership: an investment tool to rebuild Syria” [Kamu-özel sektör ortaklığı: Suriye’nin yeniden inşası için bir yatırım enstrümanı], 2020, HAL.
[5] “EBRD takes a major step forward with plans in response to the Arab spring” [EBRD, Arap Baharı’na yanıt niteliğindeki plânlarıyla önemli bir adım atıyor], 29 Temmuz 2011, EBRD. Bu gelişmeden kısa süre önce Türkiye EBRD’ye yasal dokunulmazlık tanınmıştı. EBRD Gaziantep şehir hastanesi projesini de duyurmuştu: “EBRD, Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı tarafından verilen 28 yıllık imtiyaz çerçevesinde, Gaziantep ilinde kamu özel ortaklığı (PPP) modelini kullanan bir entegre sağlık kampüsü altyapısını finanse etmeyi düşünmektedir. Proje sağlık kampüsünün tasarlanması, inşaatı, ekipman tedariği ve bakımını içerecektir. Bu PPP kapsamında, imtiyaz sahibi hastane tesislerinin ekipmanlarının tedariğini ve bakımını sağlayacak, sağlık hizmetleri ise Sağlık Bakanlığı’nın sorumluluğunda kalacaktır. Toplam proje maliyeti tahmini 600 milyon Avrodur.” Bkz. Gaziantep Kamu Özel İş Birliği Hastanesi (Gaziantep Hospital PPP), EBRD.