Loading...

1968’in Emperyal Kaldırım Taşlarının Altında Ne Var?


Aralık 1960’ta Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu sömürgelere bağımsızlık verilmesine (decolonisation) dair bir kararı kabul etti. Dünya uluslarının üzerinde anlaştığı “özgürlük süreci geri döndürülemez ve karşı konulamazdır.” Bu karar, Küba’dan Vietnam’a, Endonezya’dan Mısır’a kadar uzanan büyük çatışmaların özetiydi.

1960’lar boyunca, eski sömürgeler dünyasında sömürgecilik ve emperyalizmden kurtulmak gerektiği konusunda geniş bir anlayış doğdu. Bununla birlikte, çeşitli ulusal kurtuluş mücadelelerinin doğası, onlara önderlik eden örgütlerin sınıfsal bağlantıları temelinde farklılıklar gösterdi. Sömürgecilik karşıtı dünyadaki yeni ulusları bölen de bu farklılık oldu.

Bağımsızlığına kavuşanlar arasında sağa yaslanmış ülkeler ve sol yanlı ülkeler vardı. Ancak yine de –Suudi Arabistan’dan Tanzanya’ya kadar– bunların her biri 1961’de kurulan Bağlantısızlar Hareketi (Non-aligned Movement-NAM) içinde kalacaktı. 1973’ten itibaren NAM’ın Yeni Uluslararası Ekonomi Düzeni’ndeki (New International Economic Order-NIEO) radikal gündemini sağa yaslanan devletler bile teyit etmekteydiler. Esasen, Suudi Arabistan ve Brezilya gibi monarşiye ve askerî diktatörlüğe batmış ülkeler de küresel ekonomik ve siyasal düzenin reforma tâbi tutulması gerektiği görüşünü destekliyorlardı.

1960’larda Batı dışındaki devrimlerin temposu ne öğrenci hareketlerinin yol açtığı huzursuzluk ne de ilerleyen kapitalizmin yarattığı düş kırıklığı tarafından tayin edildi. Asıl etken, sömürgecilik karşıtı mücadeleler ve sözü edilen NIEO’yu yaratma girişimleriydi. Sömürgeler dünyası için bağımsızlık içeren bir öneriler levhası ve yeni devletlerin ekonomik bağımsızlığını boğan “Yeni Sömürgeci” (Neocolonial) dünyadan tam bağımsızlık.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bağımsızlığına kavuşan yeni devletler 1955’te Bandung’ta (Endonezya) toplandılar. Orada “Bağlantısız” olarak değerlendirilebilecek bir dış politikanın ana hatlarını çizdiler. Bu devletler, geniş bir sınıfsal uyuşma ve işbirliğine dayanan, dolayısıyla iç politika tarafından yönlendirilen devletlerdi. Bununla birlikte, savaşın (özellikle nükleer olanın) tehlikelerine karşı ve bir ulusal kalkınma gündemi için bağlam oluşturulması konusunda geniş bir uyuşma içindeydiler. 1961’de NAM’ın oluşumuna ve aynı yıl BM bünyesindeki 24’ler Komitesi’nin (BM Sömürgeciliğin Kaldırılması Komitesi) kuruluşuna öncülük edenler –özellikle Mısır, Hindistan ve Yugoslavya– bu devletlerdi.

Bu devletler arası hareket, 1964 yılındaki BM Ticaret ve Kalkınma Konferansı’nda oluşturulan “77’ler Grubu” (G-77) üzerinden BM’de bir kökteşliğe sahipti. Bu durum, onların NIEO’nun içeriğine hazırlık teşkil eden gündemlerinin dışındaydı: Ulusal ekonomileri büyütmek için sübvansiyon ve gümrük tarifeleri, ihraç edilen hammaddelerin fiyatlarını korumak için karteller, bankalar tarafından oluşturulan engelleyici oranların etrafını dolaşmak için tercihli finansman vb.

1960’ların ortasında, NAM sağ ve sol kanatların meydan okumasıyla karşılaştı. Sağdaki NAM ülkeleri, Manila ya da Bağdat paktlarına katılarak ya da katılmayarak, 1969’daki İslam İşbirliği Örgütü’nün –Suudi Arabistan, Fas ve Pakistan’ın öncülüğünde– kuruluşuna katılarak ya da katılmayarak emperyalizm ile sıkı ilişkiler kurmuşlardı. Bu oluşumlar, Üçüncü Dünya tarzı sosyalizm ve komünizmin karşısında yer aldı. Sol kanatta ise Küba ve sıklıkla silâhlı mücadele ile ulaşılacak daha geniş bir özgürlüğe inanan ulusal kurtuluş hareketleri vardı.

Tricontinental sadece devlet başkanlarını değil Cape Verde’den [Yeşil Burun adaları] Vietnam’a kadar ulusal kurtuluş hareketlerinin liderlerini de bir araya getiriyordu. 1966’da Havana’da toplanan Tricontinental konferansında, NAM’ın Belgrat’taki kuruluşunda hazır bulunan Küba devlet başkanı Osvaldo Dorticόs Torrado (1919-1983), emperyalizmle uzlaşmanın doğasına ve stratejisine dair suçlamalarını ortaya koydu: “Az gelişmişlik sorunu, bağımsız uluslar için gelip geçici çarelerle, uluslararası konferanslardan çıkan kurumlar ve teknik enstrümanlarla çözülemez. Az gelişmişliğin nedeni, emperyalist tahakkümün sürüp gitmesinden başka bir şey değildir ve bu nedenle [azgelişmişlik] ancak emperyalizme karşı yürütülecek topyekûn bir mücadele ve zaferle alt edilebilir.” Bunlar güçlü sözlerdi. 1970’te Zambiya’daki NAM toplantısı ile 1973’te Cezayir’deki NAM toplantısı Tricontinental’in değerler sisteminin merkezî sahnesi olacaktı.

Devrimci Savaşlar

Küba’nın 1959 Devrimi kontrol altına alınamadı. Castro ve Dorticόs dünya çapında silâhlı mücadele vizyonlarını plânladıklarında Che Guevara Havana’da değildi; Kongo’daki direniş hareketini desteklemek üzere gizli bir görevle Tanzanya’da idi. Che burada hayal kırıklığına uğradı. Kongo günlüğünde “insan unsuru çöktü” diye yazdı. “Mücadele için irade ve istek yok, liderler yozlaşmış. Tek cümleyle, yapacak hiçbir şey yok.” Che, Bolivya’daki trajik görevine hareket etmeden önce ekonomi ve felsefeye dair iki kitap hazırlayacaktı.

Bütün bunlar Küba hükûmeti tarafından desteklendi. Küba liderliği devrim ihracının kendi devrimlerinin özü olduğunu fark etmişti. 1966’daki Tricontinental konferansında Castro, bu yeni yapının “bütün sömürge dünyasındaki devrimci kurtuluş savaşlarına verilecek desteği koordine edeceğini” ilân etti. Küba, nerede ortaya çıkarsa çıksın bütün kurtuluş hareketlerine kendi imkânları ölçüsünde lojistik destek ve insan kaynağı sağlayacaktı.

Silâhlı mücadelenin Tricontinental’deki kaçınılmazlığının sembolü, “Biz emperyalizmi ona karşı hakaret sloganları atarak yok etmeyeceğiz. Bizim için emperyalizme karşı en iyi ya da en kötü slogan –formu her ne olursa olsun– silâha sarılıp mücadele etmektir,” diyen Gine ve Cape Verde’nin Bağımsızlığı için Afrika Partisi (PAIGC) lideri Amílcar Cabral’dı (1924-1973). Cabral bir tercih olarak değil bir zorunluluk olarak silâhlanmıştı. PAIGC, 1956’da Gine-Bissau ve Cape Verde’de bağımsızlık mücadelesine başladı.

3 yıl sonra, Portekiz güçleri Piziguiti’de 50 silâhsız liman işçisini katletti. Bu sömürgen şiddeti, PAIGC’i 1961’den 1974’e kadar sürecek bir silâhlı mücadelenin içine itti. Bu, 1960 ve 1970’lerin ulusal kurtuluş hareketlerini silâhlı aşamaya taşıyan emperyalizmin sert yüzüydü. Bu, Vietnam ve Kongo gibi ülkelerde silâha sarılan halkın ulusal özlemlerini reddeden emperyalizmin acımasızlığı idi.

Sömürgen şiddetin bir envanteri, Malay [Malezya] savaşını (1948-60), Kenya savaşını (1952-60), Cezayir’deki Fransız savaşını (1954-62), Vietnam’daki Fransız savaşını (1946-54), Vietnam’daki ABD savaşını (1954-75), ABD’nin Küba’ya yönelik Domuzlar Körfezi’ndeki başarısız istila girişimini, Kongo lideri Patricia Lubumba’ya yönelik suikastı, Guatemala’nın (1954) ve Dominik Cumhuriyeti’nin (1965) ABD tarafından istilasını ve Endonezya’daki Komünist kıyımını (1965) içerecektir. Tricontinental’in plânlayıcılarından Mehdi Ben Barka, Ekim 1965’te Tricontinental’in yönetimini üstlendiği sırada Fransız ve Fas istihbarat servislerinin suikastına kurban gitti.

Eğer Kongo Ulusal Hareketi ve Fas’taki Halk Güçlerinin Ulusal Birliği başarılı olsaydı ne türden farklı bir gelecek söz konusu olabilirdi? Böyle bir farklı gelecek suikasta uğrayanların bedenleriyle birlikte toprağa gömüldü. Havana’ya 1966’da gelen ulusal kurtuluş orduları için taktik koşulları ayarlayan işte bu sömürgen şiddetti.

Emperyalizme Karşı

Ulusal kurtuluş ordularının şiddeti, Cabral’ın saptadığı gibi “emperyalizmin temsilcilerinin kriminal şiddetine verilen bir yanıttır.” Yerel özellikleri ne olursa olsun, emperyalist tahakkümün ulusal güçlere karşı kalıcı bir şiddet durumunu ima ettiğinden kimse şüphe duyamaz. Şiddet emperyalizmin özüdür ve köşeye sıkışan bir emperyalist bloğun dürtüsüdür. Bu, Mart 1968’de Vietnam köyü My Lai’de gösterilen şiddettir. [ABD’li] Bir asker kendi görevini yabanıl bir gururla şöyle tanımlamaktadır: “Görevimiz toprak kazanmak ya da pozisyonları işgal etmek değil basitçe öldürmektir: Komünistleri öldürmek ve onlardan mümkün olduğunca fazlasını öldürmek, onları istiflenmiş odunlar gibi yığmak.”

Dört yıl sonra, 1972’de Portekiz sömürge güçleri Mozambik’teki Wiriyamu köyüne geldiler ve 150 ilâ 300 arasında köylüyü katlettiler. Onları öldürmeden önce ellerini dostça(!) çırpıp hoşça kalın dediler.

1975’e gelindiğinde Vietnamlılar Amerikalıları yendiler; Portekiz Afrika’daki sömürgelerinde yenilgiye uğradı. Küba, hükûmeti devirmeye yönelik tüm girişimlere rağmen ayakta kaldı. Angola, Cape Verde ve Mozambik’teki ulusal kuruluş savaşları olmaksızın 1974’te Portekiz’deki Karanfil Devrimi’nin Estado Novo’yu devirmeye yetmeyeceği tartışmasızdır. Keza, Küba destekli Angola kurtuluş güçlerinin Güney Afrika rejimine karşı 1987-88’deki Cuito Cuanavale savaşındaki zaferleri olmasaydı [1974’ten] bir yirmi yıl sonra bu ırkçı rejim çökmeyecekti.

Silâh Sayesinde

Portekiz ve Güney Afrika’daki demokrasi silâhla kazanıldı; liberalizm tarafından hediye edilmedi. Bu anlatı bugün çökmüştür, yeniden ihya edilmesi gerekmektedir. Sadece savaş alanının seslerini değil Mozambik ve Cape Verde’deki [Yeşilburun Adaları] devrimci eğitim programlarının, doktorların ve teknisyenlerin hikâyelerini de yeniden canlandırmalıdır. Sömürgen düzenin tortusu dışında yeni bir toplum inşa etme girişimi yeniden canlandırılmalıdır. Bu, günümüzde unutulan devrimci enerjidir.

Bu enerji üzerinden zaman geçtiği için unutulmadı. Her ikisi de iktidarın stenografı konumundaki ana akım medya ve tarih yazıcılığı tarafından hafıza kaybının (amnezi) koşulları üretildi. Batı tarafından sömürgeciliğin yıkılışının bütün dinamiklerini baltalamak için ortak çaba sarf edildi. Ghana halkına yönelik darbelerden (1966), Şili halkına yönelik darbeye (1973) kadar uzanan toplu çabalar.

Sömürgen şiddeti yavaş yavaş insanî terimlerle gerekçelendirildi. Bu şiddet, Batı’nın kendisini yerlilerin şiddetiyle baş etmek için gerek duyulan insanlığın mimarı olarak yeniden konumlandırmasıyla meşrulaştırıldı. En üst noktasına 1960 ve 70’lerde çıkan sömürgelikten kurtuluş (decolonisation) süreci, şimdi eski Üçüncü Dünya’yı enkaza çeviren yoksulluk ve savaş için bir başlangıç oldu. Sömürgeleştirilen bu topraklardaki kaldırım taşlarının altında kumlar yoktur; özgürlük savaşçılarının ölü bedenleri vardır.

Vijay Prashad

30 Ocak 2019

Çeviri: Muhsin Altun

New Frame

Fotoğraf: 22 Ağustos 1960. Ernesto “Che” Guevara, Fidel Castro ile birlikte Küba’daki San Julian üssünde bir köylü milis gösterisini izlerken (Foto: Bettmann/Contributor).