ABD’li büyük teknoloji şirketleri, Ortaçağ Avrupa’sının feodal toprak ağaları gibi hareket ediyor. Bu Silikon Vadisi tekelleri, küresel ekonominin temellerini oluşturan dijital toprakların sahibi ve özelleştirilmiş altyapılarını kullandırmak için giderek artan kiralar talep ediyorlar.
ABD’li büyük teknoloji şirketleri, esasen dünyayı sömürgeleştirmiş durumda. Dünya üzerindeki hemen her ülkede, modern ekonominin üzerine inşa edildiği dijital altyapı büyük ölçüde Silikon Vadisi merkezli bir avuç tekelin elinde.
Bu sistem ise giderek daha fazla neo-feodalizme benziyor. Ortaçağ Avrupa’sındaki feodal beylerin tüm toprakları kontrol edip, geri kalan herkesi efendileri için yiyecek üreten serfler hâline getirmesi gibi, 21. yüzyılın ABD’li büyük teknoloji tekelleri de dijital ekonominin temelini oluşturan dijital toprakları kontrol eden kurumsal feodal lordlar gibi hareket ediyor.
“ABD’li Büyük Teknoloji Şirketleri Dünyayı Nasıl Ele Geçirdi”
Diğer tüm şirketler, sadece küçük işletmeler değil, nispeten büyük olanlar bile bu kurumsal feodal beylerine kira ödemek zorunda kalıyor.
E-ticaret araştırma firması MarketplacePulse tarafından yapılan bir çalışmaya göre, Amazon, platformunda yer alan satıcıların gelirlerinin %50’sinden fazlasını alıyor.
Amazon’un satıcı gelirlerinden aldığı pay, 2016 yılında yaklaşık %35 iken, 2022’ye gelindiğinde yarıdan biraz fazlasına kadar yükselmiş durumda.
Amazon’un Satıcı Gelirlerinden Aldığı Pay
Aslında Amazon, pazar fiyatlarını temelde kötü şöhretli “satın al kutusu” aracılığıyla belirliyor. Bir kullanıcı, bir ürünü rakip sitelerde sunulan fiyatlardan daha yüksek bir fiyata satarsa, platform bu düğmeyi kaldırıyor.
Amazon’daki alışverişlerin şaşırtıcı bir şekilde %82-90’ı satın al kutusunu kullanarak yapılıyor. Yani, bir işletme Amazon’un belirlediği fiyatı listelemezse, satın al kutusunu kaybedecek ve satışları düşecektir.
Neoklasik iktisatçılar Sovyetler Birliği’nin merkezî plânlamasındaki verimsizlikleri sürekli eleştirip durdular ama Amazon gibi neo-feodal kurumsal tekellerin yaptığı fiilî fiyat belirlemeye dair söyleyecekleri pek bir şey yok gibi görünüyor.
20. yüzyılda bir tekelci, örneğin bir ülkenin buzdolabı arzını kontrol edebilmeyi çok isterdi. Ancak 21. yüzyılın Büyük Teknoloji tekelcileri bir adım öteye geçerek bu buzdolaplarını satın almak için gerekli olan tüm dijital altyapıyı (internetten yazılıma, bulut hizmetlerinden uygulamalara, ödeme sistemlerine ve hatta teslimata kadar) kontrol ediyor.
Bu kurumsal neo-feodal lordlar yalnızca belirli pazarları değil, tüm pazarı kontrol ediyorlar. Hatta piyasaları yaratıp yok edebilecek güce sahipler.
Tekelci güçleri yalnızca tek bir ülkeyi değil, neredeyse tüm dünyayı kapsıyor.
Eğer bir rakip yeni bir ürün üretmeyi başarırsa, ABD’li Büyük Teknoloji tekelleri o ürünü ortadan kaldırabilir.
Bir girişimci olduğunuzu hayal edin. Bir ürün geliştiriyor, bir web sitesi tasarlıyor ve bu ürünü çevrimiçi satmayı teklif ediyorsunuz. Ancak Google’da arama yaptığınızda ürününüz görünmüyor. Bunun yerine Google, arama sonuçlarında benzer bir ürünü öneriyor.
Bu bir varsayım değil; şu anda zaten olan bir şey.
Amazon da aynı şeyi yapıyor: Amazon Prime ürünlerini arama sonuçlarının en üst sıralarında tanıtıyor. Eğer bir ürün iyi satıyorsa, Amazon bazen o ürünü kopyalayıp kendi versiyonunu üretiyor ve orijinal satıcıyı işinden etmekle tehdit ediyor.
Reuters’in 2021’de bildirdiği üzere, “Amazon’dan elde edilmiş tonlarca belge e-ticaret devinin taklit ürünler üretmek ve arama sonuçlarını manipüle ederek kendi ürün serilerini güçlendirmek için nasıl sistematik bir kampanya yürüttüğünü ortaya koyuyor.” Bu olay Hindistan’da gerçekleşmiş olsa da, başka ülkelerdeki satıcılar da Amazon’u aynı şeyi yapmakla suçladı.
(Oyuncak satıcısı Molson Hart, Amazon’un distopik tekel gücünü gözler önüne seren büyüleyici bir belgesel hazırladı. Bu belgeselde, ürünleri dev şirket tarafından kopyalanan küçük işletme sahipleriyle röportajlar yaptı.)
Amazon, 19. yüzyılın soyguncu baronlarının hayal edebileceğinden bile daha güçlü bir konuma sahip. Platformunda ürün satan satıcılardan (Amazon’un üretimiyle hiçbir ilgisinin bulunmadığı ürünler) fahiş ücretler alıyor ve eğer ürün kârlı görünüyorsa, onu kopyalayıp kendi versiyonunu yapabiliyor.
Apple’ın %30’luk neo-feodal haracı
Bu sorun, Amazon’dan çok daha derinlere iniyor. Piyasa değeri açısından dünyanın en büyük şirketi olan Apple (1 Ağustos 2024 itibarıyla 3.41 trilyon dolarlık piyasa değeriyle), Amazon’un uyguladığı birçok taktiği benzer şekilde kullanıyor.
Amazon, platformunu kullanan satıcıların gelirlerinin %50’sinden fazlasını alırken, bu yüksek ücretlerin reklâm ve “yerine getirme” (örneğin, depolama, işleme, teslimat gibi) maliyetleri kapsadığını iddia ederek bunu bir şekilde haklı göstermeye çalışabilir.
Ancak Apple, iOS mağazası üzerinden indirilen uygulamalar yoluyla yapılan tüm satın alma işlemlerinden %30 gibi inanılmaz bir ücret alıyor.
Yani, bir iPhone, iPad veya Mac kullanıcısı AppMağaza üzerinden üçüncü parti bir uygulama indirdiğinde, Apple, bu diğer şirketler tarafından gerçekleştirilen işlemler üzerinden %30’luk bir kira talep ediyor. Üstelik, Apple’ın bu iş süreçleriyle doğrudan hiçbir ilgisi yok. Diğer firmalar ticareti yönetiyor ve uygulamaların bakımını yapıyor; Apple ise yalnızca neo-feodal bir lord gibi, haracını talep ediyor.
Ağustos ayında, kitlesel fonlama platformu Patreon, skandal niteliğinde bir duyuru yaparak, Apple’ın iOS uygulaması üzerinden kaydedilen tüm yeni üyeliklerden %30 pay aldığını açıkladı. Apple önemli bir hizmet sunmuyor; sadece insanların, kendi yönetmediği bir uygulamayı indirmesine izin veriyor. Apple’ın yaptığı tek şey uygulamayı barındırmak. Dijital bir ev sahibi rolünde. Ancak bir tekel olduğu için, Apple içerik oluşturucuların tüm emeklerinden elde ettikleri gelirin %30’unu rahatça alabiliyor.
Patreon zaten kullanıcıların gelirlerinden %8 ilâ %12 arasında bir pay alıyor. Şimdi ise Apple, bunun üzerine %30’luk ek bir kesinti daha talep ediyor.
Jeopolitik Ekonomi Raporu olarak, bu tartışmada çıkarımız olduğunu kabul ediyoruz: Bağımsız bir medya kuruluşu olarak, çalışmalarımızı sürdürebilmek için yalnızca okuyucularımızın, izleyicilerimizin ve dinleyicilerimizin bağışlarına güveniyoruz. Faaliyetlerimiz için Patreon’u kullanıyoruz ve destekçilerimizin cömertliğine minnettarız.
Büyük Teknoloji tekellerindeki “efendilerimiz” tarafından dayatılan bu zorunlu vergiler, bizim gibi bağımsız gazeteciler ve içerik üreticileri, arkadaşlarımız ve meslektaşlarımız üzerinde ciddi ekonomik etkiler yaratıyor.
Ancak Apple’ın Patreon üzerindeki bu ücret kesintisi yalnızca ABD’yi değil, küresel ekonominin büyük bölümünü etkileyen önemli bir sorunun yalnızca bir örneği.
Mevcut sistemi köklü bir şekilde değiştirmezsek, gelecekte bizi bekleyen şeyin mükemmel bir sembolü: Şirket tekelleri tarafından uygulanan neo-feodal kira çıkarımı.
Neo-Feodalizm
Ekonomist Michael Hudson, Batı’daki finansallaşmış tekelci kapitalizmin neo-feodalizme gerilediğini on yılı aşkın bir süredir dile getiriyor. 2012 yılında yayımladığı “Borç Deflasyonu, Borç Köleliği ve Neo-Feodalizme Giden Yol” başlıklı makalesinde şunları belirtiyor:
“Günümüz Batı kapitalizminin geldiği noktada, neo-rantiye bir ekonomiyle karşı karşıyayız. Bu, 19. yüzyılın sonlarından 20. yüzyılın başlarına kadar süren İlerici Dönemde, sanayi kapitalizminin ve klasik ekonomistlerin değiştirmeyi amaçladığı sistemi yeniden yaratıyor. Eskiden toprak sahiplerinin sahip olduğu ayrıcalıkları şimdi bir finans sınıfı devraldı—özel imtiyazlarla varlığını sürdüren bir sınıf. Ekonomik rantların çoğu artık faiz olarak ödeniyor ve bu durum, üretim ve tüketim arasındaki döngüyü kesintiye uğratarak ekonomik daralmaya yol açıyor. Bu süreç, sanayi kapitalizminin büyüme dinamiğiyle tam zıt bir yönde işliyor. Şu an, fiyat kredi yaratımıyla daha da güçlenen ‘bileşik faiz mucizesi’ emeğin kazancını ve sanayi sermayesini âdeta yutuyor.”
Daha yakın bir zamanda, ekonomist Yanis Varoufakis bu durumu “teknofeodalizm” olarak adlandırdı ve 2024 yılında aynı başlıkla bir kitap yayımladı.
Bu konuyu daha sonra detaylandıracağız, ancak önce şu soruyu anlamamız gerekiyor: Bu tekeller nasıl bu kadar güçlü hâle geldi?
Kamu Hizmetleri ve Özelleştirilmiş Dijital Altyapı
Bu durum, Google ve Meta gibi ABD’li teknoloji devlerinin “ücretsiz” hizmetler sunmaya başlamasıyla ortaya çıktı (bu hizmetlerin bedeli, kullanıcıların bilgilerinin satılmasıyla karşılanıyordu). Zamanla bu “ücretsiz” platformlar devasa tekellere dönüştü ve ekonominin o kadar içine işledi ki, özelleştirilmiş olmalarına rağmen dijital kamu hizmetleri hâline geldiler.
20. yüzyıl ekonomisinin elektrik, su, kanalizasyon ve yollar gibi temel altyapı hizmetlerine ihtiyaç duyduğu bilinir. Bunlar halkın çıkarları korunarak devlet tarafından sağlanmalı ve özel sektörün rant elde etmesinin önüne geçilmelidir (Neoliberaller uzun süredir bu kamu hizmetlerini özelleştirmeye çalışıyor ve bazı ülkelerde başarılı oldular; bunun sonucunda ortaya çıkan yüksek faturalar ve İngiltere’de özelleştirilen su sistemine kanalizasyon sızdırılması gibi felâketlerle birlikte).
21. yüzyıl ekonomisi ise bunlara ek olarak yeni bir dijital altyapıya da ihtiyaç duymaktadır. Ancak dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta var: Günümüz ekonomisinin temelini oluşturan dijital altyapı tamamen özelleştirilmiş durumda! İnternet sağlayıcıları, Microsoft Windows, macOS, iOS, Apple AppStore, Play Store, Google, Amazon, YouTube, Facebook, Instagram, WhatsApp, Apple Pay, Google Pay gibi pek çok önemli dijital yapı özel mülkiyet altında.
Ayrıca, uygulamalar ve web siteleri için kritik olan bulut altyapısına da çoğunlukla ABD’li şirketler hâkim. 2024’ün ilk çeyreği itibariyle Amazon Web Services (AWS) dünya çapında %31 pazar payına sahipken, Microsoft Azure %25 ve Google Cloud %11 payla onu izliyor.
Bu üç Silikon Vadisi devi, dünya bulut bilişim pazarının %67’sini kontrol ediyor ve bu durum internet üzerinde büyük bir tekel yaratıyor.
Microsoft Yaklaşırken, Amazon Buluttaki Liderliğini Koruyor: 2024’ün 1. çeyreğinde lider bulut altyapısı hizmet sağlayıcılarının dünya genelindeki pazar payı
Özelleştirilmiş internet sağlayıcıları, işletim sistemleri, uygulama mağazaları, sosyal medya ve mesajlaşma uygulamaları olmadan modern bir ekonomiyi yürütmek neredeyse imkânsız hâle geldi.
Artık dijital altyapı, tıpkı elektrik ve su şebekeleri gibi kamu hizmetleri kadar vazgeçilmez bir yapıya sahip. Küçük bir işletme kurmayı plânlıyorsanız, ürünlerinizi satmak için Amazon’u, uygulamanızın indirilmesi için Apple’ın AppStore veya Google Play Store’u, pazarlama için Facebook, Instagram ve YouTube’u, siparişleri almak için ise WhatsApp’ı kullanmamanız durumunda, iflâs etmeniz an meselesidir. Özellikle WhatsApp’ın ABD dışındaki birçok Küresel Güney ülkesinde yaygın olarak kullanıldığını düşünürsek, bu tür hizmetleri dışarıda bırakmak sizi hızla zor duruma düşürecektir. Bunun yanı sıra, internet bağlantısı için özel internet servis sağlayıcılarına (İSS) ve yüksek veri ücretleri talep eden telekom şirketlerine olan bağımlılık da büyük bir maliyet oluşturur.
Eğer Apple veya Google’ın mağazalarında yer almayan bir uygulama geliştiriyorsanız, neredeyse görünmezsiniz demektir. Müşterilerin büyük bir çoğunluğuna ulaşmanız imkânsıza yakındır.
Günümüzün ABD’li büyük teknoloji devleri, rakipsiz bir şekilde küresel ekonomiye derinden kök salmış durumda ve kontrol ettikleri alanlarda kira oranlarını hızla artırıyorlar. Bu durum, Çin dışında hemen her yerde yaşanıyor ve Apple’ın uygulamalardan aldığı %30’luk kesinti bu sürecin sadece başlangıcı.
Bu teknoloji devleri, aslında dijital dünyanın modern ev sahipleridir. Dijital ekonominin temeli olarak kabul edilebilecek bir alanın sahibidirler. Tıpkı Ortaçağ Avrupa’sında toprak ağalarının, serflerin üzerinde çalıştığı toprakların sahibi olması gibi, bu 21. yüzyılın yeni feodal beyleri de dijital dünyada kontrol sahibi. Ve şimdi bu yeni nesil neo-feodal şirket toprak sahipleri, bir zamanlar “ücretsiz” olan dijital altyapılar üzerinden giderek artan miktarda kira talep ediyor.
Tekelci Sermaye
Tekelci sermaye yeni bir olgu olmamakla birlikte, kapitalizm onlarca yıldır tekelci bir çöküş aşamasında bulunmaktadır.
1960’larda Paul Sweezy ve Paul Baran, ABD’deki tekelci kapitalizmin etkilerini ele almışlardı. Ancak tekelleşmenin kökleri daha da eskilere uzanır. 20. yüzyılın başlarında Rudolf Hilferding, tekellerin hızla büyüdüğünü fark etmiş ve bu durumu 1910 yılında kaleme aldığı Finans Kapital adlı eserinde ele alarak Lenin’in emperyalizm analizine de ilham vermiştir.
21. yüzyıla gelindiğinde ABD tekelci sermayesi küreselleşerek dünyanın büyük bölümünde etkisini artırdı. Bu model, özellikle Silikon Vadisi’nden çıkan yeni teknoloji şirketleri için temel bir strateji hâline gelmiştir.
Uber bu modele verilebilecek en belirgin örneklerden biridir. İlk piyasaya çıktığında, büyük şehirlerdeki taksi birliklerine meydan okuyarak, son derece düşük fiyatlarla hizmet sunmaya başladı. Uber o kadar ucuz fiyatlarla çalışıyordu ki, yıllarca kâr etmedi ve sürekli zarar etti.
Uber’in bu stratejisi, 2007-2009 Kuzey Atlantik malî krizinin ardından ABD Merkez Bankası’nın uyguladığı sıfır faiz oranı politikası (ZIRP) sayesinde sürdürülebilir hâle geldi. ZIRP ile Uber, düşük faizli kredilerle varlığını sürdürebildi. Zarar etmesine rağmen borçlarını sürekli çevirebildi ve pazar hâkimiyeti için rakiplerini devre dışı bıraktığı bu kıyasıya rekabet ortamında varlığını koruyabildi.
ABD Federal Rezerv Bankası’nın belirlediği efektif fon oranı gösterilmektedir. Gölgelendirilmiş alanlar ABD resesyonlarını gösterir
Uber, büyük şehirlerde sendikalaşmış taksi sektörlerini etkisiz hâle getirip pazar üzerinde tekel kurmayı başardıktan sonra fiyatlarını ciddi ölçüde artırdı. Artık dikkate değer bir rakibi kalmamıştı. Örneğin 2023 yılında Uber, ABD’de pazarın %74’üne hâkimken, Lyft yalnızca %26’lık bir paya sahipti.
Uber bu tekelci stratejiyi dünya çapında da uygulamaya koyarak, pek çok ülkede taksi sendikalarına karşı agresif ve yıkıcı bir savaş yürüttü.
Tekno Feodalizm ve Washington’un Çin’e Yönelik Yeni Soğuk Savaşı
Bu durumun önemli bir istisnası var.
ABD’nin Büyük Teknoloji şirketlerinin etkisine tam anlamıyla boyun eğmeyen tek büyük ekonomi, Çin’dir. Çin Komünist Partisi liderleri, dijital bağımsızlıklarını korumak adına kendi elektronik altyapılarını geliştirmeleri gerektiğini önceden fark etti ve bu sayede ABD’nin teknoloji tekellerine tamamen bağımlı olmaktan kaçındılar.
Çin’in bu alandaki alternatiflerinin varlığı, Washington’un Pekin’e karşı başlattığı yeni soğuk savaşın nedenlerinden biridir.
Google’ın yerini Çin’de Baidu alırken, YouTube yerine Bilibili kullanılıyor. Facebook ve Twitter’a alternatif olarak Weibo, Instagram’a karşılık ise Xiaohongshu mevcut. Amazon’un karşısında ise Taobao ve JD.com gibi Çinli devler bulunuyor.
Mesajlaşma ve ödeme uygulamaları açısından WhatsApp yerine WeChat tercih ediliyor; WeChat, AliPay ile birlikte Google Pay ve Apple Pay’e de rakip olarak öne çıkıyor.
Tabiî ki, Çin ayrıca dünya çapında en popüler sosyal medya platformlarından biri hâline gelen TikTok’u geliştirdi (Çin’in kendine özgü versiyonu ise Douyin). TikTok, Silikon Vadisi’nin üstünlüğünü tehdit edecek kadar geniş bir kullanıcı kitlesine ulaştı. Hatta ABD hükûmeti, ana şirket ByteDance’inTikTok’u bir Amerikan firmasına satmaması durumunda uygulamayı yasaklayacağını duyurdu.
Washington, teknoloji tekellerine karşı hiçbir rakibi tolere etmeyecektir.
Ekonomist Yanis Varoufakis, 2024 tarihli Technofeudalism [Teknofeodalizm] kitabında bu yeni teknoloji sermayesi biçimini “bulut sermayesi” olarak tanımlamış ve bu sermayeyi elinde tutan oligarklara “bulutalistler” adını vermiştir. Varoufakis’in gözlemine göre, Amazon yalnızca piyasaya hâkim olmakla kalmaz, aynı zamanda algoritmalarını manipüle ederek insanların varlığından bile haberdar olmadığı ürünlere talep yaratır. Böylece, pazarları hem yaratabilir hem de yok edebilir.
Varoufakis’in özellikle Çin’e yönelik eleştirilerine tam anlamıyla katılmasam da teknofeodalizm analizinin büyük bir kısmına katılıyorum.
Varoufakis, Washington’un Pekin’e karşı yürüttüğü yeni soğuk savaşın arkasındaki temel sebeplerden birinin ABD’li teknoloji devlerinin kendilerine rakip olarak gördüğü Çinli firmaları saf dışı etme arzusu olduğu konusunda kesinlikle haklı. Onun da ifade ettiği gibi:
“Bulut sermayesinin karasal sermaye üzerindeki hâkimiyetiyle, ABD’nin hegemonya mücadelesi, sadece yabancı sermayenin Boeing ve General Electric gibi Amerikan şirketlerini satın almasını engellemeye çalışmaktan fazlasını gerektiriyor. Sınır tanımayan, küresel çapta işleyen ve her yerden bulut rantı elde edebilen bulut sermayesinin var olduğu bir dünyada, ABD hegemonyasının devamı kendi bulutalist sınıflarına karşı rakip çıkarabilmiş tek ülke olan Çin ile doğrudan bir yüzleşmeyi zorunlu kılıyor.”
Ancak Varoufakis’in hatalı olduğunu düşündüğüm nokta Çin’in de ABD gibi tekno-feodal bir yapıya sahip olduğu iddiasıdır.
İki sistem arasındaki temel fark şudur: ABD’de sermaye devleti yönetirken Çin’de devlet sermayeyi yönetir.
Çin’in kendine has “Çin özelliklerine sahip sosyalizm” modeli ve sosyalist piyasa ekonomisinde, Gayrisafi Yurtiçi Hâsılanın (GSYİH) yaklaşık üçte biri bankacılık, inşaat, enerji, altyapı, telekomünikasyon ve ulaşım gibi stratejik sektörlerde yoğunlaşan büyük devlet işletmelerinden (KİT’lerden) elde edilmektedir.
Çin’in devlet işletmelerinin bileşimi (Birincil sektörler: %16, İmalat: %11, Finans: %13, Telekomünikasyon: %6, Elektrik ve gaz: %6, Ulaşım: %14, Diğer hizmetler: %2, Gayrimenkul: %6, Diğer faaliyetler: %26)
Çin’deki Teknoloji Şirketleri ve Devletin Rolü
Kâğıt üzerinde Çin’deki birçok teknoloji şirketi özel mülkiyet statüsünde olsa da, durum gerçekte oldukça farklıdır. Çin devleti, Alibaba ve Tencent gibi büyük şirketlerde “altın hisse” olarak bilinen, stratejik kararları veto etme gücü veren özel bir yönetim hakkına sahiptir.
Bu şirketler tam anlamıyla devlete ait olmasa da, Çin’in sosyalist yönetimi, şirketlerin yalnızca zengin hissedarların çıkarları doğrultusunda değil, ülke ve halkın yararına hareket etmelerini garanti altına alır.
Öte yandan ABD’deki sistem bunun tam tersidir. Büyük şirketler hükûmeti yönlendirir ve politikalar, varlıklı hissedarların çıkarları için şekillenir.
Bazı sosyalistler, kapitalizmin temel sorunlarını gölgeleyeceğini düşündükleri için “neo-feodalizm” veya “tekno-feodalizm” terimlerini kullanmaktan kaçınır.
Ancak bu kavramlar, gerçekte var olan kapitalizmin yalnızca başka adlarla anılması değildir. Neo-feodalizm, kendine özgü bir üretim biçimi olarak ortaya çıkmaktadır. Evet, tekelleşme dönemindeki kapitalizmde rekabet anlamında pek fazla bir şey yoktu, ancak bu firmaların faaliyet gösterdiği piyasalar, yine de büyük ölçüde kamu hizmetleri tarafından sınırlandırılıyordu.
Wal-Mart, yerel esnafı iflâsa sürükleyebilir ancak insanların başka bölgelerden ürün almasını engelleyemezdi. Amazon ve Google ise bu tür bir yetkiye sahip olabilir.
Kapitalizmin başlangıçta feodalizme göre daha ilerici bir güç olduğu da unutulmamalıdır. Marx ve Engels, 19. yüzyılın ortalarında, burjuvazinin feodal düzeni yıkmada nasıl devrimci bir rol oynadığını anlatmışlardır.
“Burjuvazi, üstünlüğü ele geçirdiği her yerde, tüm feodal, ataerkil ilişkileri sona erdirmiştir,” diye belirtmişlerdi ve kapitalist sınıfın, insanı üstlerine bağlayan feodal bağları acımasızca kopardığını eklemişlerdi.
Ancak tekelci kapitalizm döneminde bu ilerici unsurlar o kadar aşındı ki, büyük şirketler toplumu daha geri bir üretim tarzına çektiler.
Neoliberal dönem, sermayeye aşırı bir güç kazandırdı. Günümüzde, 21. yüzyılın neo-feodalizmi altında, toplumun kendisi özelleştiriliyor. Ortalama bir internet kullanıcısının, uyanık olduğu zamanın yarısına yakınını yalnızca birkaç büyük teknoloji firmasının kontrolündeki sitelerde ve uygulamalarda geçirdiği düşünülürse, bu daha da belirgin hâle geliyor.
Dijital Altyapı Hizmetlerini Kamulaştırmak
Çözüm basit: Günümüz ekonomisinin temeli olan dijital altyapı kamulaştırılmalı ve su, elektrik ya da otoyollar gibi birer kamu hizmetine dönüştürülmelidir.
Ancak ABD hükûmetinin yalnızca Silikon Vadisi’ndeki büyük teknoloji şirketlerini kamulaştırması, diğer ülkelerdeki dijital egemenlik sorununu çözmez. Amazon, Apple, Google ve Meta kamulaştırılsa bile, bu şirketlerin kontrolündeki dijital altyapıya dayanan ekonomiler, ABD’nin güdümünden çıkamaz (elbette Çin’in bir istisna olduğunu unutmamak gerek).
Her ülkenin kendi sosyal medya platformlarını veya arama motorlarını geliştirmesi de pek gerçekçi değildir. Bu, küreselleşmiş dünyada insanların birbirleriyle iletişim kurmasını zorlaştıracak başka sorunlar doğurabilir.
Daha makûl bir çözüm, bu dijital altyapıların küresel kalması ancak ülkelerin, bu büyük teknoloji şirketlerinin kendi topraklarındaki iştiraklerini ya da operasyonlarını kamulaştırması olabilir. Bunun nasıl yapılabileceği üzerinde düşünülmelidir.
Apple’ın İrlanda’daki faaliyetleri üzerinden belki bir çözüm bulunabilir. Apple, kazancının büyük bölümünü %12,5’lik kurumlar vergisi oranına sahip olan İrlanda’da gösteriyor ve bu da ABD’den daha düşük bir vergi oranı.
2022’de Apple’ın İrlanda’daki iştiraki 69 milyar dolardan fazla kâr bildirdi ve yalnızca 7.7 milyar dolar vergi ödedi. Ancak Kaliforniya’daki ana şirketine 20.7 milyar dolar temettü ödedi.
Apple, İrlanda’daki operasyonlarının ABD’dekilerden daha önemli olduğunu iddia ediyorsa, gerçekten bir ABD şirketi mi yoksa İrlanda şirketi mi?
Cevap açık: Apple, çoğu büyük çok uluslu şirket gibi küresel bir şirkettir. Bu nedenle, bu tekellerin faaliyet gösterdiği her ülke, egemenliğini savunmalı ve yerel iştiraklerini kamulaştırma hakkına sahip olmalıdır.
Bu, dünya genelinde tartışılması gereken ciddi bir meseledir. Muhtemelen yaratıcı çözümler bulmak da mümkündür.
Ancak bu, başka bir makalenin konusu olacaktır.
Ben Norton
19 Ağustos 2024