Loading...

AfD: “Ami Go Home”


23 Şubat 2025 tarihinde yapılan Almanya Federal Meclisi seçim sonuçlarına göre, 2013 yılında kurulan Almanya İçin Alternatif (AfD) oyların yüzde 20,8’ini alarak ikinci parti durumuna geldi. Kendini sağ-muhafazakâr bir parti olarak adlandıran AfD’nin ciddi yükselişi ve yakın gelecekte Almanya’yı yönetmesinin kuvvetle muhtemel olduğu görülüyor.[1]

AfD kurulduktan bir süre sonra ülke göç dalgasına maruz kalmış ve parti göç karşıtlığı ile büyük bir ivme yakalamıştır. Ezber cümlelerle ilerlersek, AfD’nin faşist bir parti olduğunu ve savunacağı her değerin karşısında yer almamız gerektiğini söyleyebiliriz. Ancak devir-süreç değişmekte: artık sol ve sağ değerler yer değiştirmekte, kavram kargaşası yaşanmaktadır. Böyle kabul etme kolaycılığına düştüğümüz de söylenebilir. Sınıftan ve halktan uzak, bireye sıkışmış bir hayat sürenler bu partinin savunduklarından ziyade kendisini tartışmaktadırlar. Faşist ya da neo-Nazi olarak nitelendirilen bu partinin seçmenlerinin ikinci tercihi ise ilginç bir şekilde aşırı sol ya da muhafazakâr sol diye tanımlanan Sahra Wagenknecht öncülüğünde ki BSW’dir. Bu iki partinin özellikle Doğu Almanya’dan, kırsal alanlardan, işçilerden, yoksulardan oy alması ve politikalarında benzerlikler bulunması artık halkta başka ayrım noktaları olduğunu görmemiz gerektiğini ortaya koymaktadır.

Partinin yükselişinde muhakkak ki göç sorunu önemli bir yer tutmaktadır ancak sadece bu politika üzerinden kuvvetlenmemektedir; kapitalizmin saldırdığı fakat “Sol”un burun kıvırdığı, görmezden geldiği aile, cinsiyet, din ve ulusal hassasiyetler gibi konulara sahip çıkması onu çekim merkezi hâline getirmektedir.

Kuruluşundan sonraki ilk seçiminde %5 oy alan bu parti, Suriye iç savaşından sonra oluşan göç dalgası ile 2017’de 94 milletvekili kazanarak ülkenin en büyük üçüncü partisi hâline geldi. Yabancı düşmanlığı ve mülteci karşıtlığı üzerinden politikasını belirlerken, iktidarın cevabı ise insan hakları ve entegrasyon süreci oldu. Aynı süreçte henüz partisini kurmamış olan Sahra Wagenknecht ise göçmen akını için, “Alman işçi sınıfının çıkarlarına zarar vermekte, sosyal güvenlik sistemini zorlamakta ve toplumsal gerilimleri artırmaktadır,” demektedir.[2] Göç politikasının sömürü düzeninin bir parçası olduğunu, yaratılan iş, konut ve sosyal haklar sorunlarını görmemiz gerekmektedir. Avrupa’nın kalifiye eleman ihtiyacını ve ucuz iş gücünü başka ülkelerden temin etmesi, insan haklarından ziyade sömürü düzeni ile açıklanmalıdır. Bu anlamda iki partinin bu süreçlerle ilgili oluşturduğu politika paralellik içermektedir.

AfD, 2020 yılında başlatılan Kovid-19 sürecinde ise yaratılan korku ile oluşturulmaya çalışılan kölelik düzenine karşı oluşturduğu direnç sayesinde tabanını genişletmeye devam etti. Sol/liberal kesimin tam kapanma, karantina ve zorla aşı uygulamalarını destekliyor oluşu, AfD’nin ise kapanma, maske ve aşı karşıtlığıyla pandemi sahtekârlığına karşı gösterdiği tepkiler halkta çok ciddi kırılmalara neden oldu. AfD, bu dayatmalarla halkın kontrol altına alınmasının amaçlandığını ve özgürlüklerin kısıtladığını söyleyerek aşı ve pandemi karşıtlarını kendi partisinde toparladı. Sahra Wagenknecht ise bu süreçte aşı zorunluluğuna itiraz edip bunun bireysel bir karar olduğunu savunmuş, Kovid-19’un uzun vadeli etkilerinin tartışmalı olduğunu ve belirli iş kollarında zorla aşılanmayı zorunlu hâle getirecek yasaya karşı oy kullanmıştır.[3]

2022 yılında Rusya’ya karşı NATO’nun Ukrayna’da genişlemesi sonucu çıkan savaşta ABD/NATO karşıtı bir politika izlendi. Ukrayna’ya gönderilen silâhlara karşı çıkan yine AfD ve BSW idi. AfD, Almanya’nın Batı ve ABD çizgisinden uzaklaşması gerektiğini belirtilmiş ve buna cevaben Almanya Başbakanı Olaf Scholz tarafından “Rus Partisi” olmakla suçlanmıştı.[4] NATO müdahalesi neticesinde çıkan savaşta Almanya’nın Rusya ile ortaklaştığı Kuzey Akım-2 projesinin iptal edilmesi ve artan enerji fiyatları halkta ciddi bir tepkiye neden olmaktaydı. Kentli orta sınıfın önemsemediği bu durumun yoksul halktaki yansımaları daha ciddi bir boyuttaydı. Meclis’te yaptığı konuşmada Wagenknecht, Almanya’nın Rusya’ya yaptığı yaptırımları eleştirmiş, Alman sanayisinin Rusya’nın hammadde ve enerji tedarikine ihtiyacı olduğunu dile getirmiştir.[5] Bu savaşın NATO/ABD yayılmacılığı olduğu, Ukrayna’nın desteklenmemesi gerektiğini belirtilmiştir.

Toplumda bu yansımaları görmeyenler için yolun sonu gözükmektedir. Bu politikalara öncülük eden sol/liberal partiler halkta bir karşılık bulamamaktadır. Kapitalizmin dayattığı tüm şablonlara halk boyun eğmez, bir direnç oluşturur ve bu dirence öncülük edebilecek partiler, örgütler elbet çıkar. Almanya’da bu değerlere sahip çıkan partiler karşılık bulabiliyorlarsa eğer, bu politikaların kökenine inilmesi gerekmektedir. Kapitalizm, insanların birlikte hareket ettiği her alana saldırarak insanı toplumsal varlık olmaktan çıkarıp onu bireye hapsetmeye kararlıdır. Bunun “özgürlüklerin genişlemesi” ya da “tabuların yıkılması” şeklinde piyasaya sürülüyor olması ve alıcısının ise sol olması, sorgulanması gereken bir durumdur.

ABD Başkanı Trump yalnızca iki cinsiyet olduğunu ve ailenin korunması gerektiğini söylüyorsa ve sol kesimler hâlâ LGBT savunuculuğuna soyunuyorsa eğer, elbette ki halkta bir karşılık bulamayacak ve Trump’ın ne kadar faşist-muhafazakâr olduğunu dillendirmekten öteye gidemeyeceklerdir. Derdimiz kimin iktidar olduğu ya da seçimlerin ne kadar önemli olduğu konusu değildir. Seçimler bizim için elbette bir amaç değildir ancak şunun net olarak söylenmesi gerekmektedir: Evet, iki cinsiyet vardır ve evet, aile önemlidir. Bir sosyalist, bir devrimci tarafından bu söylenmiyor ise halktan kopuk parti-örgüt binalarında hapsolmayı kabul etmiş demektir. İtalya seçimlerinde Meloni’nin iktidara gelişi, Fransa’da Le Pen’in yükselişi ve belki de yakın zamanda iktidara gelecek olması, sosyalistlerin kendisini ve bulunduğu yeri sorgulamasını gerektirmektedir. Almanya’daki Wagenknecht ve BSW, sol adına bir kırılmayı temsil etmektedir. Bu kırılma tüm ülkelerdeki sol kesimler adına bir işaret olabilmelidir. Halkların bu tercihleri “Sağ”ın çok iyi siyaset yaptığından dolayı değil, “Sol”un olmadığından dolayıdır. Geçmişte işçi sınıfının yanında mücadele eden “Sol” artık şehirli ve halktan uzaktır.

Örneğin ülkemizde aileyi, cinsiyeti savunmak “gericilik” olarak tanımlandı. LGBT, yeşil dönüşüm-pandemi zırvalıklarını savunmak ise “ilericilik” sayıldı. Sol, örgütsüzlüğü örgütleyerek bireye hapsolmuş, bu sebeple temel değerleri savunmaktan uzak kalmıştır. Halkla ve sınıfla tüm bağların koparılmasını dert etmemiştir. Nerede hata yapıldığı önemsenmemiş, tüm suç halka atılmıştır. Faşist, sağ, muhafazakâr ya da Nazi tarifleri ile savunulan her değerin küçümsenmesi ideolojik bir tavır hâlini almıştır.

AfD’nin, Meloni’nin, Le Pen’in ya da Trump’ın iktidara geliyor oluşu, bir direnişe işaret etmektedir. Halklar direnmekte ve kimliklerini korumak için çare aramaktadır. Buna cevap üretebildiği takdirde sosyalistler halkta bir karşılık bulacak; eğer mevcut durumdan hoşnut iseler sağ partilerin yükselişlerini kendi parti binalarından izlemekle yetineceklerdir.

Hakan Acar

15 Mart 2025

Dipnotlar:

[1] Açık İstihbarat, 25 Şubat 2025, X.

[2] Haydar Haluk Ceylan, “Popülizm Soslu Sol: Sahra Wagenknecht İttifakı Göç ve Göçmenler Hakkında Ne Söylüyor?”, 2025/3, TÜDAM.

[3] Sahra Wagenknecht, Wikipedia.

[4] “Almanya Başbakanı, Aşırı Sağcı AfD’yi Rus Partisi Olmakla İtham Etti”, 7 Temmuz 2022, Perspektif.

[5] Pascal Beucker, “Rechte entzückt über Wagenknecht”, 8 Eylül 2022, TAZ.