Türkiye sermaye sınıfı ve devletinin, Afrika kıtasındaki etkisini artırma çabaları son yıllarda yoğunluk kazanmış durumda. Bu bağlamda Nijerya ve Burkina Faso’dan sonra yakın zamanda Türkiye destekli Suriyeli paralı askerlerin Nijer’de de boy göstermesi, Ankara’nın Afrika’daki emperyal politikalarının bir parçası olarak değerlendirildi. Türkiye’nin Afrika kıtasındaki varlığı sadece askerî müdahalelerle sınırlı da değil. Çeşitli Afrika ülkelerine “insanî”, ekonomik, diplomatik ve kültürel yardımlar/yatırımlar yaparak nüfuzunu artırma çabasında. Bir dizi Afrika ülkesinde büyük sermayesinin yatırımları mevcut. Altyapı yatırımlarını stratejik olarak genişletirken, uzun vadeli imtiyazlarla da varlığını derinleştiriyor. Çeşitli Afrika ülkelerinde askerî üsleri var. Yollar, okullar, limanlar yapılıyor ve işletiliyor.
Asya’dan sonra dünyanın en hızlı büyüyen ikinci kıtası Afrika, zengin yeraltı kaynakları ile birçok emperyalist ve kapitalist ülkenin iştahını kabartan bir pazar. Bu durum sömürgeci bir geçmişe sahip olan emperyalistlerin yanı sıra son yıllarda Çin, Hindistan, Brezilya ve Türkiye gibi emperyalist/kapitalist ülkelerin de kıtadaki paylaşım mücadelesinde öne çıkmasını sağlıyor. Türkiye’nin Somali’den başlayarak diğer Sahra Altı ülkelere de yayılan yatırımları, devletin askerî ve diplomatik desteğiyle ölçek ve çeşitlilik olarak genişliyor. Her ne kadar Afrika’da “insanî yardım” gibi sunulmaya ve ülke içinde de “ulusal çıkarlar” ve “Osmanlı’nın mirasçısı büyük ülke” propagandası eşliğinde sürdürülmeye çalışılsa da Türkiye, Afrika’daki emperyalist/kapitalist paylaşım mücadelesinde kendi tekelci burjuvazisinin çıkarları temelinde yer almaya çalışıyor ve buralardaki askerî varlığı da ülkeyi yeni tehdit ve çatışmalara sürükleme pahasına bu çıkarları korumak için bulunuyor.
Yirmi birinci yüzyıl başlarında emperyalist ülkelerde muazzam boyutlara ulaşan atıl sıcak para önemli ölçüde, geri kalmış ve gelişmekte olan bizim gibi emperyalizme bağımlı ülkelere aktı. Bu, bütün bağımlı ülkelerde kapitalizmin daha hızlı gelişmesini sağladı. Birçok bağımlı ülkede yabancı sermaye ile ortak yerli tekeller ortaya çıktı. Bu gelişme, dünyada güç dengesinin değişmesi ve dünyanın emperyalist güçler arasında yeniden paylaşılması kavgasında, bir dizi ülkede burjuvazinin bağımsız tavır alma ve kendi yayılmacı emellerini de ortaya çıkardı. Ancak, emperyal emellerini ilân etmek, onları yeni emperyalist güç hâline getirmedi. Çünkü niyet ve yapabilme aynı şey değildir. Örneğin AKP iktidarının bayram namazını altı ay içinde Emevî Camii’nde kılmak istemesi hayali gibi.
Emperyalizme bağımlı ülkelerde kapitalizm, emperyalizme bağımlı bir ülkenin belli bir süreçte emperyalist bir güce dönüşmesi aşamasına kadar gelişebilir. Kayda değer bir sermaye ihracı varsa, ülkenin ekonomik potansiyeli yüksekse, millî burjuvazisi varsa bu mümkündür. Ancak bu istisnai bir durumdur ve zordur. Zira emperyalistler kendilerine rakip olacak yeni rakip bir emperyalist gücün oluşmasını istemez ve bunu engellemeye çalışırlar.
Yirmi birinci yüzyılda emperyalizm nicel birtakım değişiklikler geçirse de nitel olarak değişmemiştir. Bu nedenle, Lenin’in formüle ettiği 5 kriterden yola çıkarak kapitalist bir Türkiye’nin emperyalist bir ülkeye dönüşüp dönüşmediğini değerlendirebiliriz.
1- Üretimin ve sermayenin yoğunlaşması, tekelleri yaratacak kadar yüksek seviyeye ulaşmalıdır.
2- Banka sermayesi sanayi sermayesi ile iç içe geçmiş olmalıdır.
3- Sermaye ihracı özel bir önem kazanmış olmalıdır.
4- Dünyayı aralarında paylaşan uluslararası tekelci kapitalist birlikler içinde ağırlık ve yeri olmalıdır.
5- Kapitalist büyük güçler tarafından dünyanın paylaşımında oynanan bir rol olmalıdır.
Bu 5 kriter değerlendirilirken, bu kriterlerin bir bütün olarak ele alınması, yani ekonomide tekellerin belirleyici rolünün olup olmadığı, bağımlı ülkelerde banka sermayesi ile sanayi sermayesinin kaynaşmasında yabancı sermayenin oynadığı rol, sermaye ithalinin durumu, ülkenin tekelci sermayesinin kapitalist birlikler içinde ağırlığı ve yeri, dünyanın yeniden paylaşımında ülkenin bağımsız olarak oynadığı rol ve anda ne olduğu sorularına cevap verilmelidir.
Türkiye Yeni Emperyalist/Alt-Emperyalist mi?
Bir süredir bazı çevrelerde, Türkiye’nin Afrika’daki yatırımları ve faaliyetleri bağlamında yeni emperyalist güç/alt-emperyalist tartışmaları sürüyor. Türkiye’nin tekelleri, tekellerin doğrudan sermaye ihraç etmesi, yayılmacılığı, askerî gücü öne sürülerek, mekanik bir şekilde “artık zamanı geldi, Türkiye emperyalist bir güçtür” görüşü savunuluyor. Öncelikle, Türkiye’nin sermaye ihraç etmediği 1974 senesinde Kıbrıs’ın bir bölümünü işgal ettiğini hatırlatmak gerekiyor. Türkiye, Ortadoğu’da emperyalistler arasında süren ganimet savaşlarında, Suriye’nin yeniden şekillendirilmesinde, kendisi için azami faydayı elde edebilmek için savaşın içindedir. Keza, Güney Kürdistan ve Suriye’de kendisine karşı “terörist savaş” yürüten PKK’ye karşı “Toprak bütünlüğünü korumak” gerekçesiyle savaş yürütüyor. Bu iki örnek Türkiye’nin “yeni emperyalist” olduğunu göstermez. Bütün bölgesel güçler/bölgesel devletler için, onların bölgedeki etkinliklerini güvenceye almak ve genişletmek esastır. Bunun için mutlaka “yeni emperyalist” olmak gerekmez. Kapitalist/milliyetçi/şovenist olmak yeterlidir. Amacı gerçekleştirmek için yeterli askerî güç varsa, elverişli uluslararası şartlarda bu amacı gerçekleştirebilir.
Türkiye’nin Tekelleri
Amerikan Fortune Global 500/2017 listesinde en büyük 500 sıralamasında Koç Holding 23.566 milyar dolar cirosu ile 463. sırada tek firma olarak yer aldı. İlk 2000 içinde ise 10 tekel vardı (Garanti Bankası, İş Bankası, Koç Holding, Akbank, Sabancı Holding, Halkbank, VakıfBank, THY, Erdemir, Ford Otosan). Sıralamada birinci sırada bulunan WalMart’ın 485.873 milyar dolar cirosu karşısında devede kulak bir ciro. Keza ciro, kâr, mülk değeri, pazar değeri itibariyle de Türk tekelleri devede kulak kalıyor. Bizim tekellerin uluslararası kapitalist birlikler içinde hiçbir ağırlığı ve yeri yok.
Türkiye’de tekelleşme olgusu inkâr edilemez ama bunu söylerken sermaye yapısına da bakmak gerekir. Buna baktığımızda, özel olanlarda emperyalist yabancı sermayenin önemli ölçüde yer aldığını, ortak olduğunu görürüz. Koç Holding, Sabancı Holding en büyük sermaye tekelleridir. Bunlar, uluslararası malî sermaye ile ayrılmaz biçimde iç içe geçmiştir. Yani bu “Türk” firmaları bir yanı ile emperyalist ülkelerdeki büyük yabancı tekellerin uzantısıdır.
Sermaye İhracı
Sermaye ihracı emperyalizmin en önemli kriterlerinden biridir. Hangi biçimde olursa olsun sermaye ihracı olmayan bir ülke emperyalist olarak değerlendirilemez. Lenin’e göre, çağımızda meta ihracından farklı olarak sermaye ihracı birinci plânda özel önem kazanmıştır.
Türkiye’nin 2015 yılında gerçekleştirdiği Yurtdışı Doğrudan Yatırım (YDY) ihracı toplam değeri 4.778 milyon dolardır. Bunun gelişmekte olan ekonomiler içinde payı 1,26, dünya çapında ise %0,32’dir. 2015 yılında YDY ihraç stoku 44.656 milyar dolar ile dünya ihraç stoku içindeki payı %0,18’dir. 2022 yılı sonu itibariyle Afrika ile ticaret hacmi 40.7 milyar dolardır. Türk şirketlerinin Afrika’daki yatırımlarının ve pazar paylarının büyüklüğü 10 milyar dolar olup, Afrika’daki doğrudan yatırım tutarları 2021 yılında 6.7 milyar dolara yükselmiştir. Türkiye’nin Sahra Altı Afrika’da doğrudan yabancı yatırım stoku 2022’de 379 milyon avro. Buna karşılık Çin’in 35.8 milyar avro. Fransa’nınki 41.8 milyar avro oldu. Bu bize, Türk burjuvazisinin Afrika’da da doğrudan yatırım yaptığını ve fakat Afrika çapında önem taşımadığını gösteriyor. Evet, Türk tekelleri sermaye ihracını da gerçekleştiriyor ve bu her sene artıyor ama bu durum Türkiye’yi “yeni emperyalist ülke”ye dönüştürmüyor.
Türkiye’nin emperyalist bir güç hâline geldiğini sermaye ihraç rakamlarını vererek söylemek yetmez. Sermaye ihracı ile birlikte sermaye ithaline de bakmak gerekir. Bunu yaptığımızda, Türkiye’ye YDY biçiminde giren yabancı sermayenin, Türkiye’den yurtdışına YDY şeklinden çıkan sermayeden hep daha yüksek olduğunu görürüz. 2015 yılında yurtdışına çıkan YDY değeri 4.778 milyon dolarken giren yabancı sermaye değeri 16.508 milyar dolardı. Türkiye hâlâ net sermaye ithal eden bir ülkedir. Bu rakamlar Türkiye’nin yabancı yatırımcılar için kârlı bir ülke olduğunu ortaya koymaktadır. Bu rakamlar diğer yandan, Türkiye’nin her sene dışarıya artan ölçüde sermaye ihracında bulunduğu hâlde, sermaye ihracı/sermaye ithali bağlamında bağımlı bir ekonomi olduğunu da gösteriyor.
Türkiye’nin Ticaret Hacmi
Dış ticarette Türkiye, ithalat ve ihracatta ilk kez 2000’li yılların başında 100 milyar dolar sınırını aştı. Yani dış ticaret ve dolayısıyla emperyalist dünya pazarına entegrasyon 1970’li yılların başından bu yana çok hızlı bir gelişme yaşadı. Ancak dış ticaret rakamları, sermaye ihracı rakamları ile karşılaştırılmayacak kadar büyüktür. Lenin’in emperyalizmin ölçütü olarak getirdiği, “sermaye ihracının birinci plânda önem kazanmış” olduğu konusunda Türkiye’nin durumu budur. Bu gerçek Türkiye’nin malî sermaye açığını, ticaret artısı ile dengeleme olanağı olmadığına işaret eder.
Türkiye dış ticaret dengesi açısından da ele alındığında, 1930-1946 arası bir dönem dışında dış ticaret bilançosu hep negatif olan bir ülkedir. 2022 senesinde Türkiye 254.2 milyar dolar ihracat, 364.4 milyar dolar ithalat yapmış ve dış ticaret 110.2 milyar dolar açık vermiştir. Bu açık 1996’dan itibaren en büyük açıktır. İhracatın ithalatı karşılama oranı da gerileyerek %70 oranına inmiştir.
Bu rakamlar açık bir şekilde Türkiye ekonomisinin emperyalizme bağımlılık zincirini bütünüyle kıracak durumda olmadığını gösteriyor.
Yeni emperyalist ülke olabilmek için yüksel teknolojili ürünlerin üretimini de kapsayan bağımsız sanayi üretimi için bir temel yaratılmış olması gerekir. Bu, bu alanda emperyalizme bağımlılıktan kurtulmak için zorunludur. Türkiye’nin 2017 yılında yurtdışına sattığı sanayi ürünleri içinde ileri teknoloji ürünlerinin payı %3 civarındadır. Buna karşılık ithal edilen ürünler içinde yüksek teknoloji ürünlerin payı ise %16’dır. Türkiye’nin bu hâliyle dış ticaretinde denge tutturması, dengenin ihracat lehine pozitife dönüştürülmesi ufukta görülmemektedir.
Askerî Güç
Türkiye’nin “yeni emperyalist” bir ülke olduğunu gerekçelendirmek için getirilen argümanlardan biri de askerî gücüdür. Bir ordunun gerçek askerî gücü, profesyonel askerî kadro, silâhlanmasının niteliği ve donanımı tarafından belirlenir. Bu kıstaslar temelinde yaklaştığımızda Türk ordusunun gücünün, yüksek asker sayısının gösterdiği kadar büyük olmadığını görürüz. Türkiye Ortadoğu’da önemli bir askerî güçtür. Fakat özellikle ileri teknoloji ürünü askerî araç-gereç, silâh bakımından hâlâ emperyalist silâh üreticisi tekellere bağımlıdır. Türk burjuvazisi bu bağımlılığı kırmak için önüne hedefler koysa, yatırım yapsa da kıt kaynaklar nedeniyle bunu aşması kolay olmayacaktır.
Son Yerine
Yukarıda izah etmeye çalıştığımız, ortaya koyduğumuz tablo bize, böyle bir ekonomik yapıya sahip olan Türkiye’nin, emperyalistleşme amacı ve bir dizi emperyalist girişimi olan (Suriye, Libya, Afrika), emperyalistleşme yönünde ilerleyen, orta derecede gelişmiş, hâlâ emperyalizme bağımlı kapitalist bir ülke olduğunu gösteriyor. Günümüzde tekelci kapitalizmin hüküm sürdüğü ülkeler grubu içinde, dünya çapında bağımsız bir siyaset izleyebilen, gerek malî ve gerekse askerî bakımdan küresel bir güç olan devletler ancak “emperyalist devlet” olarak nitelenebilir. Bu, Türk burjuvazisinin emperyalist hedefleri, emperyalist rüyaları olmasının, dünyanın yeniden paylaşılması için yürüyen savaşta imkân ölçüsünde karışmasına engel teşkil etmez.
Ahmet Hulusi Kırım
8 Ağustos 2024
Kaynakça:
V.I. Lenin, Emperyalizm, çev. Cemal Süreya, Sol Yayınları, 2009.
Stefan Engel, Yeni-Emperyalist Ülkelerin Ortaya Çıkışı Üzerine, El Yayınları, 2019.
H. Yeşil, Bolşevik Bakışla Emperyalist Güçler Gerçeği, El Yayınları, 2019.
David Harvey, Yeni Emperyalizm, çev. A. Nüvit Bingöl, Sel Yayınları, 2019.