Loading...

Agamben’e Karşı: Demokratik Bir Biyopolitik Mümkün mü?


Koronavirüs salgını, bizleri sağlık politikaları üzerinde yeniden düşünmeye geniş anlamda zorladı. Bilhassa devlet, baskın toplumsal ilişkiler ve kamu sağlığı arasındaki can sıkıcı ilişkilerle tekrar yüzleşmek zorunda kaldık. Muğlak görünen ve/veya artık akademik alanın dışında kalmış gibi duran “biyopolitik” ya da “çıplak hayat” [naked life] gibi kavramlar sayfalardan sıçradı ve aniden günübirlik deneyimlerimizle frenlenemez biçimde ilgili hâle geldi.

Yakın zamanlardaki popülaritesi Terörle Mücadele’nin doğuşunu andıran ve bugün salgınla mücadele için alınan aşırı ve otoriter önlemlere atıf yapan “istisna hâli” [state of exception] için de aynısı söylenebilir. Bu aynı zamanda, alt sınıfların perspektifinden sağlık politikaları hakkında nasıl düşünmek gerektiğine dair tavır belirleyen bir meydan okumadır. Bu meydan okuma karşısında, söz konusu kavramların hem problematize edilmesi hem de yeniden ele alınması gerektiğine inanıyorum.

Düşünür Giorgio Agamben’in geçenlerde yaptığı müdahale, bence bu meydan okumaya yanıt verme konusunda çoğu kimseyi –özellikle söz konusu kavramların Agamben’in çalışmasıyla sıkı ilişkisinden dolayı– sorunu ve bizzat biyopolitik kavramını reddetmeye götüren ağır bir başarısızlık örneği oldu.

İtalya’daki Covid-19 salgınının daha ilk aşamalarında yazdığı bir makalesinde, Agamben Covid-19 salgınına karşı uygulanan önlemleri “istisna hâli”nin biyopolitik’teki bir alıştırması olarak karakterize etti. Makale, salgın (pandemi) gibi olaylarla ilgili olarak biyopolitik’in nasıl düşünülmesi gerektiği ve Covid-19 ile ilişkili önlemler üzerine önemli bir tartışmayı ateşledi.

Agamben makalesinde, alınan önlemlerin “otantik bir istisna hâli” dayattığını ve bir salgın icadının “ideal bir bahane” sağladığını ileri sürdü. Makale böylece bir dizi yanıtı tetiklemiş oldu. Jean-Luc Nancy, salgından gelen tehlikenin esasen gerçek bir tehlike olduğu ve modern yaşamdaki her türden artan “teknik arabağlantılar”ın sonucu olduğu konusunda ısrarcıydı. Roberto Esposito ise hem Agamben’e hem de Nancy’ye yanıt niteliğinde olmak üzere, önemli çağdaş gelişmeler üzerinde bir düşünme yöntemi olarak biyopolitik’in anlamlı olduğunu savunurken İtalya’daki durumun “dramatik bir totaliter kavrayış”tan ziyade kamu otoritelerinin bozulması özelliği gösterdiğini öne sürdü. Diğerleri, pandemi tehlikesinin gerçekliğini, uzmanların uyarılarını kolayca göz ardı etmekten sakınmanın ve başkalarına karşı sorumluluklarımız hakkında yeniden düşünmenin lüzumuna vurgu yaptılar. Bu tartışmanın biyopolitik kavramı üzerine yeniden düşünmek için bir yol açtığını düşünerek biyopolitik’e dair alternatif bir düşünüş imkânı hakkında bazı taslak düşünceler önereceğim.

Michael Foucault tarafından formüle edilen hâliyle biyopolitik, kapitalist modernliğe geçişle ilgili değişimleri özellikle iktidar ve cebirin uygulanış biçimleri bakımından anlamamız için önemli bir katkı idi. Egemen’in elinde tuttuğu “öldürme ve yaşatma hakkı olarak iktidar”dan, “halkın sağlığını (ve üretkenliğini) güvenceye almaya yönelik bir girişim olarak iktidar”a geçtik. Bu da devlet müdahalesi ve cebirinin bütün formlarında emsali görülmemiş bir genişlemeye yol açtı. Biyopolitik kavramı, zorunlu aşı uygulamalarından kamusal alanlarda sigara içme yasaklarına kadar pek çok örnekte sağlık politikalarının siyasal ve ideolojik boyutlarının anlaşılması için anahtar işlevi gördü.

Biyopolitik aynı zamanda, ırkçılığa “bilimsel” bir temel bulmak gibi kamusal alanda sıklıkla bastırılmış durumdaki çeşitli olguları analiz etmemizi de mümkün kıldı. Ve esasen Agamben bu kavramı yapıcı bir şekilde, “istisna hâli”nin modern formlarını kuramsallaştırmaya girişirken –başlıca örneği toplama kampları olan– cebirin aşırı formlarının uygulamaya konulduğu yerlerde kullandı.

Covid-19 salgınıyla mücadeleye dair sorunlar, biyopolitik ile ilişkili konuları açıkça öne çıkarmaktadır. Çoğu yorumcu, Çin’in salgını izole etmek ya da yavaşlatmak yönünde adımlar attığını, çünkü geniş bir cebir, gözetim ve izleme tedbirleri paketini biyopolitik’in –uzun süreli karantinalar ve toplumsal etkinliklerin yasaklanmasını kapsayan– otoriter bir versiyonu üzerinden uyguladığını öne sürdü.

Bazı yorumcular, liberal demokrasiler aynı cebir kapasitesinden yoksun oldukları ve bireysel davranışların gönüllü değişimine daha çok yatırım yaptıkları için aynı önlemleri alamayacaklarını ve böylece pandemi ile mücadele çabalarının başarısız olabileceğini bile iddia ettiler.

Ben yine de otoriter biyopolitik ve bireylerin rasyonel tercihler yapacağına olan liberal güven arasında bir ikilem ortaya atmanın basitleştirme olduğunu düşünüyorum. Dahası, karantina ya da “sosyal mesafeyi artırmak” gibi kamu sağlığı önlemlerini basitçe ele almanın, biyopolitik olarak bunların potansiyel yararlarını bir şekilde göz ardı edeceği açıktır. Aşılamanın ya da başarılı virüs kırıcı [anti-viral] tedavilerin yokluğunda, 19. yüzyıldan kalma kamu sağlığı rehberlerinin repertuarından gelen bu önlemler özellikle savunmasız gruplarla ilgili yükü azaltabilir.

Burada özellikle acil olan, ileri kapitalist ekonomilerde bile kamu sağlığı altyapısının bozulduğunu ve [virüsün] yayılma hızını azaltacak önlemler alınmadığı takdirde salgının durdurulamayacağını kabul edip etmeyeceğimizdir.

Agamben’e karşı, çökmüş bir kamu sağlığı sisteminden dolayı solunum cihazı ya da ICU yatağı bekleyenler listesindeki bir emeklinin, “çıplak hayat” kavramını, sosyal mesafeyi artırma ya da karantina önlemlerinin acil durum pratiklerini uyumlaştırma çabalarından daha iyi tanımlayabileceği söylenebilir.

Yukarıda söylenenler ışığında, ben Foucault’a farklı bir geri dönüş önereceğim. Foucault’un oldukça “ilişkisel” [relational] bir iktidar pratikleri kavramına sahip olduğunu bazen unuttuğumuzu düşünüyorum. Bu anlamda, demokratik hatta komünist bir biyopolitik’in mümkün olup olmadığını sormak meşrudur.

Bu soruyu farklı bir şekilde soracak olursak: Büyük ölçekli davranış değişimlerini içeren cebir ve gözetim formlarının paralel bir genişlemesi olmaksızın, halk sağlığına gerçekten yardımcı olacak kolektif pratiklere sahip olmak mümkün müdür?

Foucault’un kendisi, gerçek kavramı parrhesia ve “nefsini umursama” [care of the self] etrafındaki son çalışmasında böyle bir yöne işaret eder. Özellikle Helenistik ve Roma dönemi felsefesi ile olan özgün diyalogunda bireysel ve kolektif kaygı ve dikkati [care] birleştiren, cebri olmayan yollarla belli bir gerçeği söyleme cesareti ve yükümlülüğüne dayalı alternatif bir bios [hayat] politikası önermişti.

Böyle bir perspektifte, salgın zamanlarında hareketin kısıtlanması ve sosyal mesafenin artırılması için, kapalı kamusal alanlarda sigara içilmemesi ya da çevreye zararlı bireysel ve kolektif pratiklerden sakınılması için alınan kararlar, mevcut bilgiye ve diğerlerini ve kendimizi kolektif bir çabanın parçası olarak umursamaya [care] dayalı, demokratik biçimde tartışılmış kolektif kararların sonucu olacaktır. Bu perspektif, başkaları ve dolayısıyla kendimizle ilgili olarak basit disiplinden sorumluluğa; toplumsallığı askıya almaktan onu bilinçli olarak dönüştürmeye geçiyoruz demektir. Böyle bir durumda, toplumsal uyumu her anlamda bozabilecek sürekli “bireyselleştirilmiş korku” yerine kolektif çaba fikrine, ortak bir mücadelede dayanışma ve koordinasyona; bu gibi acil sağlık durumlarında tıbbî müdahaleler için eşit öneme sahip öğeler olmaya doğru kayıyoruz demektir.

Bu yaklaşım, demokratik bir biyopolitik imkânını gündeme getirir. Bu aynı zamanda bilginin demokratikleşmesine de dayandırılabilir. Artan bilgiye erişim, popülarizasyon kampanyaları yanında, sadece uzmanların otoritesine değil bilgi ve anlayışa dayalı kolektif karar verme süreçlerini mümkün kılar.

Aşağıdan Yukarı Doğru Biyopolitik

HIV virüsüne karşı savaş, sosyal damgalanma ile mücadele, insanların bunun “yüksek risk grupları”na yönelik bir salgın olmadığını anlatmak için uğraşması, güvenli seks pratikleri hakkında eğitim talebi, tedavi edici [teröpatik] önlemlerin ve kamu sağlığı hizmetlerine erişimin fonlanması, ACT UP gibi hareketlerin verdiği mücadele olmadan mümkün olamayacaktı. Aslında bunun aşağıdan yukarı doğru bir biyopolitik örneği olduğu söylenebilir.

Ve şimdiki konjonktürde, toplumsal hareketler çok geniş bir eylem alanına sahipler. Bunlar, salgının yol açtığı ilâve yük ile baş etmeye çalışan kamu sağlığı sistemlerine yardım için acil önlemler alınmasını isteyebilirler. Böyle bir kriz esnasında, bireyselleştirilmiş hayatta kalmaya odaklı [survivalist] paniklerin aksine, dayanışmaya ve kolektif öz-örgütlenmeye olan ihtiyaca işaret edebilirler. Devlet gücünün (ve cebirin), kaynakların özel sektörden toplumsal açıdan zorunlu istikametlere kanalize edilmesi için kullanılmasında ısrarcı olabilirler. Ücretli hastalık izni için ve tahliye gibi önlemlere son verilmesi için mücadele örgütleyebilirler. Yaşlılar ve yardımdan yoksun olanlar için destek formları yaratmak için Kolektif becerilerini uygulamaya koyabilirler.

Mümkün olan bütün yollarla, bugün için salgınla mücadelenin sermaye tarafından değil emek tarafından, personeli yetersiz kamu sağlık sistemlerindeki doktor ve hemşireler tarafından; yaşamsal tedarik zincirlerinde görevli güvencesiz işçiler tarafından; karantina/tecrit sırasında temel altyapıyı işler durumda tutanlar tarafından başlatılan bir mücadele olduğu gerçeğini gösterebilirler.

Ve hayat kurtaran bir acil durum ihtiyacı olarak toplumsal değişim talep edebilirler.

Panagiotis Sotiris

20 Mart 2020

Çeviri: Muhsin Altun

Kaynak