Loading...

AKP’nin Arap-İslam Coğrafyası Politikaları


Türkiye Cumhuriyeti’nin 100 yıllık tarihinde, Arap-İslam coğrafyası ile olan ilişkileri 3 dönemde incelemek gerekir. Birinci dönem, 2002’ye kadar olan dönem; ikinci dönem AKP iktidar olduktan sonra 2002-2011 tarihleri arasındaki dönem ve üçüncüsü de 2011 Arap Baharı sonrası dönem.

 

Kuruluşundan itibaren TC, dış politikasında Ortadoğu’yu kaygan zemin, bir yük ve bataklık olarak değerlendirdi. Bu nedenle mümkün olduğunca uzak durulması gereken bir bölge olarak gördü. Bölgeyle kurulacak her türlü ilişkinin Türkiye’nin Batılı karakterine zarar vereceği ve ‘Ortadoğu devleti’ olarak algılanacağı düşüncesi, yöneticileri mümkün olduğunca bölgeden uzak durmaya itti. Diğer yandan Arap-İslam halklarının 1. Paylaşım Savaşı’nda Osmanlıya “ihanet ettikleri” inancı bu uzaklaşmayı daha da güçlendirdi. 2. Paylaşım Savaşı sonrasında ise Türkiye tamamen Batı emperyalizmine teslim olduğu ve onun siyasî-ekonomik kurumlarına entegre olduğu için, Arap-İslam coğrafyası ile ilgili politikaları Ortadoğu’daki sorunlara Batı eksenli bakma şeklinde oldu.

 

AKP’nin iktidar olduğu 2002 sürecinde, Davutoğlu’nun oluşumunda büyük rol oynadığı “stratejik derinlik”, “Yeni Osmanlı Barışı”, “Oyun kurucu olmak”, “sıfır sorun” gibi tuhaflıkların yön verdiği yeni Ortadoğu stratejisi devreye sokuldu. Bu stratejiye göre Türkiye, coğrafî derinliğini harekete geçirerek bunu “stratejik derinliğe” dönüştürebilmek için komşularıyla sıfır sorun ilişkisine geçmek zorundaydı. Yeni strateji çerçevesinde düşünülen şey, yakın komşularla ilişkilerde ekonomik ve kültürel olarak insan hareketliliğini artırmak ve Türkiye’nin çevresinin ürettiği değer ve ilişkilerin Türkiye’ye doğru akmasını sağlayacak bir politika izlemektir.

 

AKP, iktidarının ilk yıllarında Batı’ya karşı muhafazakâr-demokrat, insan haklarına önem veren, Kopenhag kriterlerini reddetmeyen bir görüntü çizdi. Madalyonun diğer yüzünde ise Müslüman kimliğinin öne çıktığı, Arap-İslam ülkeleri ile dindaşlık üzerinden kurulacak ortaklık ile Osmanlı İmparatorluğu’nun mirası üzerinden yükselen bir ilişki modeli beklentisi vardı. Böylece Türkiye, İslam coğrafyası için Batı’nın, Batı için ise Arap-İslam dünyasının en yakın ve köprü ülkesi olarak konumlanacaktı.

 

Osmanlı mirasını güçlendirmeye ve bu şekilde Ortadoğu üzerinde etkili olmayı hedefleyen Davutoğlu’na göre Türkiye, Balkanlarda olduğu gibi Ortadoğu’da da mirastan faydalanmalı ve “eski ruhu” canlandırmalıydı. Bu canlandırmanın sağlanabilmesi için işbirliği yapılması düşünülen muhatapların sadece devletler/hükümetler olmadığı, özellikle ideolojik yakınlık duyulan Müslüman Kardeşler (İHVAN) gibi muhalif grupların da olduğu ilerleyen zamanlarda ortaya çıktı. Stratejinin pratiğe geçmesinde Müslüman Kardeşler örgütüne sadece ideolojik yakınlıktan dolayı değil aynı zamanda örgütün geniş bir coğrafyada etkili olmasından dolayı da ihtiyaç vardı.

 

Hayallerin gerçekleşmesi için 2002-2010 sürecinde bölge ülkeleriyle ilişkiye geçildi. Uzun bir zamandır sorunlar yaşanan Suriye ile ilişkiler rayına oturtuldu. İlişkiler o derece yoğunlaştı ki müşterek kabine toplantısı bile yapıldı. Diğer Arap devletleri Katar, Mısır, BAE ve Suudi Arabistan ile karşılıklı ziyaretler yapıldı. Bu “dostane ilişkiler” 2010 senesi aralık ayında Tunus’ta Arap Baharı başlayana kadar devam etti.

 

Tunus’ta Aralık 2010’da başlayan ayaklanma domino etkisi yaratarak Libya ve Mısır’a yayıldı. Tunus ve Mısır’da halkın muhalefetiyle, Libya’da Türkiye’nin de katıldığı Batılı emperyalistlerin askerî müdahalesiyle yönetimler devrildi. Bu aşamada Erdoğan, Esad’a Müslüman Kardeşler örgütünün de iktidar ortağı olmasını teklif etti. Esad teklifi reddedince Türkiye’nin dostluğunun sahte olduğu, esas niyetinin başka olduğu ortaya çıktı. Ayaklanma 2011 Mart ayında Suriye’ye de sıçradı. Bu tarihten sonra AKP’nin Suriye’ye yönelik tavrı değişmeye başladı. Sınır boylarında sığınmacılar için kamplar yapıldı. Dünyanın her yerinden cihatçılara sınırları açıldı. 

 

Müslüman Kardeşler Arap Baharı’nda konjonktürün de yardımıyla önemli bir fırsat yakaladı. Tunus’ta Ennahda hareketi ve Mısır’da Özgürlük ve Adalet partileri iktidara geldi. AKP tüm bu süreçte her iki partiyi destekledi. Arap Baharı sürecinde Müslüman Kardeşler’in yükselmesi, AKP’de ideolojik yakınlığın da getirdiği işbirliği ile bölge siyasetini domino edebileceği hayalini doğurdu.

 

AKP, Suriye BAAS yönetiminin devrilmesi ve yerine ideolojik açıdan kendisiyle sorunu olmayan bir yönetimin gelmesi hâlinde “ümmeti” kendi sancağında toplamış olacaktı. Böylece Mısır ve Suriye, AKP’nin sorun yaşamayacağı, AKP’nin önderliğinde Türkiye ekseninde yer alan iki ülke olacaktı.

 

Öngörüsüz bir şekilde uygulanan hayalci politikalar sürecin AKP aleyhine dönmesine sebep oldu. Mursi’nin devrilmesi ve Suriye’de Esad’ın İran ve Rusya desteğiyle ayakta kalması AKP’ye iki darbe oldu. Tüm bunlardan sonra geriye, AKP’nin İHVAN uğruna bozduğu ilişkiler, tüm komşularıyla sorunlar yaşayan, dışlanan bir Türkiye kaldı. Şimdi AKP, iflas noktasına getirdiği ekonomiyi kurtarmak adına daha düne kadar hakaretler ettiği Arap dünyasına geri dönmek istiyor. 2011’de Osmanlı ruhunun hâlâ yaşıyor olduğu hayaline kapılmıştı. Şimdi ise para için “Medine dilencisi” gibi Ortadoğu’da el etek öpülüyor.

 

Son Yerine

 

Soğuk Savaş’tan sonra ayakta kalan tek emperyalist güç olan ABD, Irak ve Afganistan’daki bozgundan sonra Ortadoğu’daki manevra alanını oldukça daraltmış durumda. Obama’dan beri Çin’i uzun vadede en önemli tehdit olarak gören (Biden doktrinine göre Çin’e karşı saldırgan realizm-offensive realism-yaklaşımı uygulanacak)  ABD, esas gücünü Pasifik’e kaydırdığı için bölgeden çekilme sürecinde. O süreçte Türkiye’ye verilen görev, doğan boşluğu doldurması değil, doldurulmasının engellenmesi, yani ağırlığı artan İran’ın dengelenmesiydi. Hâl böyleyken, oyun kurucu olarak Müslüman dünyanın liderliğine oynamaya dönüşmesi yukarıda değindiğimiz gibi itibar kaybı fiyasko ile sonuçlandı. Ortadoğu’nun kaygan zemininde, bölge içi-bölge dışı güçlerin fink attığı siyasal coğrafyada, AKP’nin tek başına yapabileceği şeylerin sınırlı olduğu umulur ki AKP tarafından da artık anlaşılmış olsun. Zira Türkiye’nin Arap-İslam dünyasında etkisini artırma hayali ekonomik kaynak ihtiyacı nedeniyle Arap ülkelerinin Türkiye siyaseti üzerindeki etkilerini artırması sonucunu verecektir.

 

Ahmet Hulusi Kırım

10 Ağustos 2023