Büyük coğrafyacı ve jeo-strateji uzmanı Yves Lacoste, Coğrafya Savaşmak İçindir başlıklı kitabında, “Coğrafya savaşmaya da yarar,” diyordu. Tarih boyunca askerî savaşlar çeşitli nedenlerle yapılmıştır: din için, mezhep için, sınıf için, kimlik için, fizikî coğrafya için vs.
Savaş için fizikî coğrafyanın çok önemli olduğu bilinen bir gerçektir. Buna ilâveten coğrafyanın kolu olan beşerî coğrafyada oluşan bilgiler de askerî savaşlarda ve kimlik savaşlarında kullanılır. Örneğin; yerleşim yerlerinin, dağların, akarsuların, ören yerlerinin vs. isimlerinin değiştirilmesi veya korunmasıyla ilgili savaşlar, kimlik savaşlarının önemli bir cephesidir. Çünkü isimler, oranın tarihini, geçmişini anlatır. Dolayısıyla hâkim güç bu savaşta, oranın geçmişiyle, tarihiyle ilgisini keserek kimliksizleştirmeye çalışır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilânından hemen sonra hayata geçirilen kimlik savaşında, Türkleştirme kampanyaları ile yerleşim yerlerinin, sokakların, mahallelerin, köylerin, kasabaların, dağların, akarsuların isimleri değiştirildi. Bunlardan bir kısmı, anlamları olumsuz çağrışımlar uyandırdığı için değiştirildi. Domuz bağı, Dönek, Haraççı, Hıyar gibi. Yapılan değişikliklerin ikinci kısmını birkaç harf farklılığını içeren düzeltmeler oluşturdu; Yörükler-Yürük, Ağlar-Ak, Viranlar-Ören vs. Ancak en önemli bölümünü, Türkleştirme politikalarına uyum sağlanması, tek devlet-tek ulus-tek dil anlayışının coğrafyada da gözükmesi için yapılanlar oluşturdu.
Mezopotamya ve Anadolu, binlerce yıl boyunca pek çok farklı halka ve kültürüne ev sahipliği yaptı. Kültürler birbirini etkileyerek zaman içerisinde daha zengin bir senteze ulaştılar. Ancak ne kadar hüzün vericidir ki binlerce yıllık birikim ve zenginlik, kimlik savaşı uğruna bir kalemde silinmek istendi. Fırat Üniversitesi öğretim üyesi Harun Tunçel’in araştırmasına[1] göre, 30280 yerleşim birimi ve doğal yer ismi, Kürtçe, Lazca, Gürcüce, Tatarca, Çerkezce, Arapça, Ermenice ve Rumca olduğu için, “bölücülüğe” mahal vermemek gerekçesiyle değiştirildi. Bunlardan 12 binden fazlası köy isimleriydi.
Türkiye’de yer adlarının değiştirilmesi uygulaması cumhuriyetin ilk yıllarında hayata geçmeye başladı. İlk kez 1925 yılında, Artvin ilinde, büyük kısmı Gürcüce olan yerleşim adları İl Genel Meclisi kararıyla tümüyle değiştirildi. İsim değiştirme işlemlerinin resmîleştirilmesi ise İçişleri Bakanlığı’nın 1940 senesinde hazırladığı 8589 sayılı genelge ile gerçekleşti. Böylece yabancı dil ve köklerden gelen yerleşim yerleri ile doğal yer adlarının Türkçe adlarla değiştirilmesi uygulaması resmen hayata geçti. Bu genelgenin ardından valilikler, yabancı dil ve köklerden gelen isimleri dosya hâline getirip İçişleri Bakanlığı’na gönderdiler. Ancak çalışmalar 2. Paylaşım Savaşı nedeniyle uzun süre aksadı.
1949’da yürürlüğe giren İl İdaresi Kanunu’nun verdiği yasal dayanakla kurulan “Ad Değiştirme İhtisas Komisyonu” 1957-1978 arasında 75 bin civarında yerleşim yerinin adını inceleyip bunun 28 binini değiştirdi. Buna ilâveten 2 bin civarında doğal yer adı da değiştirildi. Bu kurulun görevine 1978’de, 3. Ecevit hükümeti döneminde, “tarihi değeri olan yer adlarını da değiştirdiği” gerekçesiyle son verildi. Ne var ki 12 Eylül faşist yönetimi döneminde kurul yeniden İçişleri Bakanlığı bünyesinde faaliyete geçerek görevine kaldığı yerden devam etti. Kurulun yakın zamanda da görev başında olduğunu, Ani tarihi kentinin isminin “Anı” olarak değiştirilmesinden anlıyoruz.
Kürtçe, Lazca, Gürcüce, Arapça, Ermenice, Rumca yer isimleri, “bölücülüğe mahal vermemek”, “birlik beraberliğimizi pekiştirmek” gerekçesiyle değiştirilirken, Türkçe karşılığın anlamının eski ismi çağrıştıracak şekilde olmamasına da dikkat edildi. Böylece oranın otantik halklarının kültürleriyle, anadilleriyle, tarihleriyle bir ilgisi olmayan isimler verilip kimliksizleştirme uygulaması sürdürüldü.
Harun Tunçel’in araştırmasına göre, değişiklikler esas olarak üç bölgede; Doğu Karadeniz, Güneydoğu Anadolu ve Doğu Anadolu bölgelerinde yoğunlaştı. Trabzon’da 390, Rize’de 105 ve Artvin’de 101 köyün ismi son 50 yılda; Rumca, Ermenice, Lazca ve Gürcüce olduğu için, bu yerleşim yerlerinde zamanında başka birilerinin oturmuş oldukları hatırlanıp vatanın bölünmesine yol açabileceği, birlik beraberliğimiz zaafa uğrayacağı kaygısıyla (!) değiştirildi.
Bu 30 bin isme, çalışmaya dâhil olmayan sokak, mahalle, belde, kasaba ve fizikî coğrafya adlarında yapılan değişiklikleri de ilâve ettiğimizde tarihsiz ve hafızasız bir toplum yaratmanın en önemli araçlarından birinin çok kapsamlı biçimde kullanıldığını görmekteyiz.
Ülkemizde etnik, dinsel ve kültürel farklılıkların beraberliğini esas alacak bir vatandaşlık tarifi yapılacaksa; devlet aklı bu asimilasyoncu uygulamalardan vazgeçmeli, talep hâlinde tarihsel mekânların, doğup büyüdüğümüz köyün, mahallenin, dağların; balık tuttuğumuz, yüzdüğümüz derelerin eski isimleri, saplantılı ilkel milliyetçiliklere kurban edilmeyip, iade edilmelidir. Bu yönde atılacak adım, kardeşlik duygularının pekişmesinde ve sorunların hallinde sınırlı da olsa olumlu bir katkı yapacaktır.
Ahmet Hulusi Kırım
10 Temmuz 2023
Fotoğraf: Tskarostavi Kilisesi, 1900. Gürcüce “Pınar başı” anlamına gelen Tskarostavi, Ardahan’ın Çıldır ilçesinde bulunan Öncül köyünün “Türkleştirilmeden” önceki adıdır.
Dipnotlar:
[1] Harun Tunçel, “Türkiye’de İsmi Değiştirilen Köyler”, Ocak 2000, ResearchGate.