Loading...

Av. Ergin Sözen ile Söyleşi


“Model Şehir Gaziantep” başlıklı dosya çalışmamız kapsamında Çağdaş Hukukçular Derneği Genel Yönetim Kurulu Üyesi, Gaziantep Barosu İnsan Hakları Merkezi çalışanı Av. Ergin Sözen ile gerçekleştirdiğimiz söyleşinin ilk bölümünü yayınlıyoruz. Ergin Sözen, Antep işçi sınıfının fiilî ve hukukî mücadelelerini yakından takip eden ve destekleyen avukatlardan. Aynı zamanda şehirde son dönemde yoğunlaşan hak ihlâllerine karşı mücadelede aktif görev almaktadır. Söyleşide; son bir yılda Antep işçi sınıfının yükselen eylemliliği, pandemi sürecinden başlayarak sebep ve sonuçları, ardından kentsel dönüşüm, Gaziantepspor’un çökertilmesi örnekleri üzerinden şehrin dönüşümü ele alınmaktadır.

 

Sosyalizm.org: Gaziantep’te özellikle 2022 yılında yoğunlaşan bir hak mücadelesi gözlemliyoruz. Arka planı nedir? Ne yaşanıyor?

 

Av. Ergin Sözen: Esasen uzun süredir devam eden, süreklilik kazanan bir ekonomik kriz meselesi var. Son zamanlarda da hissettiğimiz üzere zamlar meselesi hep gündemde. Bunun tabii ki toplumda en çok etki ettiği kesimler işçiler. Çünkü çoğunlukla asgari ücret seviyelerinde çalışıyorlar. Gaziantep’te de toplamda 5 organize sanayide resmî rakamlar olmasa da benim tahmin ettiğim rakamlarla 150 ilâ 300 bin bandında işçi var. Bu çok büyük bir rakam. Ailelerini de düşündüğümüzde 2-3 katı; bir milyon kişiden bahsediyoruz belki de. Şehrin nüfusu takriben Suriyeli mültecileri de düşündüğümüzde üç milyon. İşçiler ve aileleri şehrin nüfusunun yarısına tekabül ediyor.

 

Ocak ayı itibari ile ekonomik krizin sonuçları işçilere yansıdı. Pandemi döneminde işçilerin güya işten atılmasının zorlaştırılması ama aslında çok daha kolay işsiz bırakılmaları, neredeyse aç bırakılmaları, ölüme mahkûm bir yaşama bırakılmaları, sağlık haklarının ortadan kalkması gibi sorunlar zaten birikmekteydi. Krizin aslında yükselmesine sebep oldu pandemi. Onun sonucu olarak ve ekonomik darboğazla birlikte Gaziantep’te, temelde ücret haklarının iyileştirilmesi istemiyle, esasen tekstil işlerinde olmak üzere parça parça birçok fabrikada (Merve Tekstil, Yasin Kaplan Halı, Merinos, Erpen vb.), şubat ayından marta kadar, günbegün bize fabrikalardaki eylem haberleri gelmeye başladı.

 

Bu işçilerden üyeleri olan ve organize sanayiden daha doğrudan haber alan, daha önceden de çalıştığımız DİSK-Tekstil ve o dönemde kurulan BİRTEK-SEN dolayısıyla haber alıyorduk. Onlardan haber aldıkça da biz de avukat olarak iştirak ettik. Avukat olarak gitmemiz, daha çok polisin oraya gelmesi, Güvenlik Şube’nin fabrika önüne çağırılması ya da patronun arayıp çağırması üzerine, “işçiye müdahale olmasın, hukuk dışı bir şey olmasın” kaygısıylaydı. Zaman zaman haberlerden, gazeteden görüp, “ne oluyor” diye merak edip kendiliğimizden de gittiğimiz durumlar oldu. Çünkü gittiğimizde görmek, delillendirmek, hukuk dışı durumlara birebir şahitlik etmek, gerek olduğunda müdahale etmek istiyorduk. Bu süreçte Süleyman Soylu’nun Organize Sanayiye gelerek doğrudan müdahale etmek zorunda kaldığına şahit olduk.

 


Fabrika önü eylemlerinden bir kare. Antep, Mart 2022.

 

Gittiğimizde şahsen gördüğüm birkaç durum var. Çok canlı ve sıcak bir pazarlık yürüyor orada. Mesela; fabrikanın önünde işveren hem bir tehdit durumunda hem de bir taraftan alttan alttan, ara ara işçileri çağırıp pazarlık etme, iş başı yapmaya ikna etme çabaları oluyordu. Kapının önünde oluyor bu! Bildiğin bir pazar kurulmuş. Tabii sendikanın oraya gelmesi onları tedirgin ediyor. Çünkü örgütleniyorlar bir taraftan, bir taraftan haklarını daha çok hatırlatıyorlar; avukatların geldiğini öğreniyorlar, biz oraya kurumsal temsiliyet ile gidiyoruz. Hem barodaki komisyon, İnsan Hakları Merkezi adına orada oluyoruz hem de Çağdaş Hukukçular Derneği adına orada olduğumuzu söylüyoruz. Bunlar tabii onları geren meseleler oluyor. Çünkü işin meşruiyet zemini, yasallık zemini, haklılık zemini onların savunabileceği bütün argümanları ellerinden alıyor. Çünkü onlar “yaptığınız şey yasadışı” diyerek başlıyorlar. “Çalışmak zorundasınız, bu şekilde hak aranmaz, dilekçe yazın,” gibi altını dolduramadıkları sözlerle, kendilerince resmî bir ağız tutturarak işçileri aslında püskürtmeye çalışıyorlar. Ama oraya bir avukat geldiğinde, bunun bir anayasal hak olduğunu, işçinin bir köle olmadığını ve kendi haklarını istediği gibi arayabileceğini, bu fabrikanın önünde iş bırakma şeklinde, grev şeklinde olabileceğini ve bu pazarlığı yapmanın meşru bir durum olduğunu hatırlattığında da geri adım, sinir, hatta bize sataşma, fiilî müdahale gibi durumlara giriyorlar.

 

Konuşmanın başında aslında grevin ortasındaki bir durumu anlatmıştım. Şimdi oraya döneyim. Gaziantep o tarihlerde (şimdi tam tarihi hatırlamamakla birlikte şubat ayı içerisinde) İçişleri Bakanı Süleyman Soylu çeşitli protokol ziyaretleri çerçevesinde geliyor. Ama geldiği ziyarette, şehirdeki patronların, sermayenin ondan talebiyle, Emniyet Müdürlüğü ile yaptığı görüşmeler sonucunda hava değişti. O ana kadar her ne kadar direnişler, grevler, iş bırakma eylemleri olsa da bir şiddet vakası yaşanmıyor. Fabrikalara yönelik bir şiddet vakası yok, işçilere yönelik bir müdahale yok. Güvenlik Şube geliyor, işçileri püskürtmeye çalışan az önce söylediğim gibi hatırlatmalar yapılıyor ama fizikî bir müdahale girişimi olmuyor. Çevik Kuvvet bile getirilmiyor. Ne zaman ki Süleyman Soylu Gaziantep’e gidip geliyor, ondan sonra TOMA geliyor, Çevik Kuvvet getiriyorlar 20-30 tane, işçi kalabalığına göre Çevik Kuvvet otobüs sayısı artıyor, gözaltı otobüsü falan getirmeye başlıyorlar. Bu şekilde bir göz dağı verme, işçiyi korkutma, bunun üstünden bir politika başlıyor.

 

O süreçler çoğunlukla işçilerin kazanımıyla sonuçlandı. Buralardan kimi işçiler sendikaya üye olma gerekliliği üzerine kendinden bir bilinç yaratarak çıktı. Ama çoğunlukla işçiler oradan kazanım elde ettiler. Tabii oradan az kazanım elde ettiler, kısa vadeli kazanımlar elde ettiler. Kısa vadeli kazanımlar olduğu için de uzun sürecek bir sükûnet dönemi olacağını da düşünmüyoruz. Belki yaz aylarında belki ilerleyen dönemde ekonomik kriz ve zamların devam etmesiyle birlikte burada yeni bir ayaklanma dalgası ya da bir direniş görebileceğimizi düşünüyoruz. Mesela işçilerin maaşı ne oldu? Çünkü devletin asgari ücreti arttırdığı seviyede tutmaya çalışıyor kimisi sadece, kimisi o ücretin biraz üstünü veriyor, parça başı çalışanlar var, işin türüne göre bazen geleneksel tahammüllere göre bunu vermek durumunda kalanlar var. Kalfaya ayrı, ustabaşına ayrı ya da çalıştığı işin bölümüne göre sanki prim gibi parça başı (tekstilde atkı deniliyor) ücretleri arttırdı. Temelde, patronlar, devletin arttırdığı miktarın üzerine çıkma gereği duymuyordu. Onu bir zam olarak görüyordu. Hâlbuki devletin getirmiş olduğu zam, iyileştirme dediği şey, zaten peşi sıra gelen zamlar ile zaten daha kötü duruma geldi.

 

Grevleri de bu durum tetikledi değil mi? Çünkü asgari ücrete yapılan zam enflasyonun ciddi oranda altında kaldı.

 

Aynen öyle oldu. Asgari ücret zammının, o insanların geçimini sağlayacak bir oran olmadığı aşikârdı. Bu ortaya çıktı. Ayrıca işçilerin kimisinin servisleri iptal edildi, kimisinin yol paraları fazlasıyla arttı. “Dört bin küsur yaptınız asgari ücreti ama önceki asgari ücretle fabrika beni servisle evime götürüyordu. Şimdi servisi iptal etti,” diyor işçi mesela. Bu durumlar üzerine eylemler gelişti. Ama çoğu birkaç gün, en uzunu bir hafta süren eylemler oldu. Birçoğu da genelde işçilerin kazanımıyla sonuçlandı. Dava açılıp işçilerin işten atıldığı durumlar bireysel oldu. Toplu durumlar olmadı. Genel işleyiş buydu. Biraz sendikanın olaya müdahale etmesi, avukatların olması da etki etti ve Gaziantep’te patronların “şimdilik” parayı verip bu işi büyütmeden kapatmak üzerine bir eğilimleri oldu.

 


MRF Grup’un Karşıyaka kentsel dönüşüm alanında yapacağını duyurduğu lüks evleri “Zeugma Evleri” olarak lanse ediyor.

 

Ama hâlâ işçilerin bu durumdan rahatsız olduğunu Organize’de çokça duyuyoruz, görüyoruz, bildiğimiz işçiler var. İşten çıkarmalar, sigortasız işçi çalıştırma durumları yoğun. Gaziantep Organize Sanayi’nde de az değil. Çok büyük, marka problemi olanlarda, yurtdışına ihracat yapanlarda, göz önünde olanlarda çok yok ama Gaziantep’te halı sektöründe sadece büyük markalar yok. Bilinmeyen küçük markalar, bir yıllık markalar, birkaç yıl içinde krediyle, fonla büyümüş markalar da var. Mesela benim takip ettiğim kimi davalar var. Körkün dediğimiz Oğuzeli, havaalanı yolunda olan bir yer var örneğin. Küçük bir işletmeyken bir anda Büyük Organize’ye geçmiş, pandemi döneminde işçileri kısa çalışma ödeneği ile oyalamış, bir taraftan işten çıkarmıyor ama işsiz bırakıyor gibi fiilî durumlar yaratmış. Pandemi üzerinden de işçinin birçok hakkı gasp edildi. Mesela maskeyi çenesinin altına takması sebebiyle işçiyi işten çıkarttı, kendince haklı sebeple fesih yaptı. Bunu iyi niyet ve ahlâka aykırılığa soktu. Ya da bir başka somut durum da işçi hastaneye gidiyor ve belgesi var, o dönem işten çıkartma yasağı var, o dönem henüz bu kodları parçalamamışlar. Sadece “iyi niyet ve ahlâka aykırılık” yani kod 29 ile çıkartma imkânı var, ama gidip “üst üste işe mazeretsiz gelme” yani kod 26’dan çıkartmış. Şu an mahkemede dava sürüyor. Mesela hâkime diyorum, “işten çıkarma yasağı vardı. Bu zaten tek başına haksız sebepten işten çıkarmaktır.” Hâkim bu söylediğimi dikkate almıyor. O zaman bunun işçiye ne gibi bir güvenliği var? Sadece o dönem “iyi niyet ve ahlâka aykırılık” durumundan çıkartabiliyorlar. Diyor ki, “avukat bey sonradan kodu değiştirmişler.” Tamam da adama yazılı ihtar göndermiş fabrikanın imzası ve ihtarı var, nasıl olacak bu? Pandemi döneminde gelen güya koruyucu hukukî düzenlemelerin de şu an mahkemelerde bir etki yaratacağını, işçi açısından bir kazanım elde edeceğini düşünmüyorum. Gelinen noktada ben hâlâ Gaziantep’te yaklaşık 150-300 bin civarındaki işçinin hareketliliğinin yeni bir direniş, yeni bir ayaklanma dalgası yaratabileceğini düşünüyorum, benzinin, motorinin %335 arttığı ekonomik koşullardayız.

 

Klasik ama hâlâ en etkili sorun: Elde edilen ücretle asgari yaşamı sürdürmek imkânsızlaşıyor.

 

Tabii, Gaziantep’te insanların geleneksel tüketim kodları var. Mesela burada insanlar altı gün çalışır, bir gün pikniğe gider. Hangi ekonomik durumda olursa olsun ona göre kurguladığı bir hayat var. Köyü vardır köyüne gider hafta sonu. İşçi olsa da Şahin arabasına biner, zengin biriyse daha lüks bir arabaya biner ama bunu yapar. Yılların getirdiği şey budur. Ama şu an kimse onu yapacak ekonomik, psikolojik duruma sahip değil. Cebinde öyle bir para yok. Gaziantep’in kenar bir semtindeki bir mahallede eskiden 500TL’lik bir kirayla damı olan, sobalı bir evde oturulabiliyordu. Şu anda Gaziantep’in kenar semtinde bizim briketli ev dediğimiz, dışı sıvasız 2 odalı bir eve işçinin vereceği kira minimum 1500 TL. Bu işçi için büyük bir maliyet. Odunu, kömürü eğer yardımla alabiliyorsa belediyeden, valilikten bir kısmını yardımla alacak, alamıyorsa odunun, kömürün tonu bugün doğalgazın üstünde. Kış için yakacak problemi var, ulaşım problemi var çünkü birçok fabrika servis meselesinden kısmaya başladı. Pandemi dönemi mesafeli oturma konusundan servis sayılarını arttırdıkları için o servis sayısını şimdi bir anda azaltmaya, hatta eskisinden de daha aza indirmeye çalışıyorlar. Mesela kişileri belli merkezî yerlerde bırakıp, oralardan ikincil araçlara mecbur bırakıyorlar ve haricen yol parası vermemeye çalışıyorlar. Biz sizin yol paranızı karşılıyoruz diyorlar. Böyle bir durum söz konusu şu an benim gözlemlediğim Antep özelinde.

 

Ocak ayında alevlenerek şubatta yükselen ve marta kadar devam eden işçi direnişleri, Antep’te en azından BİRTEK-SEN’in örgütlenmesi somut bir gelişme oldu ama sonrası için de işçiler arasında bir huzursuzluk var. Şehirde bugün birlikte gezdik gördük yani haksızlık, adaletsizliğe yönelik bir sürü dışavurumlar ortaya çıkmaya başladı ve bu daha çok son 1 yılda olmaya başladı. Şehir bunlara çok alışık değil. Böyle eylemlilikler, sokak eylemlilikleri mesela, İstanbul’da oluyor, Ankara’da oluyor; belli noktalarda belli yerlerde eylemlilik yıllar içinde hep olmuştur. Antep’te kimi taleplerle eylem yapan insanlar son dönemde görülmeye başlandı. İşte Hasan Bodur bir müezzin, evi yıkılmasın diye çabalayan bir kentsel dönüşüm mağduru. Sermaye gitmiş o alana çökmüş Belediye-Valilik iş birliğiyle. Şimdi orası özel bir şirkete verilmiş. Bu şirket, MRF Grup, Liv Hospital’ın da Gaziantep’teki sahipleri. Hasan Bodur’un olduğu yer, Karşıyaka İpek Yolu’nun üstü, ana caddede çok kıymetli bir yer; orada MRF Grup, merkezî bir ticarî alan yapıyor, hem de ev yapıyor; bunlar 1-2 milyondan başlıyor 5-6 milyona kadar çıkan daireler evler yapıyorlar.

 

Bu hâlde mevcut durum insanların sürülmesi demek oluyor.

 

Lüks konut bunlar, orada yaşayan vatandaş alamaz ki oradaki evi. Oradakiler işçidir, işsizdir, yaşlı, emeklidir; yan yana bitişik inşa edilmiş briket evlerden oluşan mahallelerdir oralar. Az yukarısı Hacıbaba, az aşağısı Cin Deresi, bu taraf mezarlık, karşısı Çıksorut… Antep’te şehir yapısı aslında şöyle: Etrafı yoksul tepelerden oluşmuş, şehrin ortadaki daha düz kesimi de orta gelirin üstündeki insanların oturduğu mahalleler, yani düşündüğün zaman merkezi çevreleyen yoksulluk tepeleri var. Az önce söyledim, yine Karşıyaka Hacıbaba Mezarlığı tepedir; oradan Çıksorut’a geç, bir tepedir; Ünaldı ondan sonra Düztepe’ye çık, bir tepedir. Karataş’a kadar, düşün! Şehrin bütün çevresi aslında yoksullukla örülü.

 

Dümdüz ilerlediğin zaman bunun ortasında şehrin en elit kesimi İbrahimli Mahallesi gelir. Şimdi son dönemde İstanbul’daki gibi “İconova” diye büyük plaza kuleleri yapıldı. O kulelerin etrafına alışveriş merkezi, yaşam alanları inşa ediliyor. Benzer şeyi bu sefer, o bölgeden şehrin doğu tarafına doğru taşıyorlar; Karşıyaka’da bunu yapıyorlar. İşte Hasan Bodur’un evi de bu tarafta. Kentsel dönüşüm yasasını bile işletemeyen, işletmek istemeyen, bunu bile yük, maliyet olarak gören bir devlet var. İnsanları kandırarak, elinden yok pahasına oradaki aile yadigârı evlerini satın alıyor. 100 bin liraya, 50 bin liraya, insanların mizacına göre ikna edip ödüyor, daha sonra oraları boşaltıyor, yıkıyor. Milyon kârla şirketlere veriyor, sözde kat karşılığı; artık orada nasıl bir bölüşüm yapılmışsa? Aslında bu işin yapıldığı yerin hemen karşısında AK Parti İl Başkanlığı bulunmakta. Orası da aslında kentsel dönüşüm alanı; eğer yasa uygulanacaksa ilk olarak oranın yıkılması gerek.

 

Sonrasında Gaziantepspor işçileri var. Gaziantepspor işçileri, şehirdeki sermayenin etki alanlarından ve yarattığı marka değeri söylemlerinden en önemlisinin yıkılış hikâyesidir. Bu olay işçilerin, şehrin insanının nasıl kullanılıp içinin boşaltıldığının hikâyesidir. Gaziantepspor dediğimiz zaman akla, 90’larda Büyükşehir Belediyesi’nin Başkanı olan Celal Doğan’ın çalışması ve “yeteneği” ile de gelişen, futbolcuların alınıp satılması, yurtdışından Roma gibi ünlü bir takımın buraya gelip yenilmesi, bunun üzerinden çokça prim yapılması gelir.

 

Ne zamanki sermaye bunu kendisi için artık gerekli bir yatırım aracı görmemeye başladı, orayı borç içinde bırakıp gitmiştir. Oranın emekçileri bugün belediye ve valilik önünde direnmektedir. O insanlar onurlu insanlar, en azından direniyorlar, emeklerinin istiyorlar; Antep’te bunun olması bile bence çok kıymetli. Çünkü hiç görülen ve alışılan şeyler değil. Bu şunu gösteriyor: Antep’te artık gerçekten bıçak kemikte. Yani insanlar artık adaletsizliğe karşı eylemlilikle kendini göstermek istemiş ise sermayenin yaptıklarına karşı artık burada karşı duruş var demektir.

 

Gaziantepspor’da yıllarca milletvekilleri, şehrin ileri gelenleri olarak nitelenen iş adamları, organize sanayideki büyük fabrikalardan, özellikle Sanko sahibi Konukoğlu ailesinden birçok kişi başkanlık yaptı. 2. Lig’deyken, 1. Lig’deyken yaptılar. Forma sponsoru oldular, stadyuma yatırımlar yapıldı. Bu takım üzerinden birçok firma, örneğin çimento firmaları, hepsi bir rant kazandı. Hiçbir şey yapmasa bile “biz takıma destek veriyoruz” adı altında buradan reklâmla rant kopardılar. UEFA maçları sayesinde yurt dışlarına seyahat yapıp buradan çeşitli ilişkiler yakaladılar. Kredi yarattılar kendilerine, bir imaj inşa ettiler. Halı tanıtımında da Gaziantepspor kullanıldı, şehir tanıtımında da. Şimdi içerik boşaltıldı. Tıpkı iktidarın cemaatle yaşadığı sınıfsal paylaşma meselesinden kaynaklı çatışma gibi burada da paylaşım savaşı oldu. İbrahim Kızıl Süper Lig’deki son başkandı. Bırakması istendi. Bırakmayınca Fatma Şahin ve Vali, alternatif projeyle, Gaziantep Büyükşehir Belediyesi’nin eskiden Sankospor olan takımının adını önce Gaziantep Büyükşehir Belediye Spor sonra Gaziantep Futbol Kulübü olarak değiştirdi. Renkleri de mavi-beyazdan kırmızı-siyaha çevrildi ve yeni bir Gaziantep Futbol Kulübü yaratıldı. Süperliğe çıkartıldı. Tüm bunlar iktidar-devlet kaynaklarıyla beslenince her şey hâlloldu. Şehirdeki sermayede ise büyük bir konsensüs oluştu. Her yıl ya da her dönemde bir patron başkan oldu. Çok ilginçtir, iki gün önce Gaziantep Futbol Kulübü’nün Süper Lig’e çıktığı dönemdeki ilk başkanı TFF başkanı seçildi. Nihat Özdemir istifa ettikten sonra Mehmet Büyükekşi seçildi. Mehmet Büyükekşi Antepli bir iş adamı ama İstanbul’da yaşar. Süper Lig’e ilk çıktığında Adil Kollukoğlu’ydu başkan, sonra Mehmet Büyükekşi seçildi. Daha sonra da başka bir patron, Cevdet Akınal kulübün başkanı oldu. Patronlar konsensüsü tarafından yönetiliyor kulüp. İktidarın yönlendirmesi ile daha önce Gaziantepspor’u nasıl yönetiyorlarsa şimdi de Gaziantep Futbol Kulübü’nü da aynı şekil yönetiyorlar.

 

Belediye, Valilik ve sermaye üçgeninin yaratmak istediği bir Antep imajı var. Yeşil sermaye açısından sorunsuz, yatırıma müsait, bölgenin lideri ve modern. Ama son bir yıl içinde bahsettiğiniz gelişmeler sermaye açısından bu işin hiç de kolay olmayacağı, Antep’in dikensiz gül bahçesi olmayacağını gösterdi. Reklâmı yapılan en modern ve en yeni söylemlerin cilası en temel taleplerle dökülüyor aslında. Fatma Şahin, 2021 yılının kasım ayında, “Altyapı belediyeciliği bitmiştir, artık sosyo kültürel belediyecilik vardır, Antep yeşil şehir olmuştur, fon akışı buna göre sağlanacak, Avrupa’dan partnerlerimiz ile iş yapacağız,” dedi. Ama kış aylarında yönettiği şehir kar altında kaldı; yolları açamadı.

 

Antep’te her şey sermaye ve para meselesi ile ilintili. İhaleler, Belediye’nin yaptığı hizmetler, gündelik tüketim, yani ekmekten her ihtiyaca kadar… Hepsine baktığımızda, muhakkak geri planında şehre hâkim olan grubun menfaatine dönen bir dişliler süreci görüyoruz. Çok geniş ve karmaşık ilişkiler ağına da şâhit oluyorsun; bazen bunun içine kimi dinî vakıflar eklemleniyor. Onlar üzerinden yaratılan bir paravanla, parasal akış sağlanıyor. Bazı vakıflar var burada, iktidar ve üniversite üzerinden kimi yayınlar yaptırıyorlar, film yaptırıyorlar, programlar çektiriyorlar ve bunlar için fon alıyorlar. Dinî vakıf üstünden program yaptırıp onu da TRT’ye satıyorlar. Antep’te her sektörün inanılmaz bir alanı var. Bir dönem buraya yığınla dizi ekibi gelmeye başladı ve diziler yapılmaya başlandı. Bir dönem Suriye meselesi üzerinden ÖSO’yu ön plana çıkartan filmler yapılmaya başlandı. Paranın dönmediği bir şey yoktur. Her şeyi belirleyenin sermaye olduğu bir kent durumda burası.

 

Az önce söylendiği gibi, “altyapı belediyeciliği bitti,” dendiği yerde bile şehrin o kadar temel altyapı sorunu var ki… Madem Antep’te altyapı belediyeciliğine gerek yok, ben burada doğdum büyüdüm, 35 yaşındayım, okul yıllarını çıkartırsak hayatımın 25 yılı burada geçmiştir. Benim küçüklüğümde Antep’te en azından bir musluktan su içebiliyorduk; güya kocaman arıtma sistemleri kuruldu, şu an Antep’te evinde artırma kullanmadan su içebilen kimse yoktur. Damacana suyu kullanıyorlar İstanbul’daki gibi. Hani ne oldu, neden biz temiz su içemiyoruz? Ne değişti? Mesela derelerin ıslah projelerini imara göre yaptılar. Gaziantep’te 14 kilometre boyunca şehrin ortasından geçen bir park projesi vardı. Mevcut Belediye Başkanı geldikten sonra, ıslak zemin olan, ÇED raporlarında izin verilmeyen yerlerin hepsi yüksek katlı sitelere imara açıldı. Park alanı 14 kilometreden 7-8 kilometreye düştü. Şehrin ortasını ikiye bölen kavaklık dediğimiz bölge, Demokrasi Meydanı’nda Gaziantepspor işçilerinin eylem yaptığı alandan başlayıp dümdüz şehri yürüyerek 14 kilometre geçebildiğiniz bir park projesiydi. Çünkü şehrin içinden Suriye’ye kadar akan bir dere bu ve biriktirme gölü oldu; o gölün etrafında Celal Doğan döneminde işte bir Gaski tesisi yapıldı, içine 5000 kişilik tiyatro yapıldı.


Yine 3. Lig’deki Gaskispor etrafında bu işler kotarıldı. O dönem Real Madrid takımı gelip burada tesislerde inceleme yaptı. Bu kadar büyük paralar harcanarak yapıldı ki muhtemelen o paralar kendi öz kaynaklarından değil, yurtdışı üzerinden fonlanan paralardı. Teşvik etmek, gelecekteki yapılacak daha büyük yatırımlara harcamaları teşvik etmek için yapılan işlerdir. Onu da şimdi görüyoruz şimdi fark ediyoruz. Yani aslında birbirinin devamı olan büyük bir siyasî projenin farklı görüngüleriymiş. Bizim tespit ettiğimiz, algıladığımız o.

 

Antep’te bundan sonra daha fazla mücadele, insanların daha fazla eylemliliklerini göreceğiz gibi geliyor. Çünkü halkın her kesiminden, sizin de gördüğünüz gibi, tamamen hak ve gündelik ihtiyaçları için sokağa çıkan insanların bilinci, mücadele ve eylemlilikle belli bir bütünlüğe ulaşacak. Belki bu durum mücadeleleri yan yana getirecek. O zaman ne olur, nasıl gelişir, onları tabii şimdiden öngörmek zor. Ama sermaye daha çok rahatsız olacak gibi duruyor. Gözlemleyebildiğimiz kadarıyla sermaye de kârlılığını daha yukarı çekmeye çalıştıkça şehirde de buna karşı bir duruş olacak gibi duruyor.

 

Teşekkürler.

 

Buraya kadar gelip dinlediğiniz, emek verdiğiniz için ben teşekkür ederim.

 

17 Haziran 2022