Rusya’da stratejik kültür kendine özgü bir şekilde yüzyıllardır şekillenerek gelişmiştir. 17.yüzyılda, jeopolitik arka planda kendi “BÜYÜK RUSYA-VELİKAYA RASSİYA” stratejisini ortaya koyan ve bunu dış politikada hayata geçiren Çarlık Rusya’sı, sınırları ötesinde batıda Baltık bölgesinden Karpat dağlarına, güneyde Tuna nehrinden İran dağlarına ve doğuda Volga kıyılarından Altay Dağları’na kadar geniş bir coğrafi alanda siyasal değişimleri yapabilmeye ve etkilemeye yönelmiştir. Siyasi ve askeri yönetim gücüne sahip olan Çarlık Rusya’sı, belirlediği bu üç farklı bölgeye doğrudan askeri olarak müdahale edebileceğine ve kendi çıkarlarına uygun siyasal değişimler yapabileceğine inanmaktaydı.
1917 Sovyet devrimi ile Çarlık yıkılınca Avrupa’ya kaçan aydınlar tarafından 1920 yılından başlayarak “Avrasyacılık Entelektüalizmi”nin temeli oluşturuldu. Ancak bu ekolün esas görüşleri 1926’da Paris’te N.Turubetskoy’un derlediği bir manifestoda yoğun olarak ifade edildi. Avrasyacı aydınların Avrasyacılık üzerinde farklı fikirleri olmakla birlikte, hepsinde ortak olan yön Avrasya’nın hem coğrafi hem de kültürel, politik ve felsefi anlamda kendine has bir bütün olduğuydu; yani ne tam olarak Avrupa’nın ne de Asya’nın parçası sayılma. Avrupa’nın parçası sayılmamanın ötesinde Avrasya, Slav veya Avrasyalı kültürden aşağı görülen Avrupa-Germanik kültürün karşısında tanımlandı.
Klasik Avrasyacılık, Pan-Slavizmin etkisinde gelişmiş bir akım olmasına karşın, Avrasya coğrafyasında yaşayan milliyetlere yaklaşımı itibariyle Pan-Slavizmden ayrılır. Klasik Avrasyacılar, Avrasyalı kimliğinin Slavlarla Türk ve Fin-Ugrik (Turani) halkların karışmasıyla oluştuğunu savunurlar ve bu bağlamda hem Avrasyalı kimliğinin hem de Avrasya’yı yöneten siyasi birliğin ayrılmaz parçası olarak görürler. Ancak bu coğrafyada yaşayan milliyetlerin tarih boyunca süregelmiş olan ve devam etmeye mahkum siyasi birliğini, Cengiz İmparatorluğu’ndan itibaren hep otoriter ve tek bir siyasi birliğin yönettiğini, son olarak bu otoritenin Rus Çarlığı’ndan SSCB’ye geçtiğini ve bu sürekliliğin Rusların önderliğinde devam edeceğini ileri sürerler. Böylece klasik Avrasyacılık, Sovyetler Birliği’ni, Birinci Paylaşım Savaşı sonunda realite hâline gelen ulus-devlet yapılanmasıyla imparatorlukların yıkılmasından korumaya yönelik bir akım olarak ortaya çıktı da denebilir. Diğer bir anlatımla klasik Avrasyacılık, Avrasyalılık kimliğini tanımlayan bir fikir akımı olmasına karşın, pratik olarak SSCB içindeki milliyetlerin bağımsızlık fikirlerine karşı geliştirilmiş seçenek olarak görülmelidir.
Klasik Avrasyacılık, içerdiği determinizm, romantizm ve sunduğu yol haritası bakımından idealist bir akım gibi görünse de tezleri açısından tutarsız ve pragmatik bir akımdır. Her şeyden önce, klasik Avrasyacılığın en temel argümanlarından biri olan Rus Çarlığı içindeki Türkler ve Slav halklarının ortak bir “Avrasyalı” kimliğine sahip olduğu tezi gerçeklikten uzak bir iddiadır. Çünkü Avrasya coğrafyasındaki halklar tek bir otorite tarafından yönetilmiş olsa da ortak bir kimliğe sahip olamamışlardır. Türk ve Slav halkları birbirlerinden etkilenmiş olsa da halkların kendi kimlikleri aşınıp ortak bir kimlik içinde erimemiştir. Bunun tek istisnası olarak, Sovyetler döneminde “Sovyet insanı” yaratma projesi gösterilse de Stalin’in milliyetler politikasının sonucu olan ve bir noktada halkların yerlerinden edilmesiyle sonuçlanan “Sovyet insanı” inşa sürecinin, aradan 92 sene geçmesine rağmen, hâlâ Rus olmayan unsurların tehdit olarak görülmesi karşısında Klasik Avrasyacılığın argümanlarının geçersizliği bir kez daha kanıtlanmış olmaktadır.
Klasik Avrasya ekolünün bilimsel aktivitesi SSCB döneminde neredeyse yok olsa da fikirleri ortadan kalkmadı. 2000 yılında V.Putin’in Rusya Devlet Başkanlığı görevine gelmesi ile Avrasyacılık “resmi” olarak yeniden canlandı. Yeni Avrasyacılığın gelişimi için, yükselen Rus imparatorluk hedefi için, yeni ve çağdaş bir ideolojik dayanak olarak A.Soljenistin’in fikirlerinden yararlanıldı. Putin’in desteklediği Rus sosyolog ve jeopolitikçisi A.Dugin Avrasyacılığı yeniden tanımladı. Tüm Asya’yı içine alan bir küresel güç olarak “Büyük Rusya-Velikaya Rassiya” yı hedefleyen, Rusya’nın hegemonyasında yeni bir Avrasya birliği oluşumu ve Rusya’nın burada lider güç olması hedeflendi.
Yeni Avrasyacı Rus Jeopolitiği
Yeni Avrasyacılık akımına göre, Rusya’nın en önemli jeopolitik gereksinmesi imparatorluğun yeniden toparlanmasıdır. Rusya’nın jeopolitik ve stratejik egemenliği için gereken, sadece kaybedilen “yakın çevre”nin yeniden kazanılması ve Doğu Avrupa ülkeleri ile müttefiklik ilişkilerinin tesis edilmesi değil, Avrupa, İran, Hindistan ve Japonya’nın Avrasya stratejik bloğuna dahil edilmesidir. Geçici olarak kaybedilen Orta Asya’da kendi stratejik, ekonomik ve siyasi nüfuzunun kurulamaması hâlinde Rusya, parçalanacağının bilincindedir. Çünkü bu takdirde Rusya enginlikleri başka yayılmacı güçlerin başlıca stratejik hedefi hâline gelecek, ya Çin, Kuzeye -Kazakistan ve Doğu Sibirya’ya- doğru ya da ABD elebaşılığındaki emperyalizm Rus topraklarına hareket ederek Güney Rusya’dan bazı bölgeleri entegre edecektir.
Rusya (SSCB’de dâhil) hiçbir zaman ulus-devlet olarak var olmamıştır. 18.yüzyıldan itibaren Avrupa’da bu model kök salmaya başlarken Rusya var gücüyle direnmiştir. Çarlık rejimi bazı tavizler verse de emperyal yapısını azami düzeyde muhafaza etmiştir. Avrupa yanlısı Petro reformlarına karşın, Rusya İmparatorluğu teokratik ve aristokratik ilkelerini korumuştur. Ancak yeni İmparatorluk eski imparatorluktan farklı kurulacaktır. Bölgesel devlet veya ulus-devlet olmayacağı gibi, kuruluş projesinde emperyal prensiplerin temeli atılacak, jeopolitik ve ideolojik çizgileri daha önceki imparatorluk biçimlerini çöküşe götüren nedenlerin giderilmesi temelinde kurulacaktır.
“İmparatorluğun toparlanması” süreci ilk olarak Rusya’nın sıcak denizlere çıkışını temin edecek olan uzak bir hedefe yönelmelidir. Jeopolitik olarak doğu ve kuzeyin soğuk denizlerine egemen bir devlet olan Rusya’nın etkin devlet olabilmesi için mutlaka güney ve batının sıcak denizlerine çıkışı tamamlanmalıdır. Bunun için tarihte çok sayıda Osmanlı-Rus savaşı yapılmış ancak meyvesini İngilizler toplamışlardır. Rusya, güneye doğru son atılımını Afganistan işgaliyle yapmış ise de yenilerek geri dönmüştür. Güney ve batı sınırları kıyı hatları hâline geldiği zaman Rusya’nın kıtasal oluşumu tamamlanmış olacaktır. Rus jeopolitiğine göre, tek süper güçlü bir dünyanın, Rusya’nın jeopolitik önemini ortaya çıkarması sonucu, ABD elebaşılığındaki emperyalizme karşı Rusya ile diğer Avrasya devletlerinin kendiliğinden meydana gelecek ittifakı vasıtasıyla sıcak denizlere çıkış yolu açılacaktır.
Güncel olması nedeniyle, yeri gelmişken Ukrayna’nın Rus jeopolitiği bakımından konumuna da bir paragraf açmak gerekiyor.
Rus jeopolitiğine göre, şu anki sınırları ve egemen devlet statüsü ile Ukrayna’nın varlığı, Rusya’nın jeopolitik güvenliğine vurulan, topraklarına müdahale ile eşdeğer görülebilecek, telafisi mümkün olmayan bir darbedir. Burası, Rus jeopolitik mekânının batı kuşağında en kırılgan noktasıdır. Üniter Ukrayna’nın daha fazla yaşamasına izin verilemez. Bu ülke, jeopolitik ve etnik-kültürel gerçekliklerin çeşitliliğine uygun surette birkaç kuşağa bölünmelidir. Bağımsız bir devlet olarak Ukrayna, toprak istekleriyle Avrasya’nın tümü için büyük bir tehlike arz etmektedir. Ukrayna meselesi çözüme kavuşturulmadan Rusya’nın kıtasal jeopolitiğinden bahsetmenin hiçbir anlamı yoktur. Ukrayna’nın bağımsız mevcudiyeti “tampon kordonu” olarak bir mana ifade eder. Çünkü çelişkili jeopolitik eğilim unsurları bu ülkenin ne Doğu ne de Batı Bloğu’na tamamen birleşmesine izin vermektedir. Tüm bunlar Ukrayna’yı sözde var olmaya ve ABD’nin Avrupa’daki stratejisine jeopolitik açıdan hizmet etmeye mahkûm etmektedir. Batı jeopolitiği ve bu jeopolitiğin merkezi olan Ukrayna meselesi, Moskova’nın acil önleyici tedbirler almasını gerektirmektedir. Zira Batının, Rusya’ya her an stratejik bir darbe indirmesi söz konusudur. “Tarihin coğrafya ekseni” nin buna cevap vermemesi düşünülemez.
Kurulacak yeni imparatorlukta doğal kilit fonksiyonunu Ruslar yerine getirecektir. Çünkü Avrasya kıtasında eksen olan toprakları onlar kontrol etmektedir. Kültürel, medeniyetsel, stratejik açılardan, Ruslar doğal ve organik bir şekilde bu misyona uygundur. Bu imparatorluğun jeopolitik yapısının temeline “ortak düşman” ilkesi oturtulmalı, ABD’nin stratejik kontrolü reddedilmelidir. Avrasya’nın stratejik birliği, tüm istikametlerde deniz sınırlarındaki kontrolü, kaynaksal otarşiyi ve Avrasya silahlı kuvvetlerinin merkezi idaresini temin etmelidir. Ancak bu kıtasal projenin-stratejik birliğin daha önce hayat bulmasını engelleyen 3 önemli faktörün de gerçekleşmesi gerekmektedir.
Batı Ekseni: Moskova-Berlin
Yeni imparatorluk projesi batıda Orta Avrupa’yı sağlam bir köprübaşı olarak görmektedir. Tarih ve coğrafya mülahazalarına göre Orta Avrupa, ABD’ci Batı Avrupa mekânına karşı açık bir şekilde ifade edilmiş kıtasal karaktere sahiptir. Orta Avrupa’nın jeopolitik merkezi Almanya’dır.
Moskova-Berlin ekseninin oluşumu, Rusya ve Almanya’nın karşılaştığı bir dizi önemli sorunun çözümüne de yardımcı olacaktır. Böyle bir ittifak, Rusya için ileri teknolojiye, sanayide güçlü yatırımlara doğrudan erişimi ve Rus topraklarının ekonomik kalkınmasında Avrupa katılımının güvencesini sağlayacak, bunun karşılığında ise ABD tarafından sömürülen üçüncü dünyanın enerji rezervlerine bağımlılıktan kurtulmak için Almanya’ya Moskova’nın stratejik yardımını sağlanacaktır. Aynı zamanda ekonomik olarak dev ama siyasi olarak cüce Almanya ile politik olarak dev ama ekonomik olarak kötürüm Rusya’nın dertlerine deva olacaktır. Uzak gelecekte ise Avrasya İmparatorluğunu kurmak için stratejik ve ekonomik yapıyı meydana getirecektir.
Moskova-Tokyo Ekseni
Bugünkü dünyada Çin ve Japonya, Avrasya’nın gerçek doğu kutbu olmak için yarışıyor. Ancak adı geçen ülkeler arasında uzun tarihi jeopolitik husumet ve iki medeniyet tipolojisi vardır. Bu nedenle Rusya birini seçmek zorunda kalacaktır. Çin’in her ne kadar kıtasal bir kitle ve medeniyeti geleneksel otoriter karakter taşıyorsa da Avrasya’da jeopolitik olarak Japonya değil, Çin, Anglo-Sakson güçlere önemli bir üs olmuştur.Japonya’nın stratejik pozisyonu, gelişme dinamiği, değerler sisteminin özellikleri onu ABD elebaşılığındaki emperyalizme karşı ideal bir partner yapmaktadır. Çin ise sadece Başkan Mao zamanında (1949-1958) özgün Avrasyacılığa eğilim göstermiş, daha sonra ise yeniden şüpheli jeopolitik fonksiyonuna geri dönmüştür. Rusya yeni imparatorluğun doğu eksenini MOSKOVA-JAPONYA ekseni olarak tercih etmiştir. Rus jeopolitiğine göre, bu eksen Avrasya’yı jeopolitik açıdan yetkin kılacak, ABD elebaşılığındaki emperyalizmi zayıf düşürüp, yok edecektir. Yine bu eksen, iki ülkedeki birtakım sorunları da çözecektir. Rusya ileri sanayi ülkesini kazanmış olacak; siyasal bağımsızlıktan, askeri-stratejik sistemden, kaynaklara doğrudan ulaşımdan yoksun Japonya da gereksinmelerini Ruslardan temin edecektir.
Moskova-Tahran Ekseni
Avrasya İmparatorluğu’nun güney istikametindeki politikası da stratejik, ideolojik ve kültürel açılardan Anti-Amerikancı genel Avrasya eğilimine cevap veren bir güçle kıtasal ittifaka gitmek olmalıdır. Ortak düşman ilkesi burada da başlıca faktör olacaktır. Avrasya’nın güneyinde yeni imparatorluğun güney kutbu rolünü oynayabilecek jeopolitik oluşum olarak sadece İslam dünyası vardır. İslam dünyası dağınık vaziyette olduğu için, jeopolitik sabiteler açısından güney kutbu, bizdeki bir bölüm Avrasyacı siyasi soytarının saptamalarının aksine, Atlantikçi Türkiye değil, İran’dır. Bu muazzam devlet, Orta Asya ile sıkı ilişkili, radikal şekilde anti-Amerikancı ve gelenekselcidir. Aynı zamanda coğrafi olarak öyle bir bölgededir ki yeni imparatorluğun sıcak denize ulaşma sorununu çözecektir. Moskova-Tahran ekseni “anakonda”yı en zayıf yerinden kesmekte, Avrasya’nın içinde yeni köprübaşları ele geçirmede Rusya’ya sınırsız ufuklar açmaktadır.
Son Yerine
Hayata geçirilebilmesi hâlinde ikinci bir süper güç olacak yeni imparatorluk ile Rusya, ABD elebaşılığındaki emperyalizmin kudretini temelinden sarsabilme peşindedir. Bu aynı zamanda ismi ne olursa olsun, 1991 senesinde yıkılan emperyalist güç Sovyetler Birliği’nin yerini alacak olan yeni Rus İmparatorluğu olacaktır. Yeni Avrasyacılık adı altındaki aldatıcı formülasyonlarla, emperyalizme karşı mazlum halklarla birlikte mücadele ediliyor siyaseti izlenerek, SSCB’nin yıkılmasından sonra kaybedilen bâkir Orta Asya enerji kaynaklarına yeniden kavuşmanın planlamasını yapan emperyalist Rusya, umulur ki hiçbir halkı kandıramayacaktır.
Ahmet Hulusi Kırım
12 Aralık 2022
Kaynakça
Aleksandr Dugin-Rus Jeopolitiği
Boris Kagarklitsky-Çevrenin İmparatorluğu
Yevgeni Primakov-Rusların Gözüyle Ortadoğu