Türkiye’de sosyalizm, HDP’lilerin patriyarkalarını açıklamak için muhtemeldir ki konsensüse vararak kullandıkları “kocasından izin almadan sokağa çıkamayan eş” tarifindeki duruma düştü. HDP’den onay almadan kendi yolunu çizemeyen sosyalizm, “Güç Birliği” adı altında bir çıkışla, çıkışı yapanların kendi ifadeleriyle, kendi göbek bağını kesmiş oldu. Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak tam da bu durumu özetliyor. Saflaşma kimlik siyasetinin dışına çıktı çıkmasına ama gündemin de sıcaklığıyla, bu kez yine sınıfsal temel yerine ilerici-gerici adında bir kamplaşmaya sokuldu.
Güç birliğinin HDP merkezli kamptan laiklik duyarlılığıyla ayrılmasının dışında bir ideolojik farklılığının bulunmadığı da gösterilmiş olundu. Sandık fetişisti CHP kurmaylarının, kendilerinin hükûmetten daha liberal olduğunu söyleyerek oluşturdukları dil, TKP ve akrabalarının HDP kampına yönelik eleştirileriyle son derece benzerlik gösteriyor. HDP’nin feminist, çevreci ve LGBT aktivizmiyle geliştirdiği en ileri uç temsilciliğinden, laiklik ilkesine gönülden bağlılıkla daha ileride olma gayreti...
Bu yarışın demirbaşlarından Demirtaş da kendi sollarına bakmalarını söyleyen bir tavırla TKP’den hiç aşağı kalmadıklarını göstermişti. Hangisi daha solcu yarışması, son bir aydır araçlar ilerici-gerici tüneline girdiği için kesintiye uğradı ve yargılanan şarkıcıyla ilgili durumdan daha büyük gördükleri suçların daha az ya da hiçbir cezayla karşılaşmaması nedeniyle gönüllü avukatlık yapmaya başladılar. Burada hepimizden daha büyük resimleri görebilen keskin büyüklerimiz, savunulanın laiklik ilkesi olduğunu, kişilerin önemsiz olduğunu da ceplerinde hazır bir kurşun olarak tutuyorlar. Sanıyorum ki artık hiçbir itiraz gelişmediği için o kurşun ileride müzelik olacaktır.
Hani cümleler, “Hukuk Ensar Vakfı’na niye işlemiyor?” kalıbıyla başlıyor ya, keşke o ilericiliğin çok değil, birazını da yılın ilk yarısında işyerlerinde katledilen, bilebildiğimiz kadarıyla bini aşkın işçi için de gösterebilseler. Toplumsal muhalefetleri tahliye çıkaracak kadar gelişmiş düzeydedir ya, büyük kalem Kadri Gürsel laik kesimlerin örgütsüz muhalefetine hayrandır ya, bu ilericiliğin kalelerini inşa eden, cumhuriyetimizi nice yıllar yaşatacak ülkemizin aydınlık yüzlerini, villa havuzu inşaatına düşüp o havuzu başının kanlarıyla dolduran 18’ini bile görmemiş işçi Muhammed için de görebilsek. Bu ilericilik ne müthiş, ne alımlıdır! Şimdilerde NATO’nun yeni yavukluları İskandinavya şebekesi de bu ilericiliğin şahikası konumundadır. Bu ilericilik emekçiden uzak durmalıdır...
SIDA, İsveç Uluslararası Kalkınma ve İşbirliği Ajansı’nın kendi dilindeki kısaltması. İsveç Dışişleri Bakanlığına bağlı. Amacının gelişmekte olan ülkelere kalkınma yardımları olduğu söyleniyor. Türkiye’de böyle bir uygulaması bulunmuyor ama “yükselen” kadın hareketiyle çalışıyor. AB ve ortaklarının Türkiye’deki etkisi sosyalizm içinde hiç olmadığı kadar arttı. Kavala’nın mahkûm olması, AB etkisinin düştüğüne kanıt olarak sürülmüştü. Bunun, finansal çıkarlarda uyuşma sağlanamadığı için ayrışılan tarikatların soruşturmalarla karşılaşmasına “işte laiklik” demekten bir farkı yok. Yani bu görüş, Kavala AB’nin sembolü derken bu sembolün hapishanede olması durumunda AB etkisini yitireceğini işaret ediyor. AB’nin tek bir kişi veya kuruluş üzerinden çalıştığına dair inanç hangi aklın işidir tartışılması gerekiyor.
Filmmor Kadın Kooperatifi, ABD merkezli vakıflardan 3 milyon TL alırken, İsveç merkezli SIDA, sadece bunların basın yayın organı Bianet için bile 6 milyon TL’yi gözden çıkardı. Mor Çatı Kadın Sığınağı 9 milyon TL, Kadının İnsan Hakları Yeni Çözümler Derneği 8 milyon TL, Anne Çocuk Eğitim Vakfı 5 milyon TL, Kadın Adayları Destekleme Derneği 2 milyon TL aldı SIDA’dan. Kemal Okuyan’ın hayran olduğu, kimsenin boyun eğdiremeyeceğini söylediği kadın mücadelesi hiç yalnız görünmüyor. Yine Kemal Okuyan, dinci gericilerin sinirlerini en çok kadınların bozduğunu söylüyor. Kastettiği kişilerin, isminin açıklanması Kılıçdaroğlu’nun insafına kalmış bir vergi cennetinde şu anda âlem yapmakla meşgul olduğu ihtimali daha fazladır. TKP ve TKH’nin Avrupa Birliği’ne eskisi gibi kafa tutmadığı veya tutamadığı da görülüyor. Avrupa Birliği’nin ne toplumsal cinsiyet politikasına, ne de göçmen politikasına karşı bir alternatif hazırlanmıyor. HDP ve TİP’in zaten AB’nin temsilcisi oldukları saklanmıyor bile. HDP demokrasisi Abdullah Öcalan ağzını açtığında bitiyor, biliyoruz; TİP’in Alevi politikası da böyledir. TİP’in ufku İmamoğlu’nun cumhurbaşkanı seçilmesi kadardır. Ateş olsa cirmi kadar yer yakıyor.
Belki NATO’yu, benzetme açısından örgütün silahlı kanadı olarak düşünürsek, AB’nin Türkiye sosyalizmi içinde güçlenmesiyle örgütün silahlarını bırakmaya başladığı, silaha gerek kalmadığı bu temelde söylenebilir. Bu örgüt emperyalizmdir. NATO askeriyeden, AB maliyeden sorumludur. NATO ve AB için turnusol sosyalizmdir. Merkezinde işçi sınıfının yer almadığı her siyaseti, değişen şartlar doğrultusunda kucaklayabilmişlerdir.
Herkes ısrarcı, dahası herkes, hepimiz birer bozuk plak. Laiklikten yana ya da değil, o, kendi içlerinde bir çatlak fakat her iki ittifak yine de bozuk plak.
Biz de aynı. Sosyalizm ve sosyalizmde inat...
Abbas Tekin
31 Ağustos 2022