Britanya’da serbest rekabetçi kapitalizmden tekelci kapitalizme geçişin tezahür ettiği 1860-70’li yıllardan itibaren, Anglo-Sakson burjuva-aristokrat sınıflar ittifakı, emperyal siyasetin kendi ideolojik üstyapısını da yeniden şekillendirirken, malî oligarşinin hizmetindeki sayısız gizli cemiyet de bu kapsamda zuhur etmekteydi. Bu ittifakın Oxford’da üslenen beyinlerinden John Ruskin’in 1871 yılında yaptığı bir konuşmanın ardından, temelleri daha eski olmakla birlikte 1891 Şubat ayında Cecil Rhodes tarafından Gizli Cemiyet kurulmuştur. Cizvit modeline dayalı dinî bir kardeşlik derneği görünümüne sahip olan bu cemiyetin örgütlenme modelinde “Seçilmişler Cemiyeti” adı verilen bir iç çember ve “Yardımseverler Derneği” adı verilen, esas olarak iç çemberi gizlemek için vitrine yerleştirilen bir dış çember bulunmaktaydı. Rhodes’un liderliğindeki cemiyetin diğer iki kurucu üyesi gazeteci William Stead ile Kraliçe Victoria ve Kral V. George’un danışmanı Reginald Balliol Brett idi. Britanya’nın etkili devlet memurlarından olup, Güney Afrika Yüksek Komiserliği de dâhil olmak üzere çeşitli görevlerde bulunmuş olan Alfred Milner da kısa süre sonra cemiyete katılacaktı.[1]
Cemiyetin kuruluşundan önceki iktisadî arka plân kazınırsa eğer, Afrika kıtasının zenginliğine ulaşılmaktadır. Kıtadaki elmasları tekeline toplamış olan Rhodes, yaratılan imajın aksine yalnız değildi; sırtını Rothschild Bankası’na dayamaktaydı. O dönem kıtadaki dört ana “damar”ın işletilmesiyle piyasayı elmasa boğan ve birbirlerini bertaraf etmeye çalışan yüzden fazla küçük kumpanya bulunmaktaydı. 1882’de bir Rothschild yetkilisinin önerisi ve finansman desteği sayesinde önce Rhodes’a ait De Beers kumpanyası ile Compagnie Française birleşmiş, ardından bunlardan da büyük olan Kimberley Merkez kumpanyasının dahli gerçekleşmiştir. Sonunda kıtada De Beers adlı tek bir kumpanya tekel hâline gelmiştir. Tekelin büyük hissedarı, sanılanın aksine Rhodes değil, 1885’de soyluluk unvanı alarak Lordlar Kamarası’na giren ilk Yahudi olan Nathaniel de Rothschild idi. Rhodes ise asıl patrona olan bağlılığını şu şekilde ifade etmekteydi: “Sen arkamda olduğun sürece söylediğim her şeyi yapabileceğimi biliyorum. Ama sen farklı bir görüşteysen, benim de söyleyecek sözüm olmaz.”[2]
Emperyal bir vizyona sahip olan Rhodes, para kazanmanın da ötesinde aynı zamanda bir imparatorluğun kurucusu olmayı hedeflemekteydi ve ilgi alanı Afrika ile sınırlı değildi. Henüz daha 20’li yaşlarının ortasındayken şunları yazabilmekteydi:
“İngiliz hâkimiyetinin dünyada yayılması; enerji, emek ve girişim açısından uygun görünen her yerde Birleşik Krallık kolonizasyonunu oluşturmak… nihai hedef olarak Amerika Birleşik Devletleri’nin Britanya İmparatorluğu’nun dâhili bir parçası hâline getirilmesi.”[3]
ABD’yi Britanya İmparatorluğu’nun “ayrılmaz bir parçası” olarak gören Rhodes, 1902 yılında ölmüş ve cemiyetin liderliği büyük ölçüde onun gibi Geniş Britanya idealini benimseyen Milner’a geçmiştir. O da amacını oldukça açık bir şekilde ifade etmekteydi:
“Benim yurtseverliğimin sınırları coğrafî değil, sadece ırksaldır. Ben bir emperyalistim ve bir Küçük İngiltere yanlısı değilim; çünkü İngiliz ırkının bir yurtseveriyim. Bende yurtseverlik duygusu uyandıran şeyin… esası İngiltere’nin toprakları değil, İngiliz ırkının lisanı, gelenekleri, manevî mirası, ilkeleri, özlemleridir…”[4]
1925’teki ölümüne kadar Milner’ın liderliğindeki cemiyet, Güney Afrika’da bulunduğu uzun süre zarfı boyunca birlikte çalıştığı meslektaş ve asistanlarından oluşan ve Milner Grubu olarak adlandırılan bir diğer grubun etkisiyle birlikte daha da genişlemiştir. Esasında burada olan Rhodes Grubu ile Milner Grubu’nun birleşmesiydi ve buraya üçüncü olarak, kökü 1873 yılına dayanan –ve Osmanlı dönemindeki faaliyetlerinden de tanıdığımız– “tarihçi” Arnold Toynbee’nin başında olduğu Grup da eklenecekti. İlerleyen yıllarda Rhodes’un Gizli Cemiyet’i, 1909’da yarı gizli Round Table (Yuvarlak Masa) adlı teşkilâta dönüşecek; 1915’den itibaren teşkilâta bağlı gruplar Britanya’nın yanı sıra Güney Afrika, Hindistan, Yeni Zelanda, Avustralya, Kanada ve ABD içinde de etkin hâle gelecekti. Temelde Britanya hegemonyasının ideolojik ve politik hâkimiyeti için çalışan bu teşkilât, Britanya çevresinde bir federal yapı içinde dünyada bütünüyle İngilizce konuşan bir birlik için çabalamaktaydı.[5]
I. Paylaşım Savaşı’nın ardından Paris Barış Konferansı (1919) sırasında yapılan bir toplantıda, büyük ölçüde bu teşkilâta bağlı kişilerden oluşan Britanya delegasyonu üyeleri tarafından Chatham House olarak bilinen Britanya Uluslararası İlişkiler Enstitüsü kurulmuş, 1926’da Kral V. George tarafından Enstitü’ye Kraliyet Beratı verilmesiyle birlikte adı Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü olmuştur. 1921 yılında ABD’de kurulan Dış İlişkiler Konseyi (CFR) de buna paralel bir şekilde kurulmuştur.[6]
“Amerikalı tarihçi” kimliğiyle bilinen fakat ülkemizde pek tanınmayan William Yandell Elliott (1896-1979), ABD’deki anti-komünist haçlı seferinin ilk militanlarından biriydi ve okullarda buna yönelik eğitimin teşvikine dair çabasının yanı sıra, FBI muhbirliği de yapmaktaydı. Amerikan ırkçılığının azılı militanlarından biri olarak, yakın bağlara sahip olduğu Ku Klux Klan artıklarından oluşan Tennessee Tapınakçıları ile Britanya’da Balliol Koleji’nde[7] üslenen ve kendisinin de Rhodes Bursu kapsamındaki çalışmaları esnasında dâhil olduğu Round Table arasındaki koordinasyonu sağlamaktaydı. Yaşamı boyunca tüm ilişkileri, konuşma/mülâkat ve akademik üretimleri bu faşist ve elit hareketlerin güçlenmesine adanmıştır.[8] Öncesinde, 1917’de Vanderbilt Üniversitesi’ndeki mezuniyetinin ardından Rothschild-Warburg bankacılık sistemine dâhil olarak, orayı temsilen San Francisco Federal Rezerv Bankası’nda direktörlüğe yükselmiştir.
Round Table’ın başlıca yönlendiricilerinden biri de Elliott’un Oxford’daki hocası ve daha sonra Balliol Üstadı olacak olan A.D. Lindsay idi; bu kişi aynı zamanda Britanya’nın psikolojik harp merkezi olan Tavistock İnsan İlişkileri Enstitüsü’nü temsil etmekteydi ki burası da Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nün kontrolündeydi. Elliot, bu kurumlardan alınan talimat doğrultusunda ABD’ye geri dönmüştür. 1923’te Almanya’da doğan ve Britanya üzerinden ABD’ye göç eden Henry Kissinger ise Elliott’un öğrencisiydi ve her daim ona sadık kalmıştır. Öyle ki, William Yandell Elliott ve Neil A. McDonald imzasıyla 1949’da yayımlanan ve Harvard Üniversitesi’nde ders kitabı olarak da okutulan Western Political Heritage [Batı’nın Siyasî Mirası] isimli yapıta katkı koyan öğrencilerden biri de Kissinger’dır; kitaptaki temel önerme ise “Britanya İmparatorluğu’nun yeniden kurulması” üzerinedir. Britanya Dışişleri Bakanlığı’nın kuruluşunun 200. yıldönümü münasebetiyle, 10 Mayıs 1982’de Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nde yaptığı bir konuşmada, kariyeri boyunca Britanya için çalıştığını açıkça deklare eden Kissinger, CIA’dan çok MI6’ya bilgi verdiğini de ifade etmekten geri kalmamıştır.[9]
Buradan tekrar Çin’e dönecek olursak eğer; Kissinger üzerinden Çin ile diplomatik ilişkilerin derinleştirilmesi meselesinin de aslında Britanya üzerinden okunması gerekmektedir, zira Kissinger, yukarıda kısaca aktarmaya çalıştığımız çizginin bir takipçisidir. İlişkilerin tesis edildiği tarihte Başkan Nixon, ABD’nin global hâkimiyetini simgeleyen Bretton Woods sistemine son verildiğini açıklamıştır. Perry Anderson’ın de belirtmiş olduğu üzere Britanya, Dünya Bankası ve IMF’nin doğduğu yer olan Bretton Woods’ta Emperyal Öncelik’ten vazgeçmek zorunda bırakılmış ve dolar uluslararası para sisteminin hâkimi, diğer tüm devletlerin kullanmak zorunda olduğu rezerv birim olarak ilân edilmiştir.[10]
Meşhur iktisatçı John Maynard Keynes’in biyografisini kaleme alan Robert Skidelsky, II. Paylaşım Savaşı’nın Britanya için iki ayrı savaşı ifade ettiğini yazmıştır. İlki, Winston Churchill’in Britanya’yı Nazi Almanya’sına karşı koruma mücadelesiyken; diğeriyse görünürde Batı ittifakı olmasına rağmen Keynes’in Britanya’yı Büyük Güç olmayı hedefleyen ABD’den koruma çabasıydı. Sanıldığının aksine Keynes salt bir iktisatçı yahut kuramcı değil, Britanya İmparatorluğu’nun elit bir temsilcisidir.
Keynes’in I. William (Y.1027-1087) ile birlikte gelen Normandiyalı bir şövalyeye dayanan ailesi Salisbury’de bahçıvanlık yapmaktaydı. Büyük babasının küçük bir servet yaratmasıyla birlikte aile yoksulluktan kurtulmuş, bu kişinin tek oğlu olan ekonomist John Neville Keynes 1870’li yıllarda Cambridge’e yerleşerek Pembroke Koleji’nde akademi üyesi olmuş, ardından 1910’dan 1925’e kadar üniversitenin sicil memurluğunu üstlenmiştir. Ünlü bir cemaat temsilcisi ile kendini kadınların eğitimi davasına adamış olan bir öğretmenin kızıyla evlenmiştir.[11] J.M. Keynes bu evlilikten doğmuş ve Viktorya Dönemi’nde yönetici sınıfa dâhil olmuş bir ailenin ferdi olarak, yaşamı boyunca o dönemin değerlerini benimsemekle kalmamış, Pax-Britannica için fikrî ve fiilî mücadeleden kaçınmamıştır. Hükûmet politikalarının belirlenmesi konusunda Britanya’nın o güne kadarki en güçlü ve büyük memuru olan, hatta 1942’de kendisine Tilton Baronu Keynes olarak asilzadelik unvanı verilen[12] Keynes, Britanya Hazinesi’nin başında bulunmaktaydı ve Bretton Woods Konferansı başta olmak üzere pek çok önemli görevi üstlenmiştir. II. Paylaşım Savaşı geldiğinde Britanya adına Washington’a gitmiş, orada Amerikalı yetkililerin kendilerine karşı olan düşmanlığının kendi tahmininden de fazla olduğunu görmüştür.[13] Sonrasında söz konusu konferansta Britanya’yı temsil eden heyete liderlik etmiştir. Bu konferansta dönemin ABD Hazine Bakanı Henry Morgenthau, kendi amaçlarının “faizci tefecileri uluslararası finans tapınağından kovmak” olduğunu dile getirmiştir. Egemenlik mücadelesi âdeta Keynes üzerinden vuku bulmaktaydı. Hatta 1947’de ilk Keynesçi ders kitabı yayımlandığında ABD’de bir kampanya örgütlenmesiyle birlikte birçok üniversitenin siparişlerinin iptal edilmesi sağlanmıştır. Muhafazakâr hareketin ideologlarından ve sonrasında CIA görevlisi de olan William F. Buckley, Keynes’in kitabını müfredata sokanları “şeytanî fikirler” yaymakla suçlamış ve hedef göstermiştir.[14] Bretton Woods’ta ABD’nin hâkimiyeti tesis edilirken; Britanya ise perde arkasından yol almaya devam etmekteydi. Öyle ki, Keynes’in müzakere ortağı olan Harry Dexter White, ABD aleyhine SSCB’ye bilgi aktarımında dahi bulunmaktaydı. ABD, Morgenthau üzerinden dünyanın finans merkezini Londra ve Wall Street’ten ABD Hazinesi’ne taşıma niyetini ilân ederken, Britanya da zora düşen iktisadî durumu için bir takım önlemler almaya çalışmaktaydı. SSCB, bir yandan Soğuk Savaş’ın ısınma ihtimaline karşı ABD bankalarında dolar bulundurmak istememekte ancak çöküşe geçmiş bulunan riskli bir imparatorluğun parasına (Sterlin) da yatırım yapmayı istememekteydi. Sonunda Londra’da dolar tutulması kararlaştırılmış, 1957’de Moskova Narodny Bankası tarafından yapılan birkaç yüz bin depozito ile Britanya alenen SSCB tarafından beslenmiştir.[15] Bretton Woods’u sonlandıran Nixon’ın Keynesçi olduğunu ilân etmesi rastlantı değildir. Milton Friedman ise ondan da önce, henüz daha 1966 yılında bunu ilân etmiştir.[16]
23 Mart 2009’da, Çin Halk Bankası Başkanı Zhou Xiaochuan tarafından “Uluslararası Para Sisteminde Reform” başlıklı bir makale yayımlanmış, diğer ileri gelen yetkililerce de desteklenmiştir. Makalede sürekli Keynes’e atıf yapılmakta ve Bretton Woods sisteminin çöküşünden sonra finans krizlerinin sıklığı ve gittikçe artan şiddeti eleştirilmekte, altında yatan sebebin de tek bir ulusal para birimine bel bağlanması olduğu vurgulanmaktaydı. Bu, açıkça ABD dolarına karşı bir meydan okuma anlamına gelmektedir.[17]
Çin’de döviz rezervleri ve döviz kuru politikasında karar alma yetkisi eskiden sadece Merkez Bankası’na aitken, artık Maliye Bakanlığı’nın da para politikaları üzerinde söz hakkı bulunmaktadır. Şubat 2013’te Moskova’da düzenlenen G20 maliye bakanları ve merkez bankası başkanları buluşmasında, Maliye Bakanı Xie Xuren, finansal reformların önünü açacak ve yatırımlarda enflasyonu dizginleyecek reformlar yapılması yönünde yurtiçindeki yaygın çağrılara rağmen, Çin’in 2013’te genişlemeci bir malî politika izleyeceğini ilân etmiştir.[18]
***
Öte dünyaya postalanmadan bir süre önce 100. yaşını kutlamış olan Kissinger, 2023 Temmuz’unda, 52 yıl önceki gizli ziyaretini gerçekleştirdiği Diaoyutai Devlet Konukevi’nde mevcut Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, Dışişleri Bakanı ve ÇKP’nin en üst düzey diplomatı Wang Yi ve ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin’in görüşmesine izin verilmeyen Savunma Bakanı Li Shangfu ile görüşmüştür. ABD Başkanı Biden’ın gönderdiği temsilciler eli boş dönerken, Kissinger’ın memnuniyetle karşılanması rastlantı olmasa gerek. ABD Dışişleri Bakanlığı, Kissinger’ın ABD Hükûmetinin himayesi altında değil, ‘özel bir vatandaş’ olarak seyahat ettiğini vurgulamıştır.[19]
Ölümünün ardından en çok üzülenler de Çinli yöneticiler olmuş, konuyla ilgili Global Times editoryasınca yazılan değerlendirmede, “hayatının 50 yılını Çin-ABD ilişkilerine harcadığı” vurgulanan Kissinger’a övgüler yağdırılmış, “eski bir dost ve iyi bir arkadaş” olarak görülen bu şahsın dünya halklarına yönelik bilinçli katliamlarından ise tek bir satırda dahi bahsedilmemiştir.[20] Devlet Başkanı Şi, Biden’a taziye mesajı göndermiş ve ailesine başsağlığı dilemişken, Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Wang Wenbin de Kissinger’ın “Çin halkının eski dostu” olduğunu vurgulamış, aynı bakanlığın sözcülerinden Hua Chunying, “Onun vizyonu ve bilgeliği Pasifik’teki ve dünyanın her yerindeki insanlara ilham vermeye devam edecek,” demiş, Çin’in ABD Büyükelçisi Xie Fendg ise Kissinger’ın ölümünü duyunca “şok geçirmiş” ve “dünya için çok büyük bir kayıp”(!) olduğunu ifade etmiştir.[21] Çinli yetkililer endişelenmesin, kapitalist barbarlık var olduğu sürece bu kanlı vizyona sadık kalacak beyinler de yetişmeye ve dünya halklarına belâ olmaya devam edeceklerdir.
Gerek Kissinger’ın şahsî portresi gerekse Britanya ile ÇHC arasındaki askerî ve iktisadî bağlar düşünüldüğünde, II. Paylaşım Savaşı’nın ardından dünya hegemonyasını ABD’ye kaptırmış olan Britanya İmparatorluğu’nun, esasen bugün ÇHC üzerinden tekrar hâkimiyeti ele geçirmeye çalıştığı görülmektedir. Tabiî ABD denildiğinde de, bu ülkedeki Alman çelik çekirdeği göz ardı edilmemelidir, zira bu imparatorluk, II. Paylaşım Savaşı’nın ardından oraya kaçırılan Nazilerin beyin takımına mensup kişilerce modernize edilerek neredeyse baştan inşa edilmiş, içerideki ve dışarıdaki anti-komünist haçlı seferinin karargâhı olarak bellenen CIA ise büyük oranda bu kişiler eliyle oluşturulmuştur (Öncülü olan OSS’de ise Britanya etkisi ağır basmaktaydı). Sonradan CIA Şefi olan ve bu görevi en uzun süre yürütmüş olan Allen Dulles, Hitler’in en büyük malî destekçisi olan Baron Kurt von Schroeder’in sahibi olduğu bankada genel müdür pozisyonunda bulunmaktaydı. Bu tarihsel temelden bakıldığı zaman, misal, birkaç yıl önce Çin’in yükselişine paralel biçimde Brexit süreciyle Britanya’nın AB’den kopuşu yahut ABD’nin Ukrayna harekâtı dolayısıyla Rusya’ya karşı giriştiği fakat Rusya’dan çok Almanya başta olmak üzere Avrupa ülkelerinin kötü yönde etkilendiği politikalar daha net anlaşılabilecektir. Britanya’nın OBOR güzergâhındaki yatırımları da takip edilmelidir. 2024 Ocak’ında Türkiye ile serbest ticaretin genişlemesine yönelik 26 maddelik bir eylem plânı oluşturulması da bu kapsamda değerlendirilmelidir. 2022’deki hızlı tren hatlarına dair anlaşmalar da bu yönde değerlendirilmelidir ve Britanya tarafından 17 Mart 2022 tarihinde “160 yıl sonra Türkiye’deki ilk demiryolu işi” şeklinde tanıtıldığı aktarılan[22] ve açıkça Osmanlı’daki kapitülasyonlara yapılan gönderme, aynı zamanda Alman sermayesinin demiryolları üzerinden Türkiye’yi ele geçirmeye çalıştığı geçmiş döneme de bir göndermedir. Bilindiği gibi, Britanya ve Fransa’nın uzun yıllardır yerleşmiş bulunduğu coğrafyaya demiryolları üzerinden dâhil olmaya çalışan azgın Alman finans-kapitali sürecin sonunda mağlûp olmuş, hatta daha 1908 yılında dönemin Deutsche Bank yöneticisi Helfferich, bankanın genel müdürüne İstanbul’dan yazdığı mektupta, “İran Körfezi’ne değin uzanan ‘Alman Bağdat demiryolu’ düşü, tümüyle suya düşmüştür,” ifadesini kullanmıştır.[23] Jeopolitiğin önemli isimlerinden Nicholas J. Spykman, 1938 tarihli “Coğrafya ve Dış Politika” başlıklı makalesinde, “Demiryolları ülke topraklarını kontrol etmenin en etkili yolu ve demiryolu ağına sahip olmak da hâkimiyetin sembolü hâline gelmiştir,” demekteydi. Alman coğrafyacı Otto Maull de, demiryollarına hükmedilmesinin devlete de hükmedilmesi anlamına geldiğini söylemekteydi.[24] Osmanlı bakiyesi olarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin Britanya eksenine entegre edilmesiyle birlikte Berlin-Bağdat Demiryolu Hattı olarak başlanan proje 1940 yılında Londra-Bağdat Demiryolu Hattı olarak tamamlanmıştır. Alman burjuvazisine yaslanan II. Abdülhamit’in (ve daha sonra Jön Türkler’in) neden tasfiye edildiği; bugün Hamit’i savunan çizginin geçmişten bu yana Diyanet üzerinden yürütülen Almanya’daki faaliyetleri; bu çizginin fesli “üstat” tarihçisi başta olmak üzere M. Kemal’e yönelik “İngiliz uşağı” söylemi ve daha birçok mesele bu tarihsel sürecin bir ürünüdür (İstanbul’daki metro hatlarının Büyükşehir Belediyesi’ne; Marmaray’ın ise Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı’na bağlı olmasının da buradan kaynaklandığını not düşmek lâzım). Bu noktada, 8 Ocak 2024 tarihli Cumhuriyet gazetesinde, Chatham House üzerinden Britanya eksenine bağlı olan ve CHP liderliğinin sona ermesinin ardından sesi soluğu çıkmayan Kemal Kılıçdaroğlu’nun “durduk yere” neden “Çin: Bir Kalkınma Modeli” başlıklı bir yazı yazma ihtiyacı duyduğu anlaşılmış olmalıdır. 2024 Nisan’ında Almanya Cumhurbaşkanı’nın Türkiye’ye gelmesi fakat muhatabı olması gereken TC Cumhurbaşkanı’ndan önce İBB Başkanı ile görüşmesi ve bu görüşmenin gerçekleştiği mekânın Sirkeci Garı olması da aynı tarihsel temelden kaynaklanmaktadır.
Britanya yanlısı siyasetini hissettirmeyecek derecede ustalıkla sürdürmüş olan M. Kemal’in 1936 Eylül’ünde Kral VIII. Edward ve metresini İstanbul’da, üstelik de padişahların sarayında bizzat ağırlamış olması, yıllar evvelki tercihlerin bir göstergesidir. Tasfiye edildiği sanılan İttihatçı kadrolar ise İsmet Paşa etrafında öbekleşmiş, M. Kemal’in sağlığının bozulmasıyla birlikte TC’yi yeniden Alman (Nazi) eksenine çekmiştir. Dersim Katliamı ile bu eksen ilân edilmiş, krom-politiğe dayalı Alman tekelleri bölgeye “Tun(ç)eli” adını vermiş, Cumhuriyet gazetesindeki meşhur Hitler/Nazi övgüleri zuhur etmiştir. Bugün 2024 Türkiye’sinde yeniden bir eksen kaymasından bahsedilmekte, yanı sıra III. Paylaşım Savaşı da giderek hissedilir hâle gelmektedir…
***
Ticaret savaşları üzerinden sürmekte olan hâkimiyete dair taraf tutmak, konumlanmak/yedeklenmek yahut Çin’in ‘sosyalist’, ‘kapitalist’ veya ‘emperyalist’ olduğu yönündeki kısır tartışmalar bir yana, 19 Ocak 2024 tarihli Global Times, Çin’deki Renmin Üniversitesi Chongyang Finansal Çalışmalar Enstitüsü profesörü ve dekanı Wang Wen tarafından Pekin’de düzenlenen bir forumda sarf edilen şu sözleri aktarmaktadır: “2024 yılının başında Çin ve ABD arasındaki ilişkiler hayal edebileceğimizden çok daha iyi durumda.”[25] 2001 yılında 121 milyar dolar olan ABD-Çin ticareti 2023’te 664 milyar dolara ulaşmıştır. 2018’de Trump eliyle başlatılan ve Biden döneminde tedarik zincirlerini ayrıştırmaya ve yeniden yapılandırmaya yönelik devam etmekte olan çabaya rağmen, aynı editoryanın da vurguladığı üzere, dünyanın en önemli ticarî ilişkisi bu iki dev arasında olup, dünya ticaret sisteminin de çıpasını teşkil etmektedir.[26] 2016’dan 2023’e kadar Çin’den Avrupa’ya giden yük treni seferlerinde ise yıllık 1.702’den 17.000’in üzerine çıkılarak senede %39,5’lik büyüme, yani yaklaşık 10 katlık bir artış olmuştur. 25 Avrupa ülkesinde 223 şehre ve 11 Asya ülkesinde 100’ün üzerinde şehre bağlanan Çin-Avrupa Demiryolu Ekspresi’nin toplam sefer sayısı 90.000’i aşmıştır.[27]
2011’de, yani Şi’nin başkanlığa hazırlandığı esnada Obama yönetimince ilân edilen “Asya’ya dönüş” vizyonu da hatırlanmalıdır. Buna göre ABD; Yakın Doğu ve Afganistan’dan uzaklaşarak global ekonominin en dinamik kısmına, Çin dışındaki Asya ülkelerine yönelecek, bu durum daha sonra “yeniden dengeleme” olarak adlandırılacaktır.[28] Amerikan imparatorluğunun beyin takımında yer alan Brzezinski de geçmişte en iyi plân olarak, “demokratikleşen ve piyasalaşan bir Çin’i Asya’daki geniş işbirliği yapısı içine yerleştirmek”ten söz etmekteydi: “Çin Avrasya’nın istikrarını korumak konusunda hayatî önemde bir jeostratejik varlık –bu anlamda Avrupa ile eşit önemde ve Japonya’dan daha önemli– olarak daha geleneksel güç politikaları ışığında Amerika’nın Uzak Doğu’daki tamponu olmalıydı.”[29] Biraz daha gerilere gidecek olursak eğer, 1899 tarihinde dönemin ABD Dışişleri Bakanı John Hay, Birleşik Devletler’in diğer büyük devletlerden aşağı kalmamacasına Çin ile ticarî ilişkilerin kurulmasını öngören Açık Kapı politikasını ilân etmekte; dünyanın kasırga merkezinin Çin’e kaydığını, bu kudretli İmparatorluğu anlayan kişinin gelecek beş yüz yılın dünya politikasının anahtarına da sahip olacağını ifade etmekteydi.[30] Giovanni Arrighi’nin de ifade ettiği gibi, yirmi birinci yüzyılda ABD-Çin ilişkileri bağlamındaki mesele artık ABD’nin Çin’le ticarî ilişki kurma meselesinden ziyade, Çin’in dünyanın en hızlı büyüyen ekonomisi olarak ABD’nin yerini almasına dairdir. New York Times dergisinin ABD’nin “Bağımsızlık Günü”ne tekabül eden 4 Temmuz 2004 tarihli sayısında, dünya pazarında ABD’nin yerini alacak bir ülke varsa onun da Çin olduğu yazılmış, Yeni Amerikan Yüzyılı’na karşı muhtemel bir “Çin Yüzyılı” gündeme taşınmıştır.[31] Ancak bu ülkenin geçmişten bu yana Britanya’nın nüfuz alanı olduğu gözden kaçırılmamalıdır. 1906 yılındaki bir makalesinde Britanya’nın jeopolitik kuramcısı Sir Halford Mackinder, “Çin’in bölünerek, her bir parçasının birçok Batılı Gücün mandası altında bizim ticaretimizi sekteye uğratacak şekilde idare edilmesini bile engelledik,” demekteydi.[32] Sınaî kapitalizmin hâkimiyeti, hâlen daha malî oligarşinin elindedir.
Yerel ölçekte egemen sınıflar arasında sürmekte olan ve iliklere kadar hissedilen “pastanın paylaşılması” meselesi, esasen global ölçekte daha büyük aktörler üzerinden sürmektedir. Dışarıda “sosyalizm” veya “anti-emperyalizm” adına tutulan tarafın, içeride devletin burjuva partisinin gölgesinde soluklanarak son bulması rastlandı değildir. Burjuva sosyalizmi her yana sirayet etmiştir.
1974 Nisan’ında New York’taki Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda ilk kez bir ÇHC temsilcisi söz almıştır. ÇKP adına söz alan ve heyete başkanlık eden kişi, neo-liberal inşayı gerçekleştirecek olan Deng idi ve konuşmasında, bir gün eğer Çin’in rengi değiştiği, bir süper güce dönüştüğü, dünyaya hâkim olmaya kalkıştığı takdirde, dünya halklarının onu ifşa etmesi ve Çin halkıyla birlikte onu devirmesi gerektiğini söylemiştir.[33] Ne yazık ki bu “uyku hapı” hâlen daha sindirilememiştir.
Burak Ö.
Eylül 2024
Dipnotlar:
[1] Steven MacMillan, “Imperialism, Diamonds and Power: The Plan of Cecil Rhodes Secret Society for Global Control”, 17 Haziran 2020, Global Research.
[2] Niall Ferguson, İmparatorluk: Britanya’nın Modern Dünyayı Biçimlendirişi, çev. Nurettin Elhüseyni, Yapı Kredi Yayınları, 3. Baskı, Mart 2015, İstanbul, s. 219.
[3] Aktaran Antony C. Sutton, Amerikan Gizli Hükümeti, çev. Selim Yeniçeri, Koridor Yayınları, Ocak 2005, s. 66.
[4] Niall Ferguson, a.g.e., s. 243 vd.
[5] Halid Özkul, Gizli Ordular: RT-CFR-BG-TC, Sorun Yayınları, Aralık 2005, İstanbul, s. 158.
[6] Steven MacMillan, a.g.m.
[7] Özellikle emperyal zihniyetli Benjamin Jowett’in yönetimindeyken Balliol, sömürge valisi olmaya heveslenenlerin tercih ettiği okul hâline gelmiştir. 1874-1914 arasında buradan mezun olanların en az %27’si İmparatorluk idaresinde görev almıştır.
[8] “William Yandell Elliott”, Executive Intelligence Review, Cilt 29, Sayı 3, 25 Ocak 2002, s. 29.
[9] Erol Bilbilik, İnsanlık Düşmanı Henry Kissinger, Nergiz Yayınları, Mart 2022, İstanbul, s. 27-28.
[10] Perry Anderson, Amerikan Dış Politikası ve Düşünürleri, çev. Barış Baysal, Nota Bene Yayınları, 2015, Ankara, s. 32.
[11] Robert Skidelsky, Keynes, çev. Cemal Atilla, Altın Kitaplar, Ekim 2003, s. 28.
[12] Robert Skidelsky, a.g.e., s. 53.
[13] 1917 Eylül’ünde de borç görüşmeleri için Washington’a giden Keynes, Amerika’da sempatik ve özgün olan tek şeyin “insanı büyüleyen zenciler” olduğunu yazmıştır. Bkz. Robert Skidelsky, a.g.e., s. 37.
[14] Nicholas Shaxson, Define Adaları, çev. Parla Nemutlu, April Yayıncılık, Mayıs 2023, İstanbul, s. 100 vd.
[15] Nicholas Shaxson, a.g.e., s. 135.
[16] Robert Skidelsky, a.g.e., s. 162.
[17] Jonathan Kirshner, “Bölgesel Hegemonya ve Bir RMB Bölgesinin Doğuşu”, Yeni Çin Seddi, çev. Barış Cezar, Koç Üniversitesi Yayınları, Kasım 2017, İstanbul, s. 188.
[18] Yang Jiang, “Çin’in Para Diplomasisinin Sınırları”, Yeni Çin Seddi, çev. Barış Cezar, Koç Üniversitesi Yayınları, Kasım 2017, İstanbul, s. 135.
[19] “Kissinger Çin’e neden gitti?”, 24 Temmuz 2023, Harici.
[20] “May there be successors to Henry Kissinger in the US”, 1 Aralık 2023, Global Times.
[21] Gökhun Göçmen, “Kissinger hayatını kaybetti: Ölümü Çin’de nasıl yankılandı?”, 30 Kasım 2023, CGTN Türk.
[22] Bahadır Özgür, “AKP’nin demir ağları: İmtiyaz İngiliz’e, propaganda Türk’e”, 12 Ocak 2024, Duvar.
[23] Lothar Rathmann, Alman Emperyalizminin Türkiye’ye Girişi, çev. Ragıp Zarakolu, Belge Yayınları, Üçüncü Baskı, Mayıs 2001, İstanbul, s. 95.
[24] Nicholas J. Spykman, Coğrafya ve Dış Politika, çev. Alperen Kürşad Zengin, Doğu Kütüphanesi, 2020, İstanbul, s. 131.
[25] “China, US hold ‘pragmatic’ financial talks at start of 2024, stabilizing expectations for businesses, world”, 19 Ocak 2024, Global Times.
[26] “China-US economic ties are either win-win or lose-lose”, 26 Mayıs 2024, Global Times.
[27] Liu Yang ve Zhao Juecheng, “Number of China-Europe freight trains exceeds 90,000, demonstrating China’s commitment to high-level opening-up”, 25 Mayıs 2024, Global Times. Deniz yoluyla 45 gün süren yolculuklarla karşılaştırıldığında, söz konusu yük trenlerinin varış noktalarına ulaşması 15 ilâ 20 gün sürmekte ve çok daha düşük maliyetli olmaktadır.
[28] Daniel Yergin, Yeni Harita, çev. Oya Özaltın, Nora Kitap, Kasım 2022, İstanbul, s. 197.
[29] Aktaran Perry Anderson, a.g.e., s. 176.
[30] Giovanni Arrighi, Adam Smith Pekin’de, çev. İbrahim Yıldız, Yordam Kitap, 3. Baskı, Aralık 2020, İstanbul, s. 283.
[31] Giovanni Arrighi, a.g.e., s. 217.
[32] Sir H.J. Mackinder, Tarihin Coğrafi Kalbi, çev. Kadir Yılmaz, Doğu Kütüphanesi, İkinci Basım, 2024, İstanbul, s. 161.
[33] Ferhat Kurban Tanrıdağlı, Yeni Çin, Doğu Kütüphanesi, İstanbul, 2022, s. 122. Aktardığımız anekdot bir yana, bu kaynağa temkinli yaklaşılmalıdır çünkü ufku “Türk Dünyası” ile sınırlı olan yazar, milliyetçi ideolojinin dar kalıplarını aşamadığı gibi, yer yer NATO yanlısı olduğunu da belli etmektedir.