Çin Halk Cumhuriyeti’nde sanayinin temelleri 1950’li yıllarda Sovyet teknolojisi ve uzmanlarıyla oluşturulmuştu. 70’lere gelindiğinde, ekonomik büyümenin sürdürülmesi için Batı teknolojisinin ithal edilmesi gerekiyordu fakat bunun yapılabilmesi için öncelikle ihracatın artırılarak dünya pazarının daha büyük bir kısmı ele geçirilmeliydi ve bu da ancak devasa bir ucuz emek gücünün yaratılmasıyla mümkün olabilirdi.[1]
ÇKP’deki Sovyet etkisi, 1935 yılındaki Zunyi Konferansı’nın ardından Mao’nun partideki liderliği ele geçirmesiyle birlikte giderek azalmış, anlaşmazlıklar yaşanmış ve devrimden sonraki kısa bir dönem dışında bu iki ülke, birbirlerine karşı ABD ile işbirliği yapacak kadar ayrı düşmüşlerdir. 1970’li yıllarda Ortodoks Maocu akım “Üç Dünya Teorisi” ile SSCB’yi baş düşman ilân etmiş, kendisine Sovyetler’den ayrı bir kök arama çabasına girmiştir.[2] Bu siyasî yönelim, ABD ve Britanya eksenleri arasında salınımlı bir konumlanışa sebebiyet vermiştir.
Henüz daha II. Paylaşım Savaşı esnasında, 1942 Temmuz’unda, savaş sonrası para düzeni için ilk taslaklar hazırlanırken ABD’nin danışmaya karar verdiği yedi ülkeden biri Çin olmuştur. Ardından, ABD-Britanya merkezli yürütülen Bretton Woods pazarlıklarına dönemin Kuomintang liderliğindeki Çin hükûmeti de dâhil olmuş ve bizzat hem IMF’nin hem de Dünya Bankası’nın kuruluşunda yer almıştır. ÇKP henüz iktidarda değildir fakat Mao da dâhil olmak üzere dönemin Çin hükûmetinin bu kurumlara dahli Parti tarafından onaylanmakta, bunun Çin’in ekonomik hedefleriyle bağdaştığı düşünülmektedir. ÇHC’nin ilânıyla birlikte ve Soğuk Savaş’ın başladığı dönemde bu görüş geçici bir değişikliğe uğramış fakat 1970’lerin sonlarında doğru tekrar rayına oturarak 1980’de resmiyete kavuşmuştur.[3]
ABD ile ÇKP’nin ilk resmî temasları 1944 Temmuz-Ağustos aylarında Mao’nun Yan’an’daki karargâhına giden bir grup askerî danışman vasıtasıyla kurulmuştur. ABD Dışişleri Bakanlığı’nın seçkin bir temsilcisi olan John Service, bu ülkede doğmuş olmasının da avantajıyla Çincenin birkaç lehçesini konuşabilmekte, Çin halkını tanıyabilmek için toplu taşımayla ülkeyi dolaşmakta, Mao ile sıkça görüşmekteydi. Mao’nun o dönemki eşi Jiang Qing de Service’i bir akşam yemeğinde ağırlamış, bu esnada sekiz saatlik yoğun bir istişare gerçekleşmiştir. İyi derecede Çince bilen General Joseph Stilwell de Mao ile görüşen Amerikalı temsilcilerin başında gelmekteydi. Her ikisi de Mao’yu Çin’in gelecekteki lideri olarak görmekteydiler. Bu temsilciler aracılığıyla ulaşmayı arzu ettiği dönemin ABD Başkanı Roosevelt, Mao’nun gözünde ABD hükûmetindeki “ilerici güçleri” temsil etmekteydi ve bugünkü kazan-kazan politikasının temeli mahiyetindeki bir telgraf Mao tarafından Roosevelt’e iletilmiştir:
“Çin sanayileşmelidir… Bu, Çin’de yalnızca serbest girişimle ve yabancı sermayenin yardımıyla mümkün hâle gelebilir… Çin ve Amerika’nın çıkarları birbiriyle ilişkili ve benzerdir. Ekonomik ve siyasî olarak birbirlerine uygundurlar. Birlikte çalışabiliriz ve çalışmalıyız da…”
Ne ki, bu telgraflar o dönem ABD Deniz Kuvvetleri İstihbaratı mensubu olan Yüzbaşı Milton “Mary” Miles komutasındaki gizli heyet eliyle manipüle edilmekte fakat bundan habersiz olan Mao yazmaya devam etmekteydi. Bundan iki ay sonra tekrar Service ile görüşen Mao, Çin halkı ile Birleşik Devletler halkı arasında güçlü bir sempati, anlayış ve çıkar bağları olduğunu, ABD ile Çin’in ekonomik olarak birbirlerini tamamlayacağını, ABD’nin Çin’in ekonomik kalkınmasına yardımcı olacak en uygun ülke olmakla kalmadığı, aynı zamanda bu kalkınmaya katılabilecek tek ülke olduğunu söylemiştir. Roosevelt’in de Çin’e bakışı olumluydu, zira bu ülkenin Amerika’nın Asya’daki en iyi dostu olacağını düşünmekteydi. Kendisi de bu ülkeye yabancı sayılmazdı; büyükbabası Warren Delano Jr., 1840’lı yıllarda Çin’deki Amerikalı afyon simsarlarından biri olarak büyük bir servet edinmiştir. Roosevelt’in 1945 yılındaki ölümüyle birlikte Çin yanlısı ABD’li yetkililerin etkisi kırılmıştır. ABD’ye döndükten sonra Senato’da yaptığı konuşmada Service, kendi önerileri doğrultusunda hareket etmeyen ABD’li yetkilileri eleştirmiştir:
“Eğer Amerika Birleşik Devletleri 1945 yılında… Çin hakkında bazı yanılsamalardan kurtulabilseydi, bu ülkede neler olduğunu anlayabilseydi ve Amerika’nın kendi çıkarları doğrultusunda gerçekçi bir politika benimseyebilseydi, Kore ve Vietnam muhtemelen hiç yaşanmayacaktı… Hâlen daha çözülemeyen bir Tayvan sorunuyla karşı karşıya olmayacaktık…”
9 Şubat 1950’de Senatör Joe McCarty ise Service’i ağır bir şekilde yermiş, “içerideki düşman” yakıştırmasında bulunmuştur.[4]
Kısaca aktarılan fakat pek bilinmeyen bu sürecin ardından ÇHC-ABD ilişkilerinin esas mimarı, bilindiği gibi Henry Kissinger’dır ve ilişkilerin yeniden tesisi de onun 1971’deki gizli ziyaretiyle gerçekleşmiştir. Aslında 1967 tarihli bir makalesinde Richard Nixon, ABD olarak ÇHC’yi uluslar ailesinin dışında tutmak gibi bir lükslerinin olamayacağına vurgu yapmaktaydı.[5] Kissinger, makalenin yazıldığı tarihten bir yıl sonraki Cumhuriyetçi Parti Kongresi’nde Nixon’ın rakibi Nelson Rockefeller’ın yanında yer almaktaydı. Sonradan danışmanı olacağı kişiye karşı ciddi eleştirilerde bulunmuş hatta Nixon gibi birinin ABD’yi yönetmeye hakkı olmadığını dahi söylemiştir. Ancak Rockefeller başkan adaylığını kaybetmiş, Kissinger bir hayli sarsılmış; Nixon ise başkan seçildikten sonra Kissinger’ı dış politika ekibinde en yetkili konuma getirmiştir. Yeni Çin Haber Ajansı’nda yapılan bir yorumda ise Nixon’dan “tekelci burjuva kliği tarafından atanmış bir kukla” olarak bahsedilmekteydi.[6]
1969 Nisan’ında Nixon tarafından Kissinger’a, Paris’teki Élysée Sarayı’nda verilen resepsiyonda, yalnız olduğu bir sırada ÇHC Büyükelçisi’ne yaklaşarak ona niyetlerini söylemesi talimatı verilmiştir.[7] 1970 Ekim’inde, ÇHC’nin kuruluş kutlamaları adına yapılan geçit töreninde kürsüde Amerikalı Edgar Snow’un bulunması, ABD’ye el uzatıldığına dair ince bir mesaj olarak yorumlanmaktaydı.[8] Bu mesajın ardından 25 Şubat 1971’de Nixon tarafından Kongre’ye sunulan İkinci Dış Politika Raporu’nda Çin’den ‘Çin Halk Cumhuriyeti’ şeklinde söz edilmekte; böylece Pekin’deki yönetimin adı ilk defa bir Amerikan resmî belgesinde yer almaktaydı. Buna ek olarak, bu ülkeye uygulanan ticarî kısıtlamaların hafifletilmesine hız verilmekteydi.[9] O yılın temmuz ayında Kissinger söz konusu gizli ziyareti gerçekleştirmiş, Mao ve üst düzey yöneticilerle görüşmüştür. Bu gizli ziyaretin organizasyonunda Pakistan Devlet Başkanı Yahya Han’ın önemli bir rolü bulunmaktaydı. Hazırlanan plâna göre, Kissinger önce İslamabat’ta Yahya Han ile bir görüşme yapacaktı. İslamabat’a varmadan önce diğer başkentlere uğramış olduğundan, yalandan mide sancısı geçirecek ve yakınlardaki bir dağ evinde dinlenmeye çekilecekti. O dağ evine gerçekten de bağırsaklarını bozmuş bir Gizli Servis elemanı gidecekti fakat bu kişi, Kissinger’ı daha önce hiç görmediğinden emin olunan bir doktor tarafından tedavi edilecekti. O dağ evinin yüzünü dahi görmeyen Kissinger ise gece 02.30’da kendisini Pekin’e götürecek olan uçağa binmek üzere havalimanına gidecekti. “Marco Polo” adı verilen bu gizli diplomasi operasyonu, öngörüldüğü gibi Amerikan basını tarafından fark edilmeden gerçekleştirilmiştir.[10]
Danışmanlığını yaptığı ABD Başkanı Richard Nixon’ın resmî ziyareti ise bir yıl sonra gerçekleşmiş[11], karşılıklı güvencelerin belgeye dökülmesi gibi resmiyet içermeyen bir ortaklık doğmuştur. “Ama bu resmî olmayan anlaşmalara dayanan üstü kapalı bir ittifak da değildi,” diyen Kissinger, 1973 yılının şubat ve kasım aylarında Mao ile yapılan görüşmelerle ve Zhou (Çu Enlay) ile yapılan uzun toplantılarda varılan mutabakatın bir tür “yarı ittifak” olduğunu ifade etmiştir.[12] “Çin’in hedefi ABD’yi ‘kutup ayısının’ [SSCB kastediliyor –yn.] karşıt gücü olarak desteklemek için açık bir stratejik plân hâline gelmiştir.” Pekin’in 1970’ler boyunca Sovyet tasarılarına karşı güçlü bir mücadele yürüten ABD’yi Amerikan halkı ve Kongresi’nden daha fazla desteklediği ifade edilmektedir.[13]
Kissinger’a göre Mao, “yirmi yıllık komünist yönetimden” geri adım atmaya doğru biri sembolik, diğeri fiilî olmak üzere iki hareketle ilerlemekteydi:
“Çin halkına Amerika ile ilgili yeni bir düşüncenin oluşmakta olduğunu çıtlatmak için Nixon’ın 20 Ocak 1969’daki açılış konuşmasını fırsat olarak kullandı. Bu konuşmada Nixon, Çin’e açılmakla ilgili kendisinin Foreign Affairs dergisindeki eski makalesinden alıntıladığı sözlerle incelikli bir atıfta bulunmaktaydı.”
Sözü edilen makalede Nixon, “fikirlere açık bir dünyanın” peşinde olduğunu belirterek, “Malların ve insanların değişimine açık bir dünyanın; ister büyük, ister küçük, hiçbir halkın öfkeli bir tecrit içinde yaşamayacağı bir dünyanın arayışındayız,” demekteydi. Bu konuşmanın Çin’deki gazetelerde yayımlandığını aktaran Kissinger, “Komünistlerin iktidarı ele geçirmesinden bu yana hiçbir Amerikan başkanının konuşması böyle ilgi çekmemişti,” demiş ve Mao’nun Nixon’ın önerisini anladığını ve bunu halkının önüne koyacak kadar da ciddiye aldığını belirtmiştir.[14] Nixon’ın McCarthyci anti-komünist cadı avının en azılı militanlarından biri olduğu ve her zaman da öyle kaldığı unutulmamalıdır. Kissinger’a göre:
“Mao uzlaşmayı stratejik bir zorunluluk olarak görürken, Nixon Amerika’nın dış politika ve uluslararası liderlik anlayışını yeniden tanımlamak için bir fırsat olarak değerlendirmekteydi. Çin açılımını Amerikan halkında ABD, elden ayaktan düşüren bir savaşın ortasındayken bile, uzun soluklu bir barışı getirebilecek durumda olduğunu göstermek için kullanmanın peşindeydi.”[15]
Kissinger, sıklıkla Amerikan emperyalizminin beyin takımına mensup bir kişi olarak görülmekte, bu şekilde lanse edilmektedir. Şüphesiz böyledir de, üstelik ‘sınıf bilinci’ en yüksek teorisyenlerden biridir fakat altı kazındığı zaman hem Amerikan ırkçılığının derin mahfilleriyle olan kökleşmiş bağları hem de Britanya’daki egemen mahfillerle olan bağı açığa çıkmaktadır (Bu konuya “Britanya İmparatorluğu, Çin Üzerinden Diriliyor” başlıklı yazıda değinilecektir).
Not düşmekte yarar var: Kissinger’ın özel asistanı olarak bu gezilerde bulunan ve daha sonra Başkan Ford’un ziyareti esnasında da delegasyonun ayrılmaz bir parçası olan Winston Lord, Reagen döneminde ABD’nin Çin’deki büyükelçisi olmuştur. Öncesinde CFR Yönetim Kurulu Başkanı olan bu kişi, Amerika’nın köklü ailelerinden birine mensuptur ve ailenin bir çok ferdi gibi elitist-faşist Skull & Bones (Kurukafa ve Kemikler) adlı teşkilâta mensuptur.[16] Yale Üniversitesi’nde filizlenen bu teşkilât, ABD yönetiminde kilit konumları işgal eden kişilerin yetiştiği cemiyetlerden biridir. Lord ailesi, 1635 yılında Britanya’nın Essex Kontluğu’ndan ayrılarak Amerika’ya yerleşmiştir.[17]
1976 yılında Mao Zedong’un ölümünün hemen ardından Partinin liderliğini ele geçiren Hoo Guofeng, Mao’nun eşi ve ona yakın liderlerin tutuklanmasını sağlayarak Deng Şiaoping’in iktidarını hazırlamış, “reform ve açıklık” döneminin taşlarını döşemiştir. İktisadî reformların ilk adımı tarım alanında gerçeklemiş, kolektif tarımı ifade eden Halk Komünleri dağıtılarak özelleştirmeye gidilmiştir. 80’li yıllardan itibaren ithalat hızla artmış fakat ihracatın ithalatı yakalayamaması sonucunda büyük ticaret açıkları ortaya çıkmıştır. Açığın kapatılması için dış borç miktarında sürekli bir artış olmuştur.[18]
1987 yılında gerçekleşen XIII. Parti Kongresi’nde alınan kararlar doğrultusunda üretim araçlarının özelleştirilmesi, farklı mülkiyet biçimleri temelinde kapitalizmin geliştirilmesi ve en nihayetinde burjuva mülkiyet ilişkilerinin tam hâkimiyetinin sağlanması için özellikle üstyapı da dâhil olmak üzere gerekli tüm koşullar oluşturulmuştur. Yakın zamanda yaşamını yitiren militan-teorisyen İbrahim Okçuoğlu, “Çin’de mutlaka bir sosyalizm keşfedenlerin, Çin’e sosyalizmden başka bir toplum formasyonu yakıştıramayanların sınırsız oportünizminin hayal dünyasındaki Çin, gerçek yaşamdaki Çin’den tamamen farklıdır,” demiş ve “Marksist-Leninist” olarak tanımlanan ÇKP’nin bir sınıf partisi olmadığını, aksine, tüm sınıf ve sosyal katmanları kapsadığını isabetli bir şekilde vurgulayarak, Partide: 1) Devlet ve toplum yöneticileri; 2) Menajerler; 3) Özel girişimciler; 4) Uzman teknik personel bulunurken; en alt sıralarda ise: 1) Sanayi işçileri; 2) Tarımda çalışanlar; 3) Mesleği olmayanlar ve işsizlerin bulunduğunu söylemektedir.[19]
1947 yılında İsviçre’deki küçük bir dağ kasabasında Friedrich von Hayek’in liderliğinde Mont Pelerin Cemiyeti kurulmuştur. Kuruluşundan itibaren bu cemiyetin Londra Finans Merkezi’yle güçlü bir bağlantısı bulunmaktaydı. Bağlantıyı sağlayan kişi, Londra Finans Merkezi’ndeki büyük bir sigorta şirketinin başkanı ve daha sonra Lord Granthchester olarak asalete yükselen Sir Alfred Snenson-Taylor idi. Bu kişi, Londra’daki malî oligarşiyi bir araya getirmiş ve Mont Pelerin toplantılarına katılacak olan Britanya delegasyonu için Britanya Merkez Bankası’ndan fon aktarılmasını sağlamıştır.[20] 1970’lerin sonlarından itibaren dayatılan neo-liberal dalganın taşıyıcılığını adım adım örerek üstlenen bu Cemiyet, konuyla ilgili dünya çapında muhtemelen ilk kapsamlı çalışmayı hazırlayan merhum Talât Turhan’ın aktardığı gibi, Anglo-Sakson değerlerin ve global egemenliğin plânlama merkezi hâline gelmiştir. Bir dönem Cemiyetin başkanlığını da yapmış olan, Şikago Okulu’nun bir mensubu olarak neo-liberal ideolojinin beyin takımında yer alarak verdiği “şok terapisi” eğitimleriyle Şili darbesi başta olmak üzere iktisadî ve dolayısıyla askerî saldırının en azılı militanlarından biri olan Milton Friedman, anılan ÇKP Kongresi’nin hemen ardından, 1988 yılında Çin’e giderek dönemin ÇKP Genel Sekreteri ile görüşmüştür. Yarım saat sürecek şekilde plânlanan görüşme iki saate uzatılmış, ardından radikal bir neo-liberal reform saldırısının uygulanması kararlaştırılarak tüm fiyatlar serbestleştirilmiştir. Esasında bu durum, ABD’de Reagen-Volcker ve Britanya’da Thatcher yönetiminde, yanı sıra Türkiye de dâhil olmak üzere birçok ülkede ise askerî darbelerle geçişi sağlanan neo-liberal dalganın “Çin’e özgü” bir tezahürüdür.
Parti ve devlet bürokratları, onların temsil ettiği gelişmekte olan kapitalist sınıf ve kentli orta sınıfın ithal tüketim mallarına olan arzusu da bu açılıma destek sağlamıştır. “Beş bin yıllık tarihi”[21] boyunca kapalı bir toplum olan Çin’de idareci, mühendis, öğretim üyesi, doktor ve avukatlar gibi “entelektüel” olarak tanımlanan kesimler, kendilerine yurtdışında eğitim imkânı sağlanacağına ve ardından uluslararası şirketlerde kariyer basamaklarına tırmanabilecekleri umuduna kapılmışlarsa da, 1989’daki Tiananmen Katliamı’nın yarattığı siyasî iklim bunun bir nebze de olsa önüne geçmiştir. Ekonomik istikrarsızlığın artmasıyla birlikte toplumsal huzursuzluk da boy göstermiş ve bu ortamda ÇKP önderliğindeki güç dengesi geçici olarak “sol kanat” lehine dönmüşse de, kapitalist özel sektörün yalnızca sınırlı bir rol üstlendiği, devletin öncülüğündeki ekonomik modeli savunan Çen Yun’un başını çektiği bu kanadın ne işçi sınıfı ile en ufak bir bağı mevcuttu ne de Parti ve devlet bürokrasisi içerisinde bir desteğe sahipti. 90’ların başında ÇKP içerisinde farklı hizipler olmasına rağmen, Çin’in kendisini dünya kapitalizminin mamul mal ihracatı platformuna dönüştürmesi ve kapitalizmin benimsenmesi konusunda net bir uzlaşı bulunmaktaydı ve “entelektüel” orta katmanlar da kendi bireysel maddî koşullarının iyileştirilmesi adına ÇKP seçkinleri ile fiilî olarak kapitalizmden yana bir ittifaka tutuşmuşlardır.
1992 yılının ilk iki ayında Deng, ünlü “Güney Turu” kapsamında Guanco, Şencen, Cuhay ve Şangay’ı ziyaret etmiştir. Guanco’da ihracata dayalı imalat sektörü yoğunlaşmış; 1978 ve 1980’de “özel ekonomik bölge” olarak ilân edilen Şencen ve Cuhay ise yabancı yatırımın çekilmesi üzerine tasarlanmıştır. Şangay ise bilindiği gibi, 1949 Devrimi’nden önce emperyalist hâkimiyetin sembolü konumundaydı ve Deng’in plânına göre yeni bir dizi piyasacı reformla birlikte öncü bir kent hâline gelecekti. “Güney Turu”, Çin’in kapitalist dönüşümünde önemli bir eşiktir. ÇKP’nin aynı yıl gerçekleştirdiği XIV. Kongresi’nde “Çin’e Özgü Özellikleriyle Sosyalizm Teorisi” belirlenerek “sosyalist piyasa ekonomisi”nin inşası kabul edilmişti.
Ordunun dönüşümü de bu dönemde gerçekleşmiştir. Çin topraklarının baz alındığı “halk savaşı” doktrini, yerini “modern koşullarda halk savaşı”na bırakmış, böylece Çin ordusu ülke sınırlarına ve sınır dışına müdahale edebilecek hâle gelmiştir. Asker sayısının baz alınması da bir kenara bırakılarak daha az sayıda fakat profesyonellerden oluşan bir ordu inşa edilmiştir. Bunu, Birinci Körfez Savaşı’nın da etkisiyle bu alandaki teknolojik atılımlar izlemiştir. Askerî alandaki ticarî atılımlar da söz konusu dönüşümün bir parçası olmuştur ve bu dönemde, dünya genelinde en iyi nadir toprak elementli mıknatısların imal edildiği ifade edilen ve Pentagon’un ihtiyaçları için vazgeçilmez bir tedarikçi olan Magnequenh, Çin’in hedef tahtasına yerleşmiştir. ABD’nin Indiana eyaletine bağlı 32 bin nüfuslu Valparaiso şehrinde bulunan ve ABD Ordusu için stratejik öneme sahip olan bu fabrika bugün Pekin’in 130 kilometre güneydoğusundaki Tianjin kentine taşınmış durumdadır. General Motors grubuna ait olan bu şirket, Şanghay’da bir otomobil fabrikası kurulması karşılığında mıknatıs imalatı yapan kuruluşunu Çinlilere satmıştır. Bu satış Çin’in madencilik alanında faaliyet yürüten China National Nenferrous Metals Industry adlı dev bir kamu kuruluşu aracılığıyla yapılmıştır, ki bu kuruluşun yöneticisi Deng’in damadı Wu Jianchang idi ve kendisi de bu satışla bizzat ilgilenmiştir. Daha sonra Magnequenh’in nihai sahibi Beijing San Huan New Materials High Tech Inc. adlı bir şirket olacaktı ve bu şirketin sahibi de Deng’in diğer damadı Zhang Hong idi.[22]
Her alanda özelleştirmenin hâkim kılındığı bu dönemde istihdam ve ürün değeri bakımından kapitalist sektör kamuyu geride bırakmıştır. Sistemin en zayıf halkası olan köylülerin tarım alanındaki özelleştirmelere karşı çok az direniş göstermesi ve kentli orta katmanların da burjuvazinin safına yedeklenmesiyle birlikte işçi sınıfı tümüyle yalnızlaşarak sınıf savaşımını kaybetmiştir. Büyük KİT’lerin özelleştirilmesi daha geç başlamış ve özelleştirme sonucu işsiz kalacak olanlara yeni iş sağlanabilecek iş bölgelerine öncelik verilmiştir. Büyük bir toplumsal muhalefet dalgasının ortaya çıkmasına bu sayede engel olunabilmiştir.[23]
90’ların sonlarına gelindiğinde kamu teşebbüslerinin büyük bir kısmı özelleştirilmiş, geriye kalan büyük ölçekli olanları ise kapitalist şirketlere dönüştürülmüştür. 1995 yılında 113 milyonluk istihdam 2000’de 81 milyona, 2007’de ise 64 milyona gerilemiştir. 50 milyon kamu çalışanı ise bu süre zarfında işten atılmıştır. Çoğu kasaba ve köy teşebbüslerinin özelleştirilmesiyle birlikte kırsaldaki işçiler, evlerinin bulunduğu bölgelerin dışında iş aramaya mecbur bırakılarak göçmen işçiler hâline gelmişlerdir. 28 eyaletten oluşan Çin’de, bir eyaletten diğerine geçiş için resmî izin gerekmektedir ve çalışmak için bu izni alabilenler göçmen statüsüne sahip olmaktadırlar. Bu işçiler çoğu zaman doğru düzgün kalacak yer bulamamakta, fabrikalara yakın oda, pansiyon gibi yerlerde veya fabrikalara ait barakalarda toplu hâlde kalmaktadırlar. Bir kısmı ise tuvaleti dahi olmayan “hutong” adı verilen 10 metrekarelik evlerde kalmakta ve bunu da bir şans olarak değerlendirmektedirler.[24] Kırsal kesimden gelen göçmen kadınların koşullarına dair bir aktarımda, dayanılmaz uzunlukta çalışma saatlerinden, yenilecek gibi olmayan yiyeceklerden, tıklım tıklım yatakhanelerden, döven ve cinsel taciz uygulayan sadist müdürlerden ve aylar sonra ödenen hatta bazen hiç ödenmeyen ücretlerden bahsedilmektedir.[25] Aynı eyalet içinde dahi gerçekleştiği vakit, kırsal nitelikli bir yerleşim biriminden kentsel nitelikli bir birime göç edenler hem sosyal hakları ve erişebildikleri sosyal hizmetler açısından hem de yerel halk ve yönetimlerle ilişkilerinde büyük ölçüde “ikinci sınıf vatandaş” konumuna geçmektedirler. Nüfus kayıt durumu anne-babadan geçtiğinden dolayı, on yıllar önce kente yerleşmiş bir ailenin kentte doğan çocukları da kentin yerlisi sayılmamakta ve o kentin yerlilerinin yararlandıkları olanaklardan yararlanamamaktadırlar.[26]
İşçi sınıfının hâli bu iken, 15 milyon ABD dolarından fazla servete sahip olan 3200 Çin vatandaşı bulunmakta ve bunun 2900’ü ise devlet ve Parti bürokratlarının akrabalarından oluşmaktadır. 2020 yılında Forbes tarafından hazırlanan bir listeye göre, ABD’de 629 dolar milyarderi bulunuyorken, buna karşılık Çin’de ise 799 dolar milyarderi olduğu belirtilmektedir.[27] Henüz daha Kovid-19 saldırısının ilk günlerinde ilâç ve tıbbî ürün sektörü patronlarından oluşan yeni Çinli milyarderlerin türediğine dair haberler basına yansımıştır. Bunlardan Hansoh isimli Çinli ilâç devinin patronu Zhong Huijuan’ın serveti 15.4 milyar dolara; Çin merkezli tıbbî cihaz geliştiricisi Mindray Bio-Medicial Electronics’in patronu Li Xiting’in serveti 12.4 milyar dolara; aynı şirketin kurucularından Hong Konglu Xu Hang’ın serveti 11.4 milyar dolara; Çinli ilâç üreticisi Jiangsu Hengrui’nin hissedarlarından Cen Junda’nın serveti 10.6 milyar dolara; Çinli aşı üreticisi Kangtai’nin yönetim kurulu başkanı Du Weimin’in serveti ise 4.8 milyar dolara yükselirken; salgının “ortaya çıktığı” iddia edilen Hubei merkezli tıbbî ürün üreticisi Allmed’in hisseleri henüz daha ilk günlerde ikiye katlanmıştır.[28] Burada sayılanlar yalnızca o dönem basına yansıyan birkaç örnekten ibarettir. 2021’de ABD’deki milyarder sayısı 696’da kalırken Çin’deki milyarder sayısı 1058’i bulmuştur. Dünyanın en büyük 500 şirketi arasında Çin merkezli olanların sayısı 135 olup, bu sayı %27’ye tekabül etmektedir. Listedeki ABD merkezli şirketlerin sayısı ise 136’dır ve bu rakamların da yakında Çin merkezli olanların lehine değişeceği aşikârdır.[29]
Gelir eşitsizliğine dair bir diğer örnek ise Çin’in ABD’den sonra dünyanın ikinci büyük lüks tüketim pazarına sahip ülke konumunda olmasıdır. Ülkenin birçok şehrinde Gucci, Louis Vuitton, Chanel gibi lüks mağazalar bulunmaktadır (Bu markaların logosunu taşıyan çantaların fiyatları ortalama 5 bin dolar bandında satılmaktadır). 2019 yılında dünyadaki kişisel lüks ürün satışlarının yaklaşık dörtte biri Çin’de gerçekleşmiş, ülkedeki zenginlerin yurtdışında yaptıkları alışverişler de dâhil edilirse eğer dünyadaki satışların üçte birini aşan bölümü Çinli zenginler tarafından gerçekleştirilmiştir. Porsche gibi lüks otomobillerin de yaklaşık üçte biri Çin’de alıcı bulmaktadır.[30] Dünyanın en büyük Mercedes-Benz pazarının da Çin’de olduğu görülmektedir. Bolluk içindeki kent sakinleri bu otomobilleri kullanabiliyorken, ülkenin kırsal kesimi –şanslıysa eğer– haftada bir kez et tüketebilmektedir.[31]
Kısa bir parantez açarak Çinli zenginlerin sebebiyet verdiği ve ülkemizde pek fazla bilinmeyen yaban hayatı kaçakçılığına da değinmekte fayda var. Bu alandaki ticaret hacmi uyuşturucu, silâh ve insan kaçakçılığının hemen ardından gelmektedir ve başlıca kaynağı da Latin Amerika’dır. Kıtaya özgü ve bizim adını dahi bilmediğimiz, kültürel alışkanlıklarımızdan dolayı bünyemizin de kolaylıkla kabul edemeyeceği nadir ve egzotik ürünler Çinli orta ve üst sınıfların iştahını kabartmaktadır. Örnek vermek gerekirse eğer, yalnızca Meksika’daki Kaliforniya Körfezi’nde bulunan ve nesli tükenmekte olan totoaba balığının mesanesi bunlardan biridir. Bu balık türünün tanesi karaborsada 7 ilâ 14 bin dolara satılmakta; balığın mesanesinin bulunduğu bir kâse çorba ise Çin’de 20 ilâ 25 bin dolar arasında satışa sunulmaktadır (Kısırlığa iyi geldiğine inanılmaktadır). Meksikalı yetkililere göre, 2013 yılında tahminen 2.25 milyon dolar değerinde yasadışı totoaba kesesi ele geçirilmiştir; bunun denizaşırı ülkelerdeki değeri ise 3.6 milyon dolardır. Buna ek olarak, kilosu 600 dolara kadar alıcı bulan, Çin ve Hong Kong’daki pazarı yılda 60 milyon dolar olduğu tahmin edilen deniz hıyarı; yanı sıra kilosu 700 dolara kadar çıktığı bildirilen köpek balığı yüzgeci de bulunmaktadır. Kâsesi 200 dolara ulaşan köpek balığı yüzgeci çorbası, Çin’deki düğün ziyafetleri ve kutlamalarda yaygın tüketilmektedir. Bir kâse çorba için bir köpek balığı öldürülmektedir ve bildirilene göre yılda 26 ilâ 73 milyon köpek balığı bu nedenle öldürülmektedir.[32] Bu durum, geçmişte Romalı egemen sınıf tarafından ziyafetlerde tüketilecek baharatlar ve diğer lüks yiyeceklerin Hindistan gibi uzak yerlerden çok yüksek masraflarla ithal edilmesini andırmaktadır. Yiyecekler ne kadar egzotikse o kadar iyi olduğu görüşü geçmişten bu yana hâkimdir.[33] Dünyada her geçen gün, yaklaşık yüz türün kaybedildiği belirtilmektedir. Bu egzotik kaçakçılığın yanında bir de “gelin” kaçakçılığı bulunmaktadır. Kamboçya’dan Çin’e zorla ya da görücü usulüyle evlendirilmek üzere seyahat eden kadın ve kız çocuklarında ciddi bir artış söz konusudur. Zorla evlendirilenler genellikle iş bulma vaadiyle Çin’e giden yahut maaşı yüksek bir işe girebilmek için evlilik cüzdanına sahip olunması gerektiği yalanıyla kandırılan kişilerden oluşmakta olup, kaçakçıların her bir eşleşmeden 20 ilâ 40 bin dolar kazandığı belirtilmektedir.[34] Aynı düzenek tersinden de işlemektedir. Yüksek maaş vaadiyle Avrupa’ya kaçırılan Çinli kadınlar orada fuhuş çetelerinin kurbanı olmaktadır. Geçtiğimiz yıl kıtadaki en büyük Çinli fuhuş çetesinin Europol tarafından çökertildiği açıklanmıştır. Yalnızca son baskın sırasında ele geçirilen nakit miktarı 1.5 milyon avro ve dört ton ağırlığında 1 ve 2 avroluk madeni paradır.[35]
***
2013 yılından beri ÇKP’nin ve dolayısıyla ülkenin lideri olan Şi Cinping, “başlangıç aşaması en az 100 sene sürecek olan sosyalizm”den bahsetse de, kraldan çok kralcı olan solcular Çin’i “sosyalist” ilân etmekte yahut reformların bir “geçiş” sürecine tekabül ettiğini ve bunun da SSCB’deki NEP dönemine benzetilebileceğini savunmaktadırlar. Reform döneminin ilk yirmi yılı kısmen de olsa SSCB’deki NEP dönemine benzetilebilir fakat 1996’dan itibaren yapılan özelleştirmelerle birlikte bu benzerlik ortadan kalkmıştır. Çin’de kamuya (devlete ve kolektiflere) ait işletmelerin toplam sanayi varlıkları içindeki payı 1993’te %91,6’dan 2000’de %74,2’ye, 2014’te ise %39,4’e gerilemiştir. Kamunun tarım-dışı istihdamdaki payı ise 1993’te %67,1’den 2000’de %37,3’e, 2014’te ise %12,9’a düşmüştür. Bu verileri aktaran Burak Gürel, NEP’in Ekim Devrimi’nden yalnızca beş yıl sonra, tarımda özel mülkiyet tasfiye edilmemişken, kolektifleştirme henüz başlamamışken kabul edilmiş bir politika olduğunu; Çin’de ise “Halk Komünleri” adıyla bilinen kır kolektiflerinin yaklaşık 25 yıl boyunca kır ekonomisine hâkim olduktan sonra 1978-1984 döneminde tasfiye edildiğini vurgulayarak, bu tarihsel farkların görmezden gelinemeyeceğini haklı bir şekilde dile getirmektedir.[36]
Kitlesel emek gücündeki fazlalık, pazarlık gücünün azaltılarak düşük ücretli ve zor çalışma koşullarının kolaylıkla kabul edilmesini sağlamıştır. Çin kapitalizminin “rekabet edebilirlik” sorunu bu şekilde çözüme kavuşturulmuş, ucuz emek sömürüsü ile burjuvazinin kâr oranları aynı çizgide katlanarak artmış ve artmaya devam etmektedir. Sermaye birikimi, ucuz emek gücünün yoğun sömürüsüne dayanıldığı ve bu kapsamda her yıl en az 700 bin iş kazası ve 100 binin üzerinde ölümün olağan hâle getirilmesiyle sağlanmıştır. “Çin’e özgü sosyalizm” denilerek aklanmaya çalışılan, devasa bir emek cehenneminden başka bir şey değildir.
Bir yandan Batı medyasının gerçek üstü anlatımı ve diğer yandan ise Çin’deki muazzam denetim ve gözetim uygulamaları, işçi sınıfına dair gerçeklerin ön plâna çıkmasına mani olsa da –kısmen– dinamik bir işçi sınıfının olduğu ve zaman zaman kitlesel grevler ve bunun sonucunda elde edilen kazanımların da olduğu gözden kaçmamalıdır. 2000’lerin ikinci yarısından itibaren otomobil, tekstil ve elektronik sektörlerinden milyonlarla ifade edilen grev dalgaları yaşanmış ve ücret artışlarıyla sonuçlanmıştır. 2010 ile 2014 arasında grev yapılan eyaletlerden Şenzen’de yerel asgari ücret 900 Yuan’dan (yaklaşık 150 dolar) 1808 Yuan’a (yaklaşık 301 dolar) yükselmiştir. Yine Şangay’da 960 Yuan’dan (yaklaşık 160 dolar) 1820 Yuan’a (yaklaşık 303 dolar) çıkmıştır. “Wu Usta” olarak bilinen ve ülke çapında saygınlık kazanmış bir işçi önderi olan Wu Cingtang, “İşçilerin sözü hiç geçmiyor. Yalnızca yeni sermayedarların önemi var. Kamu mülkiyetine geri dönülsün! Umudumuz budur ve bunu başarmakta kararlıyız,” demekteydi. Değerli bir çalışmada ifade edildiği gibi:
“Çin toplumunun kolektivist kökleri ‘devlet’ eliyle istismar edilmiş, on milyonlarla ifade edilen geniş halk yığınları kırdan koparılıp kentlere istiflenerek, finans sermayesinin başlattığı İkinci Globalleşme dalgasının motor gücü hâline getirilmiştir. Böylece devlet ve İngiltere tabanlı finansal oligarşinin iş birliğinde yürütülen kapitalist modernleşme, iyi kötü kendi kendine yetebilen kır yaşamına ait büyük yığınları kentlerde, ‘sosyalizm’ kılıfıyla, bir tür üretim makinesine dönüştürmüştür.”[37]
Üretim makinesine dönüşen Çinli işçilerin insanî şartlarda yaşaması gerek oradaki egemen sınıf gerekse Batılı egemenler ve onların “bilim insanı” kılığındaki teorisyenleri tarafından hoş karşılanmamaktadır. Misal, kitapları Türkiye’de de yaygın bir şekilde okunan Jared Daimond, 2008 yılında New York Times’da yayımlanan bir yazısında, Hindistan ve Çin’in Batılı yaşam tarzını yakalamaları hâlinde, küresel doğal kaynak tüketiminin üç katına çıkabileceğine dikkat çekmiş ve bunun sürdürülemez olduğunu ifade etmiştir.[38] Batılı “uygar” insanlara hak görülen, Asyalılara görülmemektedir!
Burak Ö.
Eylül 2024
Dipnotlar:
[1] Minqi Li, Çin ve 21. Yüzyıl Krizi, çev. Tulga Buğra Işık, Yazılama Yayınevi, Ekim 2017, İstanbul, s. 25-59.
[2] Çağdaş Balcı, “Çin’in Devrim Tarihi: Aşamalar ve Olasılıklar”, Teori ve Politika, Sayı 85, Kış 2022, s. 228.
[3] Eric Helleiner ve Basma Momani, “Çin ile IMF’nin Gizli Tarihi”, Yeni Çin Seddi, çev. Barış Cezar, Koç Üniversitesi Yayınları, Kasım 2017, İstanbul, s. 49-50.
[4] James Bradley, “How FDR Was Manipulated and Betrayed by His Own Naval Intelligence Chief in the Fateful Last Months of WWII”, 23 Haziran 2021, CAM.
[5] Foreign Affairs’ten aktaran Gültekin Sümer, Kissinger: Diplomaside Bir Realpolitik Ustası, Doruk Yayınları, Ekim 2023, s. 121.
[6] Gültekin Sümer, a.g.e., s. 119-120.
[7] Gültekin Sümer, a.g.e., s. 121.
[8] Kerry Brown, Çin, çev. Deniz Polat Ladin, Liberus Kitap, Temmuz 2023, İstanbul, s. 75. Amerikalı gazeteci Snow, 1928’de bir dünya gezisi yapmaya karar vermiş fakat Şangay’dan öteye gidememiş; buraya yerleşerek devrimci süreci yakından izlemiş, ÇKP yönetimindeki bölgelere geçmiş, Mao da dâhil olmak üzere ÇKP ve Kızıl Ordu liderleri, askerler ve halkla görüşmüş, ilk baskısı 1937’de yapılan ve Türkçede de yayımlanmış olan Çin Üzerinde Kızıl Yıldız’ı kaleme almıştır. Mao’nun kendi hayat hikâyesini anlattığı tek kişi olan Snow, ÇHC-ABD diplomasisindeki örtük aracılığından iki yıl sonra, ilişkilerin resmiyete geçeceği yıl pankreas kanserinden dolayı İsviçre’de yaşamını yitirmiştir. Hastalığı öğrenen Çinli liderler de bir grup hekimi İsviçre’ye yollamıştır. Snow’un küllerinin yarısı Pekin Üniversitesi’nin bahçesine gömülmüş, üzerindeki kitabeye de “Edgar Snow’un Anısına: Çin Halkının Amerikalı Bir Dostu” yazılmıştır.
[9] Gültekin Sümer, a.g.e., s. 129.
[10] Gültekin Sümer, a.g.e., s. 136.
[11] Bu diplomatik başarıdan dolayı 1972 yılında Time dergisi tarafından Kissinger ile Nixon “yılın kişileri” olarak seçilmiştir. Gültekin Sümer, a.g.e., s. 317.
[12] Görüşmelerin ardından Amerikan basınında ÇHC Başbakanı Çu Enlay hakkında bir diplomat ve müzakereci olarak gösterdiği başarıları vurgulayan çokça değerlendirme yer almış; Kissinger ise Çu’nun tüm yaşamı boyunca kendisinde etki bırakan iki-üç kişiden biri olduğunu ifade etmiştir. Gültekin Sümer, a.g.e., s. 137.
[13] Henry Kissinger, Çin: Dünden Bugüne Yeni Çin, çev. Nalan Işık Çeper, Kaknüs Yayınları, 2015, İstanbul, s. 344-345.
[14] Henry Kissinger, a.g.e., s. 266-267.
[15] Henry Kissinger, a.g.e., s. 272.
[16] Jim Marrs, Gizli Dünya İmparatorluğu, çev. Selim Yeniçeri, Truva Yayınları, 3. Baskı, Şubat 2006, İstanbul, s. 120.
[17] Antony C. Sutton, Amerikan Gizli Hükümeti, çev. Selim Yeniçeri, Koridor Yayınları, Ocak 2005, s. 37.
[18] Minqi Li, a.g.e.
[19] İbrahim Okçuoğlu, “Çin Emperyalist mi, Sosyalist mi? – 1”, Mart-Nisan 2023, Marksist Teori.
[20] Nicholas Shaxson, Define Adaları, çev. Parla Nemutlu, April Yayıncılık, Mayıs 2023, İstanbul, s. 128-129.
[21] Kerry Brown, Çinli egemenler tarafından her daim tekrar edilen “5000 bin yıllık tarih” iddiasının, Çin’in tüm parçalanma ve kaos deneyimlerine bakıldığında, Avrupa’nın 2500 yıl önce antik Yunan’a kadar uzanan ortak bir köke sahip olduğunu söylemek kadar mantıklı olduğunu ifade etmektedir. A.g.e., s. 15. Avrupa’daki bu sahte kökün icadı Martin Bernal’ın Kara Atena başlıklı çalışmasıyla ifşa edilmiştir. Bizdeki “16 Türk Devleti” masalı da benzer bir örnek teşkil etmiş ve bu icat, azılı bir ırkçı olan Nihal Atsız’ı dahi şaşkınlığa uğratarak “16 Devlet Masalı ve Uydurma Bayraklar” başlıklı bir makale yazmasına yol açmıştır.
[22] Guillaume Pitron, Nadir Metaller Savaşı, çev. Alp Tümertekin, İş Bankası Kültür Yayınları, Eylül 2024, İstanbul, s. 142 vd.
[23] Ulaş Başar Gezgin, Çifte Ejderhanın Diyarında 1: Çin, Töz Yayınları, Haziran 2022, Ankara, s. 105.
[24] Gülhan Dildar, “‘Çin’e Özgü Sosyalizm’ mi, Emperyalist Çin mi?”, 5 Kasım 2017, Marksist Tutum.
[25] David Harvey, Neoliberalizmin Kısa Tarihi, çev. Aylin Onacak, Sel Yayınları, 4. Baskı, Aralık 2023, İstanbul, s. 178.
[26] Fatih Oktay, Çin ve Dünyanın Geleceği, İş Bankası Kültür Yayınları, 2. Basım, Şubat 2023, İstanbul, s. 116-117.
[27] “Çin milyarder sayısında ABD’yi üçe katladı”, 26 Şubat 2020, Bloomberght.
[28] “Salgınla zengin oldular! İşte Koronavirüs zenginleri”, 13 Mart 2020, Veryansın.
[29] Levent Toprak, “Çin’in Ekonomik Yükselişi ve Derinleşen Hegemonya Krizi”, 15 Haziran 2024, Marksist Tutum.
[30] Fatih Oktay, a.g.e., s. 241.
[31] David Harvey, a.g.e., s. 152.
[32] Michael Lohmuller, “How China Fuels Wildlife Trafficking in Latin America”, 10 Haziran 2015, InSight Crime.
[33] Ashley Dawson, Soyların Tükenişi, çev. Samet Öksüz, İrene Kitap, Ocak 2024, İstanbul, s. 31.
[34] David Klein, “Report: Brides are Cambodia’s Latest Illicit Export to China”, 18 Mayıs 2022, OCCRP.
[35] Zdravko Ljubas, “Chinese Human Trafficking, Prostitution Ring Busted in Europe”, 10 Şubat 2023, OCCRP.
[36] Burak Gürel, “Stalinizm ile kapitalizm arasında köprü kuran bir düşünür: Domenico Losurdo”, Devrimci Marksizm, Sayı: 45/46, s. 229.
[37] İrfan Özgül, “Berlin-Bağdat Demiryolu Projesi’nden Bir Kuşak Bir Yol Girişimi’ne Çatışma Ekseni”, 21 Mart 2023, Sosyalizm.
[38] Jared Diamond, “What’s Your Consumption Factor?”, 2 Ocak 2008, The New York Times.