Britanya İlişkileri:
Britanya’nın Chatham House olarak da bilinen ve burjuva enternasyonalinin beyin takımına ev sahipliği yapan karargâhlarından kadim Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nün Direktörü Bronwen Maddox, Liz Truss Hükûmetine yönelik bir değerlendirmesinde, Ulusal İstatistik Ofisi’nin hesaplamalarına göre Çin’in 63.6 milyar sterlin (tüm ithalatın %13,3’ü) ile Britanya’nın en büyük ithalat kaynağı olduğu bilgisini aktararak, Çin’e yönelik sert sözlerden ve çatışmadan kaçınılmasını öğütlemiştir.[1] Bir dönem Maliye ve Dışişleri Bakanlığı’nı yönetmiş, Thatcher döneminde Avam Kamarası lideri ve başbakan yardımcısı olarak görev yapmış olan Lord Geoffrey Howe ise kendi kişisel kariyeri üzerinden kaleme aldığı bir değerlendirmesinde, iki ülke arasındaki kültürel, diplomatik ve ekonomik bağların giderek güçlendiğini söylemiş, Britanya’nın Çin’deki en büyük Avrupalı yatırımcı hâline geldiğini övünçle ifade etmiştir.[2]
Britanya’nın Çin’e giriş kapısı Hong Kong üzerinden aralanmaktaydı ve burası Milton Friedman tarafından laissez-faire kapitalizminde dünyanın en büyük deneyi olarak adlandırılacak, bu sayede Asya offshore açısından bir cevher olacaktı. Burada finansal anlamda her şeyin serbest olduğu, hiçbir düzenlemenin bulunmadığı bir dünya inşa edilmiştir. Çin’de iş yapan şirketler, gizli hissedarlı Hong Kong şirketleri kurarak yolsuzluğun temelini teşkil etmektedirler. Çin, Britanya’nın 1997 yılında iade ettiği Hong Kong’u “özel idarî bölge” olarak korumuş, dış ilişkiler ve savunma dışındaki konularda Çin’den “yüksek derecede özerkliğe sahip olduğunu” belirtmiştir.[3] 2007 Ekim’inde Lord (The City, Londra) Belediye Başkanı, eşi, şerif, şerifin eşi ve kırk kişilik bir iş heyeti eşliğinde Hong Kong ve Çin’i ziyaret etmiştir. XVII. Ulusal Parti Kongresi sırasında yapılan bu ziyaret Londra Finans Merkezi’nin resmî raporunda, “Londra’nın dünyanın önde gelen küresel finans merkezi olarak ortaya çıkışı başta olmak üzere tüm Finans Merkezi’nin mesajlarının Çin’deki tüm hedef noktalarımızda gayet anlaşılıp beğenildiği,” şeklinde yer almıştır. Ulusal finans reformu için öncü seçilen Tianjin kentinin Belediye Başkanı Dai Xianglong ise Londra Finans Merkezi’ni uluslararası finans ve küreselleşmenin “kutsal yeri” olarak nitelendirmiş, işbirliğinin derinleştirilmesine vurgu yapmıştır.[4] Çin devletinin Britanya siyaseti esasen 18. ve 19. yüzyıllarda olduğu gibi sürmekte olup, yalnızca görünürde bir takım değişiklikler göstermektedir. Çin ekonomisinin bağlı olduğu Hong Kong ekonomisi tekstil veya elektronik ürünlerden ziyade afyon/eroin ticareti üzerine inşa edilmiş olup, Afyon Savaşları şeklinde tarih kitaplarında yer bulan hadise hâlen daha sürmektedir. Geçmiş yüzyıllarda bu ticarî kontrolü elinde bulunduran Britanya Doğu Hindistan Şirketi bugün kâğıt üzerinde varlığını yitirmiş olsa da, mirasçıları aynı geleneği sürdürmektedir; o dönem afyon ticaretinin temel unsurlarından biri olan Matheson ailesi ve sahibi olduğu aynı isimli bankanın Çin devleti ile jonint-venture (girişim ortaklığı) şeklinde lanse edilen yatırımları buna dair verilecek örneklerden biridir.[5] Hong Kong’a akan altın miktarının New York ve Paris borsalarındaki altın ticaretinin toplamından fazla oluşunun tarihi yeni değildir.
Mao’nun ölümünden kısa bir süre sonra, Kraliçe II. Elizabeth’in malî danışmanı olan Evelyn de Rothschild, The Economist dergisinin başkanı sıfatıyla Çin’e gitmiş, ziyaretle ilgili eşi tarafından sonradan yapılan bir açıklamada, eşinin ve Rothschild Bankası’nın çok daha erken tarihlerde Çin’de olduğu beyan edilmiştir.[6] Kapitalizmin gelişimiyle birlikte global ölçekte örümcek ağı gibi dünyayı saran malî oligarşinin zirvesindeki bu ailenin Çin’deki etkinliği Hanedanlık dönemine dayanmakta, ÇHC’nin ilânıyla sürmekte ve bugün de Çin bankaları ve ÇKP seçkinleriyle çok derin bağlantıları bulunmakta fakat olabildiğince gözden ırak tutulmaktadır. Kendisi muhtemelen farkında olmasa da Mao’nun kendisi de dolaylı yoldan –özellikle Israel Epstein üzerinden– bu ailenin etki alanında bulunmaktaydı; Kissinger’ın övgüyle andığı Çu Enlay’ın da kimi aile mensuplarıyla yakın ilişkisi bulunmaktaydı. 1979 yılında Siçuan Eyalet Hükûmeti tarafından ailenin yerel doğal gaz ve maden kaynaklarının geliştirilmesi amacıyla Britanya şirketleriyle köprü işlevi görmesi talep edilmiş, 80’li yılların ortalarından itibarense Çinli yetkililer, ekonomik kalkınma ve demiryolu sisteminin inşası için aileyi danışmanlık şirketi kurmaya davet etmiştir. Bu gelişmeler, 2013’te ilân edilen Kuşak ve Yol Girişimi (OBOR) ve ardındaki Britanya sermayesi için bir ön hazırlık şeklinde değerlendirilmelidir.
Söz konusu danışmanlık şirketleri bugün Rothschildler ile ÇHC arasında onlarca banka üzerinden sürmekte olan doğrudan finansal bağların yanı sıra, diğer yabancı şirketlerin Çin’deki yatırımları yahut Çin’in diğer ülkelerdeki yatırımları için aracı konumundadır. Çinli otomotiv şirketi Geely’nin İsveç’in simgelerinden sayılan Volvo’yu satın alması buna dair verilebilecek örneklerden biridir. Genel kanının aksine, Volvo Group’un yalnızca otomobil ve SUV üretiminde bulunan markası 1999 yılında Ford’a satılmış, 2010’da ise Geely tarafından Ford’dan satın alınmıştır. Geely’nin kurucusu Li Shufu henüz daha 2002 yılında Kuzey Avrupa’nın bu en büyük otomobil üreticisini satın almak istediğini dile getirmiş, “Volvo’yu Çin’in otomotiv endüstrisini küresel aşamaya taşımak için gereken yeniliği, markayı ve teknolojiyi sağlayacak araç” olarak gördüğünü dile getirmiştir. Ancak bu cüretkârlık gösterilememiş ve Rothschildler yardıma çağırılmış, aileye ait bankada kurulan ekip aracılığıyla 2 Ağustos 2010 tarihinde Volvo’nun söz konusu tüm hisseleri 1.5 milyar dolarla Geely’ye geçmiştir. Volvo’nun ardından benzer bir anlaşma da 2015 yılında gerçekleşmiş, dünyanın en büyük beşinci lastik üreticisi olan 143 yıllık İtalyan Pirelli de 7.7 milyar dolar karşılığında Çin’e geçmiştir.[7] Ailenin Çin’deki faaliyetleri Alibaba’dan elektronik ürünlerin güç kablolarına, altın ticaretine, kömür ve petrol endüstrisine hatta lüks şarap üretimine kadar uzanmaktadır.[8] Mao dönemindeki ilişkilerin üzeriyse özellikle örtülmekte ve gün yüzüne çıkarılmayı beklemektedir.
Ailenin temsilcilerinden Lord Jacob Rothschild, 14 Temmuz 2015’te Britanya’daki ÇHC Büyükelçisi Liu Xiaoming ile görüşmüş, Britanya-ÇHC arasındaki malî bağların daha da güçlendirilmesi gerektiğini ifade ederek, Britanya’daki tüm sektörlerin Çin ile kurulan ilişkilerin geliştirilmesi yönünde istekli olduğunu ve özellikle finans sektörünün Çin’in kalkınma potansiyeline tamamen güvendiğini vurgulamıştır.[9]
Britanya ile kurulan bağlar yalnızca finans sermayesi ile sınırlı kalmamış, askerî ilişkilere de sirayet etmiştir. 2020 Eylül’ünde ifşa olduğu üzere Britanya Kraliyet Donanması, bir denizcilik şirketi üzerinden Çinli subayları eğitmiş, subayların bu süre zarfında beş yıldızlı bir otelde ücretsiz konaklaması, kahvaltı ve öğle yemeği masrafları da dâhil olmak üzere Britanya halkının ödediği vergilerle sağlanmıştır. 28 bin sterline mâl olan bu eğitim Malezya’nın başkentinde bulunan Grand Millennium Hotel’de gerçekleşmiştir. Olay, Pekin’deki Britanya Büyükelçiliği’nde Deniz ve Hava Ataşesi olan Yüzbaşı Rupert Hollins’in Eylül 2015’te Çin Devlet Okyanus İdaresi’nin üç üyesini beş günlük bir eğitime davet etmesiyle başlamıştır. Güney Çin Denizi’nde ihtilaflı adalar bulunmakta ve buralara askerî üsler inşa edilmektedir. Çin, Vietnam ve Tayvan’ın hak iddia ettiği Paracel Adaları; daha güneyde ise Çin ile Filipinler başta olmak üzere hak iddia edilen Spratly Adaları bulunmakta ve söz konusu eğitimin de bu alanlarla ilgili olduğu söylenmektedir. Britanya’nın eğitime aldığı subayların bağlı olduğu kurum Çin Sahil Güvenliği’ne komuta etmektedir ve hâlihazırda söz konusu adalar üzerinden süren çatışmaların üçte ikisine de karışmış vaziyettedir.[10] Özellikle Filipinler’e ait gemilere yapılan müdahaleler basında sıkça yer almaktadır.[11]
1989 yılındaki Tiananmen Katliamı dolayısıyla Avrupa Birliği’nin Çin anakarasına silâh satışına dair bir ambargosu bulunmakta fakat askerî eğitim bunun dışında tutulmaktadır. Britanya, ambargo bulunmasına rağmen bir yandan resmî ağızlar üzerinden “Çin tehdidi” propagandasını diri tutmakta fakat öte yandan Çin’e milyarlarca sterlinlik askerî malzeme satmaktadır. Rothschild ailesi burada da China North Industries Corporation ve Great Wall Industries Corporation ile yapılan anlaşmalarla Çin askerî endüstrisine dâhil olmuş ancak hiçbir detay kamuoyu ile paylaşılmamıştır.[12] Haziran 2021 tarihli bir habere göre, Britanya yönetimi son üç yıl içinde Çin’e 2.6 milyar sterlin değerinde askerî ve askerî kullanıma elverişli sivil ekipman satışına onay vermiştir. 2019 yılında 526 milyon sterlin tutarındaki rakam, 2020’de 1.6 milyara çıkarılmıştır (dikkat, K-19’a hazırlık!). Çin’in kullanımına sunulan ekipmanlar arasında yalnızca silâh sistemleri değil, iletişim ve gözetim teknolojileri de bulunmaktadır.[13] Yani Britanya, Çin’in dış politikasına olduğu kadar içerideki devasa gözetim mekanizmasına da katkıda bulunmaktadır ve/fakat bu noktada Alman medyasında yer alan bir değerlendirmeye göre, ABD de dâhil olmak üzere dünya genelinde ve özellikle Almanya’da havalimanları, tren istasyonları, polis karakolları ve hatta hükûmet binalarının gözetimi için kullanılan Hikvision ve Dahua adlı markaların sahibi “kısmen” Çin devleti iken[14], gözetimin asıl sahibinin kim olduğu sorusu önem kazanmaktadır. Kendisinden talep edildiği takdirde her Çinli şirketin elindeki verileri hükûmetle, yani ÇKP ile paylaşmak zorunda olduğu, ülke dışından toplanan verilerin de buna dâhil olduğu da yine söz konusu haberde belirtilmektedir. 2018 Ekim’inde dönemin ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence tarafından yapılan bir konuşmada, Çin’in Amerikan teknolojisini toptan çalmayı plânladığı ve benzersiz bir gözetleme devleti ve “Orwell’cı bir sistem” inşa ettiği söylenmiştir.[15] Romanları ve SSCB düşmanlığıyla nam salan George Orwell’ın da Britanya istihbaratına mensup oluşu, Pence’in açıklamasını daha anlamlı kılmaktadır.
İstisnasız her devlet, kendisine bağlı olan yurttaşı yasal veya yasadışı bir şekilde siber istihbarat ve diğer yöntemler (HUMINT, GEOINT, MASINT, OSINT, TECHINT, FININT) yoluyla dinlemekte ve gözetlemektedir. Dijital teknolojiler yoluyla elde edilen tüm veriler datacenter adlı merkezlerde toplanmaktadır. Bu merkezlerden en büyüğü ise Çin’de bulunmaktadır: Yaklaşık 600.000 kilometrekare, yani 110 futbol sahası kadar yer kaplayan bu datacenter Pekin’in güneyinde, otomobille bir saat uzaklıktaki Lunfang kasabasındadır.[16]
Çin’deki bu gözetim ve denetim sistemi öyle boyutlara ulaşmıştır ki, temelleri çok daha eski olan fakat bugünkü hâliyle 2014’te uygulanmaya başlanan “sosyal kredi sistemi” denilen ve her vatandaşa puan verilen uygulama, kredi puanı düşük olan kişilerin isim ve fotoğraflarıyla birlikte kamuoyu önünde ifşa edilmesine kadar varmıştır. Devlete olan güvenle ölçülen kredi puanları düşük olan kişilerin seyahat hakkı kısıtlanmakta olup, buna ülkeden ayrılmak da dâhildir; bunu tamamlar mahiyette otel hakkı da kısıtlanmaktadır. Kredi puanı düşük olan ebeveynlerin çocukları da eğitim hayatında yasaklarla karşılaşmaktadır; yüksek borç gibi nedenlerden dolayı puanı düşük olan kişilerin çocukları okul ve üniversitelere kabul edilmemektedir. İnternet kısıtlamaları da oldukça yaygındır ve bu durum kişinin gerek başkalarıyla iletişim kurma gerekse çevrimiçi bilgiye erişme (ki orada da sansür bulunmaktadır) hakkından mahrum bırakılmasına yol açmaktadır. İş başvurusu yapıldığı zaman da, başvurulan kurum, öncelikle kişinin kredi puanını öğrenmek için devlete danışmak durumundadır. Buna karşın yüksek kredi puanına sahip olanlar, yani itaatkâr vatandaşlar ise basitleştirilmiş idarî prosedürler, düşük faiz oranları ve bunun sonucunda ev sahibi olmak gibi “ödüllerle” karşılaşmaktadır.[17]
ABD’li yetkililerin “benzersiz bir gözetleme devletine” dair söylemi reddedilemeyecek boyuttadır fakat bu konuda serzenişte bulunabilecek hakka da sahip değillerdir çünkü yine Batılı bir yetkilinin söylediği gibi, Çin’deki sosyal kredi sistemi Batı ülkelerinde hâlihazırda yaşanmakta olanların biraz daha belirgin hâlinden ibarettir.[18]
Sansür uygulamaları yeni değil kökleşmiş bir pratiktir. Hanedanlık döneminde tıp, fal ve tarım bilgisi içerenlerin dışındaki tüm kitapların yakılması emri verilmiştir. Hatta bu emir Konfüçyüs’ün yapıtlarını da kapsamaktaydı; bugün ona dair okumakta olduğumuz tüm düşünceler, izleyicileri tarafından akılda kalınan şekliyle aktarılanlardır. Günümüzden iki bin yılı aşkın bir süre önce verilmiş olan kitap yakma emrinde şu pasaj yer almaktadır:
“Naçizane önerim, Çin [Hanedanlığı] dışındaki tüm tarihsel kayıtların yakılmasıdır. Saray bilgini olmayan biri, eski şarkıları, tarihsel kayıtları ya da yüz okulun yazılarını elinde tutmaya kalkışırsa, bunlara yerel yönetici ve ordu kumandanınca el konulmalı ve bunlar yakılmalıdır. Gündelik sohbetler sırasında, eski şarkılardan ve kayıtlardan alıntı yapanlar, herkesin içinde infaz edilmelidir. Yeni düzene karşı çıkmak için eski ilkeleri kullananların aileleri yerle bir edilmelidir ve bu tür olaylardan haberdar olup gerekli makamlara bildirmeyen memurlar, aynı biçimde cezalandırılmalıdır.”[19]
Çin devletiyle özdeşleşen ve ABD ambargosuna maruz kalan Huawei’in altı kazındığı zaman da Britanya’nın izine ulaşılmaktadır. 2018’in ikinci çeyreğinde Huawei, küresel akıllı telefon piyasasında Apple’ın önüne geçmiş[20], ardından da Trump Hükûmeti tarafından “güvenlik” gerekçesiyle yaptırımlara maruz kalmıştır. 2000’li yıllarda Huawei, denizaltı enerji kablosu döşemede dünya öncülerinden biri olan Britanyalı Global Marine şirketi ile yakınlaşmış, bu şirkete optik sistemlere hâkim olduğunu ve internet kablosu döşeme işi ile ilgilendiklerini söylemiştir. Global Marine ise zaten Çin pazarına girmeyi istemekteydi ve 2008 yılında Huawei Marine Networks adıyla bir joint-venture gerçekleşmiş, çok sayıda Britanyalı uzman ve danışman bu kapsamda Çinlilere katkıda bulunmuştur. Jean Devos’un ileri sürdüğüne göre, Britanyalı danışmanlar tüm taşeron ağlarını Çinlilere açmış; alüminyum, bakır, elektronik bileşenler, kaynak malzemeleri, kablolama makineleri vb. tedarikçilerini de Çinlilere tanıtmışlardır. Bu sayede Huawei, yabancısı olduğu tüm bu ekosistemi Britanyalılardan öğrenmiştir.[21] Huawei Batı dünyasının ambargosuna maruz kalıyorken neden diğer Çinli şirketlere yönelik benzer bir tutumun söz konusu olmadığı düşündürücüdür.
2016’da dünya çapında gündemi sarsan Panama Belgeleri adlı offshore sızıntılarda yer alan, Huawei ile Sırbistan’ın Telekom şirketi arasındaki gizli sözleşmeleri ve yolsuzluğu konu alan bir çalışmada aktarılana göre, Belgrad’daki ilk ofisini 2007 yılında açan Huawei, Sırp polisiyle eşgüdüm hâlinde yaklaşık bin adet yüksek teknolojili yüz tanıma sistemiyle kenti kuşatmaktadır.[22] Çin’in Balkanlardaki siyasî nüfuzu geçmişten bu yana büyük oranda Sırbistan üzerinden sağlanmaktadır.
Yerin altı da en az üstü kadar önem arz etmektedir. Çin Ulusal Reform ve Kalkınma Komitesi tarafından OBOR’un ilânından iki yıl sonra bir rapor yayımlanmış ve burada “iletişim alanında bir ipek yolu yaratmak” amacıyla gayet kapsamlı bir uluslararası optik kablo döşeme programı ortaya konmuştur. Çin’den başlayıp Hint Okyanusu ve Orta Asya’dan geçerek Afrika ve Batı Avrupa’ya ulaşacak karayolu, demiryolu ve liman tesisleri inşa etmeye yönelik devasa projenin bu yönü pek fazla dillendirilmemektedir.[23] Bugün okyanusların dibini halı gibi kaplayan ve toplam uzunlukları –askerî ve istihbarat amaçlı döşenmiş gayri resmî kablolar hariç– 1,2 milyon kilometre, yani dünyanın çevresinin otuz katı olan 450 kadar ışıklı dokunaç bulunduğu söylenmektedir.[24] Kullanılmakta olan internet hizmetlerinin çok büyük bir kısmı –sanılanın aksine– uydulardan ziyade bu kablolar aracılığıyla sağlanmaktadır.
11 Eylül 2021 tarihli Global Times’da, Çin Merkezî Askerî Komisyonu (CMC) üyesi ve dönemin CMC Müşterek Kurmay Departmanı Genelkurmay Başkanı Li Zuocheng, “Çin ile Britanya silâhlı kuvvetleri arasındaki ilişkilerin son yıllarda genel olarak istikrarlı bir şekilde geliştiğini ve iki tarafın savunma stratejisi istişareleri ve uluslararası barışı koruma gibi alanlarda sağlam değişimler ve işbirliği yaptığını,” dile getirmiş, iki ordu arasındaki stratejik iletişimin güçlendirilmesi, fikir alışverişlerinin sürdürülmesi ve pratik işbirliğinin genişletilmesi gerektiğini vurgulamıştır.[25] Bu açıklama, sömürgeciliğin kadim aktörü ve o sömürgeciliğin tecavüzüne uğramış olan bir ülkede iktidarı elinde tutan “komünist” partisine üye olan üst düzey bir askerî yetkili tarafından yapılabilmektedir. Çin’de ordunun geleneksel olarak hem söylem hem de politika üretim aşamasındaki gücünün oldukça önemli olduğunu vurgulamak gerekmektedir.[26]
2022 Ekim’inde bu kez Rus medyasının Britanya merkezli SkyNews’dan aktardığı habere göre, emekli Britanyalı askerî pilotların Çin Savunma Bakanlığı tarafından işe alındığı bildirilmiştir. Buna göre emekli Britanyalı pilotlar yıllık 240 bin pounda ulaşan maaşlarla Çin Halk Kurtuluş Ordusu’na eğitim vermektedirler. Eğitimin, Çin ordusunun Batılı ülkelerin savaş uçakları ve helikopterleriyle mücadelesinin geliştirilmesine dair olduğu aktarılmaktadır.[27] 2024 Eylül’ünde Çin’in Şensi bölgesindeki başkenti Şian’da düzenlenen Dördüncü Uluslararası Savunma Teknolojileri Konferansı (ICDT), Britanya’nın önde gelen silâh teknolojisi uzmanlarından biri olup, çığır açan araştırmalarının çoğu Britanya Savunma Bakanlığı’nca finanse edilen Clive Woodley’nin eş başkanlığında gerçekleşmiştir. En az on yıldır Çinli meslektaşlarıyla yakın çalıştığı anlaşılan Woodley, 2014 ile 2022 yılları arasında en az yedi kez Çin’e seyahat ederek üst düzey savunma yetkilileri ve akademisyenlerle görüşmüş, seminer ve derslere katılmıştır. Çin dergilerinde ve silâh firmalarında çalışan Çinli bilim insanlarıyla birlikte yazmış olduğu sekiz araştırma makalesi yayımlanmıştır.[28]
İsrail İlişkileri:
Çin Ordusu’nun eğitiminde İsrail’in izine ulaşmak da mümkündür. 2017, İsrail-Çin ilişkilerinin resmî olarak 25. yıldönümüydü ve o yıl Benjamin Netanyahu, beraberindeki 100 iş insanı ve 4 bakanla birlikte Pekin’e giderek ÇKP lideri ile görüşmüş, ardından teknoloji alanındaki iş birliğinin derinleştirilmesi amacıyla “Kapsamlı İnovasyon Ortaklığı” ilân edilmiştir. Bu ortaklık Çin Halk Kurtuluş Ordusu’nun güçlendirilmesini de kapsamaktaydı. 2002 yılından bu yana Çinli şirketler ile İsrail arasında kaydı tutulan yatırım anlaşmaları 500’e yakındır ve bunların %97’si teknoloji sektörüyle ilgilidir. İsrail teknolojisine yapılan yatırımların tutarı 9 milyar ABD dolarından fazladır.[29] Benzer bir ziyaret 2012’de, ilişkilerin 20. yıldönümü vesilesiyle de gerçekleşmiştir. 2009 yılından itibaren Çin’in en büyük ikinci silâh tedarikçisi olan İsrail, (“Ortadoğu” olarak adlandırılan) Yakın Doğu’da ÇHC’yi tanıyan (1950) ilk ülkedir. ÇHC ise bir yıl öncesinde, yani kuruluşundan çok kısa bir süre sonra İsrail’i tanımıştır.
Bugün İsrail, kendisinin de dâhil olduğu ve Çin’in tüm dünyayı ahtapot gibi sardığı OBOR için Kızıldeniz’i Avrupa’ya bağlayan stratejik güzergâhın üzerinde, Asya’dan Avrupa’ya giden yolda ticarî kontrol açısından kilit bir konumda yer almaktadır.[30] 2014 Kasım’ında düzenlenen bir seminerde Şangay Uluslararası Çalışmalar Enstitüsü’nde görev yapan Dr. Liu Zongyi, Çin’in İsrail’deki büyük ölçekli yatırımlarından Red-Med demiryolunun OBOR için “köprü başı” rolü oynayacağını dile getirmiştir. Aralarında 300 kilometreden fazla mesafe bulunan Kızıldeniz’deki Eilat ile Akdeniz’deki Aşdod limanlarını birbirine bağlayacak olan proje, Süveyş Kanalı’ndaki trafiği azaltmak yahut herhangi bir siyasî gerginliğin yaşanması durumunda alternatif bir rota olarak sunulmaktadır. İsrail’deki ileri tarım teknolojilerinin de Yakın Doğu’daki ÇHC kaynaklı sınaî “kalkınma” için yararlı olacağı söylenmektedir.[31] Aynı yıl, China Harbour Engineering Company aracılığıyla “Port Engineering Construction” adı verilen liman altyapı projesi için 950 milyon dolarlık bir yatırım yapılmış olup, bu proje o yıla kadar İsrail’e yapılan en büyük yatırım projesi olmuştur. ABD’nin ünlü altıncı filosunun yanaştığı İsrail’in Hayfa Limanı, 2015’te açılan ihale sonucunda 2021 yılı itibariyle 25 yıllığına işletilmek üzere Şangay Uluslararası Liman Grubu’na (SIPG) devredilmiştir. Söz konusu limanın İsrail’in en büyüğü olması bir yana, aynı zamanda uluslararası kargo merkezine dönüştürülmesi plânlanmaktadır. Gerek İsrailli gerekse Çinli yetkililer, Şangay Limanı ile Avrupa’daki limanlar arasındaki ticaret ağı açısından Hayfa Limanı’nın önemine vurgu yapmaktadırlar.[32]
Aynı tarihlere dönemin ABD Başkanı Donald Trump’ın arabuluculuğunda İsrail ile BAE arasında da normalleşme anlaşmaları sonucunda, BAE’nin gümrük işletmeleri şirketi DP World ve Dubai Customs, limanların işletilmesi ve yatırımlar için İsrailli Dover Tower şirketi ile ön anlaşma imzalamıştır. Bu kapsamda, 12 Ekim 2020 tarihinde BAE’den yola çıkan ilk yük gemisi de Hayfa Limanı’na ulaşmıştır. Beyrut Limanı’nın 4 Ağustos 2020’de 2.750 ton amonyum nitrat maddesinin infilak etmesi sonucu büyük bir yıkıma maruz kalarak devre dışı bırakılması, sonrasında Hizbullah üzerinden Lübnan’ın âdeta “yok edilme” girişimleri de bu bağlamda düşünülmelidir.
Britanya ile olan münasebetine değindiğimiz Huawei’in de İsrail’de Ar-Ge merkezleri bulunmaktadır. Tel Aviv’deki demiryolu sistemleri de Çinli CRTG, CRC ve CCECC firmalarınca yapılmaktadır. Bu firmalar aynı zamanda İran’daki demiryollarının inşası ve nükleer reaktörlerin yapımında da rol almaktadır.[33] Ayrıca İsrail’deki yatırımlara karşılık Çin’e istihbarat erişimi sağlandığı da bilinmektedir ve ABD yönetiminin belirli zamanlarda cereyan eden İsrail karşıtı tutumu da buradan kaynaklanmaktadır. Nitekim, yakın zamanda ABD Başkanı Biden, Gazze’deki katliamı bahane ederek Netanyahu’nun “İsrail için faydadan çok zarar verdiğini” ifade etmiş, hatta NBC News’ın iddiasına göre, özel sohbetlerinde Netanyahu’dan bahsederken küfrettiği de dile getirilmiştir.[34] Siyonizm’in sahipliği Mayıs 1942’deki Baltimore Konferansı’yla birlikte ABD’ye geçmiştir ancak son yıllarda yine Britanya’nın ağırlık koyduğunu söylemek mümkündür.
Ne İsrail-ÇHC arasındaki askerî ilişkiler ne de bu ilişkilerden duyulan rahatsızlığın ABD yönetimince dile getirilmesi yenidir. Tiananmen Katliamı dolayısıyla ABD ve Avrupa tarafından uygulanan askerî yaptırımların aşılması –Britanya ile birlikte– İsrail sayesinde olmuştur. İsrail-ÇHC ilişkilerinin resmî olarak başlatıldığı 1992 yılının başlarında George H.W. Bush yönetimi tarafından İsrail, Kûveyt krizi sırasında Pentagon’a ait İsrail’de konuşlandırılan Patriot füzesavar sisteminin yasadışı bir şekilde Çin’e “transfer etmekle” suçlanmıştır. ABD Dışişleri Bakanlığı, İsrail’in bu iddiayı yalanlamasından tatmin olmamış ve durumu araştırmak üzere İsrail’e bir ekip göndermiştir. Robert Gates ve R. James Woolsey gibi CIA’nın önemli direktörleri tarafından İsrail’in Çin’le olan askerî ilişkilerine dair şüpheler sıkça dile getirilmiştir. 1994 yılında ABD basınında çıkan haberlere göre Lavi jet avcı uçaklarıyla ilgili teknoloji de İsrail tarafından Çin’e izinsiz olarak transfer edilmiştir. 1999 Ekim’inde dönemin ABD Başkanı Bill Clinton, İsrail’in Çin’e satmayı plânladığı teknolojinin ABD’nin Asya Pasifik’teki, özellikle de Tayvan boğazlarındaki güvenlik çıkarlarını zedelediği gerekçesiyle Phalcon havadan erken uyarı ve gözetleme sistemlerine yönelik anlaşmaya karşı çıkmıştır. 2004 Aralık’ında bu kez Bush yönetimi tarafından İsrail’in 90’lı yıllarda Çin’e sattığı Harpy İHA sisteminin onarımı ve geliştirilmesine dair karara itiraz edilmesiyle aynı tartışmalar yeniden patlak vermiş, Pentagon bu kez İsrail’i F-35 müşterek taarruz uçağı programına katılımını sonlandırmakla tehdit etmiş, dönemin İsrail Savunma Bakanı Shaul Mofaz ise İsrail’in Çin’e güvenlik ihracatı konusunda yazılı bir özür talep edilmesi üzerine ABD gezisini iptal etmiştir (Bu esnada İsrail Savunma Bakanlığı’ndaki üst düzey yetkililerden Amos Yaron bu tartışmalar dolayısıyla istifa etmiştir). ABD yönetimince hazırlanan ve Çin’le kurulan ilişkilerden dolayı İsrail’in “usulsüzlükle” suçlandığı çokça resmî rapor bulunmaktadır. Bunlardan en meşhuru olan Cox Raporu’nun gizliliği kaldırılan bölümünde İsrail açık bir biçimde “Çin’e yüksek teknolojili silâh tedarik eden ülkelerden biri” olarak tanımlanmıştır.[35]
Çin’deki ilk Yahudiler, İÖ 231’de Han Hanedanı zamanında görülmüştür. VII. ve VIII. yüzyıllarda ikinci bir göç kuşağı tespit edilmiş, XII. yüzyılda İpek Yolu ticareti döneminde Hennan eyaletindeki Kaifeng’de bir sinagog inşa edilmiş, 1840’lı yıllarda ise Hint ve Irak asıllı Yahudiler, Hong Kong ve Şangay’da kendi cemaatlerini oluşturmuşlardır. ABD ve Britanya devletleriyle derin bağları bulunan kimi Yahudilerin de ÇHC’ye gelerek Mao ile çok yakın ilişkiler kurduğu bilinmektedir. Bunlardan en önemlisi Sidney Rittenberg’dır. 1921 yılında Yahudi cemaatine bağlı bir ailenin çocuğu olarak Güney Karolina’da dünyaya gelmiştir. Üniversitedeyken ABD Komünist Partisi’ne katılmış, 1942 yılında partiden ayrılarak ABD Ordusu Askerî İstihbaratı’nda dilbilimci olarak çalışmaya başlamıştır. 1944’de Çince öğrendikten sonra Çin’e gönderilmiş, devrimden bir süre önce Pekin’deki komünistlerle irtibat kurmuş, ardından Xinhua Haber Ajansı’nın ana merkezinde ve Radio Pekin’de çalışmıştır. ÇKP’ye üye olan ikinci ABD vatandaşı olan bu kişi hem Mao hem de askerî lider Zhou De ile çok sıkı bir ilişki içerisinde olmuştur. Mao’nun çalışmalarını İngilizceye tercüme eden Rittenberg, ÇKP’ye bağlı Merkezî Dış İrtibat Dairesi’nde yirmi yıl boyunca çalışmıştır. Her daim Mao’nun aktif bir destekçisi olmuş, Mao’nun ölümünden sonra Dörtlü Çete ile ilişkilendirilerek hapse atılmış fakat 1977’de serbest bırakılmıştır. Ardından, kendisinin de önemli bir parçası olduğu ABD ile ÇHC arasındaki ilişkilerin tesis edilmesiyle birlikte her zaman vatandaşı olduğu ABD’ye geri dönmüş ve ne tesadüf ki, Henry Kissinger’a ait olan Kissinger Associates adlı jeopolitik danışmanlık firmasında çalışmaya başlamış; Intel, Microsoft, Nextel gibi firmaların Çin’e yönelmesini sağlamıştır. Geçmişte Stalin tarafından “ABD casusu” olduğu gerekçesiyle SSCB’de tutuklanmış olan bu kişinin, Stalin’in ölümünden iki yıl sonra serbest kaldığının da not düşülmesi gerekmektedir.[36]
***
Yüksek siyaset katında “komünist” ibareli liderlerle aileden azılı ırkçı ve terör imalatçıları aynı sofrada oturabilmekte, kurulan ilişkiler her iki taraftan nemalananlar eliyle normalleştirilebilmektedir. Bugün “Çin sosyalizmi”, en akçeli ilişkilerinde Siyonizm ve Britanya oligarşisiyle iç içedir.
Burak Ö.
Eylül 2024
Dipnotlar:
[1] Bronwen Maddox, “The UK must avoid conflict with Europe and China”, 11 Ekim 2022, Chatham House.
[2] Geoffrey Howe, “Britain and China: Then and Now”, 1 Ocak 2011, Chatham House.
[3] Nicholas Shaxson, Define Adaları, çev. Parla Nemutlu, April Yayıncılık, Mayıs 2023, İstanbul, s. 170.
[4] Nicholas Shaxson, a.g.e., s. 363-364.
[5] Dr. John Coleman, 300’ler Komitesi, çev. Dr. Mert Akcanbaş, Destek Yayınları, Kasım 2014, İstanbul, s. 250. Önemli anekdotlar içeren bu muhafazakâr çalışmanın bir kısmına temkinli yaklaşılması gerektiğini de not düşmekte yarar vardır.
[6] David Gardáš, The Rothschilds and the PRC: Banking, Financial and Other Interactions between the Red Shield Dynasty and the Red China, 2021, s. 57. Çekya’daki Masaryk Üniversitesi’nde yazılan bu tez, Rothschildler ile Çin Devleti arasındaki finansal bağlara mercek tutmaktadır.
[7] David Gardáš, a.g.y., s. 79 vd.
[8] Ailenin Fransa’daki kolundan James de Rothschild’in yeğeni ve damadı, çağrı üzerine Londra’dan Paris’e gelerek buradaki bankada çalışmaya başlamış fakat daha üç yıl geçmemişken o dönem aile için oldukça alâkasız bir işe girişerek 1853 yılında Bordeaux bölgesinde 263 dönümlük üzüm bağını (Château Brane Mouton) 1 milyon 175 bin frank karşılığında satın almıştır. Bu bağın ismi daha sonra Château Brane Rothschild olarak adlandırılacak ve şaraplar da bu isimle piyasaya sunulacaktır. Bkz. İsmail Tokalak, Paranın İmparatorları: Rothschild’lerin Küresel Gücü, Ataç Yayınları, İkinci Basım, Temmuz 2016, İstanbul, s. 200. Bilindiği gibi Bordeaux, dünya çapında birinci sınıf şarap üretiminin yapıldığı bölgelerden biridir ve burada üretilen yüksek fiyatlı şaraplar Çin’in zengin kesimlerinde ve özellikle de Hong Kong’da satışa sunulmaktadır. 2019 Temmuz’unda, Çin’in Shandong eyaletinde Rothschild şarapları için bir imalathane açılmıştır.
[9] David Gardáš, a.g.y., s. 96.
[10] Phil Miller, “Revealed: Royal Navy trained Chine for free at five-star hotel”, 7 Ekim 2020, DeclassifiedUK.
[11] “Çin Sahil Güvenliği, Filipinler’e ait gemileri engelledi”, 22 Ekim 2023, CRI Türkçe.
[12] David Gardáš, a.g.y., s. 58.
[13] Mark Curtis, “As the UK hypes the China ‘threat’ it sells the country billions in military-related equipment”, 7 Haziran 2021, DeclassifiedUK.
[14] Ferenc Gaál, “Çin’in gözetleme teknolojisi dünyada yayılıyor”, 2 Nisan 2023, DW Türkçe.
[15] Daniel Yergin, Yeni Harita, çev. Oya Özaltın, Nora Kitap, Kasım 2022, İstanbul, s. 173.
[16] Guillaume Pitron, Dijital Cehennem, çev. Alp Tümertekin, İş Bankası Kültür Yayınları, Ağustos 2022, İstanbul, s. 87. Orta büyüklükteki bir veri merkezinin yılda aşağı yukarı 600.000 bin metreküp su tükettiğini; bunun da 160 olimpik havuzu doldurmaya ya da üç hastanenin ihtiyacını karşılamaya yeter miktarda olduğunu da not etmekte yarar var. A.g.e., s. 90. Bu veri merkezleri her şeyi depolamaktadır; bu da siber alanda muazzam bir çöplüğe, dolayısıyla harcanan enerji ve su israfı da fiziksel/ekolojik çöplüğe dönüşmektedir.
[17] “Как чрез дигиталните пари Китай контролира гражданите си: от наказания за изневяра до публично опозоряване”, 11 Mayıs 2024, Obektivno.
[18] Liam Newcombe’dan aktaran Guillaume Pitron, a.g.e., s. 83.
[19] Ulaş Başar Gezgin, Çifte Ejderhanın Diyarında 1: Çin, Töz Yayınları, Haziran 2022, Ankara, s. 22.
[20] “Huawei Apple’ı sonunda alt etti!”, 28 Ağustos 2018, Shift Delete.
[21] Guillaume Pitron, a.g.e., s. 210-211.
[22] Stevan Dojčinović ve Vesna Radojević, “Chinese Tech Giant Huawei Had Secret Offshore Contracts With Men Linked to Serbian State Telecom Company”, 25 Ekim 2021, OCCRP.
[23] Guillaume Pitron, a.g.e., s. 206.
[24] Guillaume Pitron, a.g.e., s. 184.
[25] “China-UK military communication shows willingness to manage risks, ease regional tension: expert”, 11 Eylül 2021, Global Times.
[26] Çin ordusunun inkılâpçı karakteri, onu devletin kurucusu ve temel taşıyıcı direği hâline getirmiştir. İlk nesil liderlerin neredeyse tamamı TC örneğinde de olduğu gibi asker kökenlidir ve yine TC’deki gibi 1990’lara kadar ordu ve siyaset ayrımı çok keskin değildir. 1990 sonrasında ise ordunun hem Parti hem de devlet içindeki rolü önemli ölçüde azaltılmış; ancak bu, Çin’de ordunun kendi öneminin azalması anlamına gelmemiştir. Çin ekonomisi büyüdükçe jeopolitik riskler ve ulusal güvenlik tehditleri de büyümektedir. Dolayısıyla Çinli siyasiler için güçlü ekonominin yanı sıra güçlü ordu da oldukça önem arz etmektedir. Kadir Temiz, “Çin Dış Politikasının Hedefleri ve Kaynakları”, Çin Bilmecesi, Koç Üniversitesi Yayınları, Aralık 2019, İstanbul, s. 198.
[27] “ABD’li eski generaller Körfez’de, İngiliz emekli pilotlar ise Çin’de askeri eğitim veriyor”, 19 Ekim 2022, Sputnik Türkiye.
[28] David Rose, “Neden bir İngiliz Çin’in silâh konferansını yürütüyor?”, 29 Ağustos 2024, Türkçesi: Emre Köse.
[29] Dale Aluf, “Israel-China relations amid the Sino-US rivalry”, 11 Şubat 2023, Asia Times.
[30] Ayşe Kurban, “Çin-İsrail İlişkileri”, 9 Kasım 2020, İnsamer.
[31] David P. Goldman, “China’s Emergence as a Middle Eastern Power and Israel’s Opportunity”, BESA Center Perspectives, No. 284, 1 Şubat 2015, BESA.
[32] “Çin-İsrail İlişkileri”, 11 Kasım 2020, Daily Ummah.
[33] Selim Han Yeniacun, “Çin’in Kuşak Yol projesinde İsrail’in konumu”, 6 Eylül 2018, AA.
[34] “Biden’ın Netanyahu için sinkaflı küfür kullandığı iddia edildi”, 12 Şubat 2024, Sputnik Türkiye.
[35] P.R. Kumaraswamy, “At What Cost Israel-Chine Ties?”, Middle East Quarterly, Bahar 2006, Cilt 13, Sayı 2, s. 37-44, MEQ.
[36] Bu pasajdaki bilgiler değerli büyüğüm ve yoldaşım Halid Özkul’un çoktan tamamlanmış ve yakın zamanda yayımlanması beklenen Hile Tapınağı başlıklı kitabından iktibas edilmiştir.