Bloomberg tarafından ortaya çıkarılan son Jeffrey Epstein e-posta arşivinde, Epstein’ın akademi dünyasının seçkinleriyle kurduğu bağlantılar, onun transhümanizm ya da neo-öjenizm olarak bilinen (Büyük Teknoloji oligarkları ve yönetici sınıf elitleri arasında artık yaygın hâle gelmiş) felsefeye olan ilgisini ortaya koyuyor. Bu inanç sisteminin maddî sonuçları ise ilâç ürünlerinin geliştirilmesini şekillendiriyor, acil durum temelli deregülasyonu teşvik ediyor ve biyomedikal gözetim devletinin genişlemesiyle iç içe geçerek hem ciddi hem de geniş kapsamlı etkiler yaratıyor.
Bloomberg tarafından yakın zamanda elde edilen, kötü şöhretli Jeffrey Epstein’a ait e-postalardan oluşan yığın içinde, ölmüş olan pedofil ve yönetici sınıf sosyetik figürünün ilginç bir programı finanse etmeyi önerdiği görülüyor: Harvard’ın Kişisel Genom Projesi (PGP). Peki Epstein bunu neden yapmak istiyordu? “Güzelliğin DNA’da bulunup bulunmadığını” öğrenmek için.
Bloomberg’in bu e-postalar arşivine dair ilk ifşaatında yer alan bu anekdot, birkaç başka örnekle birlikte, gizemli Jeffrey Epstein’ın daha az bilinen bir yönüne ışık tutuyor: transhümanizm ya da neo-öjeniye olan ilgisi. Geleneksel anlamıyla öjeni, bir nüfus içindeki “arzu edilen” özelliklerin oranını artırmak için insan üremesinin nasıl en iyi şekilde düzenlenebileceğini inceleyen bir alanı ifade ederken, transhümanizm bizleri daha “arzu edilir” hâle getirmenin biraz farklı bir yolunu arıyor.
Transhümanizm, genetik sonuçlarımızı ve fenotipik kaçınılmazlıklarımızı “iyileştirmek” için teknolojiye dayanır. Örneğin, Öjeni Derneği üyesi yazar David Galton, ebeveynlerin çocuklarına hangi genlerin aktarılacağını yapay olarak seçmelerini sağlayan teknolojik gelişmeleri överek bu sayede “tasarım bebekler” yaratılabileceğini savunmuştur. Nicholas Agar gibi akademisyenler ise bu uygulamayı “liberal öjeni” olarak adlandırarak savunmuştur.
Irkçılığın ve elitist üstünlük iddialarının kadim “bilimselleştirilmesini” yeniden paketlemek için kullanılan iddialı terminoloji ne olursa olsun, öjeninin felsefî temelleri aynı kalır. Bir nüfus içindeki istenmeyen özellikleri tepeden inmeci düzenlemelerle yok etmeye çalışmak ya da transhümanist müdahalelerle dönüştürmeye çalışmak arasında fark yoktur; her iki strateji de bireyleri ölçülebilir parçalara indirger, insan yaşamının kutsallığını reddeder. Her iki yaklaşım da görünürde ‘optimal’ olan özellikleri doğası gereği değerli olanlarla karıştırır ve evrenin karmaşıklığını algoritmik, “bilimsel” bir sisteme indirgercesine maddeci bir dünyaya sarılır. Kendiliğindenlik bir şirketin ya da devletin yapısal örgütlenmesine dönüşür. Kısacası, maddî dünya evrimin, ölümün ve bizzat yaşamın cevabına indirgenir.
Fakat Epstein’ın öjenik fantezileri, toplumdan yalıtılmış tekinsiz bir bireyin çılgın düşünceleri değildir. Aksine, 21. yüzyılda Amerikan siyaset sahnesine hükmetmeye başlayan Büyük Teknoloji oligarkları arasında endemik hâle gelmiş bir düşünme tarzını temsil eder. Nitekim Bloomberg’in yeni e-posta arşivinin ortaya koyduğu üzere, Epstein’ın öjenik emelleri onu akademinin, Büyük Teknoloji’nin ve bilimin en prestijli figür ve kurumlarından bazılarına bağlamaktadır. Dahası, bu emeller söz konusu sektörlerin bir kesişimini ve onları şekillendiren, yanılsamalarla dolu, kendine hizmet eden ideolojileri yansıtmaktadır.
Güzelliğin Kaynağı
Harvard’ın PGP’si, aslında daha iddialı bir öncülü olan İnsan Genomu Projesi’nin (HGP) manevî bir ardılı niteliğindedir. HGP, Ulusal Sağlık Enstitüleri (NIH) tarafından finanse edilen ve insan genomunun tamamını haritalamayı amaçlayan bir girişimken, Harvard’ın PGP’si bireysel genomlardan elde edilen verileri kişiselleştirilmiş tıp için kullanmayı amaçlar. Ancak İnsan Genomu Projesi de, Harvard’ın halefi proje gibi, öjenik harekete derinden bağlıdır. Projenin ilk direktörü James D. Watson, siyah insanların genetik olarak daha düşük zekâya sahip olduğunu düşünen ırkçı bir öjenistti ve New York’taki Cold Spring Harbor Laboratuvarı’nın da başındaydı. Kurulduğu dönemde Cold Spring Harbor Laboratuvarı, her Amerikalının ‘soy kaydını’ belgelemeyi amaçlayan kapsamlı bir sicil oluşturmakla görevli Öjeni Kayıt Bürosu’na ev sahipliği yapıyordu. Bu büro Rockefeller ve Carnegie gibi ünlü yağmacı kapitalist aileler tarafından finanse edilmişti. Nitekim Epstein, Watson’ı evinde ağırlamış ve burada ‘bitkilerin hücresel mekanizmalarının kanserle bağlantılı olup olmadığını’ tartışmışlardı.
Harvard PGP’nin direktörü George Church (ki kendisi insanları ‘yeniden tasarlamayı’ Epstein’a teklif etmişti) lisansüstü eğitimini, doktora danışmanı Walter Gilbert’ın yanında çalışarak geçirdi. Gilbert, kariyerinin başlarında Watson ile birlikte bir laboratuvar yönetmişti; ta ki öjenist Watson Cold Spring Harbor Laboratuvarı’nın başına geçene kadar. The New York Times, Church’ü “üstün insanlar yaratmak için değiştirilebilecek genleri tanımlamaya çalışan bir moleküler mühendis” olarak tanımlamıştır. Ayrıca genoma dayalı bir flört uygulaması oluşturma girişimi nedeniyle daha açık biçimde bir öjenist olarak da anılmıştır. Kariyerinin ilerleyen dönemlerinde Church, genetik verilerin kullanımını ve paylaşımını genişletmeyi amaçlayan iki farklı şirketin kurucu ortağı olmuştur.

Bu şirketlerden biri olan Nebula Genomics, kullanıcılardan genetik veri ve tıbbî kayıt alarak tam genom dizilimi hizmeti sunuyor ve müşterilerine blokzincir teknolojisiyle geliştirilmiş gizlilik vaat ediyor. Ancak bu sözde gelişmiş korumaya rağmen, Nebula gizliliğini feda etmeye hazır olanlar için cazip bir teklif sunuyor: Şirketin “sponsorluklu dizilim” modeli, Nebula’nın kimliksizleştirilmiş DNA’yı ve diğer verileri ilâç firmalarıyla paylaşmasına izin veren müşterilere ücretsiz klinik düzeyde genom sağlıyor. Şirketin bu yönü, Epstein’ın insan DNA’sından bir arama motoru oluşturup ‘kanser gibi hastalıklara genetik bağlantılar’ belirlemeye yönelik plânlarını hatırlatıyor.
Nebula kullanıcılarının gizliliğini gerçekten koruyor olsa bile, platform yine de kişisel genetik ve tıbbî verilerin ilâç şirketlerine aktarılmasını mümkün kılıyor. Önemli olan şu ki, bu uygulama biyoteknolojinin gelişiminde merkezî bir bileşendir ve biyoteknoloji transhümanizmin arkasındaki itici teknolojik güçtür. Nitekim biyoteknoloji çoğu zaman, klinik deney ortamında toplanan verilerin aksine, ilâç şirketlerine sürekli bir “gerçek dünya verisi” akışı sağlanmasına bağımlıdır. Bunun bir nedeni, biyoteknoloji geliştiricilerinin mevcut düzenleyici paradigmada ürünlerini piyasaya sürerken karşılaştıkları kronik engelleri aşmak için ilâç geliştirme sürecinin mümkün olduğunca büyük bir bölümünü klinik deneylerin dışına taşımaya teşvik edilmeleridir. “Gerçek dünya verisi” ayrıca değerlidir, çünkü giderek artan bir biyoteknoloji yelpazesi yapay zekâ ve makine öğrenimine dayanmakta, bu sistemler ise modellerini eğitmek ve geliştirmek için veriye ihtiyaç duymaktadır.
Ayrıca, Church’ün en son girişimi olan, yünlü mamutu diriltmeyi amaçlayan “soy tükenmesini tersine çevirme” (de-extinction) şirketi Colossal Biosciences’a Peter Thiel gibi figürler ve CIA gibi kuruluşlar tarafından yapılan yatırımlar aracılığıyla ulusal güvenlik devletiyle bağlantısı, projelerinin iddia edilen gizlilik korumalarına ilişkin daha fazla kaygı uyandırmaktadır. CIA’nin yaptığı yatırımın amacı “mamuttan ziyade yetenekle ilgiliydi” ve bu “yetenek” gizliliği tamamen dışarıda bırakıyor gibi görünmektedir. The Intercept’e göre Colossal’ın biyoteknolojisi, ABD hükûmet kurumlarının genetik materyali okumasına, yazmasına ve düzenlemesine ve daha da önemlisi, ‘uluslararası rekabeti’ etkileyen küresel biyolojik olguları yönlendirmesine yardımcı olacak; aynı zamanda ABD’nin bu teknolojinin kullanımına dair hem etik hem de teknolojik standartları belirlemesini sağlayacaktır. Başka bir deyişle, Colossal gibi şirketlerin sağladığı teknoloji ve veriler, kurumun fiilen bir biyoteknolojik silâhlanma yarışı olarak gördüğü süreçte ona yardımcı olacaktır. Böylesine büyük çıkarların söz konusu olduğu çatışmalarda, gizlilik gibi korumaların hızla önemsizleşmesi işten bile değildir.
Ancak Harvard’ın PGP’si söz konusu olduğunda Epstein’ın amacı ne kanser için bir tedavi bulmak ne de geleceğin silâhlanma yarışını kazanmak idi; onun aradığı şey “güzelliğin DNA’da bulunup bulunmadığını” keşfetmekti. Sürekli hasta/kullanıcı verisinin çıkarılmasına, paylaşılmasına ve analiz edilmesine dayanan (yani kolluk kuvvetleri ve ulusal güvenlik aygıtı tarafından silâh hâline getirilebilecek bir tür kitlesel sağlık verisi gözetimi modeli oluşturan) bu sisteme duyduğu ilgi, bu veri kümelerinin onları kontrol edecek kadar güçlü olan herkesin çıkarlarına hizmet edecek biçimde yeniden düzenlenip sömürülebileceğini gösteriyor; hatta DNA’nın ‘güzelliği belirleyip belirlemediği’ gibi tuhaf öjenist fikirleri araştırmak için bile. Nitekim Epstein’ın Church ve diğer bilim insanlarıyla ele aldığı bir başka benzer derecede ezoterik soru da bunu daha berrak biçimde ortaya koyuyor.
Epstein, George Church’e güzelliğin genetik kaynağını soran mesajlarından birkaç ay önce, PGP direktörü, şu anda bir yapay zekâ eğitim girişiminin başkanı olan bir akademisyen ve geçen yıl Nobel ödülü kazanmış bir bilim insanıyla farklı bir fikri tartışıyordu. Bu kişiler, “hukuk, psikoloji, biyoloji ve ekonomiden uzmanları bir araya getireceğine” inandıkları bir şeyi konuşuyorlardı. Anlaşılan bu cazip konu, akademi dünyasının seçkinleri arasında çok sayıda prestijli ismi bir araya getirebilecek bir konuydu ve “beyindeki haz işaretlerini” tanımlamakla ilgiliydi; bu işaretlerin açlık, cinsellik ve korkuya karşılık gelebileceği düşünülüyordu. Tartışmaya katılan isimlerden biri bunu “haz genomu girişimi” olarak adlandırmıştı.
Epstein’ın asistanına gönderilen bir e-postada katılımcı şöyle yazmıştı: “Eğer bu konu sponsorumuz için fazla tuhafsa bana haber verin.” Epstein’ın yanıtı ise şöyleydi: “Sponsorun sınırları yoktur.” Ancak Epstein’ın bu yorumu, kitlesel gözetim paradigmasının daha geniş ve sonuçları çok daha ağır olan bir gerçeğinin sadece küçük bir yansımasıydı. Milyonlarca insanın genetik verilerinden oluşan bu veri kümelerinin de yöneticiler sınıfı tarafından potansiyel kullanım alanları konusunda “hiçbir sınırı” yoktur.
Ölümü Yenmek
Epstein’ın Ocak 2006’da Harvard’ın psikoloji bölümü başkanı Stephen Kosslyn’e ulaşmasından sadece birkaç gün sonra, Kosslyn “ekonomi, genomik ve uzuv yenilenmesi alanlarından önemli isimlerin katılacağı bir akşam yemeği” öneriyordu; amaç, “genetik ve beyin merkezli” bir laboratuvarı ve “yaşam uzatma gibi uçuk fikirleri” araştırmaktı (vurgu bana ait). Yönetici elitin tuhaf takıntılarına aşina olmayan biri için “yaşam uzatma” ifadesi, bilimkurgu romanlarındaki deli bir bilim insanının saçmalamalarına daha çok benziyor olabilir. Büyük Teknoloji milyarderleri ve diğer yönetici sınıf elitleri olmasaydı bu belki de doğru olabilirdi.
Örneğin Epstein, 1980’lerde kurulan ve “Reality Club” olarak bilinen, benzer fikirlerdeki bilim insanı ve fütüristlerden oluşan “rahat bir kulüp” şeklinde tanımlanan Edge Foundation’ı finanse etmişti; bu sayede etki alanını genetik biliminin karanlık sorularını araştıran etkili akademisyenlere ve figürlere kadar genişletti.
Bu bilim insanları arasında, sert bakışlı gri gözleri ve “çelik gibi cesareti” ile bilinen, İnsan Genomu Projesi tarihinde önemli bir figür olmayı sürdüren, genetikçi Craig Venter da vardı. Dikkat çekici bir şekilde, Venter ve yukarıda bahsedilen Harvard PGP direktörü George Church, bir zamanlar birlikte bir “Edge master class” düzenlemişti. Burada, Batı Hollywood’da Sunset Bulvarı yakınlarındaki lüks Andaz Oteli’nde (ki hemen yanında dünyaca ünlü Comedy Store bulunur) ve Hawthorne’daki rahatsız edici derecede beyaz SpaceX binasında Google kurucusu Larry Page ve Elon Musk gibi Büyük Teknoloji oligarkları ile medya figürlerinden oluşan seçkin bir kitleye ders vermişlerdi.

Onların dersi, ütopik bir geleceğe odaklanıyordu; bu gelecekte insanlar, genetik dizilimlerin bilgisayar tarafından okunması yoluyla makinelerle birleştirilmiş olacaktı; “kodun tam olarak kopyalanabileceği, özgürce manipüle edilebileceği ve ters yönden yazılarak yeniden canlı organizmalara dönüştürülebileceği” bir gelecek… yani daha basit anlatımla gen düzenleme. Church, bu teknokratik öneriyi netleştiren cümleyi ekledi: “Bu hücreleri sanki bilgisayarın bir uzantısıymış gibi programlayabiliriz.”
Bu “master class”tan on yıldan fazla bir süre önce Venter, kamu tarafından finanse edilen İnsan Genomu Projesi’ne karşı özel sermayeyle fonlanan bir rakip projeyi yöneterek ünlü olmuştu. “Tam genom shotgun dizileme” yöntemini ve özel finansmanı kullanarak Venter, HGP’nin yavaş ilerlediğini düşündüğü süreci hızlandırmayı ve NIH’nin projesinden daha hızlı bir şekilde insan genomunu dizilemeyi amaçladı. Çabası sonuç verdi; kendisi ve kurumsal ekibi, insan genomunun dizilenmesi başarısını NIH ile paylaşmış oldu.
Venter’ın Edge’teki meslektaşlarından biri, Peter Thiel’in girişim sermayesi şirketi Thiel Capital’ın yönetici direktörü olan Eric Weinstein’dır. New York Magazine, Edge üyelerini, Weinstein’ın “entelektüel karanlık ağ” olarak adlandırdığı grubun parçası olarak tanımlar; dergiye göre bu grup, “ırklar veya cinsiyetler arasındaki doğuştan gelen farklar gibi artık en azından problemli kabul edilen entelektüel konuları yeniden ele alma çabası” başlatmıştır.
Gerçekten de Venter’ın İnsan Genomu Projesi’yle olan belirgin bağlantısı (onu Watson gibi öjenistlerle ilişkilendirir) Edge bilim insanlarının “tartışmalı entelektüel alanları yeniden açma” eğilimiyle uyumlu görünmektedir. Ancak Venter’ın insan genomunun dizilenmesindeki rolünden bu yana giriştiği en yeni ve en iddialı proje (Human Longevity adlı şirketin kurulması) onu, geçmişin yasaklı konularını yeniden paketlemekten ziyade insanın ölümle ilişkisini değiştirmeyi hedefleyen uygulamaların Pandora kutusunu açmaya odaklanmış bir bilime bağlamaktadır. Özellikle Human Longevity, Venter’ın “kilidini açmaya yardım ettiği DNA bilgisini kullanarak ölümü yıllarca, hatta onlarca yıl boyunca alt etmeye nasıl yarayabileceğini çözmeye” adanmıştır.
Kötü şöhretli bir kâr avcısı olan Venter, Human Longevity bünyesinde hastalardan ultra detaylı fizik muayeneler için 25.000 dolar talep eden bir program kurdu. Bu paket; kan testleri, iki MRI taraması, bir ultrason, kalbin bir CT taraması, bir dışkı örneği ve ayrıca Blade Runner’ı andıran, harflerin baş döndürücü bir hızla ekranda yanıp söndüğü bir “bilişsel test” içeriyordu.
Bununla birlikte, şirket için gelir yaratmanın ötesinde, bu geliştirilmiş fiziksel taramalar aynı zamanda önemli birer veri madeni işlevi görüyor. Bio IT World’ün ayrıntılandırdığı üzere Human Longevity, “insan genotipleri ve fenotipleri üzerine dünyanın en kapsamlı veri tabanını oluşturmayı ve ardından bunu makine öğrenimine tâbi tutarak yaşlanmayla ilişkili hastalıklarla mücadele etmek için yeni yöntemler geliştirmeye yardımcı olmasını” amaçlıyor; yani başka bir deyişle, devasa miktarlarda mahrem biyoveriyi toplamak ve sonra uygulamak. Bu verinin, “nihayetinde genomun vaatlerini yerine getirmek” için ihtiyaç duyulan eksik halka olduğu düşünülüyor, ki Venter’in gözünde buna yaşam uzatma da dâhil. Epstein’ın ilgi duymuş göründüğü ve Church’ün hâlâ ilgi duymaya devam ettiği türden bir yaşam uzatma.
Ölüme karşı mücadelede, şu anda ölü olan Jeffrey Epstein’ın bayrağını taşıyan bir başka isim de PayPal ve Palantir’in kurucusu Peter Thiel. Thiel’in bu amaca doğru attığı daha hafif adımlardan biri, cesedini dondurma plânı, Epstein’ın da iddiaya göre düşündüğü bir şey. Bir podcast programında Thiel, CBS News’ün Genel Yayın Yönetmeni Bari Weiss’a şöyle söyledi: “Bunun mutlaka işe yaramasını beklemiyorum ama bence denememiz gereken türden bir şey.” Thiel’e göre, cesedini dondurmak daha çok “ideolojik bir duruş”; ölümün kendisine karşı “mücadelede” tutkulu fakat muhtemelen sonuçsuz bir aktivizm girişimi.
Daha yakın zamanda, yaşlanma karşıtı çalışmalarla ilgilenen bir başka “Thiel okulu” mezunu olan Jim O’Neill (Bush yönetiminde çalıştıktan sonra Thiel Vakfı’nın başına geçmiş ve burada Thiel Fellowship’in kurulmasına yardım etmişti) Sağlık ve İnsan Hizmetleri Bakanlığı’nda (HHS) ikinci sıradaki isim olarak atandı. Hükûmetteki bu prestijli göreve gelmeden önce O’Neill, Laura Deming adlı girişim kapitalistinin kariyerinin başlamasına Thiel Fellowship aracılığıyla ona 100.000 dolar vererek yardımcı olmuştu. Deming, o parayla yaşam uzatma ve yaşlanmanın etkilerini tersine çevirmeye odaklanan The Longevity Fund adlı girişim sermayesi şirketini kurdu.
Deming daha sonra, Stanford mezunu ve “yaşlanmanın biyolojisi” üzerine çalışan Alexander Coville ile birlikte “age1” adlı başka bir yaşlanma karşıtı girişim sermayesi şirketini kurdu. Coville, biyoteknoloji alanında “düzenleyici yüklerin azaltılması”nı savunan biri, ki bu görüşü, ilâçların onaylanıp piyasaya sürüldükten sonra FDA tarafından etkinlik açısından test edilmesi gerektiğine inanan O’Neill ile paylaşıyor.
2019’da O’Neill, yaklaşık on yıldır yönetim kurulunda yer aldığı SENS Araştırma Vakfı’nın CEO’su oldu. Yaşlanma karşıtı girişimlere yatırım yapan bu kâr amacı gütmeyen kuruluş, hakkında reşit olmayanlara ilgi duyduğu iddiaları bulunan radikal İngiliz gerontolog Aubrey de Grey tarafından ortaklaşa kuruldu. Grey, yüzünü kaplayan büyücü benzeri sakalı ve uzun, çiçekli at kuyruğuyla “ölümsüzlüğün peygamberi” olarak tanımlanıyor. Doğru teknolojilerin geliştirilip uygulanması hâlinde insanların “binlerce yıl” yaşayabileceğine, hatta şanslı olanların daha bile uzun yaşama potansiyeline sahip olduğuna inanıyor. Dikkat çekici bir şekilde, SENS’in ilk büyük fon sağlayıcısı, O’Neill’ın özel sektör kariyerini başlatan kişi olan Peter Thiel’di.
.png)
Yine de, Thiel’in tanıdığı reşit olmayanlara ilgisi olduğu iddia edilen ölümsüzlük yolcuları arasında Grey tek değildi; Thiel, Jeffrey Epstein’ı da tanıyordu. 2015 ve 2016’da Epstein, Thiel tarafından kurulan girişim sermayesi şirketi Valar Ventures’ın iki fonuna 40 milyon dolar aktardı. Bu, Thiel’in 2018’de, kullanıcıların 911 çağrı merkezlerini aradıklarında verilerini toplayarak suçları gerçekleşmeden önce tahmin etmeye yardımcı olmayı amaçlayan, önleyici suç teknolojisi geliştiren ve İsrail istihbaratı / Unit 8200 bağlantılı Carbyne911’e yaptığı yatırımdan önceydi. Epstein, Carbyne’e üç yıl önce, eski İsrail Başbakanı Ehud Barak’ın sınırlı ortaklık şirketi Sum aracılığıyla yatırım yapmıştı. Bu zamanlama göz önüne alındığında, Carbyne’e yaptıkları yatırımların ve Epstein’ın Valar Ventures’a yaptığı yüklü yatırımın, Epstein ve Thiel’in 2014’te plânladıkları bir dizi toplantıda konuşulan konular arasında olması muhtemeldir.
Yaşlanma karşıtı biyoteknoloji şirketlerine yaptığı yatırımların ötesinde Thiel, “İnsanların ölümü kabullenmek, inkâr etmek ya da onunla savaşmak arasında bir seçimi var… Bence toplumumuz inkâr ya da kabulleniş içinde olan insanlar tarafından yönetiliyor, ben ise onunla savaşmayı tercih ediyorum,” demiştir.
Epstein bağlantılı ölümü yenme mücadelesi veren milyarderler arasında Thiel hiç de yalnız değil. 2004’te Epstein aracılığıyla JP Morgan’ın müşterisi olan ve sonrasında Epstein’ı çocukları için bir tröst konusunda kendisine danışmanlık yapması için işe alan Google’ın kurucu ortağı Sergey Brin, “ölümü çözmekte” olan “çok gizli bir biyoteknoloji oluşumu” Calico’nun kurucusudur. The Standard’a göre Brin’in “ölme gibi bir plânı yok.” Amazon’un kurucusu Jeff Bezos, hapis sonrası özgür kalan Epstein ile akşam yemeği yemiştir ve milyarlar toplayan yaşlanma karşıtı girişim Altos Labs’a önemli yatırımlar yaptığı bildirilmektedir. Altos, “laboratuvarda yeniden programlama teknolojisi” geliştiriyor; bu teknoloji Frankensteinvari bir tarzda “hücreleri gençleştirebiliyor ve bazı bilim insanlarına göre tüm hayvan bedenlerini gençleştirmek için de uygulanabilir, nihayetinde insan ömrünü uzatabilir.” Aşırı Siyonist Larry Ellison, CIA ile sözleşmeleri olan şirketi Oracle üzerinden Palantir ile ortaklıkları bulunan Ellison, yaşlanma karşıtı araştırmalara 300 milyon dolardan fazla yatırım yaptı. Venmo’nun o dönemki sahibi Braintree’yi Thiel tarafından kurulan PayPal’a satan ve Don’t Die [Ölme] adlı kitabın yazarı olan teknoloji girişimcisi Bryan Johnson, ebedî yaşamın sırrını bulma arayışının parçası olarak kendisini genç oğlunun plazmasıyla kan nakline tâbi tutuyor ve “penis şok dalgası terapisi” yapıyor. Thiel’in akıl hocalığını yaptığı ve neredeyse tüm kariyeri boyunca Palantir kurucusuyla yakından bağlantılı olan Mark Zuckerberg ise, Sergey Brin ve genetik veri toplama şirketi 23andMe’nin kurucusu olan eski eşi Anne Wojcicki ile birlikte kurduğu Breakthrough Prize adlı bilim ödülü aracılığıyla yaşlanma karşıtı bilim insanlarına yılda 3 milyon dolar veriyor.
Kısacası Epstein, transhümanist biyoteknoloji aracılığıyla insan yaşamının sınırlarını aşmayı hedefleyen bir elit grubun içindeki tek kişi değildi. Bu obsesif ölüm korkusu ve maddeye duydukları kaygılı bağlılık, Amerikan politikasını olağanüstü ölçüde etkileyen, sözde “hayatın ötesindeki” bu milyarderlerin üzerinde uğursuz bir gölge oluşturuyor. Yaygın kanı, bu milyarderlerin servetlerini benzersiz zekâ ve akıl almaz bir çalışma disipliniyle elde ettiklerini düşündürse de, ölümsüzlük arayışları başka bir şeyi işaret ediyor: Onların her şeyden çok korktukları şeyin gerçeklik olduğunu, zira gerçeklik, onların kontrol edemeyeceği tek şeydir.
Bebek Çiftliği
Gerçekten de, irrasyonel bir kontrol arzusu öjeninin itici güçlerinden biridir. Öjenistler yalnızca kendi yaşamlarını veya yakın çevrelerini kontrol etmeye odaklanmazlar; tüm insan ırkının evrimsel geleceğini de kontrol etmeye çalışırlar. Doğal olarak, böyle bir ideolojiye sahip biri, kendi genlerini insan ırkını daha yüksek ve gelişmiş bir noktaya taşıyacak olan genler olarak görme eğilimindedir. Genetik yapınızın nüfus içinde yayılmasını garanti altına almanın bir yolu, ilkel ve basittir: mümkün olduğunca çok çocuk sahibi olmak ve bunu mümkün olduğunca çok farklı partnerle gerçekleştirmek.
Bloomberg’in ortaya çıkardığı Epstein e-posta arşivinde iletişim kurduğu bilim insanları arasında, Harvard’da gelişim psikoloğu olan ve “the Good Project”in eş-direktörü Howard Gardner da vardı. Epstein’ın gönderdiği bir e-postaya yanıt olarak Gardner, iki talep hakkında geri döneceğini söyledi; bunlardan biri “çocuklarla ilgili tavsiye” idi.
Gardner Bloomberg’e, “‘offsprings’ (çocuklar) sorusunun ‘çocuk sahibi olma olasılığıyla ilgili’ olabileceğini” söyledi. Epstein’ın “çocuk yetiştirme” ilgisine dair önceki haberlere bakıldığında, bu muhtemelen doğruydu.
The Times’a göre:
“2000’lerin başından itibaren, Bay Epstein birçok kez bilim insanlarına ve iş insanlarına, New Mexico’daki çiftliğini kadınların spermle döllenip onun çocuklarını doğuracakları bir üs olarak kullanma plânlarından bahsetti…”
Yine de, Epstein’ın öjeniye olan ilgisinin diğer tüm bileşenlerinde olduğu gibi, bebek çiftliği plânı da yalnızca kendi tuhaf eğilimlerinden kaynaklanmıyordu. İddiaya göre bu fikri, “insan gen havuzunu güçlendirmek isteyen Nobel ödüllülerin spermleriyle doldurulacak Germinal Choice Deposu’na (Repository for Germinal Choice) ilişkin anlatımlara” dayanarak geliştirdi. Sürpriz olmayan bir şekilde, Epstein’ın iddia edilen “[insan genomunu mükemmelleştirme]” arayışında, kendi genlerinin mükemmelliğe giden yolu açabileceğine inanmış gibi görünüyor.
Benzer şekilde, Epstein ile bağlantılı bir başka milyarderin de spermini ve DNA’sını genel nüfusa yayma konusunda takıntılı bir ilgisi olduğu görülüyor: Tesla CEO’su ve SpaceX kurucusu Elon Musk. Musk, Tesla’yı halka kapatma sürecinde danışmanlık hizmeti almak için Epstein’ı işe almış olabilir ve kardeşi Kimbal Musk’ın iddiaya göre Epstein aracılığıyla Musk’ın bir sevgilisiyle tanıştırıldığı bildiriliyor. The Times’a göre Musk, “spermini arkadaşlarına ve tanıdıklarına” sunmuş, bunlar arasında RFK Jr.’ın eski koşu arkadaşı ve Sergey Brin’in eski eşi Nicole Shanahan da yer alıyor.
Epstein’ın bebek çiftliği bir anda çok sayıda çocuk üretmeye odaklanmışken, Musk’ın Teksas, Austin’de 11 çocuğu ve üç eşi için devasa bir mülk inşa etmeyi plânladığı bildiriliyor. The Times’ın ayrıntıladığı üzere, farklı partnerlerle aynı anda çok sayıda çocuk üretme çabaları (örneğin tüp bebek gibi yöntemlerle) Epstein’ın bebek kuluçka hayalinden daha düzensiz ve plânsız görünüyordu.
Öjenistler arasında yaygın bir düşünce tarzı olan, Epstein’ın iddiaya göre “aşırı nüfus korkusu nedeniyle açlığı azaltma ve yoksullara sağlık hizmeti sağlama çabalarını eleştirdiği” yönünün aksine, Musk aşırı nüfus yerine düşen doğum oranlarıyla daha fazla ilgileniyor. Yine de Musk, belirli bir tür insanın üremesinin önemli olduğuna inanıyor gibi görünüyor; Tesla kurucusu, “eğitimli insanların yeterince çocuk yapmadığından” endişe duyuyor.
“Birçok çok zeki kadının hiç çocuğu olmadığını veya sadece bir çocuğu olduğunu fark ediyorum. İnsan ‘bu iyi olmasa gerek’ demeden edemiyor,” diyor.
Görünüşte farklı nedenlerle olsa da, Musk ve Epstein’ın bir başka bağlantısı olan milyarder hayırsever Bill Gates, her ikisi de insan nüfusu eğilimlerini inceleyen araştırmaları finanse ettiler. Musk, bu araştırmalar için Teksas Üniversitesi’ne 10 milyon dolar bağışladı. Gates ise, hayırsever vakfı aracılığıyla aşırı nüfusa karşı net bir tutum almış, Bill & Melinda Gates Nüfus ve Üreme Sağlığı Enstitüsü’nü kurmuş ve nüfus artışını inceleyen, “doğru nüfus verilerinin kullanımını teşvik ederek ve analizini karar alma sürecine dâhil ederek sağlam kamu politikası geliştirmeyi” amaçlayan kuruluşlara bağışta bulunmuştur. Epstein ise nüfus çalışmalarına bitişik bir alana yatırım yapmış, Harvard bilim insanı Martin Nowak’a 6,5 milyon dolar bağışta bulunmuş ve Nowak’ın “Yapısal Popülasyonlarda Evrimsel Dinamikler” üzerine çalışmalarını desteklemiştir.
Gates, Epstein’ın 2008’deki mahkûmiyetinden sonra MIT Media Lab’e yatırım yapmak için Epstein ile çalışmış ve açıklanamayan bir şekilde Epstein ile üniversite arasında bir aracı gibi davranmıştı; ayrıca doğurganlık ve nüfus artışı konusunda başka rahatsız edici yatırımlara ve görüşlere de sahipti. Bunlar arasında, “uzaktan kumanda ile açılıp kapatılabilen” implant edilebilir bir doğum kontrol cihazı geliştirme girişimi, bir bireyin topluma sağladığı algılanan değere göre sağlık hizmetlerini sınırlama fikri ve Afrika’da, başlangıçta “insan ırkının biyolojik kalitesini iyileştirmek” misyonuna sahip bir şirket aracılığıyla uzun etkili geri dönüşümlü doğum kontrol yöntemlerini teşvik etme çabası yer alıyor. Epstein ve Musk nüfus çalışmalarının amacı konusunda fikir ayrılığına düşmüş olsalar da, Gates ile ölü pedofil arasında bu konuda bir uyum olduğu görülüyor.
.jpeg)
Jes Staley, Lawrence Summers, Jeffrey Epstein, Bill Gates ve Boris Nikolic
Epstein Beyni
2008’in ilk aylarında, Demokratik ön seçimler devam ederken ve gelecekteki Başkan Obama hâlâ sadece Illinois eyalet senatörü iken, Jeffrey Epstein “üniversitelerdeki önde gelen araştırmacılarla” iletişim kurarak beyni “daha iyi anlamak” için çabaları desteklemeyi plânlıyordu. Bloomberg, bu araştırmacılardan birinin, o dönemde New York Üniversitesi’nde bulunan ve tanınmış bir nöropsikolog olan Elkhonon Goldberg olduğunu belirtti ve Goldberg’in Epstein’a endişe verici bir hayranlık düzeyinde teşekkür ettiğini aktardı:
“‘Desteğinizle Beyin adlı projemizin olağanüstü bir bilimsel çabaya dönüşeceğinden oldukça eminiz ve bunu ‘Epstein Beyni’ olarak adlandırmaktan gurur duyacağız,’ demiş Goldberg ve yanına bir gülen yüz eklemiş.”
Bu projeye “dâhil edilmek üzere” olan araştırmacılardan biri, 2013’ten bu yana Meta’da yapay zekâ üzerine çalışan ve şu anda Meta’nın Baş Yapay Zekâ Bilimcisi olan NYU’dan Yann LeCun idi. LeCun, Bloomberg’e bu etkileşim öncesinde Epstein’ı hiç duymadığını, Epstein’ın çalışmalarını hiç finanse etmediğini ve bu “tek toplantıdan” sonra Epstein ile başka bir yazışması olmadığını söyledi. Ancak LeCun’un “Epstein Beyni” projesiyle olan bağlantısı, Büyük Teknoloji ve transhümanizmin kesişimini bir kez daha gösteriyor, özellikle diğer Büyük Teknoloji bağlantılı “beyin” projeleri bağlamında düşünüldüğünde.
En dikkat çekici örneklerden biri, 2016’da hükûmetin kitlesel gözetim ve gizlilik skandallarına karışmış olan Facebook’un (şimdiki Meta), Pentagon’un Savunma İleri Araştırma Projeleri Ajansı’nın (DARPA) ilk kadın direktörü ve eski Google yöneticisi Regina Dugan’ı araştırma geliştirme ekibi Building 8’in başına getirmesidir. Kısa ömrü boyunca Building 8, Facebook’a ürünleri için “DARPA tarzı çığır açan gelişmeler” sağlamayı hedefliyordu. Dugan, prestijli liderlik rolüne 2009’da Başkan Barack Obama tarafından DARPA’ya işe alınarak ulaşmıştı. Yıllar sonra Dugan’ın liderliğinde, Building 8 beyin-bilgisayar arayüzü teknolojisi üzerinde çalıştı, insanlar için “düşünerek mesaj göndermeyi, dakikada 100 kelime hızında yazmayı” mümkün kılacak teknoloji geliştirdi. “Optik teknoloji” kullanılarak geliştirilen bu yenilikçi ürünler, Facebook’un “düşünceleri okumasını” mümkün kılacak şekilde tasarlanıyordu.

Projeyi öne çıkaran Dugan, bir soru sordu: “Ya beyninizden doğrudan yazabilseydiniz?… İmkânsız gibi geliyor, ama düşündüğünüzden daha yakın.” Ne yazık ki, Facebook ve teknoloji konusunda umutlu optimistler için proje başarısız oldu.
Yine de, bu Dugan’ın beyin teknolojisi üzerinde çalışmasının son örneği olmayacaktı. Facebook’tan sonra Dugan, Wellcome Trust’tan türetilmiş bir girişim olan Wellcome Leap’in CEO’su oldu. Wellcome Trust, biyomedikal araştırmaları finanse etmeye odaklanmış, Big Pharma ile bağlantılı bir hayırsever kuruluş olup, İngiliz Öjeni Topluluğu ile sorunlu bağlara sahiptir. Building 8 gibi, Wellcome Leap de yenilikçilikte DARPA modelini benimsemiştir ve bu, Dugan’ın liderlik rolüyle gösterilmektedir.
Dugan’ın Wellcome Leap’te başlattığı projelerden biri “The First 1000 Days (1kD)” adını taşır ve “Sağlıklı Beyin Ağlarını Teşvik Etme”ye odaklanır. Giyilebilir teknolojiler kullanılarak, program çocukların yaşamlarının ilk üç yılında sürekli olarak izlenmesini, veri noktalarının toplanmasını ve bebek beyinlerinden “anlamlı sinyallerin” dijital olarak çıkarılmasını amaçlar. Bu sinyaller, yapay zekâ algoritmalarına beslenerek, “gerçek dünyada” beyin gelişiminin değerlendirilmesini sağlar. Sonuç olarak, bu algoritmalar, bir çocuğun “yürütücü işlevlerini” geliştirmek için “terapötik müdahaleler” de dâhil olmak üzere sayısız “ölçeklenebilir yöntem” üretir.
Program, bu “sağlıklı” beyin ağlarını teşvik ederek, Facebook’un başarısız beyin-tipleme hayalinden daha açık şekilde öjenik bir amaca hizmet eder. 1kD, beynin gelişmiş bilişsel yeteneklere yol açan bilimsel bir modele sahip olduğunu varsayar; bu model, küçük çocukların zihinsel organlarının “müdahaleler” ve kitlesel gözetim yoluyla çoğaltılması gerektiğini öngörür. Eğer bu yeterince açık değilse, 1kD ayrıca giyilebilir cihazlar aracılığıyla toplanan devasa veri miktarları kullanılarak insan beyninin bir “in-silico” (bilgisayar ortamında simüle edilmiş) modelini yaratmayı da hedefler. Program, bu modelin “öngörücü” yeteneklere sahip olmasını hayal eder, farklı değişkenler temelinde beynin muhtemel gelişimini haritalandırabilir. Ancak, bebek beyninin gelişimini haritalandırmayı, öngörmeyi ve ardından daha yüksek bilişsel kapasitelere yönlendirmeyi amaçlayan bu stratejinin özünde, ideal bir model fikri vardır, iddia edilen bilimsel, veri odaklı, üstün bir insan beyni versiyonu.
“Epstein Beyni” projesi hâlâ belirsizlikle örtülmüş olsa da, Epstein’ın önemli ölçüde bağlı olduğu Teknoloji çevresinde bilimsel olarak üstün insan inancının var olduğu görülüyor. Big Tech efendilerinin kurduğu yenilik ve kitlesel gözetim paradigmasında, bu ideal insan, veri madenciliği cihazlarıyla insan özelliklerinin çıkarılması yoluyla yaratılır; bu cihazlar, denekleri parçalara ayırabilir ve bilim insanları ile oligarşik destekçileri tarafından geliştirilen in-silico standartlara göre yeniden organize edebilir.
Epstein ise “Epstein Beyni” için daha doğrudan plânlara sahipti, yani kendi gerçek beyni için. İddiaya göre, ölümünden sonra beyni ve penisini dondurarak kriyojenik yöntemle korumayı ve daha sonra yeniden canlandırmayı plânlıyordu. Muhtemelen bunu bencilce nedenlerle yapmak istemişti; beyni ve cinsel organları iyi korunmuş bir şekilde, ölümün insanları bıraktığı maddî dünyaya geri dönebilir ve yıllar sonra en değerli varlıklarını yeni bir bedene bağlayabilirdi. Ama belki bunu soylu nedenlerle de yapmayı amaçladı; insanlığa ideal “modeller” sunmak, bunları incelemek, çoğaltmak ve daha düşük beyinleri ve cinsel organları şekillendirmek için referans olarak kullanmak. Niyetleri ne olursa olsun, muhtemelen 2019’da onunla birlikte sona erdi. Ancak bu kavramlar ve onları şekillendiren ideolojiler yaşamaya devam ediyor.
Cold Harbor – Böl-Parçala-Sat
Pek çok Amerikalı muhtemelen Cold Spring Harbor Laboratuvarı ve burada bulunan Öjeni Kayıt Ofisi’nden habersizdir; ancak 2025’in en çok övülen televizyon dizilerinden biri, Ben Stiller’ın Severance dizisinin ikinci sezonu bununla ilgiliydi. Dizide başkarakterler, dizinin dünyasına hâkim olan Lumin adlı şirketin yürüttüğü gizli bir programı keşfederler; bu programın adı Cold Harbor’dır. Operasyonu yürüten kötü niyetli bilim insanları, toplumdan izole edilen ve farkında olmadan denek olarak tutulan bir kişide, birbirlerini tanımayan veya hatırlamayan birden fazla kişilik oluştururlar.

Lumin’in Cold Harbor programı, CIA’in Soğuk Savaş dönemi gizli kitlesel işkence/zihin kontrol programı MK-ULTRA’sına çok benzese de, aynı zamanda öjeni felsefesinin temel inancını da yansıtır; yani insanın bütün olmadığı, aksine ölçülebilir ve manipüle edilebilir parçalardan oluştuğu, bu parçaların yeterli özen ve hassasiyetle çıkarılabileceği, incelenebileceği, değiştirilebileceği ve üstün sonuçlar üretmek için kullanılabileceği inancı. 20. yüzyılın başlarındaki öjeniye geri dönüldüğünde, biyoteknolojinin Big Pharma tarafından kitlesel olarak üretilmediği dönemde bile, bu inanç alanda kökleşmişti; öjenistler, toplum doğru bir şekilde düzenlendiğinde, toplum liderlerinin “arzu edilen” özellikleri çoğaltabileceğine ve “arzu edilmeyen”leri ortadan kaldırabileceğine inanıyordu.
Ancak kitlesel gözetimle desteklenen biyoteknoloji sayesinde mümkün hâle gelen transhümanizm ile, ölçülebilir ve parçalanmış insan fikri daha da netleşiyor. Transhümanizmin özünde neredeyse dinî bir veri saygısı vardır, çünkü transhümanistlerin zihninde, insanlığın bölünmüş parçalarını uygulanabilir ve manipüle edilebilir bir forma dönüştüren şey veridir.
Aslında, Big Tech’in transhümanist altyapıyı inşa eden araç olmasının nedeni de budur. Bu Big Tech oligarklarının birçoğu nihayetinde teknolojik tekillik fikrine inanır; teknolojik büyümenin insan zekâsını öylesine aşacağı distopik bir gelecek, insanlığın kendisini tehdit edebilir. Bu teknokratlar için, bu iddia edilen kaçınılmazlığa çözüm, insan ırkının yapay zekâ ile birleşmesidir, başka bir deyişle, onlarca yıldır sayısız ücretsiz çalışanın veri noktalarını çıkararak inşa edilmiş teknolojiyle mükemmelliğe yükseltilmiş bir üstün ırk yaratmaktır. Önemli olarak, Whitney Webb’in Henry Kissinger ve Eric Schmidt’in The Age of AI [YZ Çağı] kitabı üzerine analizinde belirttiği gibi, bu üstün ırk tüm insanlardan oluşmayacak, aksine yeni iki katmanlı bir sistemin tepesindeki seçkin birkaç kişiden oluşacaktır:
YZ “devrimi” tarafından şekillendirilen gelecek toplumda, [Kissinger ve Schmidt] açıkça toplumun iki katmandan oluşacağını not ediyor. Bir katman, YZ’nin etkilerini “güçlendirici” bulacak; bu katman büyük ölçüde “YZ’yi geliştiren, eğiten, görev veren, düzenleyen insanlar” ve ayrıca “teknik danışmanlara sahip politika yapıcılar ve iş liderlerinden” oluşacak. Diğer katman ise, zaman zaman YZ tarafından yönetilen toplumdan “tatmin edici” deneyimler yaşasa da, etkilerini “rahatsız edici veya güçsüzleştirici” bulacaktır.
Bu [alt] katman, “teknik bilgiye sahip olmayan veya YZ tarafından yönetilen süreçlere öncelikle tüketici olarak katılan kişilerden” oluşacak; yani insanların büyük çoğunluğu.
İkilinin ikinci kitabı Genesis: Artificial Intelligence, Hope, and the Human Spirit’te [Tekvin: Yapay Zekâ, Umut ve İnsan Ruhu] bu iki katmanlı toplumun nasıl ortaya çıkacağına dair fikir veren başka bir öngörüde bulunuyorlar: transhümanizm aracılığıyla. Özellikle, tüm insanların makinelerle birleşmek ve Homo technicus hâline gelmek zorunda kalacağı bir gelecek öngörüyorlar. Homo cinsinin önceki evrimlerinin aksine, doğal seçilim insanlığı Homo technicus geleceğine itmeyecek. Bunun yerine, modern teknolojinin kontrolörleri, insanlığı Homo sapiens’ten bilinçli ve zorunlu bir evrime tâbi tutacak; bu da insanlığı sözde kaçınılmaz olan yapay zekâ hâkimiyetine karşı direnme adına yapılacak.
Epstein’ın da bu gerçekliğe neredeyse kesin olarak inandığı ve Bloomberg’e göre bir bilgisayar bilimcisine “yapay zekâ için bir ‘Manhattan Projesi’” hakkında sorular sormasının nedenlerinden birinin bu olduğu anlaşılıyor. Nitekim ABD Virgin Adaları’ndaki mahkeme kayıtlarına göre, Epstein’ın girişimi Southern Trust’ın birincil hedefi, “biyomedikal bilişim ve finansal bilişim algoritmaları ile teknolojisine odaklanan yapay zekâ alanında başarılı bir rakip olmak”tı. Bunu yapmak için dikkat çekici bir şekilde, “veri toplamaya ve ABD Virgin Adaları’nda bulunan sunucularda kapsamlı, her şeyi içeren biyomedikal ve finansal bilgi veri tabanları kurmaya/tespit etmeye odaklanıyordu.”
Şimdi ise Epstein’ın veri toplama çabaları ölümünden sonra büyük ölçüde OpenAI CEO’su Sam Altman ve Oracle’ın kurucusu Larry Ellison tarafından yürütülüyor. Bu iki isim, “Stargate” projesini (web üzerinde dağılmış veri noktalarının tamamını işleyip bütünleştirecek devasa veri merkezlerinin inşasını) ilerletiyor. Bu veri merkezleri, sahiplerine kâr ve kontrol sağlayacak yapay zekâ modelleri üretecek ve Whitney Webb’in belirttiği gibi, geri kalan herkes için zaman zaman “tatmin edici” deneyimler sunacak.

Başkan Trump, Larry Ellison, Sam Altman ve Masayoshi Son
Sonuç olarak, bu durum Epstein’ın akademinin elitleri ve Silikon Vadisi’nin krallarıyla kurduğu bağlantıların arka plânındaki bağlamın kritik bir parçasıdır. Bu nedenle, gazeteci Ross Douthat kendisine insan ırkının varlığını sürdürmesini tercih edip etmediğini sorduğunda, Peter Thiel’in “Evet, ederim,” yanıtını vermeden önce tam yirmi saniye boyunca “ııı”layıp “eee”lemesi, bugün hâlâ viral olan o anı ortaya çıkarmıştır.

Peter Thiel, The New York Times için Russ Douthat ile konuşurken
Douthat’a yarım ağızla verdiği güvence sonrası Thiel’in sözleri ise daha az tartışıldı. “Ayrıca bu sorunları kökten çözmek isterim. Transhümanizmin ideal versiyonu insanın doğal bedeninin ölümsüz bir bedene dönüştüğü radikal bir dönüşümdü. Ve diyelim ki… travesti kıyafet değiştirip karşı cins kıyafetleri giyen biri olarak eleştirilir; transseksüel ise penisini vajinaya dönüştüren biridir… ama biz bundan daha fazla dönüşüm istiyoruz… sadece karşı cins kıyafetleri giymek ya da cinsel organlarını değiştirmek istemiyoruz” (vurgu eklendi).
Thiel’in öngördüğü toplam dönüşüm ise manevî:
“Transhümanizm sadece bedeninizi değiştirmekle ilgili. Ama ruhunuzu da dönüştürmeniz gerekiyor ve tüm benliğinizi dönüştürmeniz gerekiyor.”
İnanılmaz ama Thiel haklı olabilir, ama düşündüğü şekilde değil. Eğer transhümanizm, insan ruhunu “dönüştürmenin” sadece bir adımıysa, bu dönüşüm, insanların çoğunlukla sınırlı olduğu maddî gerçeklik algısından daha büyük bir şey yaratmayacaktır. Bunun yerine, transhümanizmin tam kabulü, ruhu ırkçı öjenistler, yapay zekâ algoritmaları ve elit oligarkların böldüğü parçalarla bağlamaya hazırdır. Bu, “ruhu” veya kutsal, manevî ya da uhrevî olarak adlandırılabilecek şeyi tamamen maddî dünyaya çekecektir.
Bu tür bir sistemi yaratmak için teknokratik altyapının inşası her geçen gün hızlanırken, toplumun (ya da belki insanlığın) kaderi iki olasılıktan birine bağlıdır; transhümanizm yapıları gerçekten ruhu maddî dünyaya bağlayabilecek mi, yoksa hepimizin içinde daha büyük, sönmez bir kıvılcım mı var, Big Tech’in her şeyi gören gözetim araçlarının ölçemeyeceği, tahmin edemeyeceği veya kontrol edemeyeceği bir şey.
Yaşasaydı Jeffrey Epstein’ın hangi tarafı seçeceğini tahmin edebiliriz.
Max Jones
6 Kasım 2025