Deprem gerçeğini çok kötü bir şekilde tekrar deneyimledik. Devletin, yerel yönetimlerin bu süreçte organizasyonu sağlayamaması nedeniyle halkın, felâketin ilk günlerinde kendi başının çaresine bakmak zorunda kaldığı, tüm kurumların, enkaz altında kalmasıyla birlikte içlerinin ne kadar boş olduğunu net bir şekilde gördük. Evet, bu deprem çok büyük ve 10 ili vuran aslında benim diyen bir devletin bile kolay kolay altından kalkamayacağı bir felâketti. Aslında bu âfetin bize net olarak söylediği şey şuydu: Deprem, devletin insafına bırakılamayacak kadar önemli ve acil bir durumdur. Her şeyden önemlisi örgütlü hareket etmenin çok kıymetli olduğu anlardır.
Depremin ilk anından itibaren insanlar yakınlarını bulabilmek, deprem bölgesine yardım etmek ve bir işin ucundan tutmak için yollara düştüler. Bu sırada sol-sosyalist partiler ve örgütler de hemen deprem bölgesine yardım etmek için organize oldular. Tüm bu çabalar çok kıymetli fakat eksik.
Eksik olan ise Sol’un âfet bölgesine giderken elinde, arama kurtarma malzemeleri yerine çorba ve su olması idi. İnsanlar, enkazlar içerisinde canhıraş bir hâlde kazma, kürek, balyoz ararken jeneratörün, hiltinin çok çok önemli olduğu zamanlarda halka bunların dışındaki malzeme ile gitmek meseleyi, depremi kavrayamamaktan öte değildir.
Binlerce insanın öldüğü, hâlâ enkaz altında insanların cenazelerinin çıkarıldığı bir süreçte ilk akla gelenin “halka çorba dağıtılması” fikri olması kıymetsiz değil fakat doğru da değildir. Özellikle kendini devrimci-sosyalist hareketin bir nüvesi olarak görenler için hiç değildir. Halk deprem ile birlikte çaresiz, umutsuz iken; enkazlar içerisinde ailelerini, akrabalarını, dostlarını ararken, Sol’un enkaz alanlarında arama kurtarma çalışmalarına dâhil olmaması bir tercihten ziyade, bulunduğu orta sınıfın refleksidir.
Hayatının sadece küçücük bir kısmında bile fabrikada, tarlada, inşaatta çalışmış bir kişinin enkazlara girip bir taş kaldırması, bir betonu kırması, zor olamayacağı gibi, arama kurtarma meselesinin teknik olarak göklere çıkarılıp, insanların bu işin uzmanlar tarafından yapılması gerektiğine inandırılması, tıpkı pandemi sürecindeki, “bilim insanlarına güvenin, onlar ne diyorsa uyun,” desturundan başka bir şey değildir.
Uzmanlığa dair hiçbir şeyin kalmadığı koskoca bir enkaz yığınında her emeğin, her bileğin önemli olduğu bir süreçte stant açıp, parti-örgüt önlüklerini giyip halka çorba-su dağıtmak nereden bakarsanız bakın eksikliktir. Depremin özellikle ilk 10 gününde, halk için jeneratörün, hiltinin, balyozun ekmek ve sudan daha kıymetli olduğu bir süreçte Sol’un bunu yapmayarak iaşe kısmını halletmeye çalışması işçi sınıfından ne kadar uzak olduklarının kanıtıdır.
Uzmanlık, işi ehline bırakma, bilene koşulsuz bağlanma, bilim insanı sorgulamama… Pandemi sahtekârlığı ile bilinçaltımıza yüklenen kabullerdir bunlar. Arama-kurtarma evet önemli bir alan ancak abartılacak bir durum yok ortada. Bu halk işçi-emekçi. Herkes malzemelerin nasıl kullanacağını az çok biliyor. Enkazlarda halk dışsallaştırılıp kenara itilmişken, halktan destek alınıp insanların o enkazlardan çıkartılması örgütlenebilirdi. Bizler enkazlarda mücadele ederken her kesimden insanın yanımıza ulaşmasından mutluluk duyarken Sol’un orada olmaması, parklara sıkışması yanlıştı. Sol’dan beklenen o emeğe dâhil olmasıyken o sırada Sol’un iş elbisesi yerine parti önlüğü, dağıtması gereken çorbası ve reklâm için sosyal medyası vardı.
Sol örgütlerin depremin ilk günlerinde yardım için giysi, çocuk bezi, kadın pedi isterken; jeneratör, hilti, demir kesici, testere, aydınlatma gibi malzemeler istememesi, “bu meseleye bulaşmayalım, enkazlardan uzak duralım” kaygısından başka bir şey değildir.
Fabrikada çalışan bir işçinin depreme dair konuşurken, “Keşke izin alabilsem, gelip çok rahat o enkazlarda çalışıp beton blokları kırarım,” demesi, aklına ilk gelenin enkazda çalışmak olması garipsenecek bir durum değil. Garip olan, örgütlerin-partilerin ilk aklına gelenin çorba dağıtmak olmasıdır. İnsanlara çorba dağıtmanın kendisi kıymetsiz değildir. Depremin ilk gününden bu yana çalışan, emek sarf eden her türlü girişim çok önemli ve saygıyı hak ediyor. Ancak iaşe kısmı bu işin küçük bir kısmını kapsıyor. Özellikle depremin ilk günlerinde, enkazlarda tam bir örgütsüzlük varken halka jeneratör ve hiltisi ile gitmeyen Sol kendi sınıfsal duruşunu ifşa etmiştir.
Basit bir köy derneğinin, bir STK’nın yapabileceği bir yardımı üstlenmek ve bunu Twitter’dan her saniye paylaşmak küçük burjuva kaygısından başka bir şey değildir. Asıl olan enkaza halk ile birlikte girip insanlara ulaşmaktır.
Ülkede, arama kurtarma ile ilgilenen birçok sivil toplum örgütü mevcut. Bunlar fonlarını o enkazlarda yaptıkları reklâmlar sayesinde elde ediyorlar. Amaçları halkın derdine derman olmaktan çok, rol kapmaktır. Tüm arama-kurtarma süreçlerinde, işin tam bitiminde dâhil olup, fotoğraf ve video çekip giderler. Bu yaptıklarını Twitter’da paylaştıktan sonra gelecek yardımlar ve fonlarla daha da güçlenirler. Varlıklarını buralardan alırlar. Reklâm onlar için vazgeçilmezdir.
Sol örgütlerin yardımları yaparken bunları sosyal medyada yayınlaması, amacı reklâmdan ibaret olan bu STK’lardan ayrı bir noktaya değil, o çukura düşmektedir. Deprem ânına kadar her şeyleri olan, hiçbir şeye muhtaç olmayan halka yardım yapmak ve bu yardımları görüntüleyip sosyal medyaya koymak halka saygısızlıktır. Bunu bile hesap edemeyecek hâle gelinmesi, bu reklâm dünyasının rüzgârına kapılarak sürüklenilmesi Sol’u fon için mücadele eden STK’larla aynı yere hapsetmektedir.
Deprem, kaçınılmaz bir gerçeklik. Devrimcilerin yapabileceklerin arasında ise ilk sırada taş kaldırmak, duvar kırmak, o toza bulaşmak, o teri akıtmak gelir. Halkın çaresizliğini görüp enkazlar arasında yakınlarını arayanlar için o taşı kaldırmak, o çorbayı uzatmaktan daha değerlidir.
Delâl Kaya
8 Mart 2023