Loading...

Derin Ekoloji ve Kölelik


servile caput nullum ius habet*

Arne Naess “derin ekoloji” paradigmasını 1970’li yılların başından itibaren bir dizi etkili makale ile ortaya koymuştu.[1] Derin ekoloji, insanı merkezden çıkararak, diğer “sığ” çevreci akımlardan farklılaşıyordu. Bu teorik yaklaşıma göre, her şeyin kendi içinde bir değeri vardır ve değerler birbirine üstün değildir. İnsan doğadaki şeylerden birisidir. Bu nedenle “çevre kirliliğini azaltma, kaynakları koruma” gibi insanın çıkarlarını gözeten yaklaşımlar yetersizdir.

Naess’e göre insan az tüketmeli, az mülk edinmeli, duyarlı olmalı, başka bir şeye zarar vermediğinden emin değilse hareket etmemeli, vejetaryen olmalı, uçağa binmemeli, bisiklete binmeli, fakir ülkelerle ilgilenmelidir…[2] Derin ekolojiyi sığ olanından ayıran bir diğer husus, sorular sorarak insanın olağan yaşantısını “sorunsallaştırma” becerisidir.

“Ancak iki hareket karşılaştırıldığında, derin ekoloji hareketinin ‘sorunsallaştırma’ (Problematizierung) anlamında nispeten daha derin bir sorgulama yaptığı açıkça görülmektedir… A: Gazı aç! B: Neden? A: Çünkü patates haşlayacağız, B: Neden? A: Çünkü biraz sonra yemek yemeliyiz, B: Neden?... ”[3] 

Bugün çok tanıdık gelen bu tezleri Naess, 1968 gençlik hareketinin geri çekildiği koşullarda inşa etmeye başladı.[4] Bu dönemde Fransız entelektüelleri Marksizm’den yüz çevirmekte, postmodernizme meyletmekte, yeni Fransız düşüncesi dalga dalga yayılmakta, Avrupa’yı etkisi altına almakta ve CIA’nın iltifatına mazhar olmaktaydı.[5] Ufukta neoliberalizm vardır. Naess, derin ekolojiye Spinoza, Malthus, John Stuart Mill’in izinden ulaşır. Doğaya hakimiyet ve nüfus fazlalığı esas sorunlardandır zira bu olgular doğal yaşamı baskı altına almaktadır. Doğa ile birlik temel amaç olmalıdır. Her şeyin kendi içinde değerli olması, çeşitliliğin merkeze alınması, sınıf savaşının yadsınması, yerel özerklik gibi temel derin ekoloji tezleri, her türlü kollektif/beşerî gücünden soyutlanmış, adeta doğanın “öylesine bir uzantısı” raddesine indirgenmiş bir “bireyin” üzerine inşa edilmiştir.

Kapitalizm gerçeği karşısında devlet ve sermayenin bir nevi oyuncağı olmaya aday “doğayla bütünleşmiş bu bireyin” inşasına, 60’lar ve 70’ler koşullarında, 3. Dünya’nın ve onunla dayanışma içinde olan Batı’daki devrimci örgütlerin, kapitalist merkezlere karşı ciddi bir risk oluşturduğu bir evrede girişildiği de akılda tutulmalıdır. Naess ‘paradigma değiştirmeye’ büyük önem vermiştir. Naess’ın derin ekoloji tezini ilk defa 1972’de Bükreş’te, “3. Dünya Gelecek Araştırmaları Konferansı’ında” tanıtması anlamlıdır. Tam da Naess’ın tezini sunduğu günlerde (3-10 Eylül) “3. Dünya”, Münih Olimpiyat eylemini (4-5 Eylül) gerçekleştirecektir. Bu olay, terör konseptinin inşasında dönüm noktalarından birisidir. Terör konsepti, kapitalizm açısından açığa çıkan çok yönlü tehlikeyi bastırmanın sert yüzünü [6], köle hukukunun ihyası ise yumuşak yüzünü teşkil eder.

 “Roma teorisinde tarımdaki köle, instrumentum vocale, konuşan alet olarak ve instrumentum semi-vocale olan çiftlik hayvanlarından bir derece ve instrumentum mutum olan aletlerden iki derece yukarıda sayılıyordu… Hem tarımsal hem de sınaî çalışma esas itibariyle doğaya ‘adaptasyon’ sayılıyordu, onu değiştiren bir şey olarak görülmüyordu; bunlar hizmet biçimleriydi… Doğal dünyanın insan tarafından önceden düşünülmüş, ilerici bir şekilde düzenlenmesi anlamında teknik, insanın doğal dünyaya ‘konuşan aletler’ olarak toptan asimile edilmesiyle bağdaşmaz bir şeydi.”[7]

Köle hak sahibi olmaz, özgür kişiler gibi aile kuramazdı. Romalı hukukçular da kölenin aslında insan olduğunun farkındaydılar fakat kölelerin teorik ve hukuki vaziyeti, hâkim üretim biçiminin doğal bir koşuluydu. Yoksa kölenin de sahibi adına belli malları elinde tutabileceği, az da olsa sermaye işletebileceği ve hatta bu işte başarılı olursa özgürlüğünü satın alabileceği hukuken kabul edilmişti. Mesele o ki kölenin elinde düzeni işlemez kılacak ‘hak’ olmasın. O, teoride doğaya asimile edilmek zorundayken, hukukta özne olmaktan men edilmiştir.

“Roma hukukunda ‘şahıs' (kişi) sayılan, hak ehliyetine sahip varlıklar bugünkü hukukumuza oranla çok daha sınırlıdır. Roma toplumunda ‘şahıs' (kişi) olabilmek için 'insan' olmak yeterli değildi. Bugün hak ehliyetine sahip varlıkları ifade ettiği kabul edilen 'şahıs' (kişi) sözcüğü, çağdaş batı dillerinde Yunanca'dan Latinceye geçen 'persona' sözcüğüne dayanan terimlerle karşılanmaktadır. Oysa, Romalılar 'persona' sözcüğü ile 'insan'ı kastediyorlardı. Nitekim, Gaius Institutiones’inde, yukarıda ayrıntılı olarak incelediğimiz, Özel hukukun üçlü bölümlemesini içeren cümlesindeki 'Ius quod ad personas pertinet' ifadesinde 'personae' sözcüğünü şahıs (kişi)'lar anlamında değil, 'İnsan'lar anlamında kullanmıştır. Çünkü, Gaius, Personae'nin 'hürler' (özgürler) ve 'köleler' olmak üzere ikiye ayırdığından söz etmektedir… köleler hukukî bakımdan ‘şahıs’ (kişi), yani haklara ve borçlara ehil sayılmamışlardır; hak sahibi değil, hakkın konusu olarak görülmüşlerdir.”[8]

Çok sınırlı bir üretim tekniğine rağmen insan nüfusunun oldukça dar bir kesimi için cennetvarî büyük bir refah ve zenginlik üretebilmiş olan köleci düzenin teorisi bugün, ekolojik tezler altında temsil edilebiliyor ise köleci düzenin hukukunun, alt yapının inşasını takip edeceği düşünülmelidir.

“Kıskanç efendiler tüm tarlaları ve ormanları sınırlandırırlar ve topraklarla sular üzerinde ilk işgalcilere bütün hakları tanıyan Roma hukukuna minnet duymaları gerekir. İnsan toplumlarını ilkel adaletten adaletsizliğin en son kertelerine götüren gidişte sessiz adımlar atılmakta, incelikler ayırt edilemez nitelik kazanmakta, ve konulan yasalarla, yapay bir düşünce düzeni evrensel bir tekel kurmaktadır.”[9]

Roma hukukunun muazzam evrensel ve sistematik yapısı her devirde kapitalizme gerek duyduğu zemini sağlamıştır. Yaygın meta ticaretini mümkün kılan köleci düzende, kölenin bizzat kendisi de ticaretin başat metasıydı. Meta ticaretinin minimize olduğu feodalizmden kapitalizme geçilirken Roma hukuku yeniden hatırlandı ve kapitalizm, 16. yy.’da giderek hâkim üretim biçimi halini alırken Roma hukukunu yanı başında buldu; bu süreç 19. yy.’dan itibaren liberal dönemde belli bir kesinti yaşamış olsa da kapitalizm, gelecekte geçmiş deneyimlerinden faydalanmak isteyecektir.

Ekolojik önermeler bugün, köle hukuku ve bu hukukun mirasıyla birlikte ele alınmak zorundadır.

Onur Şahinkaya

13 Aralık 2022


Manşet Resmi: Romalı tasmalı köleler, mermer kabartma, İzmir, MS. 200.

* “Kölenin hiçbir hakkı yoktur”, Digesta, 4,5.3,1.

Dipnotlar

[1] Çıkış metni: Arne Naess, The Shallow and the Deep, Long-Range Ecology Movement. A Summary (Sığ ve Derin, Uzun Menzilli Ekoloji Hareketi. Bir Özet), Inquiry, 1973, Sayı 16, Sayfa 95-100.

[2] Arne Naess, Deep Ecology and Lifestyle (Derin Ekoloji ve Yaşam Tarzı), The Paradox of Environmentalism, ,1984, bewildrewild.org

[3] Arne Naess, Deepness of Questions and the Deep Ecology Movement (Soruların Derinliği ve Derin Ekoloji Hareketi), Deep Ecology for the 21st Century: Readings on the Philosophy and Practice of the New Environmentalism, 1995, profcohen.net

[4] George Sessions, Wildness, Cyborgs, and Our Ecological Future: Reassessing the Deep Ecology Movement (Yabanıllık, Sayborglar ve Ekolojik Geleceğimiz: Derin Ekoloji Hareketini Yeniden Değerlendirmek), The Trumpeter, Cilt 22, Sayı 2, 2006, s.124, core.ac.uk

[5] CIA, France: Defection of the Leftist Intellectuals (Fransa: Solcu Entelektüellerin İhaneti), 1985, Readingroom, readingroom

[6] Terör konseptinin oluşumu açısından bu eylemin kısa bir değerlendirmesi için Bkz. Onur Şahinkaya, Siyasal Yönetimin Ana Durakları - Devlet Sorununda Neden Yanılıyoruz? - III -, 20 Mayıs 2022, sosyalizm.org

[7] Perry Anderson, Antikiteden Feodalizme Geçişler, Çeviren: Uygur Kocabaşoğlu, İletişim Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 2020, s.28 vd.

[8] Özcan Karadeniz Çelebican, Roma Hukuku, Yetkin Yayınları, Ankara, 2003, s.127-128.

[9] Edward Gibbon, Roma İmparatorluğu’nun Gerileyiş ve Çöküş Tarihi, Cilt V Bizans II (Çeviren: Asım Baltacıgil), 1. Baskı, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, 1995, s.332, 333.