Loading...

Dersimiz Gazze


Filistin’de hayat rutin hâlde sürüyordu. Kudüs’te, Ramallah’ta, Batı Şeria’da, Filistin’in tüm şehirlerinde, yani işgalci İsrail’in silâhlı güçleriyle gerginlikler, çatışmalar, protestolar ve kimi bireysel feda eylemleriyle sürüyordu. Yazılanlara göre her ay 100’den fazla Filistinli canından oluyordu. Bu can kayıpları haber değeri olarak görülmeyecek denli sıradanlaşmıştı. Filistin silâhları güçleri de, ara ara attıkları füzelerle İsrail’i tedirgin ediyordu sadece. Çok uzun ve derinlikli bir analiz gerektirir fakat 7 Ekim öncesi iki cümle ile dünyadaki durumun özeti şuydu; İkinci Paylaşım Savaşı sonrası devletler arası hukuku korumak, dengelemek, gerginliklerin sıcak bir çatışmaya dönüşmesine engel olmak için kurulmuş tüm kurumsal yapılar uzun zamandır işlevini yitirmiş, bir ağırlığı kalmamıştı. Mesela geçmişte etki gücü, yaptırımı en yüksek olan Birleşmiş Milletler artık ciddiye alınmıyordu. Durum bu olunca Filistin sorunu da epeydir kendi sınırlarına hapsolmuş, âdeta çözümsüzlüğün de bir çözüm olduğu düşünülerek bekleme odasına alınmıştı. Pandemi sonrası tüm ülkeler ekonomik dertlerle boğuşurken, üzerine Rusya-Ukrayna savaşı çıkmış, savaş saçma sapan bir hâlde devam ederken, haftalık ölüm raporlarıyla bir kaç dakikalık haber odalarında yer alıyordu. Takvimler 7 Ekim’i gösterdiğinde, tarihin dahi en ufak haberi yokken ajanslara sıra dışı bir ‘son dakika’ anonsu düştü. Gazze’den İsrail şehirlerine karadan ve havadan bugüne kadar görülmemiş, hayal bile edilmemiş geniş çaplı bir saldırı yaşanıyordu. İsrail, Ortadoğu, dost, düşman, herkes büyük bir şaşkınlıkla olup biteni anlamaya çalışıyordu. Komplo teorisyenleri aynı anda dükkânlarını açtılar. “Bu çapta bir askerî operasyon kesinlikle MOSSAD’ın onayı ve bilgisi dâhilinde yapılmıştır.” Niye? “Gazze’yi işgal etmenin zeminini altın tepside sundu Hamas. Zaten Hamas’ı İsrail kurmadı mı?” Hmm... Komplocuları dinleyin ancak sakın ciddiye almayın.

Filistin silâhlı direnişi; Gazze’deki serçeleri dahi izleyen, kaydeden, haberdar olan efsane(!) MOSSAD’a rağmen askerî açıdan müthiş bir eyleme imza atmıştı. Hakikattir, Filistin direniş örgütlerinin her kademesinde MOSSAD’a bilgi sızdıran haber elemanları vardır. İhanet hakikat ise kadim dost şüphe de devredeydi. “Aksa Tufanı” adı verilen operasyon hiç kimseye sızdırılmadan örgütlenmiş, harekete geçmiş ve işgalcilerin utanç duvarlarını aşmıştı.

Çağımız teknoloji ve iletişim; aynı zamanda dezenformasyon çağıdır. İsrail topraklarına yüzlerce militanıyla saldıran silâhlı direniş gruplarının sıradan insanlara (sivillere) ve çocuklara yönelik şiddet uygulandığını, hedef alındığını gösteren videolar servis edildi. İsrail’de sıradan insanın olup olmadığı tartışması bu yazıyı aşar ancak perspektif olarak savaşın, yani öldürmenin ve ölmenin bir ahlâkı olması gerektiğine inanır, buna uygun davranılmasını bekleriz. Gerçeğin, zorunlulukların, açmazların ve dezenformasyonun iç içe girdiği koşullarda masumlara ve çocuklara yönelik bilinçli hedef alma varsa eğer eleştiri oklarımızın ucu her daim keskindir. Ve kurşuna adres sorarız.

Siyonist İsrail ilk şoku atlattıktan sonra en iyi bildiği işi devreye koyarak bombalar yağdırmaya başladı Gazze’ye. Çıldırmış gibi bombaladılar Gazze’nin kuzeyini. MOSSAD’ın gizli dehlizlerinde nasıl bir kuşatma yüzü oluştuğunu hayal edebilirsiniz. Laf aramızda, beter olsunlar. Savaşın bile hukuku vardı ya, İsrail için bu hukuk kurulduğu günden bu yana asla geçerli olmadı. Yerleşim yeri, hastane, okul, ibadethane demeden saldırdı, hedef oldu. Bu süreç bittiğinde tarih belki de şöyle yazacak; Çocukların en çok öldürüldüğü savaştı. Her şey dünyanın gözü önünde yaşanıyordu. Arap iktidarların büyük çoğunluğu yaşanan vahşete tepki, tavır, sonuç alıcı yaptırım kararı alması olası değildi. Bu geleneksel nazlı tavır devam etti, günler sonra bir araya geldiler ve ciddi bir karar almadan saraylarına döndüler.

İktidarların bir vicdanı yoktu ancak Müslüman halkların çoğunluğu bir çok yerde tepkisini gösterdi. Milyonlarca insan sokaklara döküldü. Müslüman halkların tepkisi beklenen bir refleksti ancak başka bir şey daha oldu. Son dönemde sağcılaşan, göçmen karşıtlığının yükselen, ekonomik krizle yaşamı hızla kötüleşen dünya halklarının önemli kesimi İsrail’in vahşetine karşı ayağa kalktı. Protestolar anlık, birkaç gösteriden ibaret değildi. Müslüman dünyasının tepkileri büyük oranda saman alevi gibi yanıp sönerken seküler halklar ilk günden bugüne sokaklardan çekilmedi. İsrail’e karşı Filistinlilerle dayanışmayı çeşitlendirdiler. İşgaller, liman baskınları yapıldı. İsrail’e giden silâh ve tedarik zincirleri kırılmaya çalışıldı. Dünyanın vicdanı uzun bir aradan sonra bu denli yaygın ve kitlesel biçimde mazlumların yanında harekete geçti ve haftalar geçmesine rağmen dayanışma ruhu aynı kararlılıkla sürüyor. Bu ortaya çıkan gurur verici ve ümitli tablo her yanıyla irdelenmelidir. Kötülüğün, ırkçılığın, bencilliğin, sağcılığın egemenliğini ilân ettiği dönemde bir vahadır dünyanın isyana çıkan meydanları.

Dünya halkları savaş, işgal, vahşet karşıtlığı dersinde geçer not alırken, ülkemizdeki durum kelimenin gerçek ifadesiyle fazlasıyla can sıkıcıdır. Önce bildiğimiz bir noktayı not alalım. 21 yıldır dinci bir iktidarımız var. Sorsanız, İstanbul başta olmak üzere yerel seçimlerin kaderini bile Kudüs ile eşitleyecek denli Filistin’e duyarlılar; RTE sadece bizim değil tüm İslâm âleminin, ümmetin lideri olarak lanse edilir, biliyorsunuz. Halkımızın büyük çoğunluğunun mazlum Filistin’den yana olduğu doğrudur. “Filistin davası bizim de davamızdır” şeklinde bir ön kabul vardır. Bu durum sadece İslâmcılar ve muhafazakâr kesim açısından kabul edilmiş değildir; Sol, demokrat, sosyalistler açısından da Filistin kırmızı çizgidir. Verili koşullar böyle olunca doğal olarak ortaya çıkacak dayanışmanın, öfkenin, direnişe desteğin sıra dışı, hatta tüm dünyaya örnek olacak şekilde gerçekleşmesi beklenirdi. Olmadı. Peki ne oldu, ne yaşadık?

İsrail’in Gazze’yi topa tutmaya başlamasıyla birlikte çocuk ve sivil ölümleri medyada görülmeye başlanmış, bu durum ilk anda infiale yol açmıştı. Hükümetin de desteği, en azından engeli olmayınca İslâmcı, AKP yanlısı kitleler sokağa çıktılar. Sosyalistler de aynı şekilde sokaktaydı. Evet, ilk reflekse bakıldığında olması gereken yaşanıyordu. Ancak İsrail katliama devam etti, vahşeti arttırdı, hiç kimsenin, anlayışın, inancın kabul edemeyeceği hastane saldırıları başladı, en çok çocuklar ölüyorken bizde protesto eylemleri azalmaya, sıradanlaşmaya başladı. Bu tepkisizlik İslâmcı çevrelerde fark edilip eleştiriler yükselince Yeşilköy Havalimanı’ndaki millet bahçesinde Hamas’a destek mitingi organize edildi. Mitinge milyonlar değilse de yüzbinler katılım göstermişti. Ve bu mitingle birlikte AKP için Filistin dayanışması kitlesel destek açısından âdeta sona erdi. O günden sonra Gazze’deki vahşet büyük oranda evlerden izlenmeye başladı. Anladık ki AKP, Filistin davasına hamaset ve ajitasyonla devam edecekti. AKP dışındaki İslâmcılar küçük ve etkisiz gruplar hâlinde eylemlerine devam edecekler belli ki. Öte yandan, bir AKP klasiği her düzeyde yazılmaya-konuşulmaya başlandı. İsrail’le ticaret Gazze kan gölüne dönmüşken dahi tam gaz devam ediyordu. Bu rezil durumu açıklamak bir yana, gerekçelendirmekten dahi kaçındılar. Meclis’te İsrail’le ticareti sorgulayacak bir araştırma önergesi verildi fakat AKP-MHP iktidar bloğu onu da reddetti. Gazze savaşı sonsuza kadar sürecek değil elbette, bir şekilde bittiğinde Türkiye’deki İslâmcıların vize ve final sınavlarından geçer not alamayacağı kesindir.

Bir vahim ders konumuz daha var. Bu konu başlığı hepimizi ilgilendiriyor. Nedir? Yılmaz Özdil’e anlatır gibi anlatalım. Özelikle Suriye işgal girişimi sonrası ‘Ensarız biz’ dümeniyle kontrolsüz, plânsız, düzensiz, programsız bir göç dalgasıyla karşı karşıya kalındı. Milyonlarca Suriyeli sınırlarımızdan içeri girip ve üstüne üstlük tüm ülkeye dağılınca beraberinde onlarca yeni sorunla karşı karşıya kalındı. Zaten ekonomik sıkıntıda olan halkta hızla Suriyeliden öte tüm göçmenlere karşı öfke birikti. AKP’ye oy verenlerin çoğunluğuna gidip sorulduğu zaman, bunlardan içinde çok azı “Ensarız biz, onlar kardeşim, buyursunlar,” der. Muhalif mahallede ise çifte kavrulmuş öfke var. Birincisi, göçmenlerin iktidarın pek özendiği, sempati duyduğu Araplardan olması. Oysa “Araplar bizi arkadan vurmuştu!”?! İkincisi, gelen göçmenlerin seküler hayata karşı, eğitim ve kültürel olarak geri olması. Seküler yaşama tehdit olarak görülmeleri. Üçüncüsü, ülkedeki bütün sorunların, yolunda gitmeyen işlerin, işsizliğin, asayiş olaylarının en büyük müsebbibi bu göçmenlerdi. Bu üç ana başlığa alt başlıklar ekleyebiliriz elbette. Bu göçmen, Arap düşmanlığı, ortaya çıkan sorunlarıyla birlikte şöyle bir şeye yol açtı: “Bize ne Araplardan, bize ne başkalarından!” Bu nihilist ruh hâli giderek seküler ırkçılığın kurumlaşmasına dönüştü. Seküler ırkçılık toplumun her yerine sirayet etti.

Çok çarpıcı ve belki de acıtıcı demek daha doğru. Bir örnekle “Dersimiz Gazze” konusunu bitirelim: İsrail Gazze’yi zalimce bombalamaya başladığında doğal olarak ülkemizdeki tüm sosyalist yapılar ilk elden kısa cümlelerle duruma tepki gösteren açıklamalar yaptılar. Sosyalist partiler içinde son seçimle birlikte en popüler, seküler, moderniteyi savunan, kitle partisi hâline gelmiş bir tanesi, kendi üyelerinin de içinde olduğu hatırlı sayıda kitle tarafından âdeta linç edildi.

***

7 Ekim akşamı henüz bu çarpıcı ve beklenmedik eylemin muhteviyatını bile idrak edememişken birileri ivedilikle Sol’u Filistin halkına duyarsızlık, Kürtleri de İsrail yanlısı ilân etme garabetine düştüler. Tarihsel ve insanî açıdan içler acısı bu iddianın motivasyonu elbette dünya halkları ile dayanışma, İsrail zulmü veya eşitlikçi adalet duygusu değildi. Bu operasyonel tavrın aklı ve adresini derinlikli bir şekilde irdelemenin ve ileride yazıya dökmenin boynumuzun borcu olduğunu belirterek şimdilik bu yazıyı sonlandıralım. Fakat bitirmeden önce, yaşanan ilginç bir örneği de tarihe not düşmek için belirtmek durumundayız; Amerika kıtasındaki Kızılderililerden tutun Avusturalyalı Aborjinlere kadar, neredeyse hiç bir Filistin’e destek eylemine polis müdahalesi olmamışken ve üstelik Türkiye genelinde de durum buyken; Gazi Mahallesi’nde 17 solcu protestocu gözaltına alınmıştır.

***

Seküler ırkçılığın etkisiyle katliam ve direnişin sürdüğü Gazze artık önemli bir gündem olmaktan çıktı. Hatta Gazze ve direnişe dair paylaşımlara kızılmaya, bu paylaşımlara yönelik eleştiriler öne çıkmaya başladı. Çok daha “önemli” gündemlerimiz olduğu aşikâr; mesela ENERCİ bunlardan biri; CHP kurultayı bir diğeri… Neyse ki dün itibari ile Gazze’de ateşkes devreye girdi, zil çaldı, ders bitti.

Akın Kaya

24 Kasım 2023