Loading...

Devletin Bir Emaneti: Türkiye Komünist Partisi


Koyduğumuz bu başlık kimi okuyucuya ağır gelecek, rahatsızlık uyandıracaktır. Gerçekten de niyetimiz birilerinin rahatsız olmasıdır. 

Ülkemizde tarihe karşı olan ilgisizlik ve bunun yarattığı cehalet ortamı mevcudiyetini korumaktadır. İnsanlık, kapitalist üretim ilişkilerinin had safhaya ulaşarak sıkıştığı ve bu zorlu virajı alabilmek için burjuva ideologlar tarafından “Büyük Sıfırlama” şeklinde kodlanan yeni bir dönüşüm sürecinden geçmektedir. Kitlelerin hâlihazırda zayıf olan belleklerinin bu program gereği sıfırlanması mevcut sistemin ve getirilmekte olan hâlinin işleyişi açısından olağan bir durumu teşkil etmektedir. Hâkim sınıf olan burjuvazi, emekçi kitleleri tarihsizleştirmek zorundadır. Tarihsizleşme, geleceksizleşmenin ön kabulüdür. Bu ön kabul, yazıktır ki bugün Türkiye solunun önemli bir kısmına âfiyetle yedirilmiştir. Birçok konuda olduğu gibi burada da öne çıkma başarısını gösteren unsur TKP’dir. Gerek bu başarısı, gerekse sürekli önemi vurgulanan 2023 seçim sathı mailine girilirken, Devletin “sol” eli ve onun güdümündeki medya/basın organları tarafından parlatılmasından dolayıdır ki, Devletin kendi “solunu” nasıl inşa ettiğini günümüzün resmî ve o ölçüde sahte olan (SİP) TKP’si özelinde irdeleme ihtiyacı hasıl olmuştur.

I.

1920-21 aralığında, öncesi ve sonrası da olmakla birlikte, komünist ve sosyalizan hareketlerin neredeyse tamamı Devlet tarafından tasfiye edilmişlerdi. İstiklâl Harbi’nin önemli bir bölümü dışarıya yönelik olduğu kadar aynı zamanda içeriye yönelik gerçekleşmişti. Paul Dumont, İmkânsız Devrim: 1920-1921’de Anadolu’da Muhalif Akımlar[1] isimli çalışmasında önemli ve üstü örtülmeye çalışılan bu tarihsel evre ve aktörlerden veri ve belgeler dâhilinde özlü biçimde bahsetmiştir. Devlet, komünist hareketin tasfiyesiyle sonuçlanacak olan bir çatışmaya girmiş, buradan edindiği galibiyeti hanesine yazmış ama daha önemlisi, buradan öğrenerek çıkmıştır.

2020 Haziran’ında Onur Şahinkaya tarafından oldukça önemli bulduğumuz bir metin[2] kamuoyuna sunuldu. Esasında orada bir girizgâh yapılarak tartışma açılması niyetlenmişti. Görebildiğimiz kadarıyla, akıl-bilgi-bilinç ürünü olan hemen tüm nitelikli çalışmalar gibi, o metin de “suskunluk kumkuması” ile karşı karşıya kaldı, yani yok sayıldı. Hâlbuki çok önemli bir incelemeydi ve hâlâ geliştirilmeyi bekliyor. Biz tam da bu metinden yola çıkarak, yukarıda da belirttiğimiz gibi, TKP özelinde bir başlık açmış olacağız. Oradan kimi alıntılar yapacağız fakat yine de öncesinde o metnin okunması, bir bütünlüğe oturtabilmek açısından faydalı olacaktır.

Şahinkaya’nın vurguladığı gibi, Devletin kuruluşu (özellikle kuruluşunu koşullayan kriz) ve gençliği okunmalı, bilinmeli, ancak bugünü okurken bir süreklilik kabulü ile ele alınmalıdır. Devletin, sınıflı toplumların tamamında olduğu gibi, burada da işler hâlde bulunan sivil toplum, dernek/cemiyet ve terör politikası bu tarihsel evrede kurumsallık kazanmış, farklı isim ve uygulamalarıyla Osmanlı’dan Cumhuriyet’e akan çizgiden günümüze ulaşmıştır. Devlet tarafından çizilen sınırların aşıldığı tüm siyasal faaliyetlere “terör” damgası vurulmuştur. Elbette ki burada komünist hareketin filizlendiği dönemden günümüze kadar olan sürecin bir tahlilini yapma olanağımız yok. Ancak değişmeyen bir pratiği belirtmek durumundayız: Komünist hareket, bağımsız ve radikal olma inadını sürdürdükçe zor yoluyla bastırılmış; ehlileştiği, dolayısıyla “zararsız” hâle geldiği/getirildiği ölçüde ise Devletin kolları arasında “solculuk” oynamasına müsaade edilmiştir. Burada hareketin başını çekenlerle Devlet arasında karşılıklı kazan-kazan politikası belirleyici olmuştur. Devlet, devrimci potansiyel taşıyan hareketleri ehlileştirerek burjuva iktidarın sürekliliğini pekiştirmiş; “komünist” olduğu iddiasındaki sol hareketlerin Devlet ile iltisaklı patronları ise bir yandan kendilerine tahsis edilen konfor alanlarının tadını çıkartmış, bir yandan da kendi tabanlarına karşı “en devrimci” pozları verebilmişlerdir. Yukarıda belirttiğimiz gibi, bu meseleye TKP (SİP) özelinde sınırlı tutarak eğileceğiz.

II.

1990’lı yıllar bugünün dünyasını ve Türkiye’sini anlamak açısından son derece önem arz etmektedir. 90’ların hemen başında, Avrupa çapında NATO-SHAPE tarafından tertiplenen “stay-behind” (cephe gerisi) ağı açığa çıkarılmıştır. Ardından, bu harekât ağının merkez üssü konumundaki karargâhta yapılan son toplantı, basında “Gladio’nun tasfiye edildiği” şeklinde sunulmuşsa da ortada bir tasfiye yoktu. SSCB’nin intiharı ile Soğuk Savaş’ın “resmî” olarak son bulduğu bir döneme girilmiş, yeni dönemle birlikte tasfiye edildiği söylenen bu yapılanma kendini global ölçekte yeniden konumlandıracağı (genişleyeceği) bir dönüşüm geçirmiştir. Bugün Ukrayna üzerinden Rusya’ya karşı düzenlenen harekât da bu politikanın güncel tezahürlerinden biridir.

90’lı yılların Türkiye’si her anlamda kaotik bir ortamı simgeliyordu. Burjuva enternasyonalinin NATO-SHAPE üzerinden yürürlüğe koyduğu yeni konsept gereği bu ortamdan bir an önce çıkılmalıydı. Bir yanda bu Merkez ve onun talimatları doğrultusunda kimi zaman sınırları da aşarak hareket eden Devlete bağlı yerel odakların kitlesel katliamlara varan terör eylemleri, bir yandan Devletin kimi kollarını hedef alan “kısmen” devlet-dışı sol hareketler, neredeyse ülkeyi esir almıştı. 1996 yılındaki Susurluk “Kazası” ise bu atmosferi pekiştirecek bir gelişme olmuş, sınırlı bir nüfusun haberdar olduğu gerçekleri tıpkı bugün Sedat Peker olayında olduğu gibi aleni kılmış, huzurları kaçırmış ve düğmeye basılmasının işaret fişeği olmuştur. 1997 yılının Kasım ayında gerçekleşen Millî Güvenlik Kurulu toplantısında alınan kararla Millî Güvenlik Siyaset Belgesi güncellenmiştir. Basında o dönem özet hâliyle servis edilen belgenin kamuoyu ile paylaşılan kısımlarına açık kaynaklardan erişmek mümkündür. “Devletin Gizli Anayasası” olarak tanımlanan bu belgenin ilk dört maddesinde “bölücü ve irticai faaliyetler, siyasal İslâm, ülkücü mafya ve aşırı sol” tehdit unsurları olarak açıkça vurgulanmıştır.[3]

Bu eklemeleri yaptıktan sonra tekrar Şahinkaya’nın yazısına dönelim. 2001 yılında AKP’nin ilânından önceki hazırlık operasyonlarına isabetli bir şekilde değinen Şahinkaya, burjuva enternasyonali ve onun yerli işbirlikçileri tarafından TC’ye reva görülen bir iktidar ve muhalefet ortamının nasıl adım adım dizayn edildiğini satır aralarında vermiş. Biz bu dökümü maddeler hâlinde aşağıya geçireceğiz:

1. 1997-98 yılında 28 Şubat müdahalesi ile “irticai faaliyetler ve siyasal İslâm” olarak kodlanan kesim,

2. 1999 yılında Abdullah Öcalan’ın TC ile İsrail arasında kurulan sıcak ve derin ilişkiler vesilesiyle (ve tabii ki PKK’nın son kullanma tarihinin dolmasıyla) MOSSAD’ın hediyesi olarak teslim alınması ile “bölücü” olarak kodlanan kesim,

3. 2000 yılında cezaevlerine düzenlenen operasyonlar ile “aşırı sol” olarak kodlanan kesim, büyük oranda tasfiye edilmiş, hizaya getirilmiştir.

Bu üç maddeyi Şahinkaya’dan devralarak MGSB ile eşleştirdik ve/fakat buraya birer yıllık periyodu bozmadan dördüncü bir madde eklenmesi gerektiği kanaatindeyiz:

4. 2001 yılında tarihsel TKP geleneği ile hiçbir ideolojik ve örgütsel bağı bulunmayan, partileşme sürecini yakın tarihlerde tamamlamış bir küçük burjuva dergi çevresinin, yangından mal kaçırır gibi, birden bire yasaklı olan TKP ismini mülkiyetine geçirmesi.

1999 yılının Aralık ayında Helsinki’de toplanan Avrupa Konseyi, Türkiye’ye Avrupa Birliği’ne aday ülke statüsü vermiştir. 1999-2002 aralığındaki dönemde Türkiye siyasetinin temel rotası Avrupa Birliği’ne uyum çerçevesinde gelişmiştir. TKP adının Sosyalist İktidar Partisi’ne tescillenmesi de yukarıda yazdıklarımıza ek olarak bu sürecin bir uzantısıdır ve dönemin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı bu durumu, “(SİP) TKP’nin program, tüzüğü ve eylemlerinde; sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde egemenliğinin ve herhangi bir diktatörlüğünün savunulmadığı ve amaçlanmadığı anlaşıldığından, Anayasa ve yasa hükümlerine aykırılık bulunmadığına,” işaret ederek[4] açıklamış, ayrıca SİP-TKP’nin Avro-komünizmine vurgu yapmıştır. Bu görüşü belirten ve sonrasında da çeşitli demeçlerinde SİP-TKP’yi savunduğu görülen Sabih Kanadoğlu sıradan bir savcı değil, Kök (“derin” değil!) Devletin aslî kadrolarındandır. SİP-TKP’nin ömürleri boyunca Devlet ile en ufak bir sorun yaşamamış olan “ulu” önderleri Kemal İbrahim Okuyan ve Aydemir Güler’in elitist-burjuva kökenleri de düşünüldüğünde, aralarında ne tür bir ilişki kurulduğu, hangi konularda pazarlıkların yapıldığı sorgulanmalıdır…

Yine 2000 yılının Ekim ayında Yunanistan Komünist Partisi’nin radyo kanalında SİP Genel Sekreteri Kemal Okuyan ile KP isminin alınması üzerine bir söyleşi yapılmıştır. İsim konusunda bir engelleme ile karşılaşılması durumunda nasıl bir tutum alınacağına dair soruya verilen yanıt çarpıcıdır:

“Şu anda Sosyalist İktidar Partisi, yasal bir parti ve belli bir örgütlenme düzeyine ulaştı, özellikle son aylarda, Türkiye solunda, neredeyse faaliyet gösteren, siyasî faaliyet gösteren tek örgüttür. (…) Türkiye’de, şu anda düzen, Avrupa Birliği ile ilişkileri nedeniyle bir iki yıllık süre içinde, Komünist Parti üzerindeki yasağı kaldırmak istiyor. Ama ortaya çıkacak olan Komünist Partisi’nin, düzenle uyumlu, bizim eski deyimimizle majestenin komünist partisi olması konusunda bir eğilimleri var. (…) Komünist Parti, Sosyalist İktidar Partisi’nin yürüttüğü program ve siyasal çalışmalar dışında bir şey olmayacak.”[5]

Dolayısıyla TKP, gerek dönemin Başsavcısı, gerekse kendilerini “siyasî faaliyet gösteren tek örgüt” olarak görebilecek kadar kibirli ve yalancı olan lideri tarafından verilen yanıtlarda görüldüğü gibi, Avrupa Birliği’ne uyum sürecinin bir ürünüdür. Her ne kadar karşı gibi gözükse de TKP, gerçekte AB karşıtı bir tavır takınamaz. Varlığını ona borçludur. Batının akademik dehlizlerinde burjuva ve küçük burjuva ideologlar tarafından üretilen her türlü söylem ve ideolojinin sorgulanmaksızın, yalnızca ambalajının uygun sözcüklerle süslenerek ithal edilmesi de bununla ilgilidir. Güncel örnekleri ise, yazının başında ifade ettiğimiz iktisadî dönüşüm sürecinin bir parçası olarak dayatılan yeni “değer” sistemlerinin[6] “ilericilik ve çağdaşlık” şeklinde lanse edilerek savunulmasıdır. AB ile kurulan bu ideolojik yakınlığın dışında, organik bağlar da mevcuttur  ve buna dair çarpıcı bir örnek yazının ilerleyen kısımlarında verilecektir. Yukarıda verilen yanıtta görüldüğü üzere, tarihsel TKP ile hiçbir bağ bulunmadığı da birinci ağızdan söylenmiştir.

Devrimci hareketin görülmemiş bir şiddetle bastırıldığı, devrimcilerin cezaevlerinde diri diri yakıldığı bir sürecin sonuna gelinmişken, 11 Kasım 2001 tarihinde TKP ismi SİP’e tescillenmiştir. Hemen ardından çıkan Gelenek dergisinin Kasım-Aralık sayısında Aydemir Güler imzalı “TKP: Bir Perde Açılıyor”[7] başlıklı yazı yayımlanmıştır. Güler burada, “TKP açılımı solda bir dönemin kapanışına denk düşmektedir,” diyerek, kendilerine açılan dönemi selâma durmuştur. Yorum gerektirmeyen bir itiraftır. Ehlileştirilmiş, dolayısıyla zararsız hâle gelen veya zaten öyle olan “sol” aktörler Devletin açtığı bu kapıdan içeri alınmıştır. TKP aynı zamanda devrimcilerin diri diri yakılarak katledildiği bu sürecin de bir ürünüdür ve ÖDP, EMEP gibi diğer reformist unsurlar da burada TKP’yi yalnız bırakmamışlardır. O dönem bu grupların F-tipi hücrelere karşı giriştikleri tek tük göstermelik eylemler, devrimci kamuoyuna şirin gözükmekten başka bir anlam taşımıyordu. Bugün o devrimci kamuoyu olmadığı içindir ki, bu reformist unsurlar işçi sınıfının birliği ve mücadelesi dışında her türlü “iş” ile gönül rahatlığıyla uğraşabilmektedirler.

III.

Bugün adı TKP olan örgütün tabanı, yöneticiler tarafından ağızlarına tutuşturulan ezberlerin sonucu olarak, uzun mücadeleler sonucu yasaklı olan “komünist” isminin alındığını zannetmektedirler. Bu illüzyonun ardındaki gerçeğe baktığımızda ise, ortada alınan bir isimden ziyade, MGSB üzerinden çizilen sınırlar dâhilinde verilen bir isim vardır. “Aşırı sol” olarak kodlanan kesimin tasfiyesi, akabinde ehlileştirilmiş/reformist sola alan açılması gayet bilinçli bir Devlet politikasıdır.[8] 1920-21 sürecinde uygulanan tasfiye ve Mustafa Kemal tarafından kurulması emredilen “resmî” TKP’nin revizyondan geçerek güncellenmiş bir hâlidir günümüz TKP’si ve tıpkı o günün şartlarında olduğu gibi, 2001 yılında kurulması kararlaştırılan bugünkü TKP de yine Devlet aygıtına egemen olan burjuva sınıf içerisindeki bir fraksiyonla iltisaklı olan isimlerin görev dağılımını paylaşmasıyla ortaya çıkmıştır. Yüz yıl önceki Devlet aklı, komünist hareketin ordunun kontrolünde olması gerektiği yönünde karar kılmıştır. Günümüz TKP’si, esas olarak 28 Şubat müdahalesinde pişirilerek bekletilmiş, içindeki çıbanlar temizlenmiş ve zamanı geldiğinde servis edilmiştir. Bulduğu her fırsatta altını dolduramadığı anlamsız bir “laikliğin” çığırtkanlığına soyunmasının ardında yatan da bu doğum sürecindeki sancıyla alâkalıdır.

Kısaca aktarma gayretine girdiğimiz, aslında her şeyin ayan beyan ortada olan fakat özellikle genç kuşaklar tarafından pek bilinmeyen ve bilinmesi de arzu edilmeyen bir tarihsel kesittir. Bir de meselenin burada detaylarını veremeden yalnızca birkaç cümleyle geçiştirdiğimiz yanı vardır ki, bu da, grubun tepe kadrosunda yer alan isimlerin, sınıfsal kökenleri itibariyle hâkim sınıf ile yakın bağı; egemen kast sistemi ve onun örtülü ilişkiler ağına bir şekilde eklemlenmiş oluşudur. Yalnızca adını zikrettiğimiz Okuyan ve Güler’den bahsettiğimiz sanılmasın, bir bütün olarak üst düzey yönetici, “danışman” ve “parti dostu” olan geniş bir toplamdan bahsediyoruz. Bu bizim kuruntumuz olmanın ötesinde, siyasal bilinç sahibi olan herkesin açık kaynaklar üzerinden farkına varabileceği bir olgudur ve bırakın uzun bir araştırma-soruşturma sürecini, yalnızca bu grubun sürekli vitrinde tuttuğu kalemşör ve ekran yüzlerine dahi bakılması yeterlidir. AYM raportöründen CHP’li milletvekillerine, Sayıştay denetçisinden diplomatına kadar Devletin her kademesinden “emekli olmuş” bol çeşitli bir karışım buradaki Devlet etkisini fazlasıyla göstermektedir. Bununla birlikte “parti” yöneticilerine ait sayısız kafe, bar, meyhane, otel, turizm şirketi, kooperatif ve daha bilmediğimiz sayısız ticarî işletme sır değildir. Siyasî partiden ziyade, bir şirket söz konusudur.

Tam bu noktada bir parantez açarak çarpıcı bir örnek vereceğiz. Şirket olarak işletilen bu partinin kaymak tabakasında bulunan Tezcan Eralp Abay dikkatimizi çekmiştir. Abay, Ankara’da bulunan Sivil Toplum Geliştirme Merkezi’nin genel koordinatörüdür.[9] Dışişleri Bakanlığı Avrupa Birliği Başkanlığı ile “yakın” çalışmalar yürüten bu kurum, kendi sitesinden de görülebileceği üzere Avrupa Birliği tarafından finanse edilmektedir. STGM’nin Yönetim Kurulu Başkanı olan Yakup Levent Korkut ismini ise, Sezgin Baran Korkmaz ile birlikte kara para akladığı gerekçesiyle mal varlığına el konulmasına karar verilen kişilerden birisi olarak gördük.[10] Abay, bu kişinin YK Başkanı olduğu kurumda Avrupa Birliği’nden gelen fonları koordine eden bir sivil örümcektir. TÜSEV[11] ve başkanı Murat Belge olan Yurttaşlık Derneği gibi AB tarafından fonlanan çeşitli STK’lar ile boy gösteren[12] Abay’ın, 1999 tarihli bir Gelenek makalesinde[13] sivil toplum/insan hakları üzerine kalem oynatması rastlantı olmasa gerek. Aynı dönemde, liberal küçük burjuva solcuların cirit attığı, kimlik siyasetinin her çeşidine kaynaklık eden mekânlardan Özgür Üniversite’nin yayınları arasında da[14] adına rastlıyoruz. Sıradan bir parti üyesi değildir. Parti ve ona bağlı kurumlarda çeşitli görevlerde bulunmuştur. Birkaç yıl öncesine kadar parti yayını olarak çıkartılan Boğun Eğme isimli gazetede “parti okulu” köşesinin yazarları arasındaydı. Sanıyoruz bu gazetenin artık çıkmıyor oluşu ve bu durumun sosyal medyada teşhir edilmesinden dolayı Abay’ın kendisi olmasa da ismi geri plana çekilmiştir. Konuyla ilgili yapılan eleştirilere de görebildiğimiz kadarıyla cevap verilmemiştir. Devrimci önderler ve özellikle Lenin, çeşitli yerlerde özeleştirinin önemi ve bunun geliştirilmesi gerektiğini vurgulamışsa da, Lenin’i hatmettiği söylenen bu insanların tarihinde buna rastlamak pek mümkün değildir. Abay, tepe kadroda yer alan ve partinin avukatlarından Özlem Şen Abay’ın da eşidir aynı zamanda. Özlem Hanımın da STGM ile çalıştığı görülüyor.[15] Özgeçmişine bakıldığı zaman, Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Eğitimi (2004-05) aldığı, üstüne bir de Ticaret Hukuku Lisansüstü (2012-13) eğitimi aldığı görülmektedir.[16] Hukuk Fakültesini 1998 yılında bitirdiği ve o tarihlerden beri parti avukatı olduğu göz önüne alındığında, sonradan aldığı AB ve ticaret hukuku konulu eğitimler düşündürücüdür. Özlem Hanım sanıyoruz ki, yine tepe kadroda yer alan, Merkez Komite üyeliği de yapmış olan ve parti tabanında çok sevilen, yazı ve kitapları okutulan Özgür Şen’in kardeşidir… Devam edebilir, bu ve benzeri sayısız örneği sayfalarca uzatabiliriz ama bu kadarı bile yeterlidir diye düşünüyoruz. Sınırları belirsiz olan bu ilişkiler ağı derin ve karanlıktır. Tarihsel evre olarak “Aydınlanma” burjuva ideolojisi olduğu kadar biraz da bu karanlığı örtmek için dillere pelesenk edilmiştir.

*          *          *

Burjuvazi tarafından TKP şalı giydirilen SİP’in, köken itibariyle 1920 yılındaki resmî TKP, 1932-35 aralığındaki Kadro ve 1961-67 aralığındaki Yön dergilerine dayandığı rahatlıkla söylenebilir. Üçü de kendi dönemlerinin icaplarına uygun biçimde, üst düzey Devlet memurlarının teorisyenliğinde komünist ve devrimci hareketi Kemalizme hapsetme/yedekleme görevini üstlenmişlerdir, ki bu da Devletin belirlediği sınıra denk düşmektedir. Burada yeni bir durum yoktur, bir “geleneğin” devamı söz konusudur. Bundan dolayıdır ki en azından bu yazı kapsamında teorik bir eleştiriye gerek görülmemiştir. Dileyen okur, konuyla ilgili Kızıl Bayrak yazarı H. Fırat’ın yoğun emek sarf ettiği ve bizim de çok önemsediğimiz polemiklerini[17] okuyabilir ve okumalıdır da. Ayrıca grubun dünü ve bugünü üzerine sayısız üretim İştirakî blog sayfasında işlenmiş, işlenecektir.

Sonuç

“Türkiye Komünist Partisi” ismi, dönemin siyasal atmosferi gereği burjuvazi içerisindeki bir fraksiyon tarafından, kendisiyle iltisaklı olan bir gruba 2001 yılından itibaren emanet edilmiştir. Proleter devrimci perspektiften bakıldığında teorik ve politik anlamda bu grubun ciddiye alınır bir yanı bulunmamaktadır; fakat bu grup, özellikle gençlik başta olmak üzere tarih ve sınıf bilincinden yoksun olan geniş bir toplam üzerinde muazzam bir illüzyon yaratmaktadır ve grubun asıl niyeti, dolayısıyla marifeti de tam olarak budur. Takdire şayandır.

Görmek; fark etmek, idrak etmek, anlamak, kavramak, sezmek, farkına varmak, gibi anlamları ifade eder.[18] Bakmak ise bunları karşılamaz, düşünsel süreci önemsemez. Zaten bakmak için düşünmeye ihtiyaç yoktur. Kişi öncelikle bakmak ile görmek arasında bir tercihte bulunmalıdır. Düşüncenin tayin ettiği görme edimi, kullanılmayı tercih edilmedikten sonra yazılan/gösterilen o kişi nezdinde bir anlam ifade etmez.

Kimin elinin kimin cebinde olduğu belli olmayan bir siyasal coğrafyada, yukarıda aktarmaya çalıştığımız tarihsel süreçten süzülerek gelen bir grubun, tepe kadrosunun aile bağları dolayımı ile sınırları belirsiz bir siyasî ve ticarî ilişkiler ağı üzerinden Devlete ve ona bağlı kurumlara bir şekilde eklemlendiği görmezden geliniyor, önemsenmiyor ve ısrarla “normal” kabul ediliyorsa, üstelik bir de bu grubun aslında göbekten bağlı olduğu “düzen” ile mücadele ettiğine inanılıyorsa, bu ancak şeyhine (pardon, “yoldaşına”) koşulsuz itaat ile mümkündür.

Agop Efendi

20 Ocak 2023

Görsel tarafımızca hazırlanmış olup, mülkiyeti kamuya aittir.

Dipnotlar:

[1] Paul Dumont, İmkânsız Devrim: 1920-1921’de Anadolu’da Muhalif Akımlar, Yeşil Ordu, Halk Zümresi, Türkiye Komünist Partisi, Halk Komünist Partisi. Bu çalışma 1977 tarihli olup, yakın tarihli ve detaylı bir okuma için Emel Akal ve Hamit Erdem’in kitaplarına bakılabilir.

[2] Onur Şahinkaya, “2007’de Ne Oldu?”, 10 Haziran 2020, İştirakî.

[3] “İşte o belge”, 09 Ağustos 2001, Hürriyet.

[4] “Yargıtay’dan TKP’ye koşullu vize”, 20 Ocak 2003, Hürriyet.

[5] “Bir Belge: Kemal Okuyan’la Söyleşi”, Ürün Dergisi.

[6] “Yeni Dönem Yeni Değerler”, Sayı 4, Haziran 2021, Sosyalizm.org

[7] Aydemir Güler, “TKP: Bir Perde Açılıyor”, Sayı 69, Kasım-Aralık 2001, Gelenek.

[8] Güncel ve önemli bir örnek: Bu yılın ilk haftasında Okmeydanı Semt Evi’nin açılışı yapıldı. Mahallenin tarihsel önemi ve kaynaklık ettiği siyasal gelenek biliniyor. TKP ve benzeri grupların normal şartlarda buralarda çalışma yürütemeyeceği ve barınamayacağı da biliniyor. Son birkaç yıl boyunca yalnızca bu mahalleden yüzlerce devrimci militan yakalanarak cezaevlerine konuldu ve nihayet “meydan” boşaltıldı. Boşaltılan alana TKP yerleşti(rildi)… Kurulduğu ilk günden beri ama özellikle son birkaç yıldır Grup Yorum üyelerine karşı uygulanan bir Devlet terörü gerçeği var ve burjuva hukuku için dahi garabet bir hâl söz konusudur. Sürekli polis baskını yapılan bir Kültür Merkezi, parçalanan enstrümanlar, raflardan yerlere atılan kitaplar, kırmızı bültenle aranan, başlarına ödül konan müzisyenlerden bahsediyoruz. Yorum üyelerinin bir kısmı cezaevinde, bir kısmı sürgünde, bazıları şehit oldu. Konser vermeleri yasaklandı. TKP, tüm bunlar olurken ve olmaya devam ederken tek bir açıklama yapmadığı gibi, düzlendikten sonra kendisine tahsis edilen alanda kurduğu dükkanın açılışını yaparken, utanma nedir bilmeden, Yorum türküleri eşliğinde üyelerine halay çektirebilmiştir. Bizce bu görüntüler, Türkiye sol tarihinin en utanç verici anlarından biri olarak tarihe geçmiştir. 08 Ocak 2023, Twitter.

[9] Dr. Tezcan Eralp Abay, STGM.

[10] “SBK Holding ve Sezgin Baran Korkmaz’ın mal varlıklarına el konuldu”, 09 Ekim 2020, BirGün.

[11] Türkiye Üçüncü Sektör Vakfı’nın Temsilciler Kurulu, Mütevelliler Heyeti ve dış destekçilerine bakıldığı zaman, bu kurumun da burjuva enternasyonalinin yerel şubelerinden biri olduğu rahatlıkla görülebilir. TÜSEV.

[12] “Hafıza Merkezi’nden ‘Sessiz Kalma’ paneli: ‘Bu rejimin yegane amacı, toplumun yetişkinleşmesinin engellenmesi’”, 10 Mayıs 2022, KaosGL.

[13] Tezcan Eralp Albay ve Şebnem Baransel, “İnsan Hakları Retoriği ve Mücadele Gerçeği”, Sayı 59, Nisan 1999, Gelenek.

[14] Göksel N. Demirer, Tezcan E. Abay (Haz.), Ekoloji Politik, Özgür Üniversite Yayınları, 2000; Göksel N. Demirer, Tezcan E. Abay (Haz.), Küreselleşmenin Ekolojik Sonuçları, Özgür Üniversite Yayınları, 2000. Oldukça “radikal” bir görüntü veren Özgür Üniversite isimli kurum, SSCB düşmanlığı, anarşist, troçkist, yetmez ama evetçi, feminist, çevreci, vegan, LGBT vb. her türlü ideolojik formasyonu benimsemiş olan liberal küçük burjuva solcuların “Marksizm” adına ahkâm kesme “özgürlüğüne” kavuştuğu bir yerdir.

[15] Av. Özlem Şen Abay ve Doç. Dr. Ulaş Karan, “Kitle İmha Silahlarının Yayılmasının Finansmanının Önlenmesine İlişkin Kanun Teklifi Hakkında Genel Görüşler.”, 20.12.2020, STGM.

[16] Av. Özlem Şen Abay, LinkedIn.

[17] H. Fırat, “100. Yılında Tarihsel TKP... Geçmişi olmayanın geleceği olmaz!”, (tüm dosya yazıları için) Kızıl Bayrak.

[18] Pars Tuğlacı (Haz.), Okyanus Türkçe Sözlük, Pars Yayınevi, 1971. Cilt 1, s. 924.