Mustafa Suphi 9 Temmuz 1882 yılında, Giresun’da doğmuştur. Babası Mevlevizade Ali Rıza Efendi Giresun doğumlu, annesi Memnune Hanım Samsun eşrafından Belediye Reisi Halil Hilmi Efendi’nin kızıdır. Baba Ali Rıza Efendi, Osmanlı’da üst düzey bir memur olması sebebiyle Anadolu’nun çeşitli yerlerinde görev yapmış, Mustafa Suphi’nin de çocukluk ve ilk gençlik yılları; Giresun, Samsun, Kudüs, Şam ve Erzurum’da geçmiş, ilk, orta ve lise eğitimini sırasıyla bu kentlerde sürdürmüştür. Mustafa Suphi, Erzurum’daki lise eğitiminden sonra İstanbul’da önce Mekteb-i Sultani’yi (Galatasaray Lisesi) bitirmiş, sonra da Mekteb-i Hukuk-i Şahane’de hukuk okumuş, buradan mezun olduktan sonra da Paris’te Siyasal Bilimler Okulu’nu (L'École Libre des Sciences Politiques) bitirerek öğrenim yıllarını tamamlamıştır.
Paris’teki öğrencilik yıllarında Mustafa Suphi, İstanbul’da –Meşrutiyet’in ilânından sonra– yayımlanan Tanin ve Servet-i Fünun gazetelerinin muhabirliğini üstlenerek çeşitli konularda makaleler yazmış ve gazeteciliğe de adım atmıştır. Paris’teki L'École Libre des Sciences Politiques’den mezun olurken “Memalik-i Osmaniyede İtibar-i Ziraî Teşkilâtının Hâl ve İstikbâli” başlıklı bir tez hazırlamıştır. Osmanlı Devleti’nde “Tarımsal krediler ve köylülerin bu kredilerden yararlandırılmaları” konulu bu tez, Mustafa Suphi’nin bundan sonra çokça üzerinde duracağı konular arasına girecektir.
1908 Meşrutiyeti ve Mustafa Suphi’nin düşünsel dönüşümü
Mustafa Suphi 1910 yılında, 28 yaşında Türkiye’ye dönmüş, bu tarihten sonra hem gazetecilik hem öğretmenlik yapmaya başlamıştır. Tanin, Servet-i Fünun ve Hak gazetelerine makaleler yazmış, Ticaret Mekteb-i Âlisi’nde malûmat-ı hukukiye, Darülmuallimin-i Âli ve Mekteb-i Sultani’de iktisat dersleri vermeye başlamıştır.
Mustafa Suphi siyasetle ilgisini sürdürmüş, İttihatçıların gazetelerinde ekonomi ağırlıklı makaleler yazmıştır. Dönemin önemli gazetecilerinden Hüseyin Cahit Yalçın, Tanin’de yayımladığı “Tarihi Mektuplar”da –bir başka İttihatçı– Dr. Nâzım’ın bir mektubuna dayanarak, İttihat ve Terakki’nin 1911’de Selanik’te toplanan son gizli kongresinde Mustafa Suphi’nin Anadolu delegesi olduğunu yazmıştır. Ancak Mustafa Suphi’nin İttihat ve Terakki Partisi ile ilişkisi uzun sürmemiş, bundan sonraki hayatı boyunca mücadele edeceği İttihat ve Terakki ile bir kopuş yaşamış ve 5 Temmuz 1912’de kurulan Millî Meşrutiyet Fırkası’na katılmıştır. Genel yapısı “Türkçü-milliyetçi-reformcu” bir parti olan, Millî Meşrutiyet Fırkası’nın programı; ekonomik olarak liberal ancak toplumsal refahı gözeten tedbirleri almada devlete sorumluluk yükleyen, köylü ve küçük üreticiyi destekleyen, ilk öğrenimin zorunlu ve parasız olmasını isteyen, adliyenin bağımsızlığını, vergi sisteminin yeniden düzenlenerek adil hâle getirilmesini savunan ve Osmanlı toprakları üzerinde yaşayan bütün (millî) unsurları kucaklayarak yerel meclislere inisiyatif tanıyan ilkeleri programına geçiren, daha özgürlükçü bir partiydi.
Celestin Bougle’nin Sosyoloji Nedir? adlı kitabının Mustafa Suphi tarafından tercüme edilen nüshası.
Yöneticileri arasında Ferit Bey (Tek) (Kütahya Mebusu), Cami Bey (Baykurt) (Fizan Mebusu, Cami Baykurt sonraki yıllarda sol hareket içinde yeniden karşımıza çıkacaktır.) ve Yusuf Akçura Bey gibi aydınlarda bulunmaktadır. Mustafa Suphi, partinin yayın organı konumundaki İfham (Uyarı) gazetesi ve –İfham kapatılınca onun yerine çıkarılan– Vazife gazetesinin yönetimini üstlenmiş, parti programının “ekonomi” başlıklı bölümünü kaleme almıştır.
Mustafa Suphi, Fransız sosyolog Celestin Bougle’nin Sosyoloji Nedir? adlı kitabını 1911’de Osmanlıcaya çevirmiş ve İlm-i İctimaî Nedir? adıyla yayımlamıştır. Kitaba, “İfade” başlığıyla bir önsöz yazan Mustafa Suphi, –bu önsözde- Osmanlı İmparatorluğu’nda en önemli iç sorun (etnik sorun) nasıl çözülecektir? diye sorarak, Osmanlı’yı oluşturan milletlerin birlikte yaşamaları için federatif bir sistem önermiştir.
1912 yılında İtalya’nın bir Osmanlı toprağı olan Trablusgarp’a asker çıkarmasına ve o bölgeyi işgaline Mustafa Suphi tepki göstermiş ve “Vazife-i Temdin” (uygarlaştırma görevi) başlıklı broşürü kaleme almıştır. Mustafa Suphi, bu broşürle, Batı kapitalizminin, diğer ulusları kendi çıkarlarına uygun bir şekilde sömürgeleştirme politikasına “sömürgeci misyonuyla” verdiği isme gönderme yapmaktadır. Mustafa Suphi, Trablusgarp işgalinin ardında yatan gerçekleri henüz sosyalist değilken, yurtsever bir aydın kafasıyla kavramış, bu işgalin, sömürgeciliğin en kaba ve en kötü örneklerinden biri olduğuna işaret etmiştir. Yalnızca İtalyan işgaliyle ilgili olarak değil; Afrika, Asya ve Amerika’daki sömürgeleştirme ve işgallerin de yerli halk için “acı ve kölelik”, sömürgeci yönetimler için ise “zalim bir refah” olduğunu belirtmiştir.
Jöntürkler ve Osmanlı aydınları üzerine önemli eserleri bulunan siyaset bilimci Şerif Mardin, bütün Osmanlı aydınlarının en az bildikleri ve en az ilgilendikleri konunun iktisadî faaliyetler olduğunu yazmıştır. Mustafa Suphi –Osmanlı aydınları içinde– bu konuda bir istisna sayılmalıdır. İktisadın her alanına ilişkin bilgisi, merakı ve aydın duyarlılığının yanında, –özellikle bu niteliği – başından beri toplumsal mücadelelerde sınıf gerçeğini hissetmesiyle diğer Osmanlı aydınlarından ayrılır.
1912 yılında İtalya’nın Trablusgarp’a asker çıkarması üzerine Mustafa Suphi’nin yazdığı “Vazife-i Temdin” (uygarlaştırma görevi) başlıklı broşür.
Mustafa Suphi 1908-1913 yılları arasında, çok sayıda gazete ve dergide düşüncelerini açıklayan yazılar yazmıştır. Bu dönemdeki makalelerinin genel konuları “iktisat” olmakla beraber; devlet bütçesi, hazine ve parlamento ilişkisi, eğitim politikaları, meşrutiyet ve halkın beklentileri, köylülüğün durumu (onlara sağlanacak krediler), tarım politikası, Türk milliyetçiliği ve geleceği, havacılık alanındaki gelişmeler, sömürgecilik (Batı’nın sömürgecilik politikaları), İtalya ve Trablusgarp, Girit Sorunu, Yanya Vilâyeti’nin durumu, grev-örgütlenme-sosyalizm, tütünün tarihi, Mısır’da siyaset ve siyasî partiler vb. gibi çok geniş bir yelpazede yazılar yazmıştır.
Mustafa Suphi, öğrenciliğini noktaladığı yıllardaki, “Osmanlı’da Ziraî Krediler – Osmanlı Ziraat Bankası Hakkında Mühim Bir Rapor” başlıklı tezinden başlayarak, “İktisad-ı İçtimaî”, yani “Toplumsal İktisat” kavramının benimsenmesi üzerinde önemle durmuş, İktisatın, bütün sosyal ilişkilerin merkezinde yer alan bir kavram ve bilim alanı olduğunun altını defalarca çizmiştir.
Mustafa Suphi’nin 1908-1913 dönemi yazılarına bir bütün olarak ve yakından bakılırsa, Avrupa’daki siyasal gericiliğin ve Türkiye’de –giderek vahim bir şekilde yükselen İttihatçılığa dayalı– Türk milliyetçiliğinin öne çıkardığı ideolojik yönelimlerle kendi düşünceleri arasına belirgin bir mesafe koymaya başladığı görülecektir.
Bu eğilim, olayların seyri hız kazandıkça –1908’den 1913’e doğru– daha belirgin hâle gelecek, dışarıdan emperyalist müdahaleler arttıkça ve içeriden hükümetin baskı politikası sertleştikçe değişecek ve “yurtsever-demokrat” bir eksene oturacaktır.
1913 yılı öncesi Mustafa Suphi’nin sosyalistliği üzerine
Mustafa Suphi’nin bu dönemini inceleyen kimi araştırmalar onun sosyalist olduğu veya Osmanlı Sosyalist Fırkası üyesi olduğunu yazmıştır. Mustafa Suphi’nin 1913’te Sinop’a sürgün edildiği tarihten önce sosyalist olduğu veya Osmanlı Sosyalist Fırkası’na girdiğine dair bir belge yoktur. Yine bu döneme ait yazılarında kendisini “sosyalist” değil, “liberal” siyasal ve iktisadî dünyaya yakın görmektedir. Ancak burada “liberalizm” kavramını bizim bugün kullandığımız anlamdan farklı kullandıklarını ve düşündüklerini de özellikle belirtmek yerinde olacaktır. Aynı yıllarda siyaset yapan Osmanlı/Türkiye Sosyalist Fırkası yöneticileri gibi, Osmanlı sosyalistleri de liberalizmi “sosyalizmin bir öncülü ve alt biçimi” olarak görmüşlerdir. Liberalizm-sosyalizm ilişkisinde sosyalizmi, sosyal düzenin kökten reformunu sağlayan “liberalizmin daha üst bir türevi” ya da onun düzeltimcisi olarak yorumlamışlardır. Gerek Paris’te kaldığı süre içinde gerekse döndükten sonra sosyalist düşüncelerin Mustafa Suphi’yi etkilediği de kuvvetle muhtemeldir. Öğrencilik ve gazetecilik yıllarının geçtiği Paris’teki canlı siyasal yaşam ve o dönem Fransız sosyalist liderlerden Jean Jaurès’in –Fransa’dan taşan– yüksek popülaritesi bu etkilenmede dikkate alınması gereken etkenlerden sayılmalıdır. Mustafa Suphi’nin yayın müdürü olduğu İfham gazetesinde (İfham, 21 Ocak 1913 tarih, Sayı 120) ilginç bir yazı yayımlanmıştır. Bu yazı Jean Jaurès imzalıdır ve “Şerefli Temaşa” başlığını taşımaktadır. Bu makalede J. Jaurès özetle, Balkan Savaşı’nda güçlü ve kapitalist Avrupa devletlerinin, meşrutiyet yönetimiyle bir atılım yaşayan Osmanlı’yı nasıl aldattıklarını ve Osmanlı devletinin yenilgisinde nasıl iş birliği yaptıklarını anlatmış ve Balkanlara huzur ile kalıcı barışın “bütün Balkan halklarını içine alacak bir demokratik federasyonla gelebileceğini” yazmıştır. Mustafa Suphi –bu tarihten yedi yıl sonra– Bakü’de çıkardığı Yeni Dünya gazetesindeki (Yeni Dünya, 8 Temmuz 1920) “Tarihî Vazife” başlıklı makalesinde tam da o günlere değinmiş, liberalizm-milliyetçilik-sosyalizm arasında zikzaklar çizen ve bir çıkış yolu arayan düşünsel yapısını ve J. Jaurès’in yazısındaki “Umum Balkan İttifakı” fikrini o yıllarda da desteklediklerini belirterek şöyle yazmıştır:
“Bundan hemen on yıl önce bizler; devletçi veya köylü sosyalistler, minimalist (asgari) milliyetçiler, federalistler, kısaca Türk gençliğinin; saldırgan, şoven İttihat ve Terakki siyasetine karşı ayaklanan kısmı, bir taraftan memleketi ve rençber halkı felâketten felâkete sürükleyecek savaşlara son vermeye çalışırken, diğer taraftan da Anadolu’ya hayat verecek medenî, inkılâbî gelişmelere zemin ve yol arıyorduk.”
Mahmut Şevket Paşa, suikaste uğradığı araç içerisinde.
Türkiye’ye 1910’da döndükten sonra siyasal mücadele sürecinde karşılaştığı tablo –özellikle 1912 ve sonrasında– İttihat ve Terakki’nin diktatörce yönetiminden kaynaklanan endişeleri, alttan alta beslenen anti-emperyalist duyarlılığı, “iktisatçı” Mustafa Suphi’nin ufkuna –sosyalist olmadığı hâlde– sosyalizmi ve sosyalistleri yaklaştırmış olmalıdır.
Mustafa Suphi’nin sürgün yılları: Sinop, Kaluga, Ural (1913-1918)
18 Haziran 1913’te, İstanbul’da Sadrazam Mahmut Şevket Paşa’ya düzenlenen suikast Mustafa Suphi’nin yaşamında yeni bir devir başlatmıştır. İttihatçılar suikast istihbaratını aldıktan sonra suikasta bilerek engel olmamış, bu olayı fırsat sayarak, bütün muhalefeti terör estirerek susturma yoluna gitmiştir. Liberal, demokrat, sosyalist bütün muhalifler tutuklanmış, İstanbul’dan sürülmüştür. Mustafa Suphi de 1913 yılı ortalarında Sinop’a sürülmüş, 1914 yılı mayıs ayına kadar, yaklaşık bir yıl Sinop’ta kalmış, 1914 yılı mayısında on sürgün arkadaşıyla Karadeniz’i dikine geçerek Sivastopol’e kaçmıştır.
Sinop Cezaevi.
Sinop sürgününden kaçarak kurtulan Mustafa Suphi, Kırım’a geldiğinde kendisine bir yol haritası çizmiştir. Aslında ondan beklenen; dilini, kültürünü bildiği, yıllarca yaşadığı Paris’e (Batı’ya) gitmesiydi. O, Bakü’ye gidip orada bir gazete çıkarma isteğindedir. Burada Mustafa Suphi’nin kişiliğinin bir başka yanına da tanık olmaktayız. Anti-emperyalizm duyarlılığı, İttihatçı terörüne karşı özgürlük arayışı, Türkiye’den kopmamak arzusu ve İstanbul’dan Yusuf Akçura vasıtasıyla bildiği Tatar aydınlanmasını yakından tanımak ihtiyacı, onu bildiği Paris’e değil, hiç tanımadığı Bakü’ye yöneltmiştir.
Mustafa Suphi Bakü’de kalabildiği birkaç ay boyunca çeşitli gazetelere toplam yedi makale yazmıştır. 27 Temmuz 1914 tarihli İkbal gazetesinde, “Türkiye’nin Esenliği” başlıklı makalede, “Büyük bir savaşın yakın olduğunu, Türkiye’nin bu savaşta taraf olmamasını ve barışı mümkün olduğu kadar uzatmasının tek çıkış yolu olduğunu,” yazmıştır.
Birinci Dünya Savaşı Mustafa Suphi’yi Bakü’de yakalamıştır. Savaşın başlamasıyla Çarlık polisi “yabancı unsur veya iç düşman” kabul ettiği kişileri toplama kamplarına sürmeye başlamış, Mustafa Suphi önce Kaluga kentine, savaşın seyri Rusya aleyhine dönünce de daha iç bölge olan Ural’daki toplama kampına sürülmüştür. Yaklaşık üç buçuk yılını bu kamplarda geçiren Mustafa Suphi, Rusya’da kendini derinden derine hissettiren sol muhalefeti; Bolşevik, Müslüman-Komünist ve Sosyalist Devrimci hareketleri bu kamplarda tanıma imkânı bulmuş, Marksizm’i bu kamplarda öğrenmiştir.
Rusya’daki yıllar: Marksist Mustafa Suphi
Ekim Devrimi sonrası Rusya’daki toplama kampları lağvedilince Mustafa Suphi Moskova’ya gelmiş ve Rusya’daki Milliyetler Komiserliği’ne bağlı resmî bir kurum olan Merkez Müslüman Komiserliği’ne başvurarak Türkçe bir gazete çıkarmak istediğini söylemiştir. Merkez Müslüman Komiserliği yöneticileri Mollanur Vahidov, Mirseyit Sultangaliyev ve Şerif Manatov’la yakın ilişki kurmuş, onlardan büyük destek görmüş, onların tezlerinden önemli ölçüde etkilenmiş, kaderini bir noktada onların kaderiyle bağlamıştır. Mollanur Vahidov, Mustafa Suphi’yi Merkez Müslüman Komiserliği propaganda bölümünün başına getirmiş, bu kurul Türkçe, Arapça, Farsça broşür-gazete ve bildiriler yayımlamış, yine o günlerde –Merkez Müslüman Komiserliği’nin yayın organı olan– Kızıl Bayrak gazetesinde Mustafa Suphi’nin söyleşisi yayımlanmıştır.
Mustafa Suphi (ayakta sağdan altıncı, kalpaklı), Müslüman Komünistler Kurultayı, Kasım 1918.
Mustafa Suphi, bir örgütlenme aracı olarak düşündüğü Yeni Dünya gazetesini (ilk sayı 27 Nisan 1918) bu günlerde, Stalin ve Vahidov’un desteğiyle yayımlamaya başlamıştır. Yeni Dünya, “Merkez Müslüman Sosyalistler Komitesi’nin Türkçe Naşir-i Efkarı” alt başlığı ile çıkarılmıştır. Mustafa Suphi gittiği her yerde Yeni Dünya’yı yayımlamayı kararlılıkla sürdürmüş; Moskova, Kırım, Taşkent ve Bakü’ye taşınan Yeni Dünya gazetesi, Mustafa Suphi yönetiminde –üç yıl içinde– 67 sayı yayımlanmıştır.
Mustafa Suphi 22 Temmuz 1918’de Moskova’da Türk Sosyalistleri Konferansı’nı düzenleyerek ilk örgütlenme adımını atmıştır. Türk Sosyalistleri Konferansı, Mustafa Suphi’nin ifadesiyle, “Türkiyeli sosyalistlerin sosyalizmi, ütopyadan örgüte dönüştürme yolundaki” ilk adımıydı. Konferans; Türkiye’de yaşayan dinleri, dilleri, milliyetleri ayrı muhtelif unsurlar için özerk yönetim yapısı ve federasyon esası öngörmüş ve “Türk emperyalizmi ve Ermeni burjuvaziyası tarafından fakir Müslüman ve Ermeni halkları arasında ikâ edilmekte olan mezalime dair vesikaların toplanarak bir yerde olmak üzere Türk-Tatar, Ermeni, Rus ve mümkün olsa İngiliz, Alman, Macar dillerinde neşrine” karar vermiştir.
4 Kasım 1918’de toplanan Müslüman Komünistler Kurultayı’na katılan Mustafa Suphi bazı delegeler tarafından ayrı teşkilât kurma ve sosyal şovenlikle suçlanınca, yaptığı uzun bir konuşmayla bütün suçlamaları reddetmiş, Kurultay Başkanlığı, Türk komünistlerinin Kurultay’a katılımını kabul etmiştir. Mustafa Suphi burada yaptığı konuşmada, İslam coğrafyasındaki sosyal uyanışa Rus komünistlerince yeterli önemin verilmemesini eleştirmiş ve eğer Doğu’nun örgütlenmesi için zamanında harekete geçilmezse, Batı emperyalizminin Rus devrimini boğmak için bu Müslüman halkları –sosyalist devrimin– üzerine süreceği tezinin altını çizmiştir.
2-6 Mart 1919’da Moskova’da toplanan Komünist Enternasyonal 1. Kongresi’ne Mustafa Suphi, Türkiye Komünist Teşkilâtı’nı temsilen katılmıştır. Burada yaptığı konuşmada özetle, “Doğu’daki devrim Batı’daki devrime yakından bağlıdır. Rus Devrimi saflarında çalışan biz Türk devrimcileri, eminiz ki Doğu devrimi yalnız Doğu’nun Avrupa emperyalizminden kurtuluşu için değil, Rus devriminin savunulması için de gereklidir… Fransız-İngiliz kapitalizminin başı Avrupa’da ise gövdesi Asya’nın geniş alanlarındadır… Acil görev Doğu’daki kapitalizmin köklerini söküp atmaktır, bu ise ancak İngiliz-Fransız emperyalizmine karşı Doğu halklarının kıyamıyla gerçekleştirilebilir… Bu nedenle Komünist Enternasyonal’in bundan sonraki görevi Doğu halkları arasında devrim ocakları kurmak olmalıdır,” diyerek Komintern’i acil ve eylemli bir “Doğu” programı oluşturmaya çağırmıştır.
Mustafa Suphi 1919 yılı başlarında Anadolu’ya geçme düşüncesiyle Kırım’a gelmiş, örgütlenme konusunda yeni ve ileri adımlar atmış, Yeni Dünya gazetesini burada çıkarmayı sürdürmüş, Komünist Manifesto’yu Türkçeye çevirmeye başlamış, Anadolu ve İstanbul’a illegal yollardan temsilciler göndermiş, kendisi de dönme hazırlığındayken Beyaz Ordu Kırım’ı işgal etmiştir. Mustafa Suphi 12. Kızıl Ordu saflarında General Denikin’in kuşatmasını yarma savaşına katılmış, İngiliz istihbaratına yakın Kırım gazeteleri Mustafa Suphi’nin yakalandığını ve asıldığını haber yapmıştır.
Anadolu’ya geçmek konusunda engellerle karşılaşan Mustafa Suphi, (Bu sırada Kırım ve Kafkasya Beyaz Ordu ile İngiliz kuvvetlerin denetimine geçmişti) Moskova üzerinden Taşkent’e geçerek buradan Anadolu’ya geçmeye karar vermiştir. Bu amaçla 1920 başlarında Taşkent’e gelmiş, Taşkent’te Türkistan Komünist İşleri Komisyonu Başkanı Şalva Eliava’nın isteği üzerine, Müslümanlar arasında Bolşeviklerin konumlarının güçlendirilmesi çalışmalarına katılmıştır. Yeni Dünya gazetesini Taşkent’te de çıkarmayı sürdürmüş, dağınık ve bağımsız devrimci grupları bir araya toplamayı hedefleyen, yeni devrimci örgütler kuran ve farklı dillerde yayın yapma faaliyetini amaçlayan Beynelmilel Şark Tebligat Şurası’nın kurulmasına etkin bir şekilde katılmıştır.
1-8 Eylül 1920 tarihlerinde 1891 delegenin coşkulu katılımıyla Bakü’de Birinci Doğu Halkları Kurultayı toplanmış, Türkler 235 kişi ile en kalabalık delegasyonu oluşturmuştur. Mustafa Suphi, Kurultay’ın hazırlık çalışmalarında da bulunmuş ve Türkiye Komünist Teşkilâtı Merkez-i Heyeti adına Kurultaya katılmıştır. Kurultay’a, o sırada Moskova’da bulunan ve Bolşevik Partisi tarafından üst düzeyde ağırlanan Enver Paşa da davet edilmiştir. Bolşeviklerin, Osmanlı’nın bu eski paşası üzerinden politika belirleyip, onu Bakü Kurultayı’nda Kuzey Afrika Halkları temsilcisi olarak takdim etmeleri Mustafa Suphi, Türkiye Komünist Teşkilâtı ve bazı Doğu’lu delegeler tarafından şiddetle protesto edilmiştir. Mustafa Suphi, Komintern yönetiminin bu politikasını kabul etmemiş ve Komintern ile aralarında soğukluk ve gerilim yaşanmıştır.
Türkiye Komünist Fırkası’nın kurulması ve Türkiye’ye dönüş kararı
27 Mayıs 1920’de Taşkent’ten Bakü’ye gelen Mustafa Suphi ve Türkiye Komünist Teşkilâtı üyeleri, Bakü’de İttihatçıların kurduğu “Türk Komünist Fırkası”nı tasfiye etmiş, 10 Eylül 1920 tarihinde Türkiye Komünist Teşkilâtları Birinci Kongresi’nin açılışını yapmıştır. Kongreye Azerbaycan Komünist Partisi adına N. Nerimanov, A. Haydar Karayev, D. Münyadzade; Komintern adına E. Stasova ve Pavloviç katılmıştır. Mustafa Suphi, “Türkiye İştirakiyun Teşkilâtı’nın Birinci Kongresi’ni açmakla kendimizi bahtiyar addediyoruz,” diyerek ilk oturumu açmış, Kongre, Mustafa Suphi’nin Türkiye Komünist Teşkilâtı’nın kuruluş süreci ve faaliyetlerini anlattığı İkinci Oturum’dan sonra, Sömürgeler ve Milliyetler Meselesi’ni görüşmüş, daha sonra Türkiye Komünist Fırkası Programı ve Teşkilat Nizamnamesi’nin görüşmelerine geçmiştir. 15 Eylül’de tamamlanan Kongre’nin son gününde Ethem Nejat ve Hilmioğlu İsmail Hakkı “Anadolu’nun çeşitli yerlerinden gelen komünistler, İstanbul Komünist Grubu ve Bakü’de bulunan Türkiye Komünist Teşkilâtı’nın birleşmesi” için önerge vermiş, önerge oy birliği ile kabul edilmiştir. Yapılan seçimlerde Merkez-i Heyet oluşturulmuş; Mustafa Suphi başkan, Ethem Nejat sekreterliğe seçilmiştir. Diğer üyeliklere Mehmet Emin, Nazmi, Hilmioğlu İsmail Hakkı, İsmail Hakkı, Süleyman Nuri seçilmişlerdir.
TKP Kongresi, Türkiye’nin yönetim şekli olarak bütün emekçi sınıfların temsil edileceği federatif temelde bir “Şuralar Cumhuriyeti”ni esas almıştır. Anadolu’daki etnik yapıyı dikkate alarak; Türk, Ermeni, Kürt ve Rum milletlerinin geçmişteki çatışmalarının kaynağını, emperyalizm-kapitalizm ve bunların dolaysız sonucu olan “her milletin kendi burjuva cumhuriyetini” kurmaya kalkışma olarak saptamış; Şuralar Cumhuriyeti’nin ise bütün milletlerin emekçi köylü ve işçilerini içine alacağını, her milletin dil ve kültürünü özgürce geliştirebileceğini, bütün ayrıcalıkların kaldırılacağını; Şura Cumhuriyeti’nin gönüllü bir birlik olacağını, eğer bir milletin amele ve rençber sınıfı bağımsız yaşamak istiyorsa bunun çözümünün halk oylamasıyla ve barışçı olacağını öngörmüş ve “ayrılma” hakkını tanımıştır. TKP Programı, bütün ruhanî kurumların hükümet ve yönetimden ayrılarak gerçek anlamda vicdan özgürlüğüne ve laisizme imkân tanımıştır. Türkiye’de emperyalizme karşı devam eden mücadeleyi “milli inkılap” olarak saptayıp desteğini ifade etmiş, nihaî amacının Türkiye’deki çeşitli milletlere mensup “amele ve rençber” sınıfının hâkim olacağı bir düzenin kurulması olarak belirlemiştir.
TKF’nın kurulmasından sonra (sağdan itibaren) Mustafa Suphi, Ethem Nejat, İsmail Hakkı.
Kongre sonrası Mustafa Suphi ve Türkiye Komünist Fırkası Merkez-i Heyeti, Bakü’de, İsmail Hakkı ve Süleyman Nuri’den oluşan bir “Dış Büro” bırakılması ve faaliyetin Anadolu’ya taşınması kararını almıştır. Gruplar, 19-25 Aralık 1920 tarihlerinde Kars’a doğru hareket etmişler ve Mustafa Suphi ile aynı kafilede Sovyetlerin Ankara Sefiri Budu Mdivani de aralık ayı sonunda Kars’a gelmiştir.
Dönüş süreci ve sonrasında yaşananlar
Mustafa Suphi, Bakü’ye geldikten sonra Mustafa Kemal ve Kâzım Karabekir Paşalar ile kurulan ilişkiler; Mustafa Suphi’nin Mustafa Kemal’e yazdığı 15 Haziran 1920 ve Kasım 1920’deki mektuplarına karşılık, Mustafa Kemal’in Süleyman Sami vasıtasıyla gönderdiği birinci (Bu mektup bulunamamıştır) ve 13 Eylül 1920 tarihli ikinci mektubu; Türkiye Komünist Teşkilâtı temsilcileri olan Tâlibzade Yusuf Ziya ve Salih Zeki’nin Kâzım Karabekir’i ziyaretleri, Süleyman Sami’nin Ankara temaslarında partinin Anadolu’ya nakli konusunda bir sorun yaşanmayacağına dair oluşan kanaat, Ankara hükümetinin Azerbaycan temsilcisi Memduh Şevket’in de bu karara açık desteği, yönetim düzeyinde ilişkileri belli bir aşamaya taşımıştır.
1920 sonbaharında Hükümet, Mustafa Suphi ve Türkiye Komünist Fırkası’nın Anadolu’ya gelişine gönülsüz de olsa, evet demiştir. Yine 1920 yılı sonbaharında, Mustafa Suphi’de oluşan kanaat, onu tereddüde düşürecek olumsuz örnekler yaşansa da “fırkanın Anadolu’ya nakli” konusunda, gerek Ankara’nın gerekse de Kâzım Karabekir Paşa’nın söz ve davranışlarından, bir engel çıkmayacağı yönündedir.
Sovyetler’in Ankara Sefiri Budu Mdivani.
Aynı günlerde Anadolu’dan gelen, paşaların Türk komünistlerini tutuklama, baskı, suikast ve yok etme haberleri, Şerif Manatov’un Türkiye’den sınır dışı edilmesi ve Mustafa Suphi’ye uyarıları, Doğu Halkları Propaganda ve Hareket Sovyeti’nin Türkiye’ye gidişi zamansız bulması ve bekleme tavsiyesini; bu faktörlerin tümünü, Merkez-i Heyet’te “Anadolu’ya dönüş”ü tartışan Mustafa Suphi ve diğer parti yöneticilerinin değerlendirmediği düşünülemez.
Ancak Mustafa Suphi ve Merkez-i Heyet üyeleri, Anadolu’da devam etmekte olan millî mücadele, “Komünist Partisiz” yol alır ve başarıya ulaşırsa, mücadelenin fiilî kuvvetini elinde tutan eski Osmanlı paşaları ve iktidarını adım adım kuran Türk burjuvazisinin, bu yeni kurulan düzende Türk komünistlerini sistemin dışına atmak, meşruiyetini hep tartışmalı tutmak ve giderek yok etmek politikasını “siyasetlerinin belkemiği” yapacaklarını görmüş olmalıdır.
Bu durumda Türkiye Komünist Fırkası yöneticileri, Anadolu’da büyük bir mücadele varken, ya paşaların tehditlerine boyun eğip –Bakü’de– mücadele gücünü tüketmiş, etkisiz, sürgünde bir Türk komünist partisine sahip olmak ya da görünür, görünmez tehditlere karşı koyup, paşaların ve elçilerin güvencelerine karşın yine de risk almak –ve mücadeleyi Anadolu’ya taşımak– seçenekleriyle karşı karşıya kalmış, ikincisini seçmiştir.
Mustafa Suphi Kars’ta yaklaşık üç hafta kalmıştır. Bu sırada Moskova’ya gitmekte olan, Türkiye’nin Moskova Büyükelçisi Ali Fuat Paşa ile yine Sovyetlere gitmekte olan İktisat Vekili Yusuf Kemal ve Maarif Vekili Dr. Rıza Nur ile karşılaşmış ve görüşmüşlerdir.
Dönüş yolu Türkiye Komünist Fırkası heyetinin gıyabında tam bir ölüm yoluna dönüşecektir.
Bir tarafta hâlâ Anadolu’da iktidar düşü kuran kıyıcı bir İttihatçı mekanizma yaşamakta, diğer yanda Anadolu’da fiilen iktidar olan, burjuva devrimin yönetimini İttihatçıların elinden alan; Meclis’te, askerî ve sivil bürokraside, basında vb. bu iktidar yapısını giderek güçlendiren Kemalistler bulunmaktadır. Eski İttihatçılar ve Teşkilât-ı Mahsusa elemanları, yeni iktidar profiline uygun olarak Kuva-yı Milliye kumandanlarına dönüşmüşlerdir.
1920 yılı sonuna doğru Ankara’da Hükümet, komünistlerin Ankara’ya gelebileceği düşüncesinden caymış, Bakü’den yola çıkan Türkiye Komünist Fırkası heyetinin Ankara’ya sokulmaması için karar almıştır. Tarihçi Cemal Kutay’ın deyişiyle, “Onları Ankara’ya sokmamak, Yunan’ı denize dökmek kadar önemliydi!”
1920 yılının son günlerinde devlete hâkim olan Kemalistlerin tehdit algılamasında “sol” en üst sıraya alınmışken, Kemalistler, Meclis’teki burjuva-eşraf-ağa bloğunun hararetli desteğini arkalarına alarak sol hareketi yok etmeye karar vermiştir. Hükümet, Ankara’da –1920 yılı mayıs ayından beri– faaliyet gösteren ve Halkçı-Komünist bir parti olan Yeşil Ordu Cemiyeti’nin etkisini ortadan kaldırmak ve “sol”u denetimi altına almak için 18 Ekim’de, yönetiminde paşaların, milletvekillerin ve üst bürokrasinin olduğu –Resmî– Türkiye Komünist Fırkası’nı kurmuş ve bunun dışındaki bütün sol ve komünist hareketi kanun dışı ilân etmiştir.
7 Aralık 1920’de kurulan Türkiye Halk İştirakiyûn Fırkası henüz bir ayını bile doldurmadan Hükümet’in terörüne maruz kalmış, yöneticileri tutuklanarak hapsedilmiştir. Büyük Millet Meclisi’nde yapılan tartışmalarda, Türkiye Halk İştirakiyûn Fırkası’nın; Müslüman-Komünist yoldaşlığını savunan, “Müslümanlığın ve komünizmin” birbirini tamamlayan ideolojiler olduğu şeklindeki, dünyaya “aşağıdakilerin” penceresinden bakan, din ulularının yoksul ve ezilenlerin yanında olduğunu iddia eden, “inancın” ancak ezilenlerin insanca yaşaması için gösterilecek çabada yattığını söyleyen düşünceleri, Meclis’te çoğunluk olan zengin-Müslüman milletvekilleri tarafından “zındıklık” olarak ilân edilmiştir. Milletvekilleri, İslam’da mülkiyetin ve mirasın (ve iktidarın) kutsallığı ve dokunulmazlığı konusunda birleşmiş, Türkiye Halk İştirakiyûn Fırkası kapatılmıştır. Ve İttihatçı geçmişine rağmen, 1920 yılında sol ve komünist örgütlenmelere yakın duran Çerkes Ethem ve Kuva-yı Seyyare de bu günlerde ortadan kaldırılmıştır.
1920 yılının son günleri Rusya Sovyet Hükümeti ile Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti arasında devletten devlete yürütülen “Dostluk ve İş birliği” anlaşmasının hazırlığının sürdüğü günlerdir. Tam da bu günlerde Komintern’in Bakü’deki organı olan Doğu Şurası, aldığı bir kararla Kars’ta bekletilmekte olan Türkiye Komünist Fırkası heyetini sessiz sedasız Komünist Enternasyonal’in korumasından çıkarmış ve yalnız bırakmıştır.
Doğu’nun Kumandanı Kâzım Karabekir Paşa, Erzurum Valisi (Deli lakaplı) Hamit Bey ve Mustafa Kemal Paşa arasında gidip gelen telgraflar, (25 Aralık 1920’de Kâzım Karabekir Paşa’nın Müdafaa-i Milliye Vekâletine gönderdiği telgrafla başlayan ve 29 Ocak 1921’de Erzurum Valisi Hamit Bey’in Mustafa Kemal Paşa’ya gönderdiği telgrafla tamamlandığını bildiğimiz haberleşme trafiği) Mustafa Suphi ve yoldaşlarının 28 Kânunusani 1921’deki korkunç akıbetini belirlemiştir.
Kars-Erzurum-Bayburt-Gümüşhane-Torul-Maçka-Trabzon güzergâhında devletin en üst düzeyde sahneye koyduğu mizansenle terör altında götürülen Heyet, 28 Ocak 1921’de gece yarısı Trabzon iskelesine varmıştır. Orada yine askerî ve mülkî erkânın, önceleri Teşkilât-ı Mahsusa, sonrasında Kuva-yı Millîye yöneticisi olan üyelerinin, kışkırtılmış kabadayıların, zorbaların, lümpenlerin, softaların taciz ve hakaretleriyle bir motora bindirilmiştir. Motor Sürmene açıklarındayken, içinde başı-bozuk elbisesi giydirilmiş jandarmaların ve Trabzon çetecisi Kâhya Yahya’nın adamlarını taşıyan büyük bir tekne Suphileri taşıyan tekneye yetişmiş ve silahsız heyet üyeleri süngülenerek öldürülüp, Karadeniz’in karanlık sularına atılmıştır. 15’ler kafilesi içinde bulunan tek kadın olan –Mustafa Suphi’nin eşi– Maria Hanım Trabzon’da kafileden alıkonulmuş, Kâhya Yahya’lar eliyle feodal erkek gaddarlığının en korkuncunu yaşamış, sonunda bu güruhun elinde can vermiştir.
Suphi ve arkadaşları Anadolu’ya dönerken, Rusya yolunda olan ve Suphilerle 1920 Aralık ayında Kars’ta karşılaşan Ali Fuat Paşa, Yusuf Kemal ve Dr. Rıza Nur’un da aralarında olduğu heyetin, 16 Mart 1921 tarihli Moskova Anlaşması öncesi katıldığı bir müzakere toplantısı.
Katliamdan sonra Mustafa Kemal Paşa, Kâzım Karabekir Paşa ve Erzurum Valisi Hamit Bey arasında hiçbir yazışma açıklanmamıştır. Hiçbir soruşturma yapılmamıştır. İnfazcı kimliğiyle öne çıkan Kâhya Yahya, olaydan bir buçuk sene sonra Mustafa Kemal Paşa’nın Muhafız Birliği Kumandanı Topal Osman ve adamları tarafından öldürülmüş, bu olaydan bir hafta sonra ise Topal Osman Ağa, Mustafa Kemal Paşa’nın özel muhafızı İsmail Hakkı Tekçe (sonradan General) ve adamları tarafından vurularak öldürülmüştür. Katliam büyük bir karanlığın içinde kalmıştır.
15’ler katliamına Bolşevik Partisi ve Komintern –İngiltere ve Türkiye ile imzalayacakları Ticarî Antlaşma’ların gölgesinde– hiçbir tepki göstermemiştir. Katliam, 1920 yılının büyük sıkıntıları içinde –burjuva– Türkiye Cumhuriyeti ile –komünist– Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti arasında devletten devlete olan ilişkilerin rasyonalitesine, mecburiyetine, karanlığına boğulmuştur. Antlaşmalar 16 Mart 1921 tarihinde imzalanmış, Sovyet-Türk Antlaşması’nın sekizinci maddesi, ülkelerin kendi topraklarında karşı ülkenin aleyhine olacak örgütlenmelere yasak getirmiştir. TKF Dış Büro’su bu tarihten sonra işlevini büsbütün yitirmiş ve Gürcistan Komünist Partisi içinde bir alt seksiyon hâline gelmiştir.
Son söz
Dünyanın ve Türkiye’nin toplumsal olarak büyük değişimler geçirdiği 20. yüzyılın başında; bu tarihî dönemde yaşayan ve insanlığın önemli meselelerini Türkiye’de ilk defa; soyluların, burjuva aydınlarının, paşaların meclislerinden emekçilerin ve yoksulların katına indiren bir hareketin temsilcisi olarak, aydın ve komünist Mustafa Suphi’nin yaşamının ayrıntıları, o dönemin nesnel koşulları içinde değerlendirildiğinde bugün de önemli ve öğretici olmaktadır.
Mustafa Suphi; Arapça, Farsça, Fransızca ve Türkçeye hâkim bir Osmanlı aydını olarak, Doğu’dan Ömer Hayyam’ı, Sadi Şirazi’yi, Şeyh Bedreddin’i, Batı’dan ise önce liberal iktisatçıları ve ütopik sosyalistleri, sonra da Karl Marx’ı okumuştur.
1914’te Sinop’tan kaçtıktan sonra, Rusya’daki ikinci sürgününde, yeraltındaki Rus muhalefetinin çeşitli kanatlarıyla tanışmış; Bolşevik, Müslüman-Komünist ve Sosyalist-Devrimci örgütlenmeleri yakından tanımıştır. Rusya’daki sürgün yılları ve Ekim Devrimi, Mustafa Suphi’yi Marksizm’in kararlı ve militan savunucularından birisi yapmıştır. Müslüman bir toplum içinden çıkıp, o toplumu sosyal bir devrime hazırlama misyonu yüklenen Mustafa Suphi için Rusya yılları büyük bir tecrübe olmuştur. Orada Müslüman-Komünist hareketin mücadelesine omuz vermiş, bu özgün deneyim, Mustafa Suphi’yi, İslam’la barışık Marksist bir lider olarak karşımıza çıkarmıştır.
Mustafa Suphi, 1920’li yıllarda milliyetçi, dinî, mezhepsel çatışmaların kan gölüne çevirdiği Anadolu’da, milliyetçi ve sosyalist ideolojilerin iç içe geçtiği o günlerde; Anadolu’da yaşayan ulusların “hür ve gönüllü birliğini”, her ulusun dil ve kültürünü özgürce geliştirebileceği bu konudaki bütün ayrıcalıkların kaldırılacağı demokratik “federatif bir cumhuriyeti” ve “ulusların kendi geleceklerini belirleme hakkını” kararlılıkla savunmuş, bunları belgelerine geçirmiş bir önder olarak tanınmıştır.
Yanıtı hep merak edilen sorunun cevabı, yani 15’ler cinayetinin temel sebebi ise yoksul ve emekçi sınıflarının da ülke yönetiminde söz sahibi olabileceği düşüncesiyle, birbirine düşman edilen farklı milletlerin eşit ve adil bir ülke kurabilecekleri hayalinin kitlelerin içinde ses bulmasını önlemekti. 28 Kânunusani’de yapılan da buydu.
Hamit Erdem
15 Temmuz 2022
Seçilmiş Kaynaklar:
Ahmet Kardam, Mustafa Suphi: Karanlıktan Aydınlığa, İletişim Yayınları, İstanbul, 2020.
Alexandre A. Benningsen – S. Enders, Sultangaliyev ve Sovyetler Birliğinde Millî Komünizm, Anahtar Yayınları, İstanbul, 1995.
E. H. Carr, Bolşevik Devrimi 1, Metis Yayınları, İstanbul, 1989.
Fethi Tevetoğlu, Türkiye’de Sosyalist ve Komünist Faaliyetler, Ayyıldız Matbaası, Ankara, 1967.
Hamit Erdem, Emek Tarihi Yazıları, Sel Yayıncılık, İstanbul, 2020.
Hamit Erdem, Mustafa Suphi, Sel Yayıncılık, İstanbul, 2010.
Haziran-Eylül 1920 Türkiye İştirakiyun Teşkilâtı, Derleyen: Banu İşlet – Cemile Moralıoğlu Kesim, Sosyal Tarih Yayınları, İstanbul, 2008.
Mete Tunçay, Türkiye’de Sol Akımlar-1, (1908-1925) 1, BDS Yayınları, İstanbul, 1991.
Mete Tunçay, Türkiye’de Sol Akımlar-1, (1908-1925) Belgeler 2, BDS Yayınları, İstanbul, 1991.
Mustafa Suphi İlk Yazılar 1908-1913, Transliterasyon: Fadime Ersin, Baha Coşkun, Hamit Erdem, Sosyal Tarih Yayınları, İstanbul, 2021.
Mustafa Suphiler (Şahsi Dosyası-Değerlendirmeler-Anmalar), Derleyen: Banu İşlet – Cemile Moralıoğlu Kesim, Sosyal Tarih Yayınları, İstanbul, 2021.
TKP MK 1920-1921 Dönüş Belgeleri 1-2, Çeviren: Yücel Demirel, Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı, İstanbul, 2004.
Türkiye İştirakiyun Teşkilâtlarının Birinci Kongresi (TKP Kuruluş Kongresi), Tutanaklar-Belgeler, Bakü 10-16 Eylül 1920, Derleyen: Emel Seyhan Atasoy – Meral Bayülken, Sosyal Tarih Yayınları, İstanbul, 2008.
Yavuz Aslan, Türkiye Komünist Fırkası’nın Kuruluşu ve Mustafa Suphi, T.T.K. Yayınları, Ankara, 1997.