Loading...

Hindutva-Hint Emperyalizmi


Hindistan, “BRIC ÜLKELERİ” olarak siyasal ve ekonomik atılımlarıyla küresel ölçekte öne çıkan dört ülkeden biri. Çelişkilerine, etnik-dini çeşitliliklerine karşın ciddi bir kalkınma yolunda. Son 20 yılda ortalama yüzde 5,8 büyüyen ve ekonomik büyüklüğü 2,7 trilyon dolar olan Hindistan dünyanın 8. büyük ekonomisi. Yaklaşık 3,2 milyon km2 yüzölçümü, 1,4 milyar nüfusuyla, Çin’den sonra ikinci büyük ülke. Resmi dilleri Hintçe ve İngilizce. Ayrıca 22 adet tanınmış bölgesel dil de bulunuyor. Hindistan; gelişme hızı, yetişmiş insan kaynağı, zengin tarihi ve kültürüyle, bütünlüğünü muhafaza edebilmesi hâlinde 21. yüzyılda kendisinden sıkça bahsettirecektir.

Geçmişin Bağlantısızlar Hareketi lideri Hindistan, Batı ve Doğu Bloku arasında olarak bölünen dünyaya üçüncü bir yol sunan 1955 Bandung Konferansı’ndan itibaren dış politikasının temelini oluşturan “üçüncü dünya idealizmi” yaklaşımından 21.yüzyılda, her yükselen güç gibi “pragmatizme” yöneldi.

İngiliz sömürgesi Hindistan, bilgisayar teknolojisi ve programlamada, ucuz otomobil üretiminde, demir çelik sanayisinde yakaladığı ivme ve hizmet sektöründe kurulmuş binlerce outsourcing firmasıyla, ses getiren bir ülke hâline geldi. Sanayi ve hizmet sektöründe atılan adımların yanı sıra; ülkenin nükleer teknolojide gösterdiği ilerleme, atom silahlarına sahip olma özelliği, konvansiyonel askeri gücü ve açık denizleri hedefleyen donanma oluşturmuş olması, şu anda bölgesel güç/küresel güç arası bir çizgide olan Hindistan’ın, geleceğin önemli küresel güçlerinden birisi olacağının işaretini veriyor.

Stratejik deniz yollarının ve enerji sevkiyat güzergâhının geçtiği Hint Okyanusuna hâkim bir noktada bulunan Hindistan; Japonya, ABD, Rusya ve Çin’in kapışma alanında bulunuyor. Yıllardır küresel politikada çok fazla etkinlik gösterememiş olan Hindistan, 1962’de 1 ay savaştığı Çin ile 2005’te stratejik işbirliği ve ortaklık anlaşması yaparak küresel siyasete yeniden dönüş yaptı. Bu ittifak dünyadaki dengeleri değiştirebilecek ve ABD’nin süper güç pozisyonunu etkileyecek önemli bir gelişmedir. Zira ABD’nin Avrasya jeopolitik alanında kontrolü ele geçirmesine engel olacak, Hint Okyanusu ve Batıya uzanacak boru hatlarının güvenliğini tehlikeye atacaktır. Ancak gelecek ile ilgili yapılan küresel projeksiyonlarda kırılma noktaları da yok değil. Örneğin; gıda, petrol ve gazda büyük oranda dışa bağımlı olması rekabet için risk oluşturuyor. Diğer yandan ABD’nin küresel çıkarları doğrultusunda, son dönemlerde ortaya çıkan “Demokrasi” projelerinde Hindistan’a da özel bir yer açılması dikkat çekiyor. Pentagon’un derin mahfillerinde dillendirilen senaryolarda, Hindistan’ın dil, din, kültür çeşitliliği ve yüzölçümü nedeniyle oldukça hantal olduğundan hareketle, yeni bir Müslüman devletin oluşturulması hedeflenmekte. Bununla, kurulacak Müslüman devletin bölgede İran, Pakistan ve radikal İslami grupları dengelemesi amaçlanıyor. Yine, İran’daki ve Orta Doğu’daki Şii anlayışından farklı bir anlayışa sahip olan Güney Asya Şiilerinin de bir çatı altında toplanması gündemde. Zaman zaman Hint başbakanlarına suikastlar düzenleyen Sih’lerin ayrı devlet talepleri de bu planın bütünü içerisinde bulunuyor.

Kökünü, yeniden canlandırılmaya çalışılan Brahmanizm’den alan ve modern Hint faşizmini temsil eden Hindutva felsefesine uygun olarak İslam dinini düşman gören Hindistan, topraklarındaki 150 milyon Müslüman nüfusu ve çevresindeki Pakistan, Bangladeş gibi ülkeleri de büyük Hindistan hayallerinin önünde bir engel olarak görüyor. Hindistan’ın Pakistan ile yaşadığı din kökenli sorunu bir dış olgu ise de esas olarak kendi içindeki etnik gruplardan kaynaklanan öteki sorunları, kökenini Brahmanizm’den alan Hint faşizminin felsefi yaklaşımı ve gerekleri nedeniyle, ayrı ve ciddi birçok sorunu da bağrında taşıyor. Hint devleti, kuruluş yıllarından bu yana usta bir taktikle yürüttüğü, nüfusun yüzde 30’unu oluşturan Hinduların, yüzde 70’ini oluşturan sair dini ve etnik gruba mensup kitleleri baskılayarak varlığını muhafaza çabalarında her türlü yöntemi kullanıyor. Yalnız Müslümanları değil, Bahuyan olarak adlandırılan Sikh, Dalit, Şudra gibi, çeşitli yerli halkları da emperyal hedefleri doğrultusunda baskı altında tutuyor. Gerektiğinde kuvvet de kullanarak ulusal bütünlüğünü korumak isteyen Hindistan bu uğurda 3 kez Pakistan ile savaştı. Yine 1984’te Sikhlerin başlattıkları ayaklanma 100 bin Sikhin katliyle sonuçlandı. Müslüman Keşmirlilerin kendi kaderini belirleme hakkı istemleri silahla bastırıldı. Çatışmalarda 90 bin Keşmirli katledildi. Hindistan’da Hindutva’ya, yani merkeziyetçi, şovenist bir milliyetçilik olarak ortaya çıkan yeni Hint emperyalizmine muhalif olan herkes bugün tehdit altındadır. Halkların yaşam hakkı ve yasalar önündeki korunması Hint Brahmanizm’inin izin verdiği ölçüdedir. Kast sisteminde düşük sınıfa mensup olarak doğanlar da sistemin bu vahşiliğinden öncelikle nasibini alırlar.

Emperyalist bir devlet anlayışında olan Hindistan’ın, nüfusunun yüzde 70’ini oluşturan çeşitli dini ve etnik gruba mensup kitleleri bugüne kadar kast sisteminin üst tabakası olan yüzde 15’lik bir azınlıkla yönetmeyi başarması; baskı, kandırma, boş vaatler ve katliamlarla yapay bir şekilde mümkün olmuştur. Hint kast sistemindeki en üst sınıf olan Brahman yönetiminin, dünyadaki en belirgin ve katı ayrımcılık örneği olan kast sistemi üzerine kurmuş olduğu devlet anlayışının bu yapay inşa üzerinde daha ne kadar süreceği meçhuldür. Bütün bu çelişkili toplum yapısına karşın Hindutva çizgisindeki Hint emperyalist yönetimi, Orta Asya’ya yayılma niyeti taşımakta olup, bu noktada kendisini önleyebilecek Pakistan’ı baş düşman olarak görmektedir. Bugün büyük ekonomik atılımlarına karşın, içeride çözümlenmemiş siyasi sorunları nedeniyle, Hindistan’ı gelecekte sıkıntılı günlerinin beklediğini söylemek kehanet olmayacaktır.

Ahmet Hulusi Kırım

24.10.2022