“İnsanın en iyi öğretmenleri: Tarih, coğrafya ve sürgün!”
Şah Rıza Pehlevi liderliğindeki İran devletinin “fazlasıyla tehdit” olarak gördüğü Seyyid Ruhullah Humeyni’ye ilişkin son radikal kararı, Kasım 1964’te tutuklama ve sürgün oldu.
Humeyni’nin 1978’e kadar sürecek olan 14 yıllık sürgün serencamının ilk durağı Türkiye (Kasım 1964-Ekim 1965).
Sürgün yeri olarak rejim neden Türkiye’yi seçti? Bu kararın arka plânı hiçbir şekilde net değil. Hayatı boyunca “İran’ın ikinci bir Türkiye olmasını engellemek” için savaşmış bir din âlimini, bir yandan Müslüman diğer yanıyla laik bir ülkeye göndererek onu cezalandırmak mı istiyorlardı; yalnızca sınır dışı edip gözden uzak mı tutulmak isteniyordu yoksa asıl amaç “ilk fırsatta” öldürmek miydi?
4 Kasım 1964’te tutuklandıktan sonra bir gece yarısı operasyonuyla Tahran Havaalanına götürülmüştü. Orada bir SAVAK görevlisi kendisine pasaportunu vermiş ve Türkiye’ye götürüleceğini, ailesinin de yakın zamanda kendisinin ardından geleceğini bildirmişti. Tahran Radyosu ise Humeyni’nin “halkın çıkarlarına, ülkenin güvenliğine, egemenliğine ve bağımsızlığına karşı ajitasyon yaptığı” için sürgüne gönderildiği haberini geçiyordu dinleyicilerine.
Önce Başkent…
Humeyni’yi Ankara’ya İran hava kuvvetlerinin Hercules tipi nakliye uçağı getirir. Refakatinde sadece SAVAK’tan Albay Afzali vardır. Uçak havaalanına inince din âlimi ve gözetmenini Türkiye’nin güvenlik görevlileri karşıladı. Kızılay Bulvar Palas oteline yerleştirildiler. Humeyni o akşam otelin 514 numaralı odasından oğluna yazdığı mektupta “nefret ettiği laiklikle yönetilen bir yerde” olmaktan şaşkın da olsa yine de “rahat” olduğunu ve Ankara’nın havasının Kum’dan daha iyi olduğundan bahseder. Ayrıca oğlu Mustafa’dan endişelenmemesini, sabırlı olmasını ve tüm akrabalara selâm göndermesini ister.
Bir gün sonra, Millî İstihbarat Teşkilâtı, Humeyni’nin otel yerine bir evde konaklamasına karar verir; çünkü çok sayıda gazeteci kaldığı yerden haberdar olmuştur. Albay Afzali Tahran’daki üstlerine, Humeyni’nin ikinci gün kendini çok iyi hissettiğini; zamanını çoğunlukla Kur’an okuyarak, dua ederek, yemek yiyerek geçirdiğini ve ülkenin dilini öğrenmek amacıyla Türkçe kelimeler not ettiğini bildirir. Üçüncü gün, gün boyu evde kalmak istemez ve nöbetçilerden kendisine Ankara’yı göstermelerini talep eder. Hem kendisini aşağılamak hem de tanınmasını önlemek için ulema kıyafeti giymesine izin verilmez. Başkent’teki beşinci gününde eve yazdığı mektupta; kendisine tişört ve havlu gönderilmesi isteğinden vazgeçip, yiyecek ısmarlar ki bu gariptir; çünkü Humeyni hakkında beslenmeyle ilgilenmediği konusunda söylentiler vardır. Oğlundan; kendisine kurutulmuş meyve, Şam fıstığı ve gaz, yani Türk lokumunun İran muadilini göndermesini rica eder. Ayrıca yakında muhtemelen “dindar bir şehir” olduğunu düşündüğü Bursa’ya gönderileceğini ekler.
8 günlük arafta Ankara günlerinin ardından…
“Dindar Bursa” ve Laiklik Sancısı
İstihbarat teşkilâtı raporları ve ele geçirilmiş mektuplar haricinde Humeyni’nin “Bursa günleri”ne ilişkin çok az şahsi bilgi mevcuttur. Bunun nedeni muhtemelen yakın çevresinin ona olan saygısı: Hemen hiç kimse mahrem bilgileri paylaşmaz.
İran’daki yakınlarına oranla Bursa’da kendisini evlerinde ağırlamış olanlar kişisel röportajlarda onun hakkında daha özel bilgiler verirler. Humeyni’nin Bursa sürgününde, ev sahibi askerî istihbarattan Farsça da bilen Albay Ali Çetiner idi. Çetiner ailesi 1987 Ağustos’unda Türkiye-İran ilişkileri gergin ve Humeyni de hayattayken Milliyet gazetesine uzun bir mülâkat verip o günleri anlatırlar.
Humeyni, Türkiyeli güvenlik görevlisi Ali Çetiner’in yanında yaşamaktadır. İran istihbaratının hiç de hoşuna gitmeyen bir şekilde bu aileyle dostça bir etkileşim oluşur. Evine gönderdiği mektuplarında, ailenin olağanüstü misafirperverliğinden bahseder. Oysa başlangıçta “eciş bücüş bir karşılaşma” olur; çünkü Melahat Çetiner’in başının açık olmasını Humeyni bariz bir şekilde tasvip etmez. Humeyni üzerine kapsamlı çalışmalarıyla tanınan İranlı araştırmacı Baqer Moin’in flaş betimlemesiyle: “Türkiye’deki orta hâlli laik bir asker ailesiyle İran’daki laik düzeni yıkmak isteyen bir adam arasındaki kültür çatışması şiddetliydi.”
İlk Görüşte Şok!
Melahat Çetiner Milliyet’e ilk karşılaşmayı şu şekilde özetler:
“Şık bir şekilde giyinmiştim. O zaman gençtim. En iyi elbiselerimi giymiştim ve misafirlerimizi bekliyordum. Karanlık bastıktan sonra büyük bir grup geldi. Kendisine Türkiye’ye kadar refakat etmiş olanlar da vardı aralarında. İranlılardan biri bir albaydı. Bütün bu kaos ortamında Humeyni ve ben birbirimizle tanıştırılmadık. Onu uzaktan görmüştüm. Uzun boyluydu; sakalları beyazdı. Başında bir türban, üzerinde yere kadar uzanan bir kıyafet vardı, bir tür gecelik gibi ve onun üstünde de bir cüppe. Dümdüz karşıya bakıyordu ve hüzünlü görünüyordu. İçten gözüken, sakin, yaşlı bir adamdı. Onu tam olarak göremiyordum ve masayı hazırlamaya başlamıştım. Sonra o sakallı adam bağırmaya başladı. Ne olduğunu anlamak için fırladım mutfaktan. Humeyni Farsça konuşuyordu ve ne konuşulduğunu anlamıyordum. Fakat azarladığı için albayın yüzü kıpkırmızı olmuştu.”
Albay Afzali, çileden çıkmanın sebebini açıklar: “Banyoda yıkama için ‘aftabe’, yani bir su testisi yoktur çünkü!”
Melahat Çetiner ertesi gün bir su testisi tedarik edeceğini söyler:
“O an Humeyni beni fark etti. Beni süzdü ve kaşlarını çattı. Sonra alnını buruşturdu ve bağırmaya başladı. Albay yine alçak bir sesle tepki verdi ve bize döndü. Sesinde hüzün vardı: ‘Evde kadın olmasını istemiyor. Başı açık olan kadın gitsin,’ diyor. Şok olmuştum ve kızmıştım. Albay, dedim; ben burada hizmetçi değilim. Ben bu evin kadınıyım. İstesem de bu evi terk edemem. Hükümet bize talimat verdi, onunla ilgilenelim ve ona misafirimiz olarak davranalım diye. Bu evde birlikte yaşayacağız. Ama ısrarcıysa eğer, hemen başımı örteceğim ve uzun bir elbise giyeceğim. Albay tekrar Humeyni’ye döndü. Kısa süre sonra yaşlı adam sakinleşir gibi oldu. Ben yatak odasına gittim ve uzun bir gecelik giydim. Başımı örttüm ve geri döndüm. Bursa’da kaldığı süre boyunca ne zaman yakınında olsam ayak bileklerime kadar uzanan bir elbise giydim ve başımı örttüm. Bu tavrım çok hoşuna gitti.”
Çetiner, kızı konusunda ise bir taviz vermez; kızından istenen başını örtme talebini reddeder ve ilk günlerde kızıyla birlikte başka bir odada yemek yerler.
Humeyni onları ortak yemek masasına davet ettiğinde, Melahat Hanım yaşadığı ikilemi anlatır. Bundan sonra kızı başı açık bir şekilde yemek sofrasında yerini alır. Humeyni ev sahibi kadına karşı büyük bir saygı duymuş olmalıdır; kendisine, bugüne dek bir kadın odaya girdiğinde katiyen ayağa kalkmadığını anlatır. Ancak Melahat Çetiner için hep ayağa kalkar.
“Bursa’da Zaman…”
Humeyni, Bursa’da geçirdiği süre zarfında hukukî inceleme yazıları üzerine yoğunlaşır. Kılavuz-kitaplar denilebilecek çalışmalara yönelir: Fetvalarında; muhtemelen Türkiye’de karşılaşmış olduğu yapay döllenme, cinsiyet değiştirme, uçakta dua etme gibi konulara dikkat kesilir.
Çok titiz olduğu bilinen Humeyni’nin, hep söylenen çalışma plânı izin verdiğinde, Çetiner ailesi ile gezmeye gidiyordu. İlk başta buna karşı çıkmıştı; çünkü kaftanını çıkartması ve normal bir gezinti kıyafeti giymesi gerekiyordu. Bir süre sonra kabullenmişti bu durumu. Çetiner’in oğlunun bu şekilde fotoğrafını çekmesine önce sinirlenmiş fakat sonra izin vermişti. Ali Çetiner’in aktarımına göre; Humeyni Türkçe öğrenmeye başlar ve artık kendini bu yeni ortamda iyi hissetmektedir. Hatta kendini ağırlayan ev sahibi ile yüzmeye bile giderler. İran’dan gelen birçok ziyaretçinin getirdiği tatlıları cömertçe bu aile ile paylaşır. Melahat ve Ali Çetiner çifti ile vedalaşırken karşılıklı gözyaşlarına hâkim olunamaz.
Yusuf Ulaş
7 Kasım 2023
Faydalanılan Kaynaklar:
Katajun Amirpur, Humeyni: Bir İslâm Devrimcisi, Çeviren: Dilek Çınar, İletişim Yayınları, 2023.
Baqer Moin, Son Devrimci: Ayetullah Humeyni, Çeviren: Cem Önertoy, Elips Kitap, 2005.