Loading...

İlm-i İçtimaî Nedir?


Mustafa Suphi’nin 140. Doğum Yılında Anısı ve Mücadelesine Saygıyla…

 

Mustafa Suphi, Türkiye komünist hareketinin en önemli kişiliklerindendir. Sol hareketin bütün bileşenleri, Mustafa Suphi’nin sosyalist ve komünist mücadele üzerindeki etkileri konusunda genel olarak birleşmektedirler. Onun yaşadığı dönem olan 1800’lü yılların sonu ile 1900’lerin ilk çeyreği, Türkiye’nin toplumsal ve siyasal olarak en çalkantılı yıllarıdır. Türkiye’nin toplumsal ve siyasal yapısının altüst olduğu, modern anlamda sınıfsal bölünmenin ve sınıf mücadelesinin başladığı, siyasal yaşamda emekçi sınıfların bilinçli temsilcilerinin ön plana çıktığı, emperyalizme karşı ulusal ve sosyal kurtuluş mücadelesinin iç içe girdiği bir dönemdir.

Mustafa Suphi’nin bu dönemde, liberal düşünceleri olan bir Osmanlı aydınından Türkiye Komünist Fırkası’nın kuruculuğuna uzanan öyküsü, birçok aydın ve emekçinin o tarihsel kesitteki değişim ve dönüşüm sürecinin de özeti gibidir.

Türkiye sol hareketi, Mustafa Suphi’yi Marksist bir siyasetçi ve Türkiye Komünist Fırkası’nın ilk başkanı olarak tanımış ve ağırlıklı olarak onun yaşamının bu dönemi ile ilgilenmiştir.

Ancak Mustafa Suphi’nin bir de Marksizm öncesi hayatı bulunmaktadır. Bir insan ömrünün bütünü göz önüne alındığında, onun siyasal tutumunun ve dünyaya bakışının temellerinin atıldığı, biçimlendiği ve kültürel olarak beslendiği ilk dönemleri de bir o kadar önemli olmaktadır.

Mustafa Suphi’nin Marksizm öncesi dönemde yazdığı yazılar, Mustafa Suphi, İlk Yazılar, 1908-1913 adıyla Sosyal Tarih Yayınları tarafından 2021’de yayımlanmıştır.

Mustafa Suphi burada, “Osmanlı’da ziraî krediler, devletin bütçesi ve yurttaşın bütçe hakkı, eğitim politikaları, meşrutiyet ve halkın beklentileri, köylülüğün durumu ve tarım politikası, Türk milliyetçiliği ve geleceği, Batı’nın sömürgecilik politikaları ve Vazife-i Temdin, Girit sorunu, Yanya vilayetinin genel durumu, tütünün tarihi, grev-örgütlenme-sosyalizm, Mısır’da siyasî partiler, havacılık alanındaki gelişmeler, Türkçülüğün istikametleri” vb. konuları içeren, oldukça geniş yelpazedeki yazılarında birikiminin ve siyasî arayışının ipuçlarını vermekte, Marksizm öncesi dönemindeki ilgi, merak ve eğilimlerini ortaya koymaktadır. 

Tam da bu dönemde Mustafa Suphi, ülkesinde etkili bir Fransız sosyoloğu olan Célestin Bouglé’nin (1870-1940) yazdığı bir sosyoloji kitabını Fransızcadan Osmanlıcaya tercüme etmiştir. Célestin Bouglé’nin kitabı Qu’est-ce que la sociologie? adıyla 1907 yılında Fransa’da basılmıştır. Mustafa Suphi bu kitabı yayımlanışından dört yıl sonra, 1911’de tercüme ederek İstanbul’da, İlm-i İctimaî Nedir? (Sosyoloji Nedir?) adıyla yayımlamıştır.

Célestin Bouglé, eserinde, Saint Paul adlı küçük bir kasabada yaşayan insanlar örneğinden yola çıkarak, insanların toplumsal değişimle nasıl farklılaştıklarını ve toplumsal değişimin insanın davranışlarını ve moral değerlerini nasıl etkilediğini irdelemektedir. Aynı zamanda, insanlık tarihinin yaşanılan evresinde belirleyici hâle gelen kapitalizmin sanayileşmeyi bütün sosyal yapıya nasıl yaydığını, sanayileşmeyle yeni toplumsal sınıflar ve tabakalar ortaya çıkardığını, köylerden kentlere göçü zorunlu kıldığını, eski ve geleneksel toplumsal yapıyı parçaladığını, yeni ve bireyi temel alan bir iktisadî sistemi hâkim kıldığını anlatmaktadır.

Bu dönüşüm sürecinde feodal toplumdan kapitalist iktisadî yapıya geçen toplumlar büyük bir ekonomik ve sosyal bunalımla karşı karşıya kalmıştır. İşte bir bilim dalı olarak bu aşamada ortaya çıkan “sosyoloji” bu bunalım üzerine çalışacak ve çıkış yolları arayacaktır.

Osmanlıda “Sosyoloji”, Mustafa Suphi’nin İlm-i İçtimaî tercümesi

19. yüzyıl Avrupası, kapitalizmin egemen olduğu sosyo-ekonomik yapısıyla, devrimlerin ve karşı-devrimlerin yüzyılıdır. Yüzyılın başında “emek cephesi” kendi toplumsal ve ideolojik programlarını henüz oluşturma yolundayken, bir bilim olarak sosyolojinin yolculuğu tam da bu dönemde bütün Avrupa’nın yaşadığı büyük bir toplumsal kriz ortamında başlamıştır.

1908 sonrası meşrutiyetle gelen özgürlük ortamında Osmanlı aydınları da bu çizgiyi izlemişlerdir.

1908 ile 1918 yılları arasındaki on yıllık bir zaman zarfında sosyoloji, Osmanlı aydınlarının yoğun ilgisini çekmiştir. Farklı sınıflara ve toplumsal kesimlere sözcü olan aydınlar, sosyolojiyi kullanarak, Osmanlı toplumunun içinde bulunduğu sosyal ve siyasî krizin aşılması için kendilerine uygun görünen çıkış yolları üzerinde durmuştur.

Bu dönemde basılan sosyoloji dergilerinden ilk akla gelenler tartışmanın boyutunu göstermesi açısından önemlidir. Türk burjuvazisinin oluşturulmasını savunan Türk Yurdu dergisinin, liberal iktisadî ve sosyal yapıda ısrar eden Ulum-i İktisâdiyye ve İçtimâiyye Mecmuası’nın, Türk-Müslüman burjuvazisinin yayın organı niteliğindeki Sanayi dergisinin, İttihatçıların “milli iktisat” dedikleri, devlet eliyle Türk burjuvazisinin yaratılmasını savunan İktisâdiyyat Mecmuası’nın, iktisadî müdahaleciliği zorunlu kabul eden bir başka yayın organı Ticaret-i Umumiyye Mecmuası’nın, kendi kendine yeterliliği savunan İslam Mecmuası’nın, halkçılık fikrini ilk ortaya atan Yeni Mecmua’nın ve faşizmin önemli dayanaklarından olan korporatist görüşleri savunan Ziya Gökalp’in Millî Tetebbular Mecmuası’nın yayımlandığı dönem 1908-1918 aralığıdır.

Mustafa Suphi de o dönem Türkiye’de sosyolojinin tanınmasına emeği geçen Osmanlı aydınlarındandır.

Hilmi Ziya Ülken, 1911 yılında Emile Durkheim adının henüz duyulmadığı bir sırada Mustafa Suphi’nin, Célestin Bouglé’nin kitabını Türkçeye tercüme ederek İlm-i İçtimaî Nedir? adıyla yayımladığını yazmıştır. Durkheim sosyoloji ekolüne mensup bu profesör, bu ekolü en iyi anlatan el kitabı olduğunun altını çizmiştir.

Sosyolog Yeliz Okay ise İlm-i İçtimaî Nedir? kitabının Türkçede sosyolojiyi başlı başına tanıtan ilk çeviri kitap olduğunu belirtmiştir.

“İlm-i içtimaî” kavramını, 20. yüzyılın başlarında Osmanlı aydınları “Sosyoloji”ye karşılık olarak kullanmışlardır. İçtimaî, “sosyal”, içtimâiyat, “sosyoloji”, içtimâiyyun “sosyolog” anlamındadır. İlm-i içtimaî, sosyoloji bilimi ya da toplumbilim olmaktadır. İlm-i İçtimaî Nedir? kitabının Osmanlıca baskısı 176 sayfadır ve 1911 yılında İstanbul’da Mürettibin-i Osmaniye matbaasında basılmıştır.

Burada merak uyandıran soru, Mustafa Suphi’nin İlm-i İçtimaî Nedir? kitabını neden tercüme ettiğidir. Bunun yanıtını Mustafa Suphi, kitaba yazdığı önsözde büyük ölçüde vermektedir. Önsöze “İfade” başlığını atan Mustafa Suphi; sosyolojinin bir bilim dalı olarak son zamanlarda önemli ölçüde suistimal edildiğini, tek tek insanların sosyal faaliyetlerinin toplumları oluşturduğunu, bir sosyal varlık olan toplumların çeşitli faktörler altında yaşamakta olduklarını; iktisadî etkenlerin, geleneklerin, dinin, maneviyatın, ahlâkın, estetiğin bu faktörlerden bazıları olduğunu yazmıştır.

İşte bütün bu süreçlerin toplumlar üzerindeki etkisini, karşılıklı etkileşimleri, değişimi ve bunlardan ileriye dönük sonuç çıkarma imkânının bir bilim dalını doğurduğunu, sosyolojinin bu işlevi yerine getireceğini ilave etmiştir.

Mustafa Suphi bu genel saptamadan sonra asıl konuya gelmiştir: 1910’lu yıllarda siyasî ve toplumsal pek çok meselenin çözümsüz hâle geldiği çok milletli Osmanlı İmparatorluğu’nda en önemli iç sorun olan etnik meseleler nasıl çözülecektir?

İmparatorluğu meydana getiren milliyetleri bir arada tutmak, onların aralarındaki ilişkileri düzenlemek, farklılıkları izah etmek ve çatışmaları önlemek nasıl mümkün olacaktır? Onun saptamasıyla bu büyük memleketteki “Sırp, Bulgar, Rum, Arnavut, Türk, Ermeni, Kürt, Arap, Berberi ... ilâh...” milletler nasıl birlikte yaşayacaktır?

Mustafa Suphi bu tercümeyi 1911 yılında yapmıştır. Bu dönemde İttihatçılarla yolunu çoktan ayırmış ve farklı arayışlar içine girmiştir. Yine o yıl İtalya’nın bir Osmanlı toprağı olan Trablusgarp’ın işgaline sert tepki göstermiş ve Batı’nın sömürgecilik politikalarını eleştiren Vazîfe-i Temdin broşürünü çıkarmıştır. Mustafa Suphi, İmparatorluğun kaderinin tartışıldığı platformlarda, diğer Osmanlı aydınları arasında Türkçülerin, Batıcıların, İslamcıların, “Meslekçi’lerin” ve etnik milliyetçilerin ülkenin dağılışını kolaylaştıran çözüm önerilerine karşı; Osmanlı İmparatorluğu’nu, onu oluşturan milliyetlerine dayanarak ayakta tutmayı savunan, bu bütünlüğü –daha eşitlikçi ve demokrat bir platformda– korumayı amaçlayan bir düşünceyi savunmuş, sosyolojinin imkânlarını ülkenin bu hayati sorununun çözümünde kullanmak istemiştir.

“… Avrupa-yı Cenubi’den başlayarak Asya-yı Garbi ve Afrika-yı Şimali’yi ihata eden: Sırp, Bulgar, Rum, Arnavut, Türk, Ermeni, Kürt, Arap, Berberi ... ilâh…

Bu cemiyetler şerâit-i ırkiye, şerâit-i iklimiye ve aynı dine sâlik oldukları hâlde bazı hususiyât-ı maneviye ve ezvâk-ı bediiye ile iftirak ve ihtilâf etmişlerdir… Türkler, Arablar, Arnavudlar kadar Ermeniler, Rumlar ve Bulgarların şerâit-i maşeriye ve ihtiyacat-ı unsuriyelerini tedkik etmek makul ve muvafıkdır. Her unsurun şerâit-i hayatiyesi bu suretle anlaşılabilirse, Osmanlı İmparatorluğundaki mevkileri de taayyün etmiş olur. Hükümet, programını ona göre tanzim eder. Yolların bile şerâit-i umumiye-i etnografiye ve ictimâiyeye göre açılması lâzımdır.”

Mustafa Suphi, yazdığı önsözde, “Asya, Avrupa ve Afrika’da toprakları olan Osmanlı İmparatorluğu Sırp, Bulgar, Rum, Arnavut, Türk, Ermeni, Kürt, Arap, Berberi vb. gibi milletlerden meydana gelmektedir. Bu milletler farklı ırklara ve iklimsel yaşayış şartlarına sahiptir. Aynı dine sahip olanlar bile kendilerine özgü yaşama biçimleriyle birbirlerine benzemezler. Bu farklı milletlerin ortaklaşa yaşama koşullarını ve öncelikli gereksinimlerini araştırmak ve saptamak mümkün ve imkân dahilindedir. Her milletin yaşam koşulları bu şekilde ortaya konulursa, İmparatorluk içindeki konumları da bu tespitlerle ortaya çıkar. O zaman hükümet, programını bunları göz önünde tutarak oluşturur. Hatta ülkenin altyapısının –yollarının– bile bu genel toplumsal koşullara ve etnografyaya göre yapılması lâzımdır…” diyerek, bir çeşit federasyon ile çözme fikrindedir.

Mustafa Suphi bu düşüncesini bir başka vesile ile farklı bir coğrafya için yine dile getirmiştir. Nitekim 1913’te sorumlu müdürlüğünü yaptığı İfham gazetesinde de “Balkanlara huzur ve barışın bütün Balkan halklarını içine alacak bir demokratik federasyonla gelebileceğini” yazan ünlü Fransız Sosyalisti Jean Jaurés’in ilgili makalesini gazetede yayımlayarak, milliyetlerine bölünerek “dağılışı” değil, demokratik yolla bütünlüğü koruma düşüncesinin takipçisi olduğunu göstermiştir.

Ancak Batı’dan gelen emperyalist müdahaleler, Balkanlarda yükselen ulusal hareketler ve 1912 Balkan Savaşı sonrasında, Balkanlarda Osmanlıdan kopan devletler çoğaldıkça Osmanlı Devleti’nin bütünlüğü sorunu giderek gündemden çıkmaya başlamış, “Türklük” unsuru ağır basar hâle gelmiştir.

Mustafa Suphi, –bu tarihten yedi yıl sonra– Bakü’de çıkardığı Yeni Dünya gazetesindeki “Tarihî Vazife” başlıklı makalesinde tam da o günlere değinmiş ve şöyle yazmıştır:

“… Bundan hemen on yıl önce bizler; devletçi veya köylü sosyalistler, minimalist (asgari) milliyetçiler, federalistler; kısaca Türk gençliğinin, saldırgan şoven İttihat ve Terakki siyasetine karşı ayaklanan kısmı, bir taraftan memleketi ve rençber halkı felâketten felâkete sürükleyecek savaşlara son vermeye çalışırken, diğer taraftan da Anadolu’ya hayat verecek medenî, inkılâbi gelişmelere zemin ve yol arıyorduk.”

Diğer taraftan farklı cephelerden bir çakışmayı da burada anmak ilginç olacaktır.

Batı emperyalizmi ve Çarlık Rusya’sının, Osmanlı İmparatorluğunu, onu oluşturan milletler üzerinden giriştiği milliyetçilik görüntüsü altındaki “parçalama” programı dönemin realitelerindendir.

Stalin hakkında bir biyografi yazan İmam Raguza’nın aktardığına göre, 1906’da ünlü İttihatçı liderlerden Ahmet Rıza ile Paris’te görüşen Stalin, “Prensip olarak, Türk İmparatorluğu’nun ya da Rus İmparatorluğu’nun bütünlüğüne karşı çıkan her türlü davranış, benim gözümde gerici bir davranıştır. Milliyetçilik, düşüncelerimizin başarısını geciktirir,” diyerek –İttihatçı– Ahmet Rıza’yı “dağılışa” karşı ikna etmeye çalışırken, –henüz Marksist olmayan– Mustafa Suphi de Osmanlı İmparatorluğu’nun bütünlüğünü koruyarak, etnik unsurlarına dayalı (federatif) bir yönetim imkânını sorgulamaktadır.

Burada bir noktanın altını önemle çizmek gerekmektedir. Mustafa Suphi gerek kitabını tercüme ettiği Célestin Bouglé’yi gerek yazdığı makalelerinde gönderme yaptığı veya eserlerini tanıttığı, dönemin sosyolog ve düşünürlerine yaklaşımı; dinamik, eleştirel ve sorgulayıcıdır.

Örneğin bazı makalelerinde başarılarını övdüğü sosyolojinin kurucu babalarından Frédéric le Play için, Servet-i Fünun gazetesinde 5 Aralık 1910’da yazdığı makalede, “Frederic le Play’in kıymeti, cemiyetin esasları hakkındaki nazariyatından ziyade hayat-ı içtimâiyeyi tahkik ve hâl-i hazırda mağdur olanlara muavenet yolunda vaz’ ettiği usul ve müessesatta taayyün eder. Yoksa felsefede denilebilir ki, le Play bir mistiktir,” diye yazmıştır.

Yine dönemin gözde ideolojilerinden Sosyal-Darvinizm taraftarı burjuva sosyologların, Batılı halkları “üstün”, sömürge halklarını “aşağı ırklar” olarak değerlendirmelerini kabul edilemez bulmuş, “Gariptir ki Darvinizm nüfuzuyla ortaya bir kanun demeyelim fakat bir şibh-i kanun (kanun benzeri) çıkarılmıştır: Hallerinden daha yüksek bir terbiye kabiliyetinde olmayanlar izmihlâle (yok olma) mahkûmdurlar... Fakat Amerika otoktonlarının (yerli halkı) ve Afrika siyahîlerinin daha yüksek bir terbiyeye müsait olmadıkları neden sabit oldu?” diye yazarak bu tür ırkçı yaklaşımları reddetmiştir.

Mustafa Suphi, tercüme ettiği eserde de bu yaklaşımını sürdürmüş, tanımların ve kavramların yerli yerinde kullanılmasıyla ilgili titizliğini göstermiştir.

Örneğin, “Communisme” kavramının o döneme kadar yapıldığı gibi, “iştirakiyyun” biçiminde çevrilemeyeceğini ileri sürerek, “Communisme: Saadet-i beşeriyeyi temin için cemiyette iyiliğin ve fenalığın mütesaviyen tevziini teklif eden bir usul-i ma’şeri ki, (kollektivizmi de câmi olması itibariyle) iştirakiyyun suretiyle tercüme doğru olmaz,” diyecektir.

Yine bir başka yerde “felsefe-i tabiiyye-i içtimaîye”yi “naturalisme sociologique”in (sosyolojik natüralizm) karşılığı olarak kullanmış, diğer yandan kitapta adı geçen tarihçi, iktisatçı ve düşünürler hakkında dipnotlar hâlinde bilgiler vererek okuyucusunu bilgilendirmek istemiştir.

İlm-i İçtimaî Nedir? kitabının son bölümü, tarım toplumundan sanayi toplumuna geçen, yani kapitalistleşen bir iktisadî yapıda iktisadî iş bölümü, iş bölümünün önemi, şekilleri, sebepleri ve sonuçları ile kapitalizmin toplumsal hayata soktuğu “ihtisaslaşma” konusuna ayrılmıştır.

Kapitalizmin sebep olduğu, köylülüğün çözülmesiyle ortaya çıkan toplumsal parçalanma, yeni sınıfların ve sosyal tabakaların tarih sahnesine çıkması, kapitalizmin şafağında bulunan Osmanlı toplumu için hem yeni bir süreç hem de yeni kavramlarla tanışma dönemidir.

Mustafa Suphi, Batı toplumlarını tepeden tırnağa sarsan ve değişime zorlayan bu yeni ekonomik düzenin Osmanlı toplumunu da aynı biçimde etkileyeceğinin farkındadır. Kitabın bu son bölümü, iktisat bilimi ile iktisadî faaliyetlere ilişkin bilgi ve merakını bildiğimiz, çeşitli vesilelerle “iktisadın bütün sosyal ilişkileri şekillendiren etmen” olduğunu yazan Mustafa Suphi’yi ayrıca ilgilendirmiş olmalıdır.

İlm-i İçtimaî Nedir? kitabına yazdığı “İfade” başlıklı önsöz, yukarıda andığımız ve Sosyal Tarih Yayınları tarafından yayımlanan Mustafa Suphi, İlk Yazılar, 1908-1913 adlı kitaptaki yazılarla birlikte değerlendirildiğinde; “liberal-demokrat Mustafa Suphi’den, komünist Mustafa Suphi’ye” uzanan bir Osmanlı aydınının yaşamının bu ilk döneminin entelektüel çizgisini bütün renkleriyle ortaya koymaktadır.

Hamit Erdem

7 Haziran 2022

Seçilmiş Kaynaklar:

Aynur İlyasoğlu, “Türkiye’de Sosyolojinin Gelişmesi ve Sosyoloji Araştırmaları”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, 8. Cilt, İletişim Yayınları, İstanbul, 1983.

Célestin Bouglé, İlm-i İçtimaî Nedir? (Fransızcadan Osmanlıcaya çeviri Mustafa Suphi), (Günümüz Türkçesine çeviri Hamit Erdem), Sosyal Tarih Yayınları, İstanbul, 2022.

Hamit Erdem, Emek Tarihi Yazıları, Sel Yayıncılık, İstanbul, 2020.

Hilmi Ziya Ülken, Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2013.

Mustafa Suphi, İlk Yazılar 1908-1913, çev. Baha Coşkun, Fadime Ersin, Hamit Erdem, Sosyal Tarih Yayınları, İstanbul, 2021.

Yeliz Okay, “Osmanlı Aydınının Sosyoloji Hakkındaki İlk İzlenimleri: Sözlükler ve İlk Eserler”, Gümüşhane Üniversitesi İletişim Fakültesi Elektronik Dergisi, Cilt 7, Sayı 2, 2019.

Zafer Toprak, “Türkiye’de Durkeim Sosyolojisinin Doğuşu”, Toplumsal Tarih, Sayı 238, Ekim, 2013.