Amerikan halkına, İsrail’in İran’la neden ateşkese razı olduğu söylenmiyor. Evet, İsrail’in hava savunma sistemleri hızla işlevsizleşiyordu (bu da onları İran saldırılarına karşı daha savunmasız hâle getiriyordu). Ancak bu konu yalnızca ikincil öneme sahip. Ateşkes istemelerinin asıl nedeni, sistematik bir şekilde ağır darbe alıyor olmalarıydı ve bu kanamayı hızla durdurmaları gerekiyordu.
İşte bu yüzden İsrail, açılış saldırısının üzerinden daha iki hafta geçmeden “havlu attı”, çünkü İran durmaksızın hedefleri birer birer yok ediyordu ve bu durumun sonu görünmüyordu. Bu nedenle İsrail geri adım attı.
Elbette bu, Batı medyasında okuduğumuz hikâyeyle örtüşmüyor. Çünkü İran’ın balistik füzeleriyle İsrail’in stratejik hedeflerine verdiği büyük yıkımdan hiç bahsedilmiyor; bu haberler ana akım medya tarafından tamamen görmezden gelindi. Ancak işte tam da bu yüzden İsrail, Trump’ı diplomatik bir çıkış yolu bulmaya ikna etti; çünkü kayıplar artmaya başlamıştı ve İran, saldırılarını durdurmaya hiç niyetli değildi.
İran füzelerinin vurduğu binaların fotoğraflarını ya da videolarını İsrail’de paylaşmanın yasadışı olduğunu biliyor muydunuz? Başka bir deyişle, yanan binaların, altyapının ya da askerî üslerin fotoğraflarını yayımlarsanız hapse girersiniz. Bu, hükûmetin algıyı nasıl yönettiğini ve aslında kaybettikleri bir savaşı halkın gözünde kazanıyor gibi göstermeyi nasıl başardığını gösteriyor. Ama sadece benim sözüme güvenmeyin; işte bir İsrailli haber sunucusunun hükûmet sansürünün halkın olup biteni anlamasını nasıl etkilediğini anlattığı video klibi:
CH13’ten Raviv Drucker: “Şunu söylemeliyiz ki, bizim kendi tarafımızdaki füze saldırılarını haberleştirme şeklimizde biraz İran’ınkine benzer bir yaklaşım var. Sadece Weizmann Enstitüsü’nden bahsetmiyorum; IDF (İsrail Savunma Kuvvetleri) üslerine, stratejik noktalara birçok füze isabet etti ve biz bunların çoğunu bugüne kadar raporlamadık. Bunun açık bir nedeni var ve memleketteki herkes bunun farkında. Ama bu açık nedenin yanında, halkın İranlıların ne kadar isabetli saldırılar yaptığının ve birçok yerde ne kadar hasar verdiklerinin farkında olmamasına yol açan bir durum da oluştu. Sadece Weizmann Enstitüsü’nü biliyoruz, ama bilmediğimiz birçok yer daha var.”
Tekrar edelim: “Bu durum, halkın İranlıların ne kadar isabetli saldırılar yaptığını ve birçok yerde ne kadar büyük hasar verdiklerini fark edememesine yol açtı.”
Bu açıklamadan ne çıkarabiliriz?
İran’ın yeni nesil balistik füzelerinin bol miktarda, son derece isabetli ve ölümcül olduğunu. Haber sunucusu sıradan insanların bu ileri düzey silâhlar hakkında bilgilendirilmesi gerektiğini, böylece kendi güvenlikleriyle ilgili bilinçli kararlar verebileceklerini düşünüyor. Biz de bu görüşe katılıyoruz. Ancak biliyoruz ki ağır şekilde sansürlenmiş, devlet kontrolündeki, gündem güdümlü medya, bilgiyi aktarma şeklini değiştirmeyecek. Sonuçta, bu medyanın amacı bilgilendirmek değil, kamuoyunu yönlendirmek.
Ama biz konudan sapmayalım. Burada göstermeye çalıştığımız şey şu: İsrail, stratejik hedeflerine ulaştığı için değil, ağır darbe aldığı ve bu kanamayı durdurmak istediği için ateşkese razı oldu. Bu yargıya, İsrail genelinde yıkıma yol açan hassas güdümlü balistik füzelerle vurulan kilit önemdeki askerî, istihbarat, sanayi, enerji ve Ar-Ge tesislerinin kısa listesine dayanarak varıyoruz.
Unutmayın ki, “Gerçek Vaat III Operasyonu” boyunca en az 22 kere ileri teknoloji balistik füze saldırısında bulunuldu (bu füzelerin çoğu ilk kez kullanılıyordu) ve bu saldırılar dünyanın “en korunaklı askerî üsleri” olarak kabul edilen birçok ağır tahkimatlı İsrail hedefini ezici biçimde vurdu. İran füzeleri İsrail’in savunma sistemlerini her seferinde delip geçti ve hedeflerini eğrilmiş metal yığınlarına ve yıkılmış beton bloklara dönüştürdü (Bir silâh uzmanına göre İran’ın balistik füzelerinin sadece yüzde 5’i İsrail tarafından durdurulabildi). Aşağıdaki bilgiler Press TV’ye ait bir makaleden alıntıdır:
“İran, sözde ‘İsrail Pentagonu’ olan Kirya askerî-istihbarat kompleksini Tel Aviv’in merkezinde yok etti. X platformunda yayımlanan az sayıda fotoğrafta, bu bina küle dönmüş bir enkaz hâlinde görülüyor. İşgal altındaki topraklardaki en korunaklı yerlerden biri olan ve İsrail ile Amerikan savunma sistemlerinden oluşan çok katmanlı bir kalkanla korunan bu kompleks, Gerçek Vaat III Operasyonu’nun daha ilk safhalarında İran füze saldırısını püskürtemedi.
Hayfa’da, İran’a ait hassas güdümlü bir füze, İsrail İçişleri Bakanlığı’na ait, iç askerî koordinasyondan sorumlu birimlerin bulunduğu çok katlı bir binayı vurdu. Bu saldırı, şehir düzeyinde lojistik ağları ve acil müdahale sistemlerini sekteye uğrattı.”
İran füzeleri ayrıca, Herzliya yakınlarındaki Glilot Mizrah Kavşağı’nda yer alan Aman askerî istihbarat karargâhını da imha etti. Aman, elit istihbarat birimleri olan Unit 8200 (sinyal istihbaratı), Unit 504 (insan istihbaratı) ve Unit 9900 (coğrafi istihbarat) birimlerini denetliyor. Bu üs aynı zamanda İsrail rejiminin kötü şöhretli dış istihbarat teşkilâtı MOSSAD’ın operasyonel karargâhına da ev sahipliği yapıyor.
İran ayrıca, Negev Çölü’ndeki “aşılmaz” olarak görülen Nevatim Hava Üssü’nü 30’dan fazla balistik füze ile vurdu ve ciddi hasara yol açtı—ki bu da elbette haber yapılmadı. Nevatim, İsrail’in F-15 ve F-35 savaş uçaklarının büyük kısmına ev sahipliği yapıyor. Ancak bu uçaklardan kaç tanesinin imha edildiğine dair elimizde net bir bilgi yok. Press TV’den bir alıntı daha:
“Hedef alınan diğer hava üsleri arasında, Tel Aviv yakınlarındaki Tel Nof ve Ben Gurion, Hayfa yakınındaki Ramat David, Akdeniz kıyısındaki Palmachim ve Eilat yakınındaki Ovda üsleri bulunuyor.
Bir kısmı ilk kez kullanılan İran füzeleri, Tel Aviv ve Hayfa’da bulunan İsrail ordusu ve MOSSAD’a ait komuta ve kontrol merkezlerini hedef aldı…
16 Haziran’da, İran balistik füzeleri Hayfa’daki Bazan Petrol Rafinerisi’ni vurdu—bu tesis, rejimin en büyük yakıt işleme merkezi konumundaydı ve benzinin yaklaşık %60’ını, dizelin %65’ini ve gazyağının %50’sinden fazlasını sağlıyordu.
Saldırılar, rafineride büyük hasara yol açtı ve hem tesisin hem de bağlı kuruluşlarının tamamen kapatılmasına neden oldu. İsrail Enerji Bakanı daha sonra yaptığı açıklamada, tesisin kapsamlı yeniden inşa gerektirdiğini kabul etti ve kısmi faaliyetin yeniden başlamasının en az bir ay süreceği tahmininde bulundu.
Yakındaki bir elektrik santrali de zarar gördü ve bunun sonucunda işgal altındaki toprakların merkez bölgelerinde geniş çaplı elektrik kesintileri yaşandı.
23 Haziran’da, İran füzeleri Aşdod’daki bir enerji santralinin yakınına isabet etti; bu da güçlü bir patlamaya ve bölgesel elektrik kesintilerine yol açtı. Hadera yakınlarında da patlamalar ve kesintiler bildirildi—burada İsrail’in en büyük enerji santrali olan Orot Rabin yer alıyor.
Buna ek olarak, İran doğrudan İsrail’in son saldırganlıklarında rol oynayan askerî-sanayi tesislerini hedef aldı. Bu hedeflerin başında, Hayfa’nın kuzeyinde yer alan Rafael Gelişmiş Savunma Sistemleri kompleksi geliyor—bu tesis, İsrail’in askerî donanımının temel parçalarının üretildiği çeşitli fabrikalara ve Ar-Ge binalarına ev sahipliği yapıyor.
Rafael, hem Demir Kubbe hem de Davut Sapanı füze önleyici sistemlerini üretiyor; bu sistemler, Filistin ve İran füzelerini durdurmakta nice kez başarısız oldu. Rafael ayrıca, İran’a yönelik saldırılarda kullanılan seyir füzeleri ve güdümlü füzeler de üretiyor; bunlara Spice kitleri, Popeye, Rocks, Spike ve Matador füzeleri dâhil.
Kiryat Gat Sanayi Bölgesi de hedef alındı—bu bölge, mikroişlemci ve yüksek teknoloji ürünü askerî donanım üretiminin merkezi olarak biliniyor. İran saldırılarının, İsrail’in insansız hava aracı (İHA) ve istihbarat programları için kritik üretim hatlarına zarar verdiği bildirildi.
Daha güneyde, Beerşeva yakınlarındaki Gav-Yam Negev Gelişmiş Teknoloji Parkı da saldırılardan kaçamadı. Bu teknoloji parkı, siber savaş, yapay zekâ ve askerî teknolojiler üzerinde çalışan şirketlere ev sahipliği yapıyor. Bu firmaların birçoğu, İsrail ordusu ve MOSSAD ile yakın iş birliği içinde çalışıyor.
Bir diğer yüksek profilli hedef ise Tel Aviv’in güneyinde yer alan Rehovot’taki Weizmann Bilim Enstitüsü idi. İsrail’in askerî Ar-Ge’siyle ve devletin askerî kurumlarıyla ortak projeleriyle bilinen bu enstitü, önemli laboratuvarlarında yıkıcı hasar aldı. Enstitü üyeleri ve profesörleri, yılların araştırmalarının kaybedildiğini doğruladı. Weizmann Enstitüsü, aynı zamanda İsrail’in gizli nükleer programında da önemli bir rol oynuyor; Dimona nükleer tesisinde çalışan birçok bilim insanı, bu enstitüde okumuş ya da ders vermiş kişilerden oluşuyor.”
İran’ın bir haftadan kısa sürede saldırıda bulunduğu ya da zarar verdiği yerler özetle şunlar:
1. “İsrail Pentagonu” olarak anılan Kirya askerî-istihbarat kompleksi,
2. İsrail’in gizli nükleer programında rol oynayan Weizmann Bilim Enstitüsü,
3. Herzliya yakınlarındaki Glilot Mizrah Kavşağı’nda bulunan Aman Askerî İstihbarat Karargâhı. Aman, Unit 8200 (Sinyal istihbaratı), Unit 504 (İnsan istihbaratı) ve Unit 9900 (Coğrafî –uydu ve harita– istihbarat) adlarındaki seçkin istihbarat birimlerini yönetmektedir,
4. İç askerî koordinasyondan sorumlu İsrail İçişleri Bakanlığı şubeleri,
5. MOSSAD’ın operasyonel karargâhı,
6. İsrail’in en korunaklı hava üslerinden Nevatim Hava Üssü (ve Tel Nof Hava Üssü),
7. Ben Gurion Havalimanı (defalarca vuruldu), ayrıca Ramat David, Palmachim ve Eilat yakınlarındaki Ovda hava üsleri,
8. İsrail ordusunun ve MOSSAD’ın Tel Aviv ve Hayfa’daki Komuta ve Kontrol Merkezleri,
9. Hayfa’daki Bazan Petrol Rafinerisi—İsrail’in en büyük yakıt işleme tesisi,
10. Aşdod’daki büyük bir elektrik santrali—Şiddetli bir patlamaya ve bölgesel elektrik kesintilerine yol açtı,
11. Hayfa’nın kuzeyindeki Rafael Gelişmiş Savunma Sistemleri kompleksi; bu kompleks, İsrail’in askerî donanımı için temel bileşenleri üreten çok sayıda fabrika ve Ar-Ge binasına ev sahipliği yapmaktadır,
12. Kiryat Gat Sanayi Bölgesi; mikroişlemci ve yüksek teknoloji ürünü askerî sistem üretiminde önemli bir merkez,
13. Beerşeva yakınlarındaki Gav-Yam Negev Gelişmiş Teknoloji Parkı; siber savaş, yapay zekâ ve askerî teknolojiler alanında faaliyet gösteren şirketlerin bulunduğu bölge.
Anlaşılıyor olmalı. Sadece 10 gün içinde (13-23 Haziran tarihleri arasında), İran ordusu İsrail’in en prestijli askerî, istihbarat, sanayi, enerji ve Ar-Ge tesislerinin büyük bir bölümünü titizlikle imha etti (Batı medyasında bunların herhangi birini okudunuz mu?) Savaş bir hafta ya da iki hafta daha sürseydi, “Kutsal Topraklar” insan yaşamına elverişsiz, kül olmuş bir üçüncü dünya çoraklığına dönüşmüş olabilirdi. Kısacası, bu normal bir ateşkes değildi. Bu, kendi kapasitesini aşan bir rakibin hızlıca çaresizce geri çekilmesiydi.
Trump durumu özetlerken, “İsrail gerçekten çok sert vuruldu. O balistik füzeler… çok sayıda binayı yerle bir ettiler,” dedi, çarşamba günü Lahey’deki NATO zirvesinde gazetecilere.
Evet, İsrail ağır bir darbe aldı.
Şunu da belirtmeliyiz ki, İran ile İsrail arasında resmî bir anlaşma yok (Ne imzalanmış bir belge var, ne de açık taahhütler). Ateşkes, esas olarak Katar’ın arabuluculuğunda, arka kapı diplomasisi yoluyla sağlandı. Beyaz Saray’dan üst düzey bir yetkili ile müzakereler hakkında bilgilendirilmiş bir diplomat, İsrail’in saldırılarını durdurmayı kabul ettiğini, İran’ın da saldırılarını kesmesi hâlinde buna uyacağını belirtti. İran, Katar aracılığıyla bu şartlara uyma sinyali verdi. Trump, bu ateşkesi “tam ve kapsamlı bir ateşkes” olarak duyurdu ve bunun 24 saat içinde kademeli olarak yürürlüğe gireceğini söyledi. Ancak, 23 Haziran’da varılan ilk uzlaşmadan bu yana her iki taraf da ateşkesi birçok kez ihlâl etti (İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi başta “bir anlaşma yok” demiş, ancak İsrail yükümlülüklerini yerine getirirse İran’ın da misillemeleri durduracağını ifade etmişti).
Tabiî sorun şu ki, bu ateşkes uzun sürmeyecek. Çünkü İsrail ve ABD, bu ateşkesi yalnızca yeniden toparlanmak ve bir sonraki çatışma turuna hazırlanmak için zaman kazanma aracı olarak görüyor (Tıpkı Minsk Anlaşması gibi). Bu durumu, İsrail Savunma Bakanı Israel Katz’ın cumartesi günü yaptığı şu açıklama gayet net gösteriyor:
“SON DAKİKA: İsrail Savunma Bakanı Israel Katz, İsrail’in İran ile ateşkese uymayacağını açıkladı:
IDF’ye (İsrail Savunma Kuvvetleri) İran’a karşı uygulanacak bir strateji hazırlamaları talimatını verdim. Bu strateji şunları içeriyor: İsrail’in hava üstünlüğünü sürdürmek, İran’ın nükleer ilerlemesini engellemek.” (27 Haziran 2025 – 23:21)
Bu sözler kulağa kalıcı bir barış ya da geçici bir ateşkes arayışındaki bir liderin sözleri gibi gelmiyor.
Bu, çatışmaları yeniden başlatmak için çoktan bir strateji belirlemiş, sadece Bibi’den (Netanyahu) onay bekleyen birinin yaklaşımı gibi duruyor.
Peki, bu plân ne olabilir? Sonuçta İsrail, zaten en gelişmiş askerî silâhlarını ve hava savunma sistemlerini kullanmıştı. 12 gün süren bir çatışmada bu kadar ağır kayıp yaşanmışken, farklı bir sonuç elde etmeye yarayacak başka ne gibi araçları olabilir?
İşte işin korkutucu kısmı burada başlıyor, zira İsrail’in önünde yalnızca iki seçenek var: ya ABD’yi çatışmaya daha derin şekilde dâhil etmek (kara birliklerini bile göndermek dâhil), veya nükleer silâh kullanmak. Üçüncü bir seçenek yok. Yani Bibi ve generallerinin ellerinde ne varsa, bu, önceki çatışmadan daha farklı bir güç ve yıkım düzeyine sahip olacak. Times of Israel’in cumartesi baskısındaki şu kafa karıştırıcı ifadeye bir göz atalım:
“‘Bu hafta başlarında ABD’nin İran’a yönelik saldırısından sonra, İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ve ABD Başkanı Donald Trump, Gazze’deki savaşın hızlı bir şekilde sona erdirilmesi ve İbrahim Anlaşmaları’nın genişletilmesi konusunda anlaştı,’ diye yazıyor Israel Hayom, görüşmeye yakın bir kaynağa dayandırarak.
Habere göre, Trump ve Netanyahu bir telefon görüşmesinde, Gazze savaşının iki hafta içinde sona ereceği konusunda mutabık kaldılar. BAE ve Mısır dâhil dört Arap ülkesi, Hamas’ın yerine Gazze’yi ortak şekilde yönetecek. Hamas’ın liderliği sürgüne gönderilecek. Tüm rehineler serbest bırakılacak.
Ancak Arap müttefikler, Gazze’nin savaş sonrası yeniden inşasında yer alabilmeleri için, Filistin Yönetimi’nin Gazze’de bir rol üstlenmesi gerektiğini ve bunun iki devletli çözümün bir parçası olması gerektiğini defalarca dile getirdiler. Fakat Netanyahu, Filistin Yönetimi’nin Gazze’de herhangi bir rol oynamasını kesin bir dille reddetti.
Israel Hayom’un haberine göre, pazartesi gece geç saatlerdeki ‘coşkulu’ telefon görüşmesine, ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio ve İsrail Stratejik İşler Bakanı Ron Dermer de katıldı.
Suudi Arabistan ve Suriye, İsrail ile diplomatik ilişkiler kuracak ve diğer Arap ve Müslüman ülkeler de bu adımı izleyecek. İsrail ise gelecekteki bir iki devletli çözümü destekleyeceğini, ancak bu desteğin Filistin Yönetimi’nin reform yapması koşuluna bağlı olacağını ifade edecek. Aynı zamanda Washington, Batı Şeria’nın bazı bölgelerinde İsrail egemenliğini tanıyacak.”
Orta Doğu’daki gelişmeleri yakından takip edenler, bu haberin hiçbir kısmının gerçek olmadığını çok iyi bilir. Gazze’de savaş hızlıca sona ermeyecek, İbrahim Anlaşmaları genişletilmeyecek, ayrıca İsrail’in iki devletli çözüme destek vermesi kesinlikle beklenemez.
Peki burada ne oluyor? Kimsenin ciddiye almayacağı bu saçma propagandanın amacı ne?
İsrail, İranlı sivilleri hedef almadığını söyledi, ancak aralarında bir şair ve ailesi, bir binici ve bir grafik tasarımcının da bulunduğu yüzlerce kişi bu şiddet olaylarında hayatını kaybetti.
Bu soruya varsayımsal bir senaryo ile cevap verelim:
Diyelim ki, önümüzdeki birkaç hafta içinde 11 Eylül benzeri beklenmedik bir felâket meydana geldi ve olayın ardında İran’ın izleri bulundu. Ve diyelim ki bu sahte bayrak operasyonu o kadar yıkıcıydı ki, Washington’daki her zamanki isimler ve ana akım medya, Trump’ın derhal harekete geçmesini ve İran’ı bombalamasını talep etti. Eğer böyle bir senaryo gerçekleşirse Bibi ve Trump açısından, yakın zamanda Gazze krizini çözmek için gösterdikleri çabaları gösterebilmek daha iyi olmaz mıydı? Kamuoyunun gözünde, barışı arzuladıkları ve İran’ın eylemleriyle bu süreçten beklenmedik şekilde saptıkları algısı onlar için avantaj yaratmaz mıydı?
Kesinlikle yaratırdı.
Elbette tüm bunlar sadece spekülasyon. Neler olacağını elbette bilemem. Ama eğer hükûmetinizde Israel Katz (Savunma Bakanı), Itamar Ben-Gvir (Ulusal Güvenlik Bakanı), Bezalel Smotrich (Maliye Bakanı) gibi adamlar varsa ve bu kişiler İran’ın askerî kapasitesini tekrar kazanmaması için “kılıcı hep havada tutmak gerek” diyorsa (Smotrich’in ifadesiyle), o zaman makûl bir insan en kötüsüne hazırlıklı olur.
Unutmayın, birçok İsrailli lider Netanyahu’nun “işi bitirmesi” gerektiğini defalarca dile getirdi. Bu ifade kasıtlı olarak muğlâktır—ama çoğu zaman, nükleer silâh kullanımına örtülü bir göndermedir.
Böyle bir olasılığı değerlendirmek için kendimize şu soruyu sormalıyız: Kontrolü altındaki milyonlarca kadın ve çocuğun öldürülmesini ve aç bırakılmasını meşrulaştıran bir hükûmet, dünyanın en ölümcül silâhının kullanımına karşı ahlâkî bir çizgi çekebilir mi?
Netanyahu’nun, kendisinden bekleneni yapacağından endişe etmeliyiz.
Mike Whitney
28 Haziran 2025