Loading...

Julian Assange’ın Günahı Neydi?


Julian Assange şimdi hür. Assange’ın İngiltere’deki on dört senelik tutsaklığı ufak bir Pasifik adasındaki bir mahkeme salonunda sona erdi. Onu avukatlarıyla birlikte doğduğu ülkeye taşıyacak uçak, Assange’ın senelerdir görmediği ışıltılı ufuk çizgisine doğru süzüldü ama Avustralya’nın başkenti Canberra’ya indiklerinde gökyüzü artık kararmıştı. Assange uçağın merdivenlerini tek başına inerken bir karşılama törenini ya da elini sıkacak bir yetkiliyi aradıysa da boşuna: Avustralya devleti, Assange’ı unutmak istiyordu. Ülkesinin siyasetçileri, Assange’ın adı dünyayı dolaşırken onun Amerikalı dostlarının başına açtığı dertlerden mahcuplardı, hürriyetini yitirdikten sonraysa vatandaşlarına yardım eli uzatmak için son günü beklediler. Assange çok yukarıdaki fenerlerin soğuk ışıklarıyla bölünmüş iniş alanını avukatlarının önünde geçerken yorgun, ağır ve şaşkın görünüyordu. Gelişini kutlayan kalabalığın varlığını ancak resmî bir tavırla gülümseyen mürettebatın ellerini sıktıktan sonra fark etti. Başını kaldırdı ve kendisini duyurmayı başaran kalabalığı selamladı. Bir savaşın kazanılmış ve bir yaşamın kurtarılmış olduğunu yeniden kavrayan kalabalık sesini yükseltti. Bu önemli sahneye tanık olanların sevincini Assange vakasını izlemiş ve onun hür kalmasını dilemiş herkes paylaşıyor. Assange’ı ilk karşılayan eşi Stella’ydı. Julian ile Stella, beraberlikleri uzun zaman gizli kaldıktan sonra Julian’ın hapsedildiği cezaevinde evlenmişlerdi. İlk kez hürriyette birbirlerine kavuşan Assange çiftinin kucaklaşmasına çevredekiler alkışlar ve gözyaşlarıyla eşlik ettiler. Julian Assange bir çok ülkeyi birbirlerine bağlayan hukukî bir cendereden henüz kurtulmuştu ve havaalanı binasının cam kapılarının arkasında kaybolduktan sonra bir daha ortaya çıkmadı. Gazetecilerin sorularını Stella ile avukatlar yanıtladılar.

Avukatları, Assange’a hürriyetini geri veren anlaşmanın ana noktalarını açıkladıktan sonra Stella, Julian’ın hayata yeniden ayak uydurmasının zaman alacağını söyledi. Assange uzun ve zorlu bir mücadelenin içerisinden yeni çıktığına göre, ilk önce sağlığını ve ailesini düşünecek ama yasal zincirler çalışmasını engellemeyecekse uzun zaman sessiz kalması da şaşırtıcı olur.

Seneler süren tutsaklığın ardından birkaç hafta içinde kavuştuğu hürriyet, Assange’ı bir simge ve öncü olarak diriltecek mi yoksa gözlerden uzak ve huzurlu bir hayatın ellerine mi teslim edecek?

Julian Assange serbest kalana kadar İngiltere’nin Belmarsh cezaevinde yatıyordu. Belmarsh ağır şartlarıyla bilinen ve “İngiltere’nin Guantanamo’su” olarak tanımlanan bir cezaevi.[1] Avustralya vatandaşı olan Assange, henüz bir suçtan hüküm giymemesine rağmen hakkında ABD’de açılan dava ve bu ülkenin İngiltere’den iade talebi sebebiyle beş senesini Belmarsh’da geçirdi. ABD yargısı, Assange’a karşı açtığı davayı uzun zaman boyunca saklı tutarak, henüz ceza dahi almamış meşhur bir kişinin en ağır şartlarda hapsedilişini hukukî bir gizeme dönüştürmüştü. Assange ise mahkeme kapılarını ilk aşındırmaya başladığından beri kendisini kimlerin hedef aldığından emindi. Hakkında yakalama kararı çıkaran İsveç’in, sağladığı sığınma hakkını geri alan Ekvador’un ve kendisini hapseden İngiltere’nin, gerçekte ABD hükûmetinin talimatlarına uyduğunda ısrarcıydı. Assange’a göre nihai amaç, kendisini ABD’de yargılamak ve hapsetmekti. Tüm bu ülkeler Assange’ın iddialarını reddettiler. Ancak ABD’deki davanın ilân edilişinden sonra Assange haklı çıktı ve uluslararası hukukî karmaşanın sorumlusu anlaşıldı. Amerikan devletinin dayatmaları aynı zamanda İngiliz yasalarının Assange’a karşı sıra dışı bir sertlikle kullanılmasının ve mahkûmiyetinin ağır şartlarının da sebebiydi muhtemelen. Assange’ı Belmarsh’ta tutan dava ABD’nin Virginia eyaletinde açılmıştı. Virginia, dünyanın en güçlü istihbarat örgütlerinin, CIA, FBI ve NSA’in merkezlerini barındırıyor ve “Amerikan millî güvenlik rejimi”nin vatanı sayılıyor. ABD’nin yüksek “menfaatlerine” zarar verdiğinden şüphelenilen, “vatana ihanet” ile suçlanan sanıklar çoğunlukla bu eyalette yargılanarak ağır cezalara mahkûm oluyorlar. Assange, İngiltere yargısınca ABD’ye teslim edilirse mutlaka suçlu bulunacağını ve ABD’nin yüksek güvenlikli cezaevlerinden birisine konacağını öngörüyordu.

Genellikle şiddet içeren suçlardan hüküm giyenlerin tutulduğu ABD’deki yüksek güvenlikli cezaevleri, mahkûmların günde sadece bir saat için hücrelerinden çıkabildikleri ve nadiren gün ışığını görebildikleri, içerisinde yaşayanların bedenlerinden önce insanlıklarını öldürmek amacıyla tasarlanmış kurumlar olarak tanınıyorlar. BM ile başka insan hakları örgütleri, ABD cezaevlerindeki koşulları işkence olarak tanımlayan birçok rapor yayımlamışlardı. Assange, peşinde dolanan davaların nitelikleri ne olursa olsun, asıl sorumlunun Amerikan güvenlik rejimi, amacın ise kendisini susturmak ve yok etmek olduğunda ısrarcıydı. Birçok ülkeyi içeren hukukî tartışmalar ve usule dair karmaşa bir yana, suç ortaklarının arkasına saklanırken onları kuklalar gibi oynatan “süper gücün” dünyadaki hâkimiyetinin devamıydı söz konusu olan.

Assange, Wikileaks’in kurucusudur. 2006 senesinde faaliyete başlayan Wikileaks, özel yaşamın ve gizliliğin korunabilmesi, devletlerin teknolojik olanaklarla katlanan güçlerinin dizginlenebilmesi için gene dijital teknolojileri kullanmayı öneren bir hareketin parçasıydı.[2] Bu teknolojilerin, kişilerin kimliklerini geniş olanaklara sahip kurumlardan saklayarak, siyasî amaçlarla kullanılmaları da mümkün. Amerikan Devleti 90’larda dijital şifreleme teknolojilerinin halka yayılmasına karşı savaş açmış ve şifreleme algoritmalarını bir silâh olarak tanımlamıştı. Amerikalı savcılar, kişisel e-postaların şifrelenmesini sağlayan yazılımın programcısını hapse atmaya uğraşmış ancak seneler süren dava basının ilgisini çektiğinde vazgeçmeye mecbur kalmışlardı. Amerikan millî güvenlik kurumları teknolojiyi kendilerine saklamak amacıyla verdikleri savaşı kaybettikleri için şifreleme algoritmaları dijital dünyanın her alanına yayıldılar ve bugün internetteki her tür işlemin, bankacılığın, alışverişin ve kişisel mesajlaşmanın kısmi bir güvenlikle gerçekleşmesini sağlıyorlar. Wikileaks ise çalıştıkları devlet kurumlarının ve şirketlerin, yasaya ya da vicdana sığmayan faaliyetlerini açık etmek isteyenlerin yüzlerini kimseye göstermeden kullanabilecekleri bir tür dijital posta kutusu olarak tasarlanmıştı. İnternet öncesi devirde sızıntıların yani gizli belgelerin kamuoyunun önüne çıkabilmesi için, kamu yararı adına yaşamını tehlikeye atacak kişinin güvenebileceği bir gazeteciye ve belgelerin yayımlanacağı basın organlarına ihtiyaç vardı. Wikileaks, dijital teknolojiler sayesinde geleneksel aracıları atlıyor ve sızdırılan belgeleri doğrudan kamuoyuyla buluşturuyordu. Wikileaks’in ismini dünyaya ilk kez duyuran, Irak ve Afganistan savaşlarına dair belgelerdi.[3] Bu belgeler, Amerikan ordusunun istihbarat departmanında çalışan genç bir programcı olan Chelsea Manning tarafından iletilmişti. Birçok usulsüzlüğü, aldatmacayı ve savaşın kamuoyundan saklanan gerçek seyrini gösteren belgeler arasında en çarpıcı ve dehşet verici olanı, Amerikan helikopterlerinin, gazeteciler ile sağlık görevlilerini bilerek ve isteyerek katledişlerinin görüntüleriydi.[4] Manning’in sızdırdığı kayıtlar ile dosyalar, Amerikan Federal Hükûmetinin, 11 Eylül’ün arkasından işlediği uluslararası ölçekli suçlara dair kanıtlarının ilk dalgasıydı. Irak ve Afganistan belgelerinin arkasından birçok farklı kaynaktan basına ulaşan çok sayıda görüntü ve dosya, “terörle savaş”ın gerçekte hangi yöntemlerle yürütüldüğünü gözler önüne seriyordu. Amerikan yargısının, kanıtları tüm dünyanın önüne konan suçlara yanıtıysa, onları ifşa edenlerin peşine düşmek olmuştu. Manning, yargılandığı mahkemede otuz beş sene ceza alarak bir askerî cezaevine konuldu. Manning eliyle yayımlanan dosyalardan birkaç sene sonra, Amerikan istihbarat teşkilâtlarının, teknoloji şirketleriyle beraber tüm dünya nüfusuna karşı yürüttüğü dinleme ve takip faaliyetlerini açık eden Snowden sızıntıları, Batı’nın en saygın iki gazetesinde, New York Times ile Guardian’da yayımlandılar. NSA analisti Edward Snowden, Wikileaks ekibinin yardımları sayesinde Rusya’ya kadar kaçabildikten sonra, Amerikan gizli servisinin çuvallaması sonucunda yakalanmaktan kurtuldu ve bulunduğu ülkeye sığındı. Sızıntıların bastırılabileceği, geciktirilebileceği ya da sınırlanabileceği geleneksel basını baypas ederek vicdanını dinleyebilecek herkese cesaret veren Wikileaks ile onun kurucusu Julian Assange, dünyanın her köşesinde karanlık işler yürütenlerin ve izlerini örtmeye vakit bulamayanların nefretine hak kazanmıştı.

Julian Assange, Manning sızıntılarının yayımlanmasından sonra devletlerin şüphesiyle öfkesini üzerine çektiği gibi, birçok kişinin de hayranlığıyla sevgisini kazanmıştı. Assange, ince uzun bedeni ve bembeyaz saçlarıyla dünya dışı görünen çarpıcı birisiydi. Birçok konuda geniş bilgiye sahip ve birden çok alanda uzman yetkinliğine erişmiş, belli ki çok kabiliyetli bir kişiydi ve insanların önüne çıkarak aldığı kararların sebeplerini açıklamaktan da kaçınmıyordu. Daha da önemlisi, kendisine dönük tehditlerden habersiz ya da onları umursamaz gibi görünüyordu. Kimlerin canını yaktığını bilmiyor muydu? Assange’ın faaliyetleri yasanın koruması altındaydı. ABD’nin Anayasası’nın en başında duran ifade hürriyeti, kendisine ulaştırılan belgeleri yayımlayan Wikileaks’i yargının elinden uzak tutuyordu. ABD’nin millî güvenlik kurumları Assange’ı elbette susturmak istiyorlardı fakat Amerikalı savcılar, onun faaliyetlerini gazetecilik saymaya mecburdular. Amerikan “demokrasisi”ne dair efsanelerin bir çoğu, devlet kurumlarının suçlarını ifşa eden sızıntıcıları ve onlara aracılık eden gazetecileri yüceltir. Nixon’ı istifaya zorlayan “Watergate”[5] vakası ile Vietnam savaşının sonunu getiren “Pentagon Belgeleri”nin yayımlanmaları, devletin üst kademelerinde görevli kişilerin basına sızdırdığı belgelerle başlamıştı. Bir ülkeden öbürüne sıçramasına rağmen hangisinin pasaportunu taşıdığını çoğu kişinin bilmediği, önce “bilgisayar korsanı” sonra gazeteci, yayıncı ve dış siyaset uzmanı kıyafetlerini kolayca kuşanan Assange, Amerikan “demokrasisi” için hayatî önem taşıyan bir geleneğin, kozmopolit ve ‘teknolojik’ bir bedende dirilişiydi. Ayrıca, Batı dünyasındaki gazeteciler Bush hükûmetinin “terörle savaş” yöntemlerinden paylarına düşeni almış ve korkup sinmiş oldukları gibi, savaşlara sebep gösterilen aldatmacalar en ‘saygın’ gazeteler tarafından yayıldıkları için itibarları da zedelenmişti.

Assange gazeteciliğin, haber alma hakkının önemini ve itibarını, icat ettiği yeni yayıncılık tarzının yardımıyla onarıyordu. Birkaç sene önce ismini kimsenin bilmediği Assange, 2010 senesinde Time okurlarınca “Yılın Şahsiyeti” seçilmişti. Assange Wikileaks’in işlevini ve kendi hedeflerini nasıl tanımlıyordu? “[Wikileaks’te yayımlanan] bilgiler reformlara zemin hazırlayabilir. Onların kamuoyundan gizlenmesi ve yayımlanmalarının engellenmesi de zaten bu işlerden anlayanlar reform olasılığından haberdar olduklar için. Yani amaçları reformları engellemek. (…) Bu işi yapma sebeplerimden bir tanesi uygarlığı iyileştirmeyi istemem ve o yüzden bilgiye odaklanıyorum –sonuçta verilen her karar sağlıklı bilgiye dayanmak zorunda ve alınan tüm kararların toplamı da uygarlığın kendisidir, yani uygarlığı iyileştirmek istiyorsan bazı engelleri ortadan kaldırman gerekir, uygarlığın karar alırken kullandığı bilginin kalitesi gibi.”[6] Assange, sözcüğün iki anlamıyla da bir “idealist” idi. Becerilerini, iktidarın bütünüyle hükmetmesi gereken “bilgi akışına” çevirmişti, zira dijital teknolojilerin olanakları, iktidarın işleyişi için şart olan bilginin gizliliğini tehdit eder. Tehlike ilişkinin iki unsuruna da, hem insanî ve hem de teknik tarafına aittir. Bilginin parçalara ayrılışı ve değişen hedeflere uygun olarak yeni biçimlerde tekrar ve tekrar bir araya getirilişi iktidarın en önemli silâhıyken, bilgi ağının gözlerden uzak kalan bütünlüğünün aydınlatılması ise makinenin gerçekte nasıl işlediğini gösterir ve kurmaca görünümlerin yerine somut gerçekliği koyarak iktidarı yaralar. Wikileaks belki de bu sebeple kendisine ulaştırılan belgeleri “bütün hâlde” yayımlamayı hedeflemişti. ABD’nin dış siyaseti, saydamlık, ifade hürriyeti ile insan hakları gibi değerleri dünyanın kalanını terbiye etmeye yarayan birer silâh gibi kullanırken, Wikileaks ışığı bu defa öbür yöne, ABD iktidarının kendisine çeviriyordu. Assange ve onun gibi 11 Eylül ile dünyaya uyandıktan sonra geleneksel basının dışında çalışma olanağı bulan gazeteciler, yerleşik kurumların temelindeki mecburi ikiyüzlülüğe mahkûm değillerdi. Batı’daki gazeteciliğin eski tüfekleri ile onlara özenen genç meslekdaşları, Wikileaks’in başarılarına tanık olsalar bile bu yeni yayıncılık tarzından herhâlde hoşlanmıyorlardı. Wikileaks okuyucularını dünyaya gazetecilerin seçtiği mercekten bakma mecburiyetinden kurtarmayı vadediyordu. İnternet sitesindeki belge hazinesi de her meraklı kişinin bir gazeteciye dönüşebileceği verimli bir topraktı ve hâlen öyle. Wikileaks’in arkasından, onun yayıncılık yöntemleri basının bütününe yayıldı. Yerleşik basını fonlayan sermayedarlar, yeni nesil, ufak ve çevik internet dergilerinin de faturalarını ödemeye başladılar.

Geleneksel basın ise akademik kurumlarla işbirliği yaparak Wikileaks’in yöntemlerini yerleşik kurumların amaçları ve Batı devletlerinin dış siyaset menfaatleri doğrultusunda kullanmayı denediler.

Assange’ın kanunlarla olan derdi, kendisine karşı İsveç’te açılan davayla başladı. İsimleri saklı iki müştekinin Assange’ı cinsel taciz ile suçladığı dava, delil yetersizliği nedeniyle kapatılmasına rağmen bir zaman sonra İsveç Başsavcılığı’nca tekrar açıldı.[7] Londra’da bulunan Assange, İsveç’teki soruşturmayla ilgili mahkemeye ifade vermiş ve kefalet ile serbest kalmıştı. İsveç’in hakkında çıkardığı yakalama kararını İngiliz mahkemesi onadıktan sonraysa Assange, Ekvador Konsolosluğu’na sığındı. Ekvador’un Londra’daki konsolosluğu altı katlı bir binanın giriş katında bulunuyordu ve binayı Kolombiya Konsolosluğu ve meskenlerle paylaşıyordu. Bu ülkeye solcu bir partiden başbakan seçilen Rafael Correa, Wikileaks’in destekçisi ve Assange’ın dostuydu. Ekvador ona siyasî sığınma hakkı tanımasına rağmen Assange hakkındaki yakalama kararı binanın kapısının önüne çıktığında İngiliz polisi tarafından alıkonmasını gerektiriyordu. Assange’ın avukatları, bir başka ülkeye iade edilmeyeceği güvencesi karşılığında müvekkillerini İsveç yargısına teslim etmeyi önerdiler. İsveç Başsavcılığı ise bu güvenceyi vermeyi reddetti. Hukukî durumunun belirsizliğini koruduğu günlerde Assange, Amerikalı savcıların kendisine karşı bir dava hazırlığında olduğunu ve İsveç yargısının onu sonunda Amerikalılara teslim edeceğini iddia etti. Amerikan devletinin memurları, Wikileaks’den hoşnutsuzluklarını açıkça itiraf ettiklerinde bile faaliyetlerinin Anayasa’da tanımlı ifade hürriyeti kapsamında olduğunu kabul ediyorlardı. Assange’a hangi suç isnat edilmeli ki bir Amerikan mahkemesinde hüküm giysin? Eğer okyanusun öbür yakasında bir dava açılma olasılığı mevcutsa, ABD’nin avukatları belli ki kanun kitaplarını karıştırıyorlardı. Ekvador konsolosluğunun meşhur bir “kanun kaçağına” kapılarını açmasıyla, seneler sürecek bir tür kara komedi oynanmaya başladı Londra’da. İngiliz polisi ile casusları, konsolosluk binasının çevresini gece ve gündüz sardılar. Birleşik Krallık’ın resmî yetkilileri, bir başka ülkenin sınırlarını ihlâl edemiyorlardı ama Assange da binanın kapısından dışarı adım atamıyordu. Bir çok ülkenin hukukunun birbirlerine dolandığı ancak kanunun elinin de diplomasinin kesin çizgilerini aşamadığı bu oyunda, her iki taraf da başka türden yöntemlere ihtiyaç duyuyordu amaçlarına erişebilmek için. Orada hapsolduğu senelerde Assange, konsolosluk binasını Wikileaks’in merkezine ve ifade hürriyetinin kuşatma altındaki elçiliğine dönüştürdü. Çektiği cezanın resmî niteliği uzun zaman belirsiz kalmasına rağmen sahici sebepleri herkesçe biliniyordu, yani “uygarlığı iyileştirmeyi” ümit edenler için açık ve güçlü bir simgeydi.

Misafirleri Noam Chomsky’den Pamela Anderson’a kadar uzandığına göre, başardıklarının ve amaçlarının farklı kesimlere çekici gelen birden çok yüzü vardı. Assange hapsolmasının yanı sıra her an izlendiğinin de farkındaydı ve sınırları daralan “özel hayatını” elinden geldiğince korumaya çalıştı. BM’nin İngiliz yargısını haksız, kendisini haklı bulan ve serbest bırakılmasını talep eden raporu[8] konsolosluğun önünde kendiliğinden gerçekleşen ufak bir mitinge vesile olmuş, Assange ile dostlarının balkondan yaptıkları konuşmaları çevredeki kalabalık coşkuyla alkışlamıştı. Assange’ın başına gelenleri yakından izleyenler ve onu kuşatan çemberin merkezindeki hukukî boşluğu görenler hatta belki de Assange’ın bizzat kendisi, bu tuhaf tiyatronun yakında sonlanacağını ve suçlu bulunmadan hapsedilen dünyanın en meşhur gazetecisinin serbest kalacağını umuyorlardı.

Amerikan Adalet Bakanlığı’nın yürüttüğü dava açığa çıkmadan önce Assange’ın başının üzerinde savrulan kılıç, İsveç Başsavcılığı ile İngiltere mahkemelerinin elindeydi. Assange’ın düşmanlarının elindeki ilk koz, ona karşı İsveç’te açılan davanın niteliğiydi. İki kadının Assange’a yönelttiği taciz iddiaları ve sonuca bağlanmayan soruşturma, onun itibarındaki büyük bir boşluğa neden olacak, olayı etraflıca araştırmayanların aklında hep kalacak bir şüpheye sebebiyet verecekti. Sosyal medyada başlayan taciz ve ifşa akımları, birçok davaya ve mahkûmiyete yol açtığı gibi doğruluğu sınanmayan iddialar sayısız kişinin şöhretlerini hatta mesleklerini yitirmelerine yol açmıştı. Özel ve kamusal yaşamın üzerinde senelerce kalan, kanıtlanmış suçlarla yasanın dışındaki kabahatler arasındaki farkları görünmez kılan şüphe sisi Assange davasını da sarmıştı. Assange’ın varolan yasalara ve adaletin temel gereklerine sığmayan tutsaklığının basın hürriyeti ve uluslararası siyaset için anlamı, sanığın kişiliğinin düğümlerinde, kıymetleri kendilerinden menkul “ruh bilimi” kategorilerinde yitirildi seneler boyunca. Assange’a yöneltilen henüz hiçbir biçimde sınanmamış suçlamalar onun amaçlarını ve başarılarını gizledikleri gibi, üzerine yapışan leke de yaptığı fedakârlıkları önemsiz kılıyordu çoğu kişinin gözünde. Wikileaks’in aydınlığa çıkmasına aracı olduğu suçlar ile düşmanlarının yüklü sicilleri, yerleşik kurumlara dâhil gazetecileri bile onu savunmaya mecbur etmişti. Taciz iddialarıyla beraber, gerçekte başından beri Assange’a husumet duyan kişiler sahici hislerine göre davranmaya, onun durumunu bir örnek değil bir istisna saymaya imkân buldular. Düşmanları büyük bir mevzi kazandılar, yerleşik basında kendilerine isim yapmış gazetecileri basın hürriyetine yani kendi mesleklerine karşı savaşmaya ikna ederek. Bu gazetecilerin bir çoğu ancak Assange Belmarsh cezaevinde ölümün kıyısına gelmişken gözleriyle zihinlerini saran büyüden uyandılar ve onun hür kalmasını istemeye başladılar. Amerikan güvenlik rejimi böylece sıkça başvurduğu bir yöntemi gene başarıyla uygulamış ve siyasî nitelikli olguların üzerlerini özel yaşamın ayrıntılarıyla örtmüş oluyordu. ABD merkezli iktidar bir yandan düşmanının şöhretine, adına ve namusuna saldırırken öte yandan, yürütme erkinin meşum ve mahir uzuvları olan istihbarat teşkilâtları aracılığıyla Assange’ın bedenine de adım adım yaklaşıyordu. Wikileaks Manning dosyalarını yayımladıktan sonra, zamanın Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Assange’ı tıpkı Irak, Afganistan ve dünyanın başka birçok ülkesinde yapmaya alıştıkları gibi “dronlamayı” yani insansız hava aracı kullanarak öldürmeyi önermişti.[9] Amerikan silâhlı kuvvetlerinin Londra’daki altı katlı konsolosluk binasını havaya uçurması hoş bir hayal olarak kalsa bile casuslarla katillerin Assange’a yaklaşmaları mümkündü elbette. CIA avına yaklaşmak için en başta, konsolosluk binasını korumakla sorumlu İspanyol güvenlik şirketini suç ortağı hâline getirdi. Ekvador devletinin güvenliğini sağlamak karşılığında ondan para alan güvenlik görevlileri, ABD adına çalışmaya başladılar.[10] CIA binaya girip çıkan tüm ziyaretçilerin kayıtlarına ve kamera görüntülerine sahipti. Aynı zamanda güvenlik şirketinin çalışanlarının yardımıyla, Assange’ı ziyarete gelenlerin elektronik cihazlarına dinleme ve takip cihazları yerleştirdiler. Amerikalı casuslar, Ekvador’un Assange’ı konsolosluktaki tutsaklığından kurtarmak için yaptığı tasarılardan da haberdarlardı. Ekvador’un istihbarat teşkilâtı Assange’ı diplomat kadrosuna aldıktan sonra Rusya’ya ya da bir başka ülkeye taşımayı tasarlıyordu. Bu tasarıların tartışıldığı sırada Ekvadorlu bir diplomata ait bilgisayarlar silâhlı bir soygunda çalınmıştı. Aynı zamanda Amerikan Gizli Servis ajanları, Bolivya Başkanı Evo Morales’in uçağının kalkışını engellemiş ve Amerikan adaletinden saklanan bir kaçağı aramak bahanesiyle uçağı işgal etmişlerdi. Amerikan güvenlik rejimi kapana kıstırdığı ama henüz eline geçiremediği düşmanına iki cins “karanlık” yöntemlerle hücum ediyordu; bir yandan itibarına şüphe düşürüyor ve öte yandan onu gölgelerde saklanan suç ortakları aracılığıyla kuşatıyordu. Assange’a savaş açmıştı ABD ve savaşın bir kolu “psikolojik harp” iken diğeri de “gayrı nizami harp” yöntemlerini andırıyordu. Assange konsoloslukta geçirdiği senelerde, tehditlere ve engellere rağmen çalışmayı sürdürdü. Fani bedeni hayalet öykülerindeki gibi bir binaya sıkışmış olsa bile dünya dostları aracılığıyla kapısına kadar geliyordu. Kendi düşünceleri de verdiği röportajlar, sosyal medya ve RT kanalına hazırladığı program ile dünyaya yayılıyordu. Belmarsh cezaevine konduktan sonra, Assange’ın nişanlı olduğu da anlaşıldı. Stella ile Julian, beraber geçirebildikleri sınırlı zamanda iki yeni insan imal etmişlerdi. Oğulları Gabriel ile Max’i 2017 ve 2019’da dünyaya getiren Assange çifti 2020 senesinde Belmarsh cezaevinde evlendiler.[11]

Wikileaks Bush hükûmeti zamanında kurulmuştu. ABD’nin Irak ve Afganistan’da işlediği suçları ifşa eden Manning dosyaları ise Obama Beyaz Saray’dayken Wikileaks tarafından yayımlandılar. Barack Obama, Bush döneminin baskıcı güvenlik siyasetini geriye çevirmek vaadiyle seçimi kazanmıştı. Henüz görev süresinin başında kendisine armağan edilen Nobel Barış Ödülü, dünyanın en büyük “süper gücünün” ilk siyah başkanına bağlanan ümitlerin bir simgesiydi. Obama bu ümitleri haklı çıkarmak yerine ABD’nin dış siyasetinin yüzüne şık bir maske geçirerek Bush ile Cheney’nin başlattığı birçok programı devam ettirdi. Guantanamo’yu kapatmadığı, Snowden ile görev süresinin son gününe kadar Manning’i affetmediği gibi varlığı kanıtlanan işkence programlarının sorumlularını yargılamayı da reddetti. Obama ayrıca bütünüyle yasanın dışında işleyen, Amerikan vatandaşları dâhil sayısız insanın ölümüne sebep olan bir “dijital” suikast programını inşa ettikten sonra sekiz sene boyunca da yönetti. Başkan Obama’nın birçok kişinin ölüm emrini bizzat verdiği ve bununla övündüğü de biliniyor. ABD’nin ilk siyah başkanının görev süresi sona yaklaşırken meşaleyi bir kadına devretmesi ve Obama’nın 2008’deki rakibi Hillary Clinton’ın Demokratik Parti iktidarını sürdürmesi bekleniyordu. “First Lady” göreviyle Beyaz Saray’da sekiz sene boyunca yaşayan Hillary Clinton, kendi adına siyasete atıldıktan sonra New York eyaletini senatoda temsil etmiş ve Obama’nın ilk döneminde dışişleri bakanlığını yürütmüştü. Clinton 2016’daki Demokratik Parti önseçimlerinde kendisine sol kanattan rakip çıkan Bernie Sanders’ı basının ve kendi partisinin desteği sayesinde zorlukla mağlûp edebilmişti. Cumhuriyetçi Parti önseçimlerini ise partinin bilindik isimleri yerine ilk kez siyasete atılan, emlâk zengini ve televizyon yıldızı Donald Trump kazanmıştı. Trump, iyi terbiye edilmiş eski tarz siyasetçilerin aksine çıplak gerçekleri dillendirmekten kaçınmıyor ve dünyanın en güçlü ülkesini yıkımın eşiğine getiren kişilerle kurumları, basını ve siyasî kadroları her konuşmasında yerden yere vuruyordu. Trump siyaset sahnesinin merkezindeki bir yanardağ gibi tütüyor, püskürüyor ve alışıldık kuralları yerlebir ediyordu. Adaylığı kendi partisinde büyük çalkantılara yol açmış ve partinin eski tüfekleriyle Bush döneminin etkili isimlerini ezeli rakipleri olan Demokratik Parti’ye sığınmak zorunda bırakmıştı. DP, 2016 seçimleri öncesinde Amerikan yerleşik siyasetinin bir kanadını değil bütününü temsil ediyordu. Trump’ın düşmanları onun önünü başka yollarla kesemediklerinde sızıntılara bel bağlamışlardı. “Saygın” siyasetin kuralları ile sınırları unutulmuş, başkan adayının özel yaşamının her parçası, geçmişindeki her kabahat ve ağzından çıkmış her sözcük, seçmenlerinin aklını çelmek amacıyla ortaya çıkarılmış ve gözler önüne serilmişti. Gene Demokratik Parti tarafından sipariş edilen ve medyanın seneler boyunca dünyaya duyurduğu daha uçuk bir hikâye ise, Trump’ın Rusya devletinin menfaatleri için çalışan bir tür “ajan” olduğuna dair iddiaydı.

Trump’ın Rusya’daki maceralarını ve ilişkilerini renkli bir dille anlatan rapor, bir İngiliz istihbaratçı tarafından isimsiz tanıkların ifadelerine dayandırılarak hazırlanmıştı. Trump’ın siyasî varlığını yıkmak amacıyla basının eline verilen sızıntılar ya onun özel hayatına ilişkin çarpıcı ama bayağı ayrıntıları içeriyorlardı ya da kanıtlardansa söylentilere, varsayımlara ve yorumlara dayanıyorlardı. Sızıntılar 2016 seçimlerinde başat bir rol oynadılar ama onlardan asıl zarar gören Demokratik Parti oldu. Wikileaks’in yayımladığı Clinton’a ait yazışmalar, Clinton ailesiyle ilgili birçok şüpheyi doğruluyordu.[12] Müstakbel başkanın bankerlerle yaptığı pazarlıklar, şirketlere yüzbinlerce dolar karşılığında verdiği konuşmalar ve Clinton Vakfı’nın şüpheli faaliyetleri, Clinton ekibinin e-postalarında açığa çıktılar. Clinton ailesini, Bill Clinton’ı Arkansas eyaleti valiliğinden beri saran meşum şöhret bu yazışmalar aracılığıyla dirildi. Hillary Clinton dışişleri bakanlığı yaparken devletin altyapısı yerine şahsî sunucusunu kullandığı da sızıntılar sayesinde açığa çıktı. Saklayacak bir şeyleri yoksa eğer, Dışişleri Bakanı resmî yazışmalarını neden şahsî bir sunucu üzerinden yapar? FBI’ın bu konuda başlattığı soruşturma seçimden birkaç gün önce sonuçlanmasına rağmen Clinton’ın itibarını sarsmıştı. Wikileaks Clinton yazışmalarıyla kalmayarak, Demokratik Parti’nin tüm ülkeye yayılmış ağının merkezi olan Ulusal Demokratik Konsey’e (DNC) ait e-postaları da yayımladı.[13] DNC yazışmaları en başta önseçim sırasında Bernie Sanders’a karşı yapılan haksızlıklara, tarafsız kalması gereken parti liderliğinin Clinton’ı seçtirmek için çabalarına ve partinin basınla beraber Sanders ile takipçilerine karşı yürüttüğü karalama kampanyalarına ışık tutuyor. Ayrıca parti yetkililerinin gerçekleştirdiği finansal yolsuzluklara dair şüpheler doğuruyor. Wikileaks’in dünyaya taşıdığı Clinton ile DNC dosyaları, Demokratik Parti seçmenlerinin kuşkularını doğruladı ve siyasî kadroların suçlarını, suçluların kendi sözleriyle kanıtladı. Demokratik Parti’nin işleyişinin gün ışığına çıkışıyla, Amerikan siyasetine dair en temel gerçekler Amerikan halkının hafızasına kazındı. Wikileaks, yorum, varsayım hatta tahlil dahi yapmadan geleneksel basının halkla aralarına çektiği çitin yüksekliğine güvenen siyasî kadroların düşünceleriyle davranışlarını, ilgilenen herkesin önüne koymuştu. Demokratik Parti’ye dair sızıntılar, Amerikan istihbarat teşkilâtları tarafından Rusya’ya mâl edildi. O zamana dek bir gazeteci ve yayıncı olarak görülen Assange ise birçok kişinin gözünde ABD aleyhine çalışan, aidiyetleri şüpheli bir kişiye dönüştü. FBI soruşturması Trump’ı aklamasına ve Assange’a karşı hazırlanan iddianame bu türden bir suçu ona isnat etmemesine rağmen, Rus Devletinin Trump’ı, Assange’ı ve 2016 seçimlerinde Clinton’ın yoluna taş koyan herkesi parmağında oynattığına dair söylentilere inananlar hâlen çok.

Wikileaks, ABD’nin düşmanlarının bir uzantısı olduğundan değil, yayımladığı bilgilerle kitlelerin görüşlerini değiştirebildiği için; yerleşik basının ve istihbaratçıların yalanlarının karşısına somut belgeleri koyduğu için bir hedefe dönüştü. Amerikan millî güvenlik rejiminin dikkati ile namlusu bu yüzden Assange’a çevrildi.

Demokratik Parti’ye ait belgelerin yayımlanması Assange’ı iktidarın hedef tahtasına koymuştu. Assange, Ekvador konsolosluğunda yaşarken ve kurtulmayı umarken yaşanan iki gelişme ise onu en azgın saldırılardan hâlen koruyan yasal duvarı yıktı ve iktidarın casuslarıyla savcılarını üzerine saldı. Seçim kampanyası sırasında Clinton ve DNC belgelerini yayımlayan Wikileaks’e ilân-ı aşk eden[14] Trump, başkanlık koltuğuna oturunca kabinesini dış siyaset şahinleri ve generallerle doldurmuştu. Trump’ın önce CIA’in sonra dışişlerinin başına getirdiği Mike Pompeo, Wikileaks’in en azılı düşmanlarından birisiydi. Pompeo Wikileaks’i bir yayın organı değil, ABD’ye düşman bir istihbarat örgütü olarak tarif etmişti. Amerikan devletinin savaş ilânına Wikileaks, CIA tarihindeki en geniş sızıntıları yayımlayarak yanıt verdi.[15] “Kasa 7” [Vault 7] adı verilen belge dizisi, CIA’in faaliyetlerine dair kanıtları, izlenen yöntemleri ve kullandıkları yazılımların kaynak kodlarını içeriyor. Belgelerin gösterdiği kadarıyla istihbarat teşkilâtları hedef aldıkları kişilerin kullandıkları elektronik cihazların her türlü olanağını suistimal ederek dinliyor ve takip ediyor, Kapatıldığı sanılan telefonlar CIA’in veri merkezlerine sinyal göndermeyi sürdürüyor, ekranı kararmış televizyonlar mikrofonları vasıtasıyla odalardaki konuşmaları Langley’deki analistlerin önüne getiriyorlar. Snowden’in açık ettiği istihbarat programları, Amerikan devletiyle müttefiklerinin teknoloji şirketleriyle suç ortaklıklarını ve her türlü özel yaşam ve gizlilik yasalarını hiçe saydıklarını kanıtlamıştı. Wikileaks’de yayımlanan CIA belgeleri ise herkesin cebinde, çantasında taşıdığı, evinde tuttuğu cihazların da devletin olanaklarına sahip uzmanların eliyle birer casusa dönüştürülebileceğini gösteriyordu. “Kasa 7”, CIA’in kullandığı yöntemleri açık ederek muhtemel etkinliklerini azaltmış, ayrıca dijital altyapılara bulaşması için geliştirilen virüslerin kaynak kodlarını da içerdikleri için süregiden operasyonlarını da büyük olasılıkla aksatmıştı. İstihbarat içerisinden isimsiz kaynakların aktardıklarına göre, Kasa 7 dosyalarının yayımlanmasıyla beraber Pompeo, CIA’in önündeki engelleri kaldırmış ve Wikileaks üyelerine dönük her tür “karşı istihbarat” faaliyetlerini onaylamıştı. Bu dönemde CIA Assange’a dönük suikast tasarılarını da tartışıyordu. 2017 senesinde İsveç’teki taciz davasının kapatılmasıyla[16] Assange’ın serbest kalması ihtimali belirdiğinden, Amerikan güvenlik rejiminin amacı şimdi senelerdir hapis kalan avını “her ne pahasına olursa olsun” eline geçirmekti. Trump ile Pompeo arasındaki yakın ilişki ve CIA’in yasaların üzerinden atlamaktaki ustalığı, Amerikan Adalet Bakanlığı’nı Assange’a karşı bir iddianame hazırlanmaya zorlamıştı.

Savcılar, CIA’in Holivud filmlerinden mülhem senaryolarının sahneye konmasından, Londra sokaklarındaki çatışmaların ve arabalı takiplerin doğuracağı tepkilerden haklı olarak çekiniyorlardı ve Assange’ı “yasal” yollarla susturmak istiyorlardı. Bekledikleri fırsat Ekvador’daki seçimler ile önlerine çıktı. Seçimleri Assange’a sığınma hakkı sağlayan Correa’nın yardımcısı Lenin Moreno kazanmasına rağmen, kendi para birimine dahi sahip olmayan, sınırları içerisinde Amerikan doları geçen küçük Orta Amerika ülkesinin içerisine girdiği ekonomik kriz, yeni seçilen hükûmeti konsolosluk binasına sığınan tutsaktan ve onun getirdiği siyasî baskıdan kurtulmaya zorluyordu. Bu dönemde Ekvador hükûmeti, Assange’ın konsolosluk binasındaki varlığının doğurduğu sorunlardan şikâyet etmeye başladı. Assange’ın tutsak hayatının ayrıntıları basına sızdırıldı. Dişçiye ve doktora gidemeyen, egzersiz yapamayan hatta günışığı dahi görmeyen Assange, yasa dışı tutsaklığının doğurduğu sorunlar için suçlandı. Ona dönük karalama kampanyası onu önce bir “sapık” olarak yaftalamış, ancak isimsiz şikâyetçilere dayanan bu dava İsveçli savcılar tarafından kapatıldıktan sonra Assange bir tür “meczup” olarak resmedilmişti. Böylece başına gelen belalardan Assange’ın kendisinin sorumlu olduğu ima ediliyordu. Ekvador hükûmeti, konsolosluktaki son günlerinde ABD temsilcilerinin talebine uyarak Assange’ın internet erişimini kesmiş ve onu sonunda susturmuştu. Assange’ın mahkûmiyeti ABD sınırlarındaki bir hapishane hücresindeki yaşamına adım adım yaklaşıyor ve iki bacağı üzerinde doğrulmuş bir hayvanı insan yapacak şartlardan yalıtılıyordu. Amerikalı bürokratlar Ekvador’daki yeni iktidara, Assange’ı teslim etmeleri karşılığında ülkedeki iktisadî krizi hafifletecek bir IMF yardımı önerdiler.[17]

Ekvador devleti Assange’a verdiği sığınma hakkını geri aldığını açıkladıktan birkaç gün sonra İngiliz polisi konsolosluk binasına girerek son yedi senede binanın kapısının önüne çıkamamış olan tutsağı dışarı sürüklediler. Uzun beyaz saçları, sakalları ve elindeki kitapla Assange sahiden bir meczubu ya da kendisine doğru sözcükleri bulacak kadar vakit verilse en büyük sırları aydınlatacak bir âlimi andırıyordu. Assange’ın kameralara gösterdiği kitap uzun zaman boyunca ondan dünyaya erişecek son mesajdı: Millî Güvenlik Devletinin Doğuşu.[18]

Assange’ın konsolosluk binasından zorla çıkarılmasından sonra kriz yeni bir aşamaya girdi. Assange, kendisine karşı ABD’de açılan dava nedeniyle Belmarsh cezaevine kondu. Amerikan Adalet Bakanlığı, Assange’ı 1917 tarihli “Casusluk Yasası”nı ihlâl etmekle suçluyordu.[19] Amerikan yargısının onu bir başka suçla isnat edememesi ve ilk defa bir gazetecinin “Casusluk Yasası”nı çiğnemekle suçlanıyor oluşu, davanın meşruiyetini kamuoyu nezdinde zayıflatıyordu. Casusluk Yasası, kişileri gizli bilgileri yayımlamak yoluyla ABD’nin millî menfaatlerine zarar vermekten men eder. Amerikan pasaportu dahi taşımayan Assange’ın “vatana ihanet”e eşdeğer bir suçla yargılanması, davayı iyice tuhaf ve ürkütücü kılmıştı birçok kişi için.

İngiliz yargısı, Avrupa hukukuna sığmayan kaba bir dayatmayla karşı karşıyaydı. Assange’ın avukatları, savunmalarını insan hakları ve basın hürriyeti temeline yerleştirdiler. Amerika’daki hapishanelerin herkesçe malum “insanlık dışı” koşulları ve sanığın adil yargılanacağına dönük kuşkular savunmanın bir kolunu; Assange hüküm giydiğinde tüm gazetecilerin başlarının üzerine kalıcı olarak yerleşecek Amerikan yargısının kılıcı ise diğer kolunu oluşturdu. Assange’ın avukatları, ailesi ile dostları, ABD’ye iade edilirse hapsedilmesi muhtemelen yüksek güvenlikli cezaevlerinde geçerli şartların, müvekkillerini öldürebileceğini iddia ediyorlardı.

Wikileaks’e Irak ve Afganistan savaşlarına dair belgeleri sızdıran Chelsea Manning, tutulduğu askerî hapishanede iki kez intihar girişiminde bulunmuştu. Amerikan millî güvenlik rejiminin memurları senelerdir kovaladıkları avın önlerine konmasını beklerlerken, İngiliz mahkemesi sanığın kendi yaşamını sonlandırması olasılığını sebep göstererek, iade talebine uymayı geciktirdi. “İnsanî” sebepler, Assange’ın avukatlarının kapılarını aşındırdığı İngiliz temyiz mahkemelerinin geçerli saydığı tek savunmaydı ama yargıçlar itirazları yine de reddediyor ve sanığı okyanusun öbür tarafındaki yaşamına yaklaştırıyordu. Assange, salgın dönemine rastlayan mahkûmiyeti sırasında uzun süre avukatları, dostları ve ailesiyle görüşememişti. Ayrıca birçok duruşmaya sağlık sorunları sebebiyle katılamamış ve akli melekelerinin zayıfladığı, konuşmakta dahi zorlandığı söylenmişti. Belmarsh’daki şartlar ile İngiliz yargısının dolambaçlı işleyişi de Assange için bir tür yavaş idam cezasıydı. Amerikan devletinin temsilcileri ile onların İngiliz suç ortakları muhtemelen Assange’ın ABD’deki bir yargıcın önüne çıkmadan ölmesini umuyorlardı. Assange davasının ayrıntıları yerleşik medyanın seçici sağırlığını aştıkça, ona düşman olan gazeteciler bile tutumlarını değiştirmeye mecbur kaldılar. ABD’nin en “saygın” gazeteleri artık açık sözcüklerle kaleme alınmış başyazılarında Adalet Bakanlığı’ndan davayı düşürmesini talep ediyorlardı. Genç ya da yaşlı, muhalif ya da iktidardan taraf olsun Batı’daki tüm gazeteciler, Assange’ın tutsaklığının sebeplerini ve ona karşı açılan davanın muhtemel sonuçlarını gerçekleri görmeme becerilerine rağmen sonunda anlamışlardı. Görülüyordu ki basın hürriyetine karşı 11 Eylül’den beri sürdürülen savaş, Assange en ağır şartlarda hapis yatmaya mahkûm edildiğinde hayatî bir eşiği atlamış olacak ve Amerikan Anayasası’nda yazılı ifade hürriyeti havaya karışacaktı.

Davanın bir temyizden öbürüne taşındığı senelerde, Assange için hem yaşadığı günler hem de gelecek karanlıktı. Tutsaklığının uzun seneleri boyunca Assange’ın dostlarının en büyük ümidi, Amerikan başkanlarının diledikleri kişiyi, geçmiş hatta “gelecek” kovuşturmalardan koruyan affetme gücüydü.

Barack Obama, Chelsea Manning’in cezasını affetmese de kısaltmış ve yedi sene sonra serbest kalmasını sağlamıştı. Basın hürriyetini genişletme vaadiyle seçilmiş olan ABD’nin ilk siyah başkanı, Snowden ile Assange’ı affetmesine dönük talepleri ise reddetmişti. Seçim kampanyası boyunca Wikileaks’e övgüler yağdıran Trump ise önemli görevlere atadığı dış siyaset şahinleri aracılığıyla Assange’ın çektiği çilenin sorumlularından birisiydi. 2020 senesinde Beyaz Saray’a yerleşen Joseph Biden, Assange’a dönük kötü duygularını henüz seçilmeden önce açıkça ve birçok defa basınla paylaşmıştı. Assange’ın Belmarsh’daki tutsaklığının beşinci senesinde avukatlarının kazandığı nadir bir zafer davanın seyrini değiştirdi. İngiliz temyiz mahkemesi Assange’a iade kararına itiraz hakkı verdiğinde, kendi hayatına ve ifade hürriyetine karşı kurulan tüm tuzakları savunmasında kullanmasına da kapı açmış oluyordu. Amerikalı savcılar, Avustralya vatandaşı olan sanığın Amerikan Anayasası’nda tanımlı ifade hürriyeti hakkından faydalanamayacağını iddia etmişlerdi. Assange’ın avukatları, tüm dünya için önemli sonuçlar doğuracak bu beyanı duruşma sırasında vurgulamaya hazırdılar. ABD içerisindeki siyasî karmaşa, yaklaşan seçim ve Biden’ın bilişsel becerilerine dair güçlenen şüpheler ile bir gazeteciyi hâkim karşısına çıkarmanın doğuracağı tartışmalar belki de Amerikan devletinin memurlarını Assange’ı yargılamaktan caydırdı. Amerikan millî güvenlik rejiminin yetkilileri ayrıca cinayet ve sansür tasarılarının bir başka ülkenin mahkemelerinde anlatılmasını ve resmî kayıtlara geçmesini de herhâlde istemediler. Amerikalı savcılar İngiliz temyiz mahkemesinin Assange lehine verdiği karardan sonra o güne dek muhatap saymadıkları savunma avukatlarıyla pazarlığa başladılar. Assange’ın avukatlarına bakılırsa, Avustralya devletinin resmî görevlilerinin yardımı ve iki müttefik ülke arasındaki “diplomatik kanalların” işletilmesi de pay sahibiydi bu pazarlığın ilerlemesinde. Tüm bunlara rağmen Amerikalı savcıların ilk şartı, Assange’ın Casusluk Yasasını çiğnediğini kabul etmesi, yani suçunu itiraf etmesiydi. Bundan başka, söylenenlere bakılırsa Wikileaks ekibi kurucularının hürriyete kavuşmasının karşılığında ABD’ye dair henüz yayımlanmamış belgeleri imha etmeye de razı geldiler.[20] Assange son on dört senesini tutsak geçirmişti ve ABD’ye iadesi ertelense dahi bu ülkedeki dava kapanmadıkça İngiltere’deki mahkûmluğu sürecekti. Anlaşma olasılığının işitilmesinden sadece bir ay sonra Assange, ABD’nin en doğusundaki Mariana adalarında bir yargıcın önündeydi. Yargıç, sanığı Belmarsh’da harcadığı beş seneye mahkûm ederek serbest bıraktı ve İngiltere’den Pasifik’teki bir adaya inen özel uçak bu defa Avustralya kıtasına doğru havalandı.

Assange serbest kaldı ve doğduğu ülkeye döndü, belki de ailesiyle beraber gözlerden uzak bir yaşam kurmak istiyor. Eşiyle kol kola kameraların önünden çekildiği günden beri ortada yok. Assange zorla susturulana kadar kendisini kusursuz ifade edebilen birisiydi. Belmarsh’daki mahpusluğundan beri onun yerine eşi, avukatları ve dostları konuşuyorlar. Şimdi konuşmasına bir engel kalmadı ama kendisi susuyor, acaba başına gelenleri düşünmemizi mi istiyor? Assange’ın dünyadaki etkisinin ilk boyutu, Wikileaks’in yayımladığı belgelerin doğurduğu sonuçlardır. Manning dosyasının içerisinde yer alan ve Wikileaks’in adını duyuran cinayet görüntüleri sonucunda açılan soruşturmada Amerikan ordusu, gazetecileri, sivilleri ve çocukları öldüren askerlerin “çatışma kurallarına” uygun davrandıklarına hükmetti. Bu görüntüler, en çok ABD silâhlı kuvvetlerinin işlediği başka suçların gözle görülür delilleriyle, Ebu Gureyb ve Bagram cezaevlerindeki işkenceyi ona iştirak eden kişilerin hafızalarının ötesine taşıyan ve bu türden bir faaliyete hiç şâhit olmamış çoğunluğun hafızalarına işleyen fotoğraflarla beraber anılacak.[21] Uluslararası hukuka ve ABD’nin kendi yasalarına göre suç sayılan bu eylemlerin sorumluları da cezasız kaldılar. Wikileaks’in DNC ve Clinton arşivleri ise savaşları başlatan ve sürdüren siyasî yapıların işleyişine ışık tutmuşlardı. Demokratik Parti’ye ait yazışmaların dünyanın önüne çıkarılmasının en somut neticesi belki Clinton’ın sürpriz mağlûbiyetine ve Trump’ın zaferine yaptıkları katkıydı. Yazışmalar ayrıca Clinton’ın devletin dijital altyapısı yerine kendisine ait sunucuları kullandığını göstermiş ve seçimin hemen öncesinde bir FBI soruşturmasının başlamasına yol açmıştı.[22] Demokratik Parti yazışmalarının sızdırılışından istihbarat teşkilâtı ile parti yönetimi Rusya devletini sorumlu tutmuştu. Trump’ın Rusya ile buzları çözme ve enerji siyasetinde işbirliği tasarısı, dirilen soğuk savaşın ruhuyla tersine dönmüştü. Tüccar Trump, böylece ABD siyasetinin bazı hikmetinden sual olunmaz kurallarını öğrenmiş ve Rusya sermayedarlarıyla kurmak istediği kazan-kazan biçimindeki ilişkinin yerini hâkim dış siyasetin, nükleer savaşla beraber saf ve kesin bir “hiçe” varacak, “ya hep ya hiç” denklemi almıştı. Demokratik Parti’nin seçim mağlûbiyetinin üzerini örtmek amacıyla kurduğu “Ruslar geliyor!” senaryosu, dünyanın istikametinin değişmesinde, jeopolitik kutupların katılaşmasında ve Rusya ile Çin yakınlaşırken ABD’nin yalıtılmasında rol oynadı. Bunlardan başka Demokratik Parti belgeleri en fazla Bernie Sanders’a yapılan haksızlığa işaret ediyordu. Önseçime katılan adaylar arasında tarafsız kalması gereken parti yönetimi Clinton’ın ekibiyle işbirliği içerisinde Sanders’a karşı karalama kampanyaları hazırlamış ve bunları basına “sızdırmışlardı.” Sanders’ın Demokratik Parti yönetimince bir tehdit olarak görüldüğü gerçeği, Sanders önseçimi kaybettikten sonra Clinton’ı desteklemiş ve onun seçim kampanyasına katılmış olsa da, ona sadık seçmenlerin sandığa gitmemelerine ve Demokratik Parti’nin kalesi saydığı doğu eyaletlerini rakibine kaptırmasında muhtemelen pay sahibiydi. Wikileaks’in yayımladığı belgeler yukarıdaki somut ve gözlenebilir olayların ötesinde, zaten sürmekte olan geniş ve sınırları henüz belirsiz bir harekette, yerleşik kurumlara dönük kuşkular güçlenirken ‘merkez’ siyasetin zayıflamasında da rol oynadılar.

Wikileaks’in aydınlattığı gerçekler çoğunlukla büyük sırlar değil, varlığından zaten şüphe duyulan, konu hakkında bilgili kişilerin tahmin ettiği türden olgular, ilişkiler ve davranışlardı. Bunlar, yüzyılın büyük düşünürlerinden birinin tabiriyle “bilinen bilinmeyenler”di. Wikileaks’in ışık tuttuğu banal ve gündelik gerçeklik, Batı toplumlarının kendi siyasî düzenlerine karşı yılgınlıklarını derinleştirdi ve belki yeni siyasî arayışları süratlendirdi.

Assange tüm başarılı gazeteciler gibi insanlardan saklanan gerçekleri siyasî dönüşümlere zemin hazırlamaları için keşfedip yayımladığını birçok defa söylemişti. Assange aynı zamanda bir mercekti, başına gelenlerin aracılığıyla iktidarın doğasına ışık tutan. ABD merkezli iktidarın Assange’a çektirdiği çile ve bunu yapmaktaki umursamazlığı, yasaları ve her türlü sınırı açıkça, gururla çiğneyişi, Wikileaks’i ne türden bir tehdit saydığına işaret ediyor.

Assange, iktidarın kendisine ait saydığı bilgilere erişimi olan ve bir gün vicdanını dinleyebilecek herkese ders olması için; iktidara direnebilecek etkili yollar arayanları caydırmak için dünyanın gözleri önünde çarmıha gerildi. ABD’nin yürütme erki kendi yasalarını ve imzaladığı uluslararası anlaşmaların maddelerini çiğnediğinin ortaya çıkmasından elbette çekinmez çünkü kral hep haklıdır ama sırlarının ortaya dökülmesi her tür iktidarı korkutur, çünkü susmaları beklenenlerin konuşmaları suç ortaklığı bağlarının gevşediklerine işarettir. Wikileaks bazı soruları yanıtlarken bazı gizemlere de ancak zayıf ve titrek bir ışık tutabildi. Bunlardan birisi de sırlarını saklayabilmek için her tür suçu işlemekten çekinmeyenlerin, yüzlerini dünyadan saklayan maskeyi her yitirdiklerinde nasıl bir yenisini bulabildikleridir.

Ahmet Aşure

28 Temmuz 2024

Dipnotlar:

[1] “Julian Assange spent 5 years in a 2x3 meter cell, isolated 23 hours a day before his release on bail, WikiLeaks says”, 25 Haziran 2024, Business Insider.

[2] Eric Hughes, “A Cypherpunk’s Manifesto”, 9 Mart 1993, SNI.

[3] “War Diaries”, Wikileaks.

[4] “Collateral Murder”, Wikileaks.

[5] Ken Rudin, “Mark Felt Dies; ‘Deep Throat’ In Watergate Investigation Was 95”, 19 Aralık 2008, NPR.

[6] Glenn Greenwald, “The war on WikiLeaks and why it matters”, 27 Mart 2010, Salon.

[7] “Q+A: The case for and against Julian Assange”, 20 Aralık 2010, Reuters.

[8] “The Ruling of the UN Working Group on Arbitrary Detention on Julian Assange”, PDF.

[9] “Under Intense Pressure to Silence Wikileaks, Secretary of State Hillary Clinton Proposed Drone Strike on Julian Assange”, 2 Ekim 2016, True Pundit.

[10] Max Blumenthal, “‘The American friends’: New court files expose Sheldon Adelson’s security team in US spy operation against Julian Assange”, 14 Mayıs 2020, The Grayzone.

[11] “WikiLeaks’ Assange weds fiancée in London prison ceremony”, 23 Mart 2022, AP.

[12] “Hillary Clinton Email Archive”, Wikileaks.

[13] “DNC Email Archive”, Wikileaks.

[14] “Watch Trump praise WikiLeaks”, 11 Nisan 2019, YouTube.

[15] “Vault 7: Projects”, Wikileaks.

[16] “Text of Swedish prosecutor’s decision to drop Assange probe”, 19 Mayıs 2017, AP.

[17] Denis Rogatyuk, “Sell Out: How Corruption, Voter Fraud and a Neoliberal Turn Led Ecuador’s Lenin to Give Up Assange”, 14 Nisan 2019, The Grayzone.

[18] Paul Jay, “Mini Doc - Gore Vidal’s History of the National Security State”, 7 Şubat 2022, Substack.

[19] “USA v. Assange”, GFE.

[20] PDF.

[21] “Ten Years of Abu Ghraib”, 28 Nisan 2014, The New Yorker.

[22] “Statement by FBI Director James B. Comey on the Investigation of Secretary Hillary Clinton’s Use of a Personal E-Mail System”, 5 Temmuz 2016, FBI.