Loading...

Kadıköy


Marx, “Madde, düşünceyi belirler,” der. Bulunduğun mekân, var olduğun sınıf, yaşadığın, dokunduğun ve hissettiğin her şey sana bir düşünce biçimi sağlar. Oradan beslenir, bulunduğun hattan okur ve üretirsin yaşamı.

 

Doğal olarak, teoriyi belirlediğin unsur mekândan ve sınıftan ayrı düşünülemez.

 

1 Mayıs 2022’de İstanbul Maltepe’de alana girildiğinde ilk göze çarpan, bu alanın CHP mitinginden ayırt edilemeyen atmosferiydi. Kürsüde Özlem Gürses ve Emrah Parlak, fonda ise Tarkan’ın “Geççek” şarkısı… Ne yazıktır ki CHP’liler bu şarkıyı çalabilme cüreti elde edilebilmiş ve alandaki siyasî atmosferi yönlendirebilmişlerdi. 1 Mayıs, üniversitelerin bahar şenlikleri tadında bir aktiviteye dön(üş)müştür. Sol, edilgen hâle gelmiş, CHP’nin gölgesinde huzur bulmuştur. Bu utanç ise hepimizindir.

 

Çünkü bugün “sol”, devletin ve sermayenin kuklası hâline gelmiştir. Devlet bu yeni “sol”a bir alan vermiş, onu fikrî olarak işçiden ve halktan kopuk, küçük burjuva ideolojisinin karargâhı olan Kadıköy’e tıkmıştır. Ancak bu “çözüm” sol için bir sıkıntı değil aksine mutluluk kaynağı olmuştur. Çünkü bugün var olan solun tek derdi, alanlarda fizikî olarak diğer örgütlerden daha büyük olmak, “Mayıs” görevini bitirdikten sonra yaz tatillerinde kamp yapmak ve aldığı fonlarla kendi reklâmlarını yapmaktır.

 

Bugün Kadıköy gibi bir yerde yaşamak bir işçi için imkânsızken, işçiyi temsil ettiğini iddia edenlerin kendilerine tahsis edilen bu alanlarda rahatça yaşayabiliyor olmaları problem arz etmemektedir. Onlar, fabrika önlerine gidip dergi-gazete ya da broşürlerini verdikleri zaman işçilerin, devletin ve kendilerinin belirlediği çerçevede hemen bir “aydınlanma” yaşayıp örgütlerine katılmalarını hayal etmektedirler. Halkla, işçiyle kurdukları ilişki dışsaldır. İşçiyi sadece “ziyaret” ederler. Bağ kurmak için vakitleri ve istekleri yoktur çünkü yoksul mahallelerde kendilerinin arzu ettiği tarzda hareketli bir hayat bulunmaz. İnsanlar, akşamları 20:00-21:00’den sonra sokaklardan çekilir, yarınki iş için erkenden yatağa girerler. Peki, Kadıköy öyle midir? Her yerde, her sokakta gece yarılarına kadar içilir, müzik çalınır, eğlenilir; işte “sol” buna tav olmaktadır. 

 

Bu yüzdendir ki elektrik zamlarını protesto etmek için, bu ülkenin geçim sıkıntısı yaşayacak en son yerlerinden Şişli, Kadıköy ve Beşiktaş’ı tercih etmişlerdir. Buralar, elektrik faturalarının ne kadar geldiği ya da son ödeme tarihinin ne zaman olduğu ve en önemlisi, “Bir önceki aya ait ödenmemiş faturanız vardır,” uyarısının gittiği en son yerlerdir. Ülkenin refah düzeyi en yüksek yerlerinden birinde bu protestoyu yapmak, “dostlar alışverişte görsün” demekten başka bir şey değildir. O, aslında bunu diğer örgütlere yapmaktadır. Her hafta buralarda yapılan basın açıklamalarının, yürüyüşlerin sosyal medyada yayınlanması sadece reklâmdan ibarettir.

 

Tüm örgütsel çalışmalar Twitter’a sıkışmış ve buradan sunulan bir örgütçülük anlayışı geliştirilmiştir.

 

Twitter hesabını iki gün kapatsa siyaseti nasıl yapacağını bilemeyecek sürü ile insan yaratılmıştır. Beğenilme duygusu ve popüler olma kaygısı, ideolojik sapmalara neden olmuştur. Çünkü “sol”, Twitter ve Kadıköy’e sıkışıp kalmıştır, ki istenilen de zaten budur.

 

“Komşusu açken tok yatan bizden değildir,” diyenler, etrafında aç görmemek için zengin semtlere taşınmıştır. “Sol” bugün o muhafazakâra denk düşmekte ve ideolojisini oradan kurmaktadır. İşçiden-yoksuldan uzak, halktan kopuktur.

 

Yıllardır mücadelesini ve fikrini tüm baskılara rağmen ayakta tutan Kürt hareketi bile, HDP ile birlikte; Diyarbakır’ı, Cizre’yi tali; Ankara’yı, İstanbul’u esas mücadele alanı olarak görmeye başlamıştır. Türkiyelileşme ve batılılaşma siyaseti, Kürdü ve halkı meclisin gerisine itmiştir.  7’sinden 70’ine tüm halkı Newroz alanlarında görkemli direnişlere katmış, en uzak köyde bir haneye dahi dokunan o Kürt hareketi, bugün siyasetini Ankara’nın ve Kadıköy’ün renkli sokaklarına hapsetmiştir.

 

O Kadıköy’de solun ve HDP’nin gördüğü ise liberalizmdir. İşçinin ve halkın yerini; beyaz yakacılığın “şemsiyesinden” çıkan LGBT, feminizm, ve veganlık; mücadelenin yerini ise aktivizm almıştır.

 

Yalçın Küçük, Haberci isimli kitabında Aziz Nesin’in Büyük Grev adlı öyküsünü, “bir gazete sayfasına sığdırılmış bir büyük ekonomi politik dersi,” olarak tarif eder.

 

Büyük Grev’de özetle, aşırı üretimin doğal sonucu ürünlerin elde kalması ve bunların dış pazara pazarlanamamasından doğan bir kapitalizmin bunalımı işleniyor. Stoklar birikiyor; bu birikimi azaltacak tek çare olarak grev düşünülüyor.

 

“Büyük Grev” başlıyor ve büyük destek görüyor. Fabrika duruyor, birikmiş stoklar yüksek fiyatlara satılmaya başlanıyor. Dağıtıcılar, perakendeciler grev uzun sürebilir diye fabrikadaki stokları çekip, kendilerine stok yapmaya başlıyorlar. Ama hâlâ stoklarda ürünler var ve bu yüzden grev biraz daha devam etmelidir, deniyor. Devam ediyor, stoklar eriyor ve patron istediğini alıyor; elindeki tüm ürünleri satabiliyor.

 

Aziz Nesin, ciltlerce anlatılacak ekonomi politiği bir öyküde özetlemiştir. Patronlar her zaman grevlere karşı değildir, tıpkı devletin kendi kontrolünde olduğu ya da sınırlarını belirlediği “sol”a ve HDP’ye karşı olmadığı gibi…

 

Peki, Devlet neden sola ihtiyaç duyar?

 

Son 2 yıldır halka, “Devletin tüm yasaklarına uyun, tam kapanalım, herkesi, hatta çocukları aşılayalım, ağzımızdan maskeyi düşürmeyelim,” fikrini bu “sol” ısrarla dillendirmiştir. Dinlemeyenleri cahillikle, komploculukla suçlamıştır. Çünkü kendini halkın üstünde, aydınlar kamarasında görmektedirler. Siyaseti Kadıköy’den belirlemek buna denk düşmektedir.

 

Devletin sola olan ihtiyacı bitti mi peki? Tabii ki hayır.

 

Daha önümüze gıda ve iklim “krizleri” getirilecek. İşçinin, yoksulun daha fazla et yemesi gerektiğini savunmak yerine, et yememenin yahut yapay olanını tüketmenin önemi bu “sol” tarafından vaaz edilecektir. Çünkü “bilim” bunu gerektirir. Çünkü alınan fonlar boşa değildir.

 

Hakan Acar

11 Mayıs 2022