Loading...

Karanfilde ve Devrimde Israr: Lizbon’a Gece Treni


“Hepimiz, intikamını almak istediğimiz gizli bir yara uğruna savaşıyoruz!”

[Italo Calvino]

 

Sinema sanatının en önemli vurgusu hikâye anlatabilmektir. Elbette gösteren ve göstergeleriyle yeni anlamlar katanlar bu sanatı ebedi kılacaktır. Sinemanın anlattığı hikâye özellikle de kurmacadan ziyade tarihten bir kesit sunuyorsa, zaten ölümsüz olan tarihi bir olayı tekrar işlemek için biraz meşakkatli bir yol çizecek demektir. “Eisenstein; toplumsal misyonu, doğası ve yöntembilimi dolayısıyla, çatışkının genel anlamıyla sanatın ve tümdengelimde filmin temeli olduğunu savunur. Sanatın amacı, gerçek dünyanın karmaşıklığını ortaya çıkarmak, temsil etmek ve izleyicide doğru siyasî düşünceyi oluşturmak olmalıdır.”[1] Çünkü hem tarihsel olarak tutarlı olmak hem tarihsel bilgileri kurmacanın dinamiklerini bozmadan dramatikleştirmek hem de seyircisine o dönemi yaşatmak zorundadır.

Yönetmen, anlatıcılığına başlamadan önce ya seyircinin hikâyeye ikna olması için ya da hikâyede seyirciyi bir taraf olarak konumlandırabilmek için oldukça zor bir soruyla karşı karşıya kalır: “Bu tarihi olayın neresinde konumlanacağız? Duracağımız/yürüyeceğimiz güzergâhta ne kadar haklı ve ikna edici olabiliriz? Tarihin bu sayfasında seyirciyi ne kadar kışkırtabiliriz?”

Karanfil Devrimi’ne Giden Bir Trendeyiz!

Lizbon’a Gece Treni filmi, Portekiz yakın tarihinin kırılma momentumlarından Karanfil Devrimi’ni anlatmaktadır. Devrimin lokomotifi gizli örgütlenmeler filmin merkezinde yer alırken, yan öykülerdeyse; faşist yönetimin halk üzerindeki acımasız zulüm pratiği bireyler üzerindeki travmatik yansımalarıyla beyaz perdeden sızar.

Faşist yönetimlerin olmazsa olmazı gizli polis teşkilâtlarıdır. Ayrıksı sesleri kısabilmenin diğer etkili yollarından biri de kitapların yasaklanmasıdır. Film, bu ayrıntıyı temel almaktadır. Aslında elden ele dolaşan bir kitabın ve kitabı bulan okuyucuların hayatlarındaki köktenci-devrimsel dönüşümleri de aktarmaktadır.

Kitaptan Sokağa: “Halkın Sesleri!”

Bu filmdeki kitap, yolculuk eder ve Karanfil Devrimi’nin öznesi olan halkın seslerinin yansımalarını barındırır. Bir tıp öğrencisi olan Amadeu de Prado tarafında darbeden önce yazılmıştır. Öte yandan, Amadeu de Prado darbe günü intihar ederek ölmüştür. Devrimin olduğu tarihe de zaman zaman dönüş yapan hikâye, siyasallığını Lizbon kentine gittiğinde kazanmaktadır. İsviçre’nin Bern kentinde yağmurlu bir günde ve hüzün yüklü melodiler eşliğinde başlayan film, Portekiz’in Lizbon şehrinde devam ederken; bu kentte huzurlu, eğlenceli ezgilerle güneşli bir gün ile hikâyesini tamamlar. Portekiz’in 1975 yılındaki devriminin rengi kırmızıydı ve rengini karanfillerin renginden almaktaydı. Devrimin metninde, faşist yönetimin dönüşümü ve değişim yapma gerekliliğinden çok, yok olma zorunluluğu vardı. Bu noktada filmin temel fikrinin anlatıldığı ve hikâyede de geçen bir sözü manşete çekmek gerek: “Ortada bir diktatörlük varsa devrim vazifedir.”

Özdeşleşme-Yolculuk-Dönüşüm

Lizbon’a Gece Treni, seyirciyi yabancılaştırmaktan ziyade özdeşleştireceğimiz bakış açısıyla başlar: “Özdeşleşme kuramının film çözümleme aşamasındaki yeri sadece izleyici konumu ile sınırlı değildir ve filmin anlatı yapısı içinde çeşitli özne konumlarını da kapsar. Filmdeki karakterler asla sabit durmazlar ve çeşitli değişimler geçirirler.”[2]

Öncelikle ana karakterimiz Raimud ile birlikte ülke değiştiririz.

Filmde, kendimizle özdeşleştireceğimiz karakterle karşılaşır karşılaşmaz aslında bu senaryonun bir yol hikâyesi olduğunu çok geçmeden anlarız. Yol hikâyelerinde özne, genelde tek bir bireyin özel-özerk alanındadır. Seyirciler; karakterin kişisel yolculuğundaki başarı ve başarısızlıklar üzerinde kendi hayatları ile birtakım paydalarda buluşur. Bir filmin senaryosunda belli başlı başlangıçlar vardır. Bu ilk adımlar genelde karakteri tanımak üzerinden yol alırken, ilk adımları takip eden birkaç sahnenin ardından ana karakter bir sorun ile karşı karşıya kalır. Karakteri az çok tanıdığımız fikrinden yola çıkarak içinde bulunduğu çatışmaya ne cevap vereceğini kendi paydamızda, kendi merceğimizle seyre dalarız. İşte başarılı bir film, bu noktada gerekli tahriki yapacak ve artık bizi kendine çekmeyi başaracaktır.

Filmin açılışındaki “tadımlık” İsviçre sekansından sonra; öyküyü Lizbon’a yani Karanfil Devrimi’ne sürükleyecek olan edebiyat profesörü Raimund adlı karakteri tanırız. Profesörün bir sabah okula giderken köprüde intihar etmek üzere olan bir kızı kurtarmasıyla hikâye start alır. Senaryoda ana karakterin dönüşüm noktalarından ilki bu sahnedir. Çünkü intihar girişiminde bulunan kızın düşürdüğü kitap, Raimund’un bu kitabı sorgulayıp Portekiz’e gitmesine vesile olacaktır. Bir anda tüm yaşamını ardı sıra bırakıp kitabın kendisini sürüklemesine izin verecek, ona sunulan çağrıyı kabul etmiş olacaktır.

Raimund, bulduğu kitabı sorgularken hem özgürlüğü gölgesinden yol almakta hem de kendi içinde çözümleyemediği bir yola çıkmış olmaktadır. Kitapta okuduğu sözler gerek hayata gerekse siyasete ilişkin önemli alıntılardan oluşmaktadır. Tarihte bir devrim var ve biz bu devrimin hazırlık sürecini filmde bir kitap dolayımından izlemekteyiz.

Dinimiz ve Sınıfımız: Sadakat!

Filmin ana karakteri, kitabın yazarı Amadeu de Prado’nun ablasıyla tanıştığında onun nasıl bir birey, öğretmeni ile konuştuğunda ise nasıl bir öğrenci olduğunu öğrenir. Amadeu kilise etkisiyle eğitim almasına rağmen bu yapının tam zıddına dönüşmüştür. Okuldaki en yakın arkadaşı ve sonra da dava ortağı olacağı Joe ile okulda gizlice farklı disiplinlerde “asimetrik” okumalar yaparlar. Jean-Paul Sartre, Karl Marx, David Miller gibi teorisyenlerin kuramlarını incelerler. Manavın oğlu Jorge ile hâkimin oğlu Amadeu’nun arkadaş olması, birbiri ile taban tabana zıt toplumsal sınıfların bir düşüncede buluşmasının alegorisidir. Birisi işçi sınıfını temsil ederken diğeri de aristokratları simgelemektedir. Bu iki yakın arkadaş “dinimiz sadakat, değerlerimiz doğruluk” düsturuyla yola çıkmışlardır.

Film, paradigmatik çatışmaları incelerken, bazı zıtlıkları da temel almaktadır. Amadeu bir kilise okulunda okur ve burası tüm ülkenin en disiplinli okuludur. Mezuniyet töreninde yaptığı konuşması, din eksenli eğitimin altında ezilmek ya da şekil almak yerine, düzene bir eleştiri (kilisenin yapı-sökümü?) yapma gayesini taşır. Dine yönelik birtakım sualler sorar. Eğitim ve dinin şekillenmesine sebep olan yönetimin eleştirisini yapar. Faşist devletlerde, aynı Salazar yönetiminde olduğu gibi, din merkeze alınarak okullar hizaya sokulurken; farklı düşünce yapılarının oluşmasının da önü kesilir. Filmin devlet düzenine yönelik en temel eleştirisi, mezuniyet töreninde okunan metinde olmuştur. Dinî kalıpların ardına sığınmış değersiz sloganların karşısında özgür düşüncenin yok oluşu ve dilin yozlaşması eleştirilir. Salazar diktatörlüğünün dinsel-ahlâkî dezenformasyonu topa tutulur. Zira var olan yönetim, gücünü dinden almaktaydı ve en önemli destekçileri muhafazakâr kesim ve din âlimleriydi. Filmde din âlimlerinin vaiz kürsüsünde, saf sevginin zalimler ve katiller tarafından gasp edilirken affedilmeleri gerektiği vaazı da eleştirilmektedir.

Direnişin Onuru: “Daha Fazla Cesaret!”

Filmin gelişme kısmında çeşitli dostlukların ve düşmanlıkların, ana karakterin girdiği birtakım sınavların örneklerini görmekteyiz. Temelde Karanfil Devrimi’nin toplumda yerini nasıl bulduğu, nasıl taraftar topladığı, üç kişilik arkadaşlık grubu üzerinden anlatılmaktadır. Amadeu de Prado, okuldaki yakın arkadaşı Lorge ve Joao ile birlikte başlayan arkadaş grubu, direniş amacıyla yavaş yavaş büyüyüp güçlenmektedir. Ekiplerine yeni bir isim daha katılmıştır. Estefania, babasının “Sabotaj” suçundan tutuklanmasının ardından direniş hareketine girmiştir. Estefania’nın babası daha sonra da “yavaş ölüm” kampına götürülmüştür. Babasını öldürmeleri iki yıl sürmüştür. Faşist yönetim açısından çatlak sesleri kısma yöntemlerinin en acımasızı da “ölüm” kamplarıdır. Filmde bu vahşete değinerek dram oluşturmaktan çok, direnişin haklılığına bir çağrıda bulunulmuştur.

Bu sırada Estefania, devrimin anahtar ismi olacaktır. Çünkü darbe girişimi için aynı eylemde bulunacak olan kendi taraflarındaki direnişçilerin isimleri ve telefon numaralarını hafızasında tutmayı becermektedir. Böylece direniş başlamadan gizli polisler (PIDE — Portekiz Gizli Polisi) tarafından yakalanma ihtimalleri düşmektedir. Burada son derece zalim bir kuruluş olan PIDE’nin rejimin sağlamlığını bozmamak adına, ellerine geçirecekleri kişilere her şeyi yapabileceği seyirciye sezdirilmektedir.

Amadeu, henüz tıp okumaktayken, evinin bir odasını muayenehaneye çevirmiş, oraya oturdukları muhitten bazı hastaları kabul ediyordur. Bir gün PIDE’nin en önemli adamlarından biri olan Mendes, halkın meşru şiddetine maruz kalınca Amadeu tıp bilgisiyle Mendes’in kalbini yeniden hayata döndürmüştür. Amadeu’nun bu eylemini doğru bulmayan arkadaşları yine de direniş için ona bir şans verirler. Hâkim babasına rağmen Amadeu artık hükümete karşı direnecektir.

Filmin bu evresinde dava arkadaşlıklarının arasına “gönül işleri” girmiştir: Her şeyi ezberinde tutan Estefania, Jorge’u değil Amadeu’yu seçmiştir. Böylece hem yakın arkadaşlıkları hem de eylem paydaşlığı bitecektir. Amadeu  ve Estafania’nın  o bölgeden hatta ülkeden ayrılmaktan başka şansları yoktur; çünkü direnişin o kolundaki teslimat hareketliliğinin Amadeu’nun evindeki kliniğinde kullanıldığını PIDE’den Mendes bilmektedir. Ancak Amadeu’nun  Mendes’in hayatını kurtarmış olması, bu bilgiyi bilmesine rağmen kullanmasına engel olur.

Hikâyenin Karanlık Yüzü: Lizbon Kasabı!

“Karakterin Yolculuğu” modeline göre, film öykülerinin son evrelerinde karakterler yaşadıklarından ötürü değişim yaşamak durumundadırlar. Onca sınav, düşmanlık, savaş sona ererken karakterin başladığından farklı bir noktaya gelmesi gerekmektedir. Filmin nihai aşamasına geldiğimizde, Raimund’un son durağı Estefania olacaktır.

Estafania’nın hâlâ hayatta olduğunu, ezber gücü ve siyasetle ilişkisi münasebetiyle tarih öğretmeni olduğunu öğreniriz. Raimund, Estafania’yı görmesinin hemen öncesinde ise, filmin ilk evresinde intihara teşebbüs eden kızla karşılaşır. Kız Raimund’u bulmuştur. Kızın da gerçekte Mendes’in torunu olduğunu öğreniriz. Mendes için “Lizbon kasabının torunuyum,” der. Böylece, her ayrıntısını takip ettiğimiz Raimund’un yolculuğunun yanı sıra, hikâyenin “karanlık yüzünde” bizim fark etmediğimiz ikinci bir yolculuğu da Mendes’in torunu gerçekleştirmiş olur.

Yusuf Ulaş

30 Aralık 2023

Dipnotlar:

[1] Andrew M. Butler, Film Çalışmaları, Çeviren: Ali Toprak, Kalkedon Yayınları, İstanbul, 2018.

[2] Burak Bakır, Sinema ve Psikanaliz, Hayalet Kitap, İstanbul, 2008.