Ekonomistler, ekonomiye ilişkin temel bir veri dizisini rutin olarak görmezden geliyorlar.
Kâr çalışması, ekonomik disiplinin şaşırtıcı derecede ihmal edilen bir alt kümesi olmaya devam ediyor.
23 Haziran 1869'da, dünyadaki ilk işgücü istatistikleri bürosu Massachusetts eyalet meclisi tarafından gönülsüzce kuruldu. Devlet elitlerinin işçi sınıfının yükselen huzursuzluğunu bastırma çabası olduğu açık olan bu girişimde, yerel işçi liderlerine büronun kontrolü verildi. Üreticiler ve kapitalistler arasındaki güç dinamiklerine odaklı, epeydir devam eden Amerikan "özgür emek" ideolojisinden esinlenen büro yöneticileri, bir ekonominin sağlığını gerçekten ölçmek için yalnızca ücret ve fiyat verilerinin değil, aynı zamanda kâr oranlarının da toplanması gerektiği sonucuna vardılar.
Bu zor olacaktı. Büro, kârlarla ilgili olarak hazırladığı bir anketi gönderdiğinde, işletme sahiplerinden tek bir anket bile geri dönmedi. Tepesi atan büro yöneticileri meclise başvurarak bu kâr verilerini toplamak için yasal yetki talep etti. Talepleri reddedildi, yine de vazgeçmediler.
Ustalıkla, zengin Bostonlular tarafından yerel tasarruf bankalarına yatırılan para miktarı hakkında bir rapor yayınlayarak kâr tahminlerini araştırdılar. Bu "tarif edilemez biçimde muzır" raporun cüreti Karşısında hayrete düşen Boston seçkinleri için bu bardağı taşıran damla oldu. Büro şefleri 1873 yılında kovuldu ve yerlerine o zamanlar Çalışma Bürosu olarak adlandırılan federal kurumun ilk başkanı olarak 20 yıl çalışacak olan Carroll Wright getirildi. Wright daha sonra modern işgücü istatistiklerinin babası olarak görülecekti.
Seleflerinin aksine Wright, sert bir tüketimci yaklaşım benimsedi. İktidar sorunlarını tamamen görmezden gelerek; hayatını, ücret oranlarını, "fiyat seviyeleri" ve "yaşam standartları" gibi yeni kavramları ölçmenin bir yolu olarak, yaşam maliyeti endeksleriyle Karşılaştırmaya adadı. Ne kendisi ne de İşgücü İstatistikleri Bürosu hiçbir zaman kâr oranlarına bakmadılar.
“Kârları görmezden gelmek sadece entelektüel bir sorun değil, aynı zamanda siyasi ve sosyal bir sorundur.”
Massachusetts bürosunun kurucularının kovulmasının üzerinden neredeyse 150 yıl geçti, ancak konu söz konusu olan Amerikan ekonomik söylemi olduğuna göre bu hadise dün gerçekleşmiş de olabilirdi. Ana akım ekonomistler, düşünce kuruluşları ve gazeteciler enflasyon ve işsizlik oranlarının her onda bir puanlık artışına kafayı takmışken, kâr analizleri yalnız hissedar raporlarında, IRS (Amerikan İç Gelir İdaresi Başkanlığı) dosyalarında veya Bloomberg konsollarında bulabileceğiniz bir şey olarak kalıyor. Aslında, şirketlerin IRS'ye kârları hakkında söyledikleri, hissedarlara söyledikleriyle çok az benzerlik göstermekte ve bu da uzman analizini daha da önemli hale getirmektedir.
Kâr motivasyonuyla hareket eden bir kapitalist ekonomide yaşıyoruz. Yine de, ironik bir şekilde, kâr çalışmaları ekonomi disiplininin şaşırtıcı derecede ihmal edilen bir alt kümesi olmaya devam ediyor. Bugüne kadar hiçbir Nobel Ekonomi Ödülü kâr çalışmasına verilmedi. Ekonomistler yayınlarını sayısız kategoriye ayırırlar (Journal of Economic Literature'ın J3 kodu "ücretler, tazminatlar ve işgücü maliyetleri" anlamına gelir), ancak kârlar için bir kategori yoktur. American Economic Review, başlığında kâr kelimesi geçen bir makaleyi en son 2014 yılında yayınladı. Makale yirminci yüzyılın başındaki Japon tekstil endüstrisi hakkındaydı. Ölçütlere gelince, Carroll Wright'ın İşgücü İstatistikleri Bürosu hala güçlü bir şekilde varlığını korurken bir Sermaye İstatistikleri Bürosu yok.
Kârları görmezden gelmek sadece entelektüel bir sorun değil, aynı zamanda siyasi ve sosyal bir sorundur. Bu durum hiç bu kadar göze batmamıştı. Mağarada yaşamayan herkesin duyduğu gibi, tüketici fiyatları geçtiğimiz yıl arttı. (Bunu Wright tarafından icat edilen tüketici fiyat endeksi veya TÜFE sayesinde biliyoruz.) Bununla birlikte, çoğu Amerikalı tarafından çok daha az bilinen bir gerçek de, tüketici fiyatlarındaki bu artışla aynı zamanda şirket kârlarında sarsıcı bir sıçrama yaşanmış olmasıdır.
Bu sıçramaya rağmen, ekonomistler dikkatlerini fiyatları yükselten dev şirketlere değil, onları tüketen sıradan Amerikalılara çevirdiler. Genel olarak ana akım ekonomistler sorunu, hükümetin işçileri çok güçlendiren, maaşları yükselten ve talebin arzın önüne geçmesi nedeniyle tüketici fiyatlarının artmasına yol açan genişlemeci mali ve parasal politikaları olarak görüyor. Onlara sorarsanız ekonomi "aşırı ısınıyor" ve harcamaları kısarak, faiz oranlarını yükselterek ya da ücretleri düşürerek çalışanların alım gücünü zayıflatmak yoluyla ekonomiyi soğutmaktan başka çare yok.
Eğer ekonomi daha çok yönlü bir disiplin olsaydı, Amerikalılar çok farklı bir hikaye dinliyor olurlardı; ekonomiyi modellemenin başlangıç temelinin tam rekabetçi piyasalar varsayımı değil, kurumsal yoğunlaşma ve asimetrik pazar gücü olduğu bir hikaye. Bu yaklaşıma göre, büyük şirketler genellikle "fiyat alıcılar" değil, "fiyat yapıcılar" dır ve fiyatları yükselterek kârları artırmak teorik bir imkansızlık değil, daha önce büyük bir işletme yönetmiş olan herkesin bildiği ampirik bir gerçektir.
Maalesef, bu tür teorilerin hepsi -Massachusetts Çalışma İstatistikleri Bürosu'nun kurucuları gibi- ekonomi disiplini ve söyleminden dışlanmıştır. İster Avusturyalı Joseph Schumpeter gibi tüm kapitalist yenilik teorisini tekel kârlarına dayandıran sağ eğilimli ekonomistler, ister Joan Robinson gibi büyük şirketlerin önemli bir piyasa gücüne sahip olduğunu varsayan ekonomi modelleri inşa eden sol eğilimli post-Keynesyenler ya da rekabetin doğal bir veri olmadığına, bir politika hedefi olduğuna inanan Brandesyen düşünürler olsun, bu tür seslerin değil Washington'da, ABD'nin önde gelen ekonomi departmanlarının neredeyse hiçbirinde yeri yoktur. Enflasyonu düşürmek adına işçileri bir kez daha incitmeden önce, bu sesleri tekrar duymamızın zamanı geldi.
Eli Cook
18 Mart 2022