(Nottingham Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim görevlisi Dr. Thamil Ananthavinayagan, Sri Lanka deneyimi üzerinden, üçüncü dünya elitlerine karşı direnişi değerlendiriyor.)
Bugünlerde Sri Lanka rupisi, dolar karşısında neredeyse %45’lik bir düşüş yaşıyor. Döviz rezervleri 1 milyar doların altına inerek, tükenme noktasına geldi. Bununla beraber, ada halkının, yılın geriye kalanında ödemesi gereken borç tutarı 4 milyar doları buluyor ki bu tutarın 1 milyarı 2022 Temmuz’unda vadesi dolacak olan devlet tahvillerine gidecek. Sri Lanka her an temerrüde düşme, borcunu ödeyememe sorunuyla yüzleşebilir. Bu arka plana karşılık Dünya Bankası, mevcut finansal krize yönelik, 400 milyonu kısa süre içinde piyasaya sürülmek üzere, 600 milyon dolar malî yardım sağlayacak.
Finansal erime, evleri karanlıkta bırakan elektrik kesintilerinin yaşandığı, benzin istasyonları önünde kilometrelerce uzunluktaki kuyrukların oluştuğu, eczanelerin ve hastanelerin en yaşamsal ilaçlara erişememesine sebep olan tıbbî krizin fitilinin ateşlendiği koşullarda, bilhassa ülkedeki en savunmasız kesimlere darbe vurdu. Okullarda sınavlar ve gazete basımları iptal edilmek zorunda kaldı. Sebebi, devletin ve basımevlerinin baskı için gereken kâğıdın maddî külfetini karşılayamamaları. Bir yandan da ülkenin 22 milyonluk nüfusunu bekleyen kıtlığın eli kulağında olduğu yönünde uyarılarda bulunuluyor.
Halk sokaklarda ve tepki büyüyor. Peki ama bu gidişatın varacağı bir nokta var mı?
Artan Protestolar: Sri Lanka’nın Sömürge Sonrası Tarihinde Bir Arınma Dönemi mi?
Sri Lanka, onlarca yılın en güçlü protestolarına şahit oluyor, peki tüm bu protestolar, Tamiller boğazlanırken ve Müslümanlara zulmedilirken neredeydi? Görünüşe göre bu protestoların fitili, çoğunluğu oluşturan Sinhala topluluğunun, kendi üst zümreleri tarafından, Çin ve Hindistan gibi yeni dönemin sömürgeci unsurları ile uluslararası finansal kurumlarının ortaklaşa, ülke sermayesini talan ettiği gerçeğinin aniden farkına varmasıyla birlikte ateşlendi.
Bir yorumcu şöyle yazmış:
“Protestolar, reform taleplerini, ani gelişen finansal krizin ötesinde bir alana yöneltti. Gota Go Gama’da[1] göstericiler, belirli talepleri dillendirmek amacıyla protesto heyetleri meydana getirdiler. Bu heyetler, mevcut yönetimin değişmesi, politik sistemin yeniden inşası, ülkenin, Tamil halkının eziyete uğradığı kuzey ve doğu bölgelerinde askerî yönetimin kaldırılması gibi talepleri dillendirdiler. Ayrıca, anayasal reformlar, parlamento reformları, (bilhassa kuzey ve doğudaki Tamil halkına karşı devlet eliyle uygulanan) şiddet, özgür basına yönelik tehditler ve çevresel adalet gibi konulara eğilen programları benimsediler.”
Oysa işin aslı şu: Sri Lanka, uluslararası hukuku kendi lehine manipüle eden, kullanan üçüncü dünya elitlerince zapt edilmiş durumda. Bunun faturasını halk ödüyor. Eskinin sömürgeci egemenleriyle yol ve biçimi efendileri tarafından belirlenmiş yeni bir uluslararası hukuk rejimini müzakere etmek için bu üçüncü dünya elitlerine aynı masaya oturma iznini sömürgecilik verdi.
Sömürgecilik sona ermiş olabilir, ancak sömürgeci devlet ölmedi. Üçüncü dünya elitleri, batının hegemonik projesini destekledi, teşvik etti ve onu içselleştirdiler. Bu elitler, Frantz Fanon’un deyimiyle, sömürgeci ve yeni sömürgeci güçleri taklit ederek iktidara yükseldiler. Sri Lanka yönetici elitleri, ekonomik kalkınma ve neoliberal yayılmanın üzerinde daha fazla durdular. Bu kalkınma, etnik kimliğe zıt bir görüntü çizse de sanayileşmede ve modernizasyonda ilerleme anlamına geliyordu. Sürecin sonunda “otoritenin kaynağı ve biat edilen” devlet olacaktı, bir etnik grup değil. Kalkınmanın devleti tarafsız değildi, aksine o, etnik çekişmenin, elitlerarası rekabetin ve neticede iktidarın gasp edilip etnik tahakküme dönüştüğü bir arenaydı.
Uluslararası Hukuk Elitleri Sorumlu Tutma Konusunda Bir Rol Oynayabilir mi?
Prof. Muttucoomaraswamy Sornarajah şunu söylüyor:
“Tarihsel düzlemde uluslararası hukuk, bir aygıt olarak, Dünya halklarının ezici çoğunluğunun köleleştirilmek gibi bir işleve sahiptir. Bir aygıt olarak uluslararası hukukun kullanılmaya devam edilmesi ihtimali, üçüncü dünyanın uluslararası hukukçularını uluslararası hukuk disiplinine şüpheyle yaklaşmaya iterken, bir yandan da onların, bu aygıtın kullanılmasının insanlığın hayrına sonuç verme imkânına sahip olduğunu tespit etmelerine neden oluyor.”
Aslında burada vurgu, küresel adalet zemininde bir değişikliğin yaşanabilmesi için sivil toplum alanındaki aktörlere yapılmalı, buradan da muktedir olan batılı güçlerin ve üçüncü dünyanın ayrıcalıklı kesiminin hesap vermeleri sağlanmalı. Sri Lanka deneyimi göstermektedir ki, bir yandan uluslararası hukukun devreye sokulması, bir yandan da sivil toplum alanındaki aktörlerin dönüşümün fitilini ateşleyen unsurlar olarak kullanılması durumunda, mütevazı da olsa kimi değişimleri gerçekleştirmek mümkün.
Sivil toplum alanındaki aktörler, “ülke sınırlarını aşan etkilere sahip, uluslararası siyaset alanında faal olan aktörlerdir.” Kalkınma ve küreselleşme çağında insan hakları ihlâlleri, büyümenin doğal ve zorunlu sonucu gibi görülüyor, ancak aslında bu ihlâller, küresel korporatizm ile güney ülkelerinin egemenleri arasında kalıcı ve kendisini yineleyen ilişkilerin yol açtığı, planlı gelişen bir dertten başka bir şey değil. Aralarındaki mütekabiliyet ölçüsünde yabancı ve yerli elitler arasında oluşan birlikler, serveti kendi ellerinde topladılar. Batı’nın hâkim olduğu uluslararası hukuk bu uğurda kullanıldı. Bu kullanım, bir yandan servetin toplaşacağı uygun ortamı yaratırken, bir yandan da ülke içerisinde kast, cinsiyet, etnisite, inanç gibi konularda var olan adaletsizliklere hiç dokunmadı. Neticede “iktidarın dışında tutulanlar, haklar temelli dili ve pratikte değişim için halk hareketliliğini daimî kılacak uluslararası hukukun dilini özümseme ihtiyacı duydu.”
Sonuç
Direnişin biçimi, önceleri sıklıkla gözlenen, hatta Batı dünyasınca hoş karşılanan protestoların ötesine geçti. O günlerde, Sri Lanka’daki gelişmeleri yüzeysel, iyimser ve Batılı bir gözle ele alan bir yorumcu, şunları söylüyordu:
“Bu eylemler, umudun işaretleri, bu eylemler, kuruluşundan elli yıl sonra bu örselenmiş ülkeye kendi cumhuriyetini ve kaderini yeniden inşa etme şansı sunuyorlar. Çoğulcu ve ekonomik olarak istikrarlı bir toplumun inşası için gereken yollar henüz net olmasa da Sri Lankalılar, değişime yönelik adımlarını önceki yıllarda görülmemiş bir hızla atıyorlar.”
Bu yorumcu yanılıyor. Birçok üçüncü dünya klanı ve eliti gibi Rajapakse klanı[2] da tarihe ait bir sapma ve kusur değil. Gerçek hayatta bir karşılığı var. Onlar, küresel finans kapitale sadık. Bu klanın üyeleri, uluslararası hegemonyanın bekası için uluslararası hukukun manipüle edilmesinde pay ve çıkar sahibi.
Hegemonya karşıtı bir direniş inşa edebilmek için halk kitlelerinin, sömürgecilik sonrası toplum konusunda geliştirdikleri neoliberal paradigmalar dâhilinde elitlerin ülkedeki farklılıkları kullanmalarının çilesini hep birlikte çektiğimizi görmeleri, direnişimizin bu çileden kök aldığını anlamaları gerekiyor. Batılı kurumlara ve uluslararası kanunlara boyun eğen bir dünya ekonomisinin inşasına tam da bu neoliberal paradigma katkıda bulundu. Balakrishnan Rajagopal bizlere, hegemonya karşıtı direnişle aramızdaki bağı kopartmamamızın gerekçelerinin genel çerçevesini çizen yazısında şunları söylüyor:
“Hegemonya karşıtı bir uluslararası hukukun olmazsa olmazı, kurum fetişizmine yönelik eleştiridir. Bu eleştiri, iki sebepten önemlidir: İlk sebep, hegemonyanın kurumsallaşmasına ve pekiştirilmesine mani olunması, ikinci sebepse ilgili süreçte direnişin önemli bir kısmının yaşadığı çözülmenin önünün alınması.”
Bu tür protestolar, Sri Lanka gibi üçüncü dünya ülkelerinde halklar, ancak ortak çile ve derdin sahip olduğu potansiyeli anlayıp, yabancı sömürgeciyi taklit eden, sömürge sonrası topluma hâkim yerli sömürgeciden kurtulduğu vakit sömürgeciliğe bir son verebilirler. Obi Okafor’un Independent Expert on Human Rights and International Solidarity [“İnsan Hakları ve Uluslararası Dayanışmayla İlgili Bağımsız Uzman Raporu”] adlı raporunda dediği gibi,
“artan ekonomik güvensizlik hissi, birçok toplumun muhtelif kesimlerini olumsuz etkiliyor. Bu ekonomik güvensizlik ve sermayenin dağılımında artan eşitsizlik, tüm insan haklarını, bilhassa ekonomik ve sosyal hakların kullanımını tehdit ediyor. Bu, aynı zamanda insan hakları temelli uluslararası dayanışmaya karşı da bir tehdit teşkil ediyor.”
Uluslararası hukuk, ancak üçüncü dünya halkları, bu elitlerin insanların ekonomik güvencesini kimlik siyasetiyle tehlikeye attıklarını anladıkları vakit gerçekten uluslararası bir içerik kazanır ve halkların hukukuna dönüşür.
Dr. Thamil Ananthavinayagan
09 Mayıs 2022
Dipnotlar:
[1] Gota, cumhurbaşkanı Gotabaya Rajapaksa’nın adının kısaltması olup, eylemlerde kullanılan “Gota Go Gama” [“Gota Köyüne Dön”] ifadesi bir sloganken Galle Face bölgesinde, eylemcilerin ele geçirip kurdukları, içinde ücretsiz temel ihtiyaç noktaları, tartışma alanı, kapsamlı bir kütüphanesi ve sinema salonu ki burayı ‘biber gazı sineması’ diye adlandırmışlar, gibi mekânların bulunduğu bir alanın adı olarak anılmaya başlanmış -çn.
[2] Adını en çok Tamil kıyımıyla duyduğumuz ülkeyi iktisadî ve politik anlamda parsellemiş ailenin adı. Cumhurbaşkanı ve yakın zamanda istifasını veren başbakan bu aileye mensuptur -çn.