Loading...

Mayıs Olayları -II-


I. Hipotez

Başlarken, en azından Fransa ve İtalya'da, aynı zamanda Almanya, İspanya ve ABD'de “öğrenci hareketi”nin gerçekte esasen taşıyamadığı bir unvanla taçlandırıldığına dair gözlemimi aktarmak isterim.

Bu bakımdan, Fransa'da Mayıs 1968 bir tür bilimsel deneydi, birçok gizli gerçeğin ortaya çıktığı bir doğrulama testiydi. Her şeyden önce, şu gerçeği dillendirmek gerekiyor: Öğrenciler, en azından olayların başında, en katı manada belirli bir üstünlüğe ve temel bir role sahip olduklarını düşündükleri için, kendilerinden daha önemli olan başka toplumsal katmanların fiili varlığını kabul etmeme eğilimi içine giriyorlar. Bu katmanların başında liseliler geliyor ve bu kesim, teknik okul öğrencilerini, hatta ilkokula giden son sınıf öğrencilerini içeriyor. Bu öğrencilerin dışında, bir de farklı katmanlara ayrılmış, geniş bir genç “entelektüel işçi” kesimi var ve bu kesim; genç doktorları, avukatları, sanatçıları, mimarları, mühendisleri, gazetecileri, düşük ve orta düzey beyaz yakalı işçileri, teknisyenleri, öğretmenleri, araştırmacıları vs. kapsıyor.

Esasında “öğrenci hareketi” ifadesi, fazla belirsiz ve tek boyutlu bir ifade. Dolayısıyla yanlış olan bu ifade, genç entelektüel işçilerin muhtelif katmanlarını ve genç öğrencilerin muhtelif katmanlarının ortaya koyduğu, mayıs ayı içerisinde kesişen farklı faaliyetleri kapsıyor. Bu muazzam çeşitlilik, mayıs ayında meydana gelen birçok şeyi, hem eylemler arası çakışmaları (örneğin, genç sanatçıların ve mimarların muazzam afişlerini) hem de çatışmaları ve hatta ayrışmayı açıklıyor.

Bu büyük çeşitliliğin ortasında ortak bir unsur hâkimdi. Küçük burjuva kökenli bu kitleye ortak bir ideolojik kaynak hükmediyordu: küçük burjuva ideolojisi. Ancak aynı çeşitlilik, mayıs ayında ifade edilen küçük burjuva ideolojisinin farklı varyantlarını açıklamaya yardımcı oluyor: Bu ideoloji sadece hâkim liberter anarşizmde değil, ayrıca Troçkizmde, anarko sendikalizmde, Guevaracılıkta ve Çin Kültür Devrimi ideolojisinde karşılık buluyor. Bu arada, Almanya ve İtalya'daki öğrenci gençler için çok önemli olan Marcuse’ün doğrudan etkisinin Fransa’da neredeyse sıfır olduğunu belirtmek gerek.

Diğer bir gözlemimse şu şekilde: “Öğrenci hareketi” denilen unvan, az önce söylediklerim ışığında büyük bir belirsizlikle malul. Bu belirsizliğin bir delili de öğrencilerin eylemlerini “hareket” olarak niteliyor olmaları ki bu, onların niyetleri ve işçi hareketine yönelik hayranlıkları dikkate alındığında gayet anlaşılır bir durum. Ama öğrencilerin bu unvanın hakkını vermeleri güç. Çünkü kanaatimce işçi hareketi, taşıdığı bu unvanı bir toplumsal sınıfın (proletaryanın), nesnel planda devrimci bir sınıfın hareketi olduğu için hak ediyor. Üniversite öğrencileri, lise öğrencileri ve genç entelektüel işçiler bir sınıf değil, küçük burjuva ideolojisine sahip “orta tabaka”yı teşkil ediyorlar. Dahası, bazı üyeleri otantik devrimci militanlara dönüşse bile objektif olarak devrimci değiller (Marx ve Lenin, tam da toplumsal kökenleri itibarıyla küçük burjuva aydınlardı.)

“Öğrenci hareketi”nin gerçek bir hareket, yani birleşik bir hareket olmadığı, mayıs ayında hem alınan inisiyatifler hem de yapılan eylemler düzleminde yaşanan ayrışmalar ve çatışmalarda net bir biçimde görüldü. Örneğin temel yönelim itibarıyla öğrenci partisi olmayan Birleşik Sosyalist Parti gibi bir politik partinin ideolojik müdahalelerinin kendisini yönetmesine izin verdiğine göre, Charléty gibi yerlerde ortaya çıkan öğrenci hareketi, gerçek bir hareket olarak görülemezdi.

Bunları söylerken öğrenci yoldaşlarımızın kendilerini “hareket” olarak niteleme hakkını reddetmek istemem. Zira bu ifade, onların akademik ve mesleki kurumların sınırlarını aşıp kapitalist devletin tüm yapısına saldıracak birleşik eyleme ve birleşik örgütlenmeye dair arzularını ortaya koyuyor. Benim niyetim, hareketi uygun bir bakış açısı dâhilinde değerlendirmek.

Bu anlamda şu önemli gerçeği dikkate almak gerekiyor: Bu hareket, bir iki ülkeyi değil, pratikte tüm kapitalist ülkeleri hatta birkaç sosyalist ülkeyi hedefe koyan bir harekettir. On beş yıl önce başlamış olan bu hareket ileriye dönük önemli adımlar atmayı bilmiş, Fransa’da Mayıs 1968’de zirvesine ulaşmazdan önce -Türkiye’de faşist diktatörlüğün ezdiği o muhteşem öğrenci hareketi türünden- kimi dikkat çekici hatalara imza atmıştır.

1955'te doğan bu uzun ömürlü beynelmilel hareket zaferlerle ve yenilgilerle ilerledi, geriye düştü ama sonra çarpıcı bir hamleyle toparlanmayı bilerek bugüne geldi.

Peki o vakit tarihsel planda herhangi bir emsali bulunmayan, kaçınılmaz yenilgilere rağmen yok edilemeyen, ileride de yenilgilerle yüzleşecek olan ama bir daha asla durdurulamayacak olan bu olay neyin nesidir?

Sahip olduğum sınırlı bilgi temelinde bu soruya belirli bir izahat sunabilmek adına aşağıdaki temel hipotezi sunmak isterim: Bu beynelmilel hareket, son tahlilde, ölümün eşiğinde olan, kriz içerisinde kıvranan emperyalizmin tahrik ettiği, küçük burjuvazinin fiili ortamında en genel manada ütopyacı-solcu biçimler altında sürdürülen sınıf mücadelesinin kendiliğinden biçimlerinden birisidir.

Uluslararası antiemperyalist sınıf mücadelelerinin bu hareketin doğuşu ve gelişimi üzerindeki etkisine dair kanıt bulmak çok da zor değil. Sadece en önemlilerini belirtmek gerekirse Cezayir'deki savaşın genç öğrenciler ve entelektüeller üzerindeki etkisini, Küba Devrimi’ni, "Che"nin kahramanca ama politik olarak maliyetli bir ölümle karşılaştığı Latin Amerika'daki gerilla savaşını, Vietnam halkının dünyanın en büyük askeri gücünün saldırısına karşı verdiği o muazzam ve muzaffer mücadeleyi, Çin Kültür Devrimi’ni, Afro-Amerikalıların ABD'nin büyük şehirlerindeki şiddetli isyanı ve Filistin direnişini hatırlayalım. Bu antiemperyalist mücadeleler, genç işçiler de dâhil olmak üzere ülkelerimizin çağdaş gençleri arasında olağanüstü bir anlama çabası ve kabulle karşılaştı (Unutmayalım ki Fransa'da Cezayir savaşı için seferber olan proleter ve köylü gençlerdi. General Salan'ın Cezayir ayaklanması için başlattığı “Darbe Operasyonu”nu felce uğratan ve subayların tereddüt yaşamasını sağlayan onlardı. O gençler aldıkları bu dersi hiç unutmadılar.)

Doğal olarak, 1930'dan 1960'a kadar uzanan sürece damga vuran olaylar ardı ardına gerçekleşmiş, burjuva ideolojisini son derece kırılgan ve savunmasız bir hâle sokmuş olmasaydı bu anlayış bu denli derin olmazdı. Mussolini'nin faşizmi, Hitler'in Nazizm'i, İspanya İç Savaşı ve cumhuriyetçilerin uluslararası faşizmin darbeleri altında yaşadığı yenilgisi, İkinci Dünya Savaşı, Orta Avrupa'da, özellikle Çin'de bu savaştan kaynaklanan devrimler, "Üçüncü Dünya" ülkelerinin siyasi ve kimi zaman sosyal kurtuluşu, yenilgilerin yanı sıra "zaferler" (Kore, Vietnam!), "müttefiklerinin" zayıflığı ve çelişkileri sonucu emperyalizmin tek uluslararası jandarması hâline gelen ABD'nin doğrudan siyasi ve askeri müdahaleleri, kısacası, burjuvazinin devasa ekonomik ve askeri güçlerinin siyasi ve ideolojik iktidarsızlığının kamuoyuna faş edilmesi… tüm bu olaylar, tamamen yok edilmemiş olsa bile, geleneksel burjuva ideolojisinin gücünü, bugün hâlâ etkili olsa da neredeyse yok olmanın eşiğine getirmiştir.

Bu, oldukça önemli bir gerçekliktir ve bu gerçekliğe gereken değeri vermemek, hâkim sınıfın ideolojisi olan bu burjuva ideolojisinin yenilgilerinden az bahsetmek, büyük bir hata olacaktır. Bu yenilgi, tüm dünyayı kuşatan bir yenilgidir. İsyandaki küçük burjuvazi, Marksizm-Leninizme uzanan yolu “çocuksu”, ütopik ve ideolojik biçimlerde arasa da bu yenilgi sayesinde Marksist-Leninist ideoloji hegemonya oluşturma imkânı bulacağı bir boşluğa, geniş bir kapı aralığına kavuşmuştur. Her şeyden önce biz biliyoruz ki anarşizm, anarko sendikalizm, yeni Lüksemburgculuk ve en genel manada “solculuk” biçimi alan ütopyacılık, Lenin’in de ifade ettiği gibi, ancak uygun bir tedaviden geçtiği takdirde ıslah edilebilecek bir çocukluk hastalığıdır.

Dolayısıyla, bir yandan emperyalizme karşı verilen muzaffer mücadelenin prestijli örneklerinin, diğer yandan burjuva ideolojisinin gerçekte yaşadığı yenilginin açtığı boşluğun, öğrenci ve entelektüel gençliğin ideolojik isyanı için geniş bir savaş alanı açmasına kimse şaşırmasın.

Buna ek olarak belirtmek gerekiyor ki emperyalizmin ekonomik krizi, sadece sömürülen işçi sınıfının değil, aynı zamanda, belki de ilk kez, doğrudan küçük burjuvazinin nispeten iyi durumda olan tabakalarının (ara kadroların, mühendislerin, öğretmenlerin, araştırmacıların vs.) maddi varlığını etkiliyor. Bu kesimler işsizlik yükünün altında bunalıyorlar, bu anlamda söz konusu kesimin aynı işsizliği yaşamayı bekleyen çocuklarının savaş alanına hücum etmesine şaşırmamak gerekiyor.

Emperyalizmin politika, ekonomi ve ideoloji düzleminde çektiği ölüm sancıları, küçük burjuva gençliğin devlete ait kimi kapitalist aygıtlara saldırması için gerekli koşulları oluşturdu. Bu aygıtlar içerisinde ilk saldırıya uğrayansa eğitim sistemi, yani burjuva ideolojisinin bugün giderilmesi imkânsız bir zafiyetle malul olan ideolojik beyin yıkama aygıtı oldu.

Bu nedenle ben, geliştirdiğim hipotez dâhilinde, genç öğrencilerin ve entelektüellerin hareketinin hem ulusal hem de uluslararası düzeyde, ideolojik bir isyan olarak değerlendirilmesi gerektiğini söylüyorum. (Önemli Not: İdeolojik bir isyan, öğrencilerin çok kolay inandığı gibi, kapitalist ülkelerin eğitim sistemlerine ait aygıtlara saldıran kendiliğinden ve kendisi için bir politik devrim değildir.)

Şimdilik bu aşamadayız. Ama bence insan nereden geldiğini ve hangi tarihsel derinliklerde kökleri olduğunu biliyorsa nereye gittiği veya herhangi bir olayda yönelimin ne yöne doğru olduğu, olayların onca iniş çıkışın ardından nerede sona ereceği konusunda makul öngörülerde bulunabilir.

Esasında kapitalist ülkeler, genç öğrencilerin ve entelektüellerin ideolojik isyanlarına ilk kez sahne olmuyor. Yirmilerdeki isyanlar, Batı Avrupa'daki sürrealizm ve Rusya'daki Proleter Kültür akımı da birer ideolojik isyandı. Ancak, o zamanın dünya durumuyla ilgili emperyalizmin gücü ve burjuva ideolojisinin gücü türünden nedenlere veya -Rusya’da görülen türden- başka nedenlere bağlı olarak bu hareketler, sözlerini yerine getirmediler. Bu hareketler, en azından Batı Avrupa’da, çocukluk hastalığı aşamasının ötesine geçemediler.

İkinci Dünya Savaşı öncesi tüm Avrupa ve Japonya’daki faşist hareketlerin "ideolojik isyanına" gençlik kitlelerinin de büyük bir hevesle seferber edildiğini bilmeyen yok. Ancak büyük burjuvazinin işçi sınıfına karşı savaşmak için siyasi lider olarak benimsediği faşist liderler tarafından bir şekilde sömürülen bu isyan, faşistlerin korkunç yöntemleriyle çarpıtılıp çürütülmüş, ardından Mihver güçlerinin yürüttüğü savaşlarda katledilmiştir.

Bugünse her şey tamamen farklı. Faşist hareketler, egemen sınıfın neo-faşist tepkisinin gerçek, nesnel ve hatta yakın tehlikelerine rağmen, öğrenci gençler arasından paralı asker toplama şansına neredeyse hiç sahip değil. Burjuvazi, gençlerinin en iyileri üzerindeki ideolojik etkisini kesin olarak kaybettiği gerçeğini artık idrak etse iyi olur.

Bu gerçeğe bağlı olarak, yanılma korkusuna kapılmadan şunu söyleyebiliriz: Zaman zaman kimi unsurlarında görülen ve tehlike arz eden nesnel antikomünizm gibi bazı kusurlarından bağımsız olarak, gençlerin dünya genelinde gerçekleştirdiği ideolojik isyan, nesnel planda, kesin olarak ilericidir ve emperyalizme karşı yürütülen beynelmilel sınıf mücadelesi dâhilinde sahip olduğu sınırlar ve ulaştığı düzey bakımından asla göz ardı edilemeyecek olumlu bir role sahiptir.

Öğrenci Hareketi'nin yüzleşmesi gereken ama henüz büyük ölçüde efsanelere yaslanan dili dâhilinde yüzleşmediği temel ve can alıcı soru şudur: Öğrenci Hareketi, hangi koşullarda, hangi zaman diliminde ve hangi sınavlardan geçtikten sonra işçi hareketi ile kalıcı bir bağ kurmayı ve nihayetinde onunla birleşmeyi başarabilecek?

Tam bu noktada ikinci bir olguyu takdim etmem gerekiyor.

II. Olgu

Bu olgu ciddiyetle ele alınması gereken bir olgu olduğu için onunla yüzleşmek gerçekten cesaret istiyor. Tam da bu sebeple kimse onunla cesaretle yüzleşebilmiş değil.

Şu, uluslararası sınıf mücadelesi açısından içler acısı bir şeydir ama ne yazık ki tartışılmaz bir gerçektir: Komünist partilerimiz, öğrenciler ve genç entelektüellerle, ideolojik ve siyasi temaslarını pratikte yitirdi. Umarız bu geçici bir durumdur.

Mayıs ayından bu yana temasların yeniden kurulması için çaba sarf edilmiş olması, bu temasın mayıs ayında Fransa'da etkili bir şekilde var olmadığının kanıtı ve mutlak bir göstergesidir. Aynı şeyin diğer ülkelerde de olduğunu düşünüyorum. İtalyan Komünist Partisi genel sekreteri Luigi Longo'nun, İtalyan öğrenci hareketinin bir dizi “liderini” partiye şahsen almayı vazgeçilmez bir adım olarak görmesi, komünist öğrenci örgütlerinin kaybettikleri teması normal bir şekilde sağlayamadıklarının da kanıtıdır.

Gerçek şu ki mayıs ayında Komünist Öğrenciler Birliği (UEC) olaylardan tamamen bunaldı. Genç kitleler -öğrenciler, entelektüel işçiler ve hatta bir dizi işçi- UEC liderlerini değil, diğer liderleri takip etti; komünist sloganlarla değil, başka sloganların öncülüğünde savaştılar. Cohn-Bendit'in ve bir örgüt bile olmayan "22 Mart" grubunun peşinden gittiler; Ulusal Fransız Öğrenciler Birliği'ni (UNEF) temsil eden Sauvageot'u takip ettiler; bu öyle bir hayalet örgüttü ki eski başkanı istifa ettiğinden beri örgütün bir başkanı bile yoktu. Geismar'ı ve ardından İleri Düzey Eğitimde Ulusal Öğretmenler Sendikası (SNES-SUP) sekreterleri Herzberg'i izlediler. Hatta bazıları, mitingi örgütleyen Birleşik Sosyalist Parti’nin, Mendès-France'ı orada olmasına rağmen konuşturma imkânı bulamadığı Charléty mitinginde Barjonet'i dinledi. Devamı bir türlü gelmeyen 13 Mayıs'taki büyük miting dışında gençler, ne Komünist Öğrenciler Birliği’nin peşinden gitti ne de FKP ve CGT’nin talimatlarına uydu. Doğrudur, o eyleme gençler büyük bir coşkuyla katıldılar fakat FKP veya CGT yerine işçi sınıfının peşinden gittiler. Hatta gençler kendi grupçuklarının sözünü bile dinlemediler ve bu grupçuklar, mayıstaki öğrenci hareketi dalgasının altında kaldılar.

Bu, sadece tefekkürü değil, aynı zamanda her şeyden önce gerçeğe dair belgeleri ve daha derin bir analizi hak eden ciddi ve etkileyici bir olgudur. (Olgular, gerçekler ve analiz olmadan tefekkür nasıl mümkün olabilir?)

Öğrenciler nezdinde kendi örgütleri tarafından temsil edilen komünist partiler, mayıs ayında öğrenci gençliğin kendiliğinden eylemleri ve ideolojisi tarafından geride bırakıldıkları süreçte öğrenci gençlerle pratikte tüm temaslarını neden kaybettiler?

Burada sadece soru soruyorum, zira bir hipotez formüle etme riskini göze almak için gerekli bilgilere sahip değilim. Şurası kesin ki Fransa açısından Cezayir Savaşı öğrencileri epey etkiledi, dolayısıyla bu etkiye geri dönüp bakmak gerekiyor, zira Komünist Öğrenciler Birliği tam da bu savaşın yol açtığı etki sebebiyle, savaş sonrası ciddi hasara yol açan iki ayrışmaya tanıklık etti ve bu iki ayrışma da örgütü epey zayıflattı, onun üye ve takipçi yitirmesine sebep oldu. Burada bir de Çin Kültür Devrimi’ni ve Çin Komünist Partisi’nin Çin dışında gelişen hareketlere yönelttiği ayrıştırmacı sloganlarını anmamız gerekiyor. Ancak tüm bunlar, nedenlerin teşkil ettiği genel sistem içerisinde kısmi bir yere sahip unsurlardır; bu sistem hem ayrıntılarıyla hem de kesinlikle bir bütün olarak analiz edilmelidir çünkü sadece tek bir ulusun gençliğini değil, kapitalist ülkelerin ve aynı zamanda belirli sosyalist ülkelerin gençliğini de ilgilendirmektedir.

Bu temas kaybı için nihai nedenler ne olursa olsun, kesin olan bir şey var: Parti, gençlik isyanının nihayetinde solculuğa doğru itildiği sürece mâni olacak tek bir tedbir bile almadı. “Solculuk”, hareketin aldığı muhtelif biçimleri tanımlamak için kullanılabilecek, yerinde bir terim. Bugün grupçuklardan geriye kalanlarla eski solcuların bolca kanıt sunduğu bir husus da hareketin bölündüğüne dair gerçekliktir. Neticede bu bölünme sürecinde kimi gruplar iyice uzlaşmaz bir nitelik kazanmıştır.

Burada belirtmek gerekir ki biz, burada esasen küçük burjuva solculuktan bahsediyoruz, Lenin’in hiçbir ayrım gözetilmeden alıntılanıp durulan Sol Komünizm çalışmasında değindiği proleter soldan değil. Bir hususu daha belirtmeliyim: Lenin, sağcı doktrinerizmin devrim için proleter solculuktan bin kat daha tehlikeli olduğunu, onun daha güç tedavi edileceğini, neticede proleter solculuğun işçi hareketine ait bir çocukluk hastalığı olduğunu düşünüyordu. Ama gene de Lenin’in formüllerini küçük burjuva öğrencilerdeki solculuğa doğrudan tatbik edilemeyeceğini söylemem gerek.

Güvenle belirtmeliyim ki “sağcı doktrinerizmden daha az tehlikeli” olsa bile hatta proleter solculuktan daha az tehlikeli olsa bile, küçük burjuva solculuğun tedavisi proleter solculuğun tedavisine kıyasla daha zordur. Çünkü küçük burjuvazi kendisini iyileştirecek, “proleter sınıf içgüdüsü” denilen o ilaca sahip değildir, bilâkis, bu sınıf, “proleter sınıf konumu”na dönüştürülmesi gayet güç olan bir “küçük burjuva sınıf içgüdüsü”ne sahiptir.

Tüm bu özel koşullar, entelektüellerde ve öğrencilerde görülen bu solculuğun özel bir yoldan tedavi edilmesini gerekli kılmaktadır. Lenin'in 1916'daki gençlik hareketleri hakkında söylediği gibi, “Onlara her türlü yardım yapılmalıdır. Onların hatalarına karşı sabırlı olmalı ve onları mücadele ile değil, esasında ikna yoluyla, yavaş yavaş düzeltmeye gayret etmeliyiz.”

Ne var ki gençliğin o çorbaya dönmüş solculuk ideolojisine yürüyeceği yolu nasıl tarif edebiliriz? Her şeyden önce bu hareket, tarihsel planda gerekli örneğe ve emsale sahip değil. Bu emsalden yoksun olan ama tüm yanlışlarına, kibirli hâline ve kusurlarına rağmen kitlesel bir hareket olarak ilericiliği tartışılmaz olan bu ideolojik isyanın bilinmeyen yönlerine vakıf değiliz, bunun için gerekli koşullardan mahrumuz. Bir hata yapmamak için tekrar edelim: Bu, gerçek manada, kelimenin karşılığını veren bir kitle hareketidir, küçük burjuva bir hareket olsa da bir kitle hareketidir.

Kanaatimce isyanın bilinmeyen yönlerini açığa çıkartmak için gerekli koşullar şunlardır:

1. Her şeyden önce, sansasyonel mayıs genel grevinde meydana gelenlerin ayrıntılarını anlamak için sosyolojik (ekonomik, siyasi ve ideolojik) analiz biçimlerinin oluşturulması gerekir; şeylerin tarihsel düzenini yeniden oluşturmak önemlidir. Dolayısıyla, dokuz milyon işçinin genel grevinin öğrencilerin ve entelektüel gençliğin eylemleri karşısında tarihsel açıdan öncelikli olduğu iddiası aslidir (Bu iddia, Marcuse ve yandaşlarının ideolojisini çöpe atmaktadır.) Bu analiz, ayrıntılandırıldığı takdirde, muazzam bir avantaja sahiptir. Söz konusu analiz, bu hâliyle, işçi sınıfını sahip olduğu güçler ve kaynaklar konusunda bilgilendirmekle, buradan da sınıfın devrimci müdahalenin elindeki muazzam güçleri öğrenmesini sağlamakla kalmayacak, ayrıca genç öğrencileri ve aydınları hakkında çarpık bilgilere sahip oldukları işçi sınıfı ve işçi hareketinin gerçekliği konusunda eğitecek, kimi genç işçilerle kurdukları (ki bu genç işçilerin belirli bir kısmı işçi sınıfına mensup değil) temasın ötesine geçmelerini sağlayacaktır. Bu analiz aynı zamanda, talepleri ve öfkesi herkesin malumu olan kır proletaryasının, yoksul köylülerin ve küçük toprak sahiplerinin mayıs ayındaki çekimserliğini de ortaya çıkarmalıdır. Bu kesim neden çekimser kaldı? Buna cevap vermek için mutlaka ulusal bir referans çerçevesinin ötesine geçilerek uluslararası bağlama, emperyalizme ve emperyalizme karşı uluslararası mücadeleye ve gerçekliği, bileşenleri asla göz ardı edilemeyecek olan uluslararası komünist hareketteki bölünmenin yarattığı o oldukça zor koşullara atıfta bulunulmalıdır.

2. Öğrencilerin ve genç entelektüellerin ideolojik isyanının arkasında yatan ulusal ve uluslararası nedenler hakkında derin bir çalışma yapmak da önemlidir. Bu analiz, sunduğu o muazzam avantajla, gençlerin kendilerini harekete geçiren nedenler, “özgürlük” olarak tecrübe ettikleri olayların gerekliliği, o çırpınıp durdukları, bundan sonra da çırpınmaya devam edecekleri kör sokakların (çıkmazların) zorlukları konusunda bilgilenmelerini sağlayacaktır. Böylesi bir çalışma, gençlerin mayıs ayında ortaya koydukları tarihsel eylemlere yön veren küçük burjuva ideolojisinin kendiliğinden biçimlerinin sınırlarını ve hatalarını anlamalarını sağlayacak, onları işçi sınıfıyla birleşme, -Lenin tarafından eşsiz bir netlikle doğrulanan- devrimci mücadelede işçi sınıfının liderliği ilkesini tanıma ve şu anda onlara işkence eden örgütlenme zorunluluğu meselesiyle yüzleşme konusunda hazırlayacaktır (Örgütlenmenin zorunlu olduğunu bazı gençler hissetmekte, bazıları bilmektedir. Şu veya bu şekilde gençler örgüt olmadan politik eylemin olamayacağının bilincindedir.) Bunun dışında böylesi bir analiz, işçilerin öğrenci ve entelektüel gençliğin ideolojik isyanının nedenlerini ve duygusunu, ayrıca öğrencilerin işçileri rahatsız edecek, genelde güvensiz kılmasa bile onları temkinli hâle sokacak ütopik tepkilerinin nedenlerini anlamamızı sağlayacaktır. Daha önce açıkça dile getirdiğim gibi, bu tür bir analiz hem ulusal hem de uluslararası düzeyde yapılmalıdır.

3. Son olarak, Komünist Partilerin çoğunluğu ile gençler arasındaki -pratik, ideolojik ve politik- temasın sıra dışı bir gelişme dâhilinde yitirilmesinin nedenlerinin kapsamlı bir biçimde analiz edilmesi gerekmektedir. Burada da olayların temeline inilmeli, böylesi bir temassızlık tek bir ülkenin sınırlarını aşan bir konu olduğu için uluslararası düzlemle alakalı nedenler ele alınmalı ama aynı zamanda olguya yol açan nedenler, bilhassa ulusal düzeyde değerlendirmeye tabi tutulmalıdır. Bu çalışma yapılmadan partilerimizin şu anda öğrenci ve entelektüel gençlerle yeniden bağ kurma girişimleri, mayıs ayında oluşan ve çok tehlikeli sonuçlar doğuran boşluğu tahmin yoluyla çizilen bir hat dâhilinde geliştirilmiş yöntemlerle, yani dostlar alışverişte görsün anlayışı uyarınca doldurma riskini doğuracaktır. Elbette bu son analizin sunduğu sınırlı ama kimsenin inkâr dahi edemeyeceği sonuçlar, uygun bir biçimde, sabırla yürütülen bir tedavi sürecinin yokluğunda, bahsi geçen gençliğin başına sürekli belâ olacak tüm solcu ideolojilerdeki yükselişe dair analiz içerisinde kendisine yer bulmalıdır.

Sana uzun zamandır “yazacağım” diye söz verdiğim mektup bu kadar uzun olduğu için kusura bakma. Neticede tüm bu zaman, mayıs ile ilgili basit değer yargılarından veya basit olgusal açıklamalardan daha fazlasını formüle etmek için gerekliydi. Bu yüzden bu mektubu sana mayıs ayından on ay sonra, seçim kampanyanızın bitiminden sekiz ay sonra gönderiyorum. Önerilerimin çoğunun son derece tehlikeli olduğunu biliyorum ve çoğu durumda yanıldığıma hiç şüphem yok. Tek istediğim, hatanın bana gösterilmesi.

Sana yayınlayacağını bilerek kaleme aldığım bu mektup, mayıs olaylarını daha net anlamamızı sağlayacak bazı analizleri kışkırtırsa çok mutlu olurum. Zira eşi benzeri görülmemiş bir ölçeğe sahip olan bir genel greve tanıklık eden Mayıs 1968, Direniş’ten ve Nazizm'e karşı kazanılan zaferden bu yana Batı tarihindeki en önemli olayı ifade ediyor.

Louis Althusser
15 Mart 1969

Kaynak

Mayıs Olayları -I-