Şiddet olayları yarattıkları çarpıcı sahnelerle anımsanırlar. Olayın geçmişi, sebepleri ve sonuçları iyi anlaşılmasa bile herkesin hafızasındaki resimler gerçekleştiğinin kanıtıdır. Camları patlamış bir bina, yüzleri isle kararmış insanlar, başlarına geleni anlayamadan canlarını yitirmiş bedenler; resimler kolayca açıklanamayacak bir olayın simgeleridir. Olay, gerçekliğin duvarını yıktığı yer ile zamanın sınırlarını zamanın akışından koparılmış resimler sayesinde aşarak hafızaya dönüşür. Yaşam ile hatıra birbirlerinden biraz uzakta yan yana ilerlerler ama olayın tarihin yönünü değiştirdiği bilinci onları bağlar. Ya olaya kimse şahit olmamışsa? Böyle bir facia, sonuçları ne kadar ağır olursa olsun henüz hafızaya yerleşmeden unutulmaya başlanmıştır. Onun bir sahneye ve resme ihtiyacı var. Nord Stream sabotajının sahnesi Baltık Denizi’yse onu hatırlatacak kare de deniz yüzeyinin metan balonlarıyla kaplandığı an olabilir. Ne suçlular ne de kurbanlar ortada yok; görünen sadece işlenmiş bir suçun kanıtı. Bu fotoğraf aynı zamanda bir soru: Ne oldu ve neden? Sabotajın suçlularının karanlıkta kaldığı seneler ise ikinci ve daha karmaşık bir soruyu doğuruyor: Neden kimse ilk sorunun yanıtını bulmaya uğraşmıyor? Nord Stream sabotajı yakın tarihin en yıkıcı ve önemli terör eylemlerinden birisi olmaktan başka en büyük sera gazı emisyonunun da sebebiydi. Denizin altındaki patlamada hiçbir insanın yaşamını yitirmemiş oluşu, sabotajın başlattığı ya da kesintiye uğrattığı gelişmelerin sayısız yaşamı biçimlendirmediği anlamına gelmiyor. Bir terör eylemi ve bir çevre felâketi olarak Nord Stream sabotajı, bugünün dünyasının temelindeki birçok çatışmayı, çelişkiyi ve ilişkiyi sınırlarına sığdıran bir mercek veriyor bize. Onun çözülmeyen gizemiyse sisli gerçeklerin izlenebileceği bir perde: tarihin boşluğunu dolduran anlatılar parça parça, aceleyle hatta bazen acemilikle nasıl ve ne amaçla inşa edilirler?
Nord Stream boru hatları Rusya’dan Almanya’ya doğalgaz taşırken dünyanın iki bölgesinin ekonomilerini birbirlerine bağlıyordu. Nord Stream işler hâlde olduğu sürece Asya’nın enerji zenginliği Avrupa’nın kalkınmış imalat sektörünü ve Avrupalıların yüksek yaşam seviyesini besledi. Boru hatlarının devre dışı kalması eski kıtayı en başta Rusya’dan kopardı. Ancak sabotaj daha büyük bir hareketi, Avrupa ile Asya’nın birbirlerinden uzaklaşmasını da süratlendirdi. Küresel tedarik zincirleri Yeryüzü’nün her bölgesini bir diğerine bağlarken Dünya yeniden iki rakip hatta düşman kampa ayrılıyor: Batı ile Doğu. Batı kurulu düzenin devamına kendisini adamışken; Doğu ülkeleri, bugünün dünyasının katı sınırlarını aşmanın ve vatandaşlarının yaşam seviyesini yükseltmenin yollarını arıyorlar. Nord Stream projesi iki zıt kutbun ortasında kalmış AB’nin üzerine geçirilen jeopolitik deli gömleğinden kurtulmak ve 2008 krizinden sonra hapsolduğu cendereden çıkabilmek için denediği bir yoldu. AB sermayesi ile Avrupalı kitleler, yüksek enflasyon ve işsizlik, daralan imalat sektörü ile tüketici zeminini Rusya’nın ucuz ve bol enerjisi ile telafi etmek istediler. Bu arzunun karşısındaysa ABD merkezli küresel iktidar ile finans sermayesi duruyordu. Sorumluları hâlen keşfedilmeyen sabotaj Avrupa halklarını yüksek elektrik faturalarına ve gerginleşen jeopolitik düşmanlığın bir tarafına mahkûm etti.
Rusya ile Avrupa’yı Bağlayan Enerji Hatları
Dünya’nın bir bütün olarak üçüncü büyük ekonomisine sahip AB bu ekonomiyi beslemeye yetecek enerji kaynaklarından yoksun. Avrupa’nın gelişmiş sanayisi ile yüksek maliyetli yaşam tarzı enerji kaynaklarının eksikliği ile birleştiğinde karmaşık bir manzara doğuruyor. Avrupa’nın enerji açlığının doyurulmasında, savaş sonrasından beri fosil yakıtların yanında nükleer santraller önemli bir yer tutuyordu. İlki 1994’te imzalanan uluslararası iklim değişikliği anlaşmaları ile hava kirliliği sorunu, özellikle kömür tüketiminin sınırlandırmasını gerekli kıldılar. Nükleer enerji ise az emisyon üretmesine rağmen bugün için pahalı bir enerji kaynağı. Kuzey Avrupa’da yaşayanların yüksek ısınma giderleri ile sıklaşan sıcaklık dalgalarının yaşlanan nüfus için gerekli kıldığı klimalar, Avrupalıların elektrik faturalarını kabartıyorlar. 2011’de Japonya’da gerçekleşen Fukushima faciası sonrasında Almanya’daki nükleer santrallerin çoğu ya kapatıldı ya da ruhsat süreleri kısıtlandı. Rusya’dan Avrupa’ya doğalgaz taşıyacak bir boru hattı tasarısı bu şartlar içerisinde önerildi ve hem halktan hem de sermayeden geniş kabul gördü. Doğalgaz, kömüre kıyasla daha düşük emisyon ve hava kirliliği ürettiği için enerji dönüşümünde bir “geçiş” adımı sayılıyor. Nord Stream adı verilen boru hattı Rusya’nın Gazprom şirketi ile Almanya’nın eski şansölyesi Gerhard Schroeder’in ortaklığıyla kurulan bir şirket tarafından inşa edildi. Senede yaklaşık 60 milyar m3 gazı Rusya’dan Almanya’ya taşıyan Nord Stream-I, 2011 senesinde yürürlüğe girdi.
Ucuz enerjinin imalatı canlandırıcı etkisi ile azalan ısınma ve elektrik faturaları hem siyasetçiler hem de şirketler için bir ikinci hattın inşasını cazip kıldı. İlk boru hattı Almanya’nın doğal gaz tüketiminin yaklaşık yarısını karşılıyordu. Nord Stream-II projesi ise Rusya’dan Avrupa’ya taşınabilecek gaz miktarını ikiye katlayacaktı. ABD’nin itirazları bu noktada sertleşti ve uygulamaya dönüştü. Aslında Amerikalı siyasetçiler Rusya’nın Avrupa ile kurduğu enerji ortaklığından en başından beri şikâyetçiydiler. ABD ile Rusya arasındaki düşmanlık, Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Rusya’nın kapitalizmi kucaklamasıyla yeni yüzyılın hemen öncesinde tersine dönmüştü. CIA’in Komünist Parti karşısında seçimi kazanmasını sağladığı Boris Yeltsin’in ardından ülkenin başına gelen Vladimir Putin, bir zaman boyunca Amerikalı siyasetçilerin gözdesiydi ve Rusya’yı “uygar” dünyaya taşıyacak lider olarak görülüyordu. Uzun seneler boyunca Çeçen isyancılarla boğuşan Rusya, 11 Eylül’den sonra ABD’nin başlattığı “terörle savaş”a da tam destek vermişti. Putin’in NATO’nun genişlemesine karşı ısrarlı uyarılarıysa Amerikalı siyasetçiler tarafından duymazlıktan gelindi. 2008’deki Münih Güvenlik Konferansı’nda Vladimir Putin’in yaptığı konuşma, eski düşmanlar arasındaki geçici baharın sonunu getirdi ve yirmi senelik bir aranın ardından soğuk savaşı yeniden başlattı.
ABD ile Rusya geniş topraklara ve insan kaynağına sahip iki ülke, ayrıca her ikisinin de servetlerinin temelinde fosil yakıtlar yatıyor. ABD petrol ithalatçısı hâline geldiği devirlerin ardından geliştirdiği yeni teknolojilerle yerin en derinlerinde yatan enerji kaynaklarını yüzeye taşımayı başardı ve dünyanın birinci enerji satıcısı hâline geldi. Rusya ise Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra binbir parçaya ayrılan ekonomisini ayakta tutmak için enerji ihracatına güveniyor. ABD’nin sermayedarları ile memurları fosil yakıtları sadece bir gelir kapısı olarak değil tüm amaçlarına erişmekte kullanacakları bir anahtar olarak görüyorlar. Amerikan dış siyasetinin merkezinde enerjinin dünyadaki dolaşımını belirlemek var. Enerjinin tüm dünyada Amerikan dolarıyla alınıp satılması, doların diğer para birimleri üzerindeki “senyorajının” en önemli dayanağı. ABD ile Rusya “savaşıyorlar” ancak her iki ülkenin de sahip olduğu nükleer başlıklar savaşın dolaylı yollarla sürdürülmesini gerekli kılıyor zira nükleer savaşın kazananı olmayacak. ABD için Rusya’yı dize getirmekteki en etkin silâh ekonomik yaptırımlar. Senato’dan geçen ve başkanın onayladığı yasalar sayesinde Rus siyasetçilerden başlayarak Rus şirketleri ve Rusya sınırlarında iş yapan şirketler, Amerikan topraklarından kovulmakla, banka hesaplarına el konulmasıyla hatta yöneticilerinin hapse atılması ile cezalandırılıyorlar. Yeni soğuk savaş en son Suriye’de ısınmış ve Amerikalılar Suriye’deki yönetimi değiştirmek isterken Rusya ise İran ile beraber isyancılara karşı hükûmetin yanında durmuştu. Amerikalıların genelde örtülü bazen de açıktan desteklediği IŞİD’in çizmeyi aşan canavarlıkları iki düşmanı geçici bir zaman için aynı tarafa taşımış ve ABD Suriye’deki hükûmetin devamına razı gelmişti. Kalıcı bir barış için son deneme de bu işbirliğinin arkasından gerçekleşti: Trump’ın dışişleri bakanı Rex Tillerson, genel müdürlüğünü yaptığı Exxon ile Rusya arasındaki yarım trilyon dolarlık bir enerji anlaşmasını imzalamaya niyetliydi. Ancak ABD’nin yerleşik kurumlarının, basının ve istihbarat teşkilâtlarının Trump kabinesine hücumları bu “detente” [yumuşama] girişimini sonuçsuz bıraktı ve iki ülkeyi ayıran buzdan duvarlar eriyeceklerine yükseldiler. Amerikan ordusunun desteklediği Kürt birlikleri bu kopuştan sonra Suriye’nin kuzeyindeki petrol kuyularını ele geçirdiler ve Suriye halkının kalanını hayatî bir kaynaktan yoksun bıraktılar.
Boru Hattına Karşı Ekonomik Savaş
Avrupa’nın geniş imalat sektörü ile yüksek yaşam seviyesinin doğudaki komşusu Rusya’nın bol ve ucuz doğalgazıyla beslenmesi en doğal şey gibi görünüyor. Ancak bu doğal ve iki taraf için de kazançlı ortaklığın karşısında ABD duruyor. ABD Rusya’yı kendi dümen suyuna katma tasarısı suya düştüğünden beri rakibini, ilk Soğuk Savaş’ta yaptığı gibi komşularından yalıtmaya ve kendi müttefikleriyle çevrelemeye uğraşıyor. Amerikan hâkim sınıfının temsilcileri bu konuda gayet açık sözlüler. Oğul Bush döneminin savunma ve dışişleri bakanı ve sonraki Dünya Bankası yöneticisi Condeleeza Rice, 2014’te bir Alman televizyonuna verdiği röportajda şöyle söylemiş: “Enerji altyapısı bütünüyle değişmeli: Avrupa ihtiyaç duyduğu doğalgazı Rusya yerine ABD’den satın almalı. Bu dönüşümün gerçekleşmesini sağlayabilmek için en güçlü silâhımız ise ekonomik yaptırımlar.” Ebedi ve ezeli müttefikinin itirazlarına rağmen ilk boru hattının tamamlanması ve Nord Stream projesinde eski şansölye Schroder’in oynadığı rol, Avrupa sermayesinin kendi menfaatlerini korumaktaki ısrarına dönük güçlü bir kanıt. Nord Stream-II’nin inşası hakkında Gazprom ile aralarında Royal Dutch Shell’in de bulunduğu beş Avrupalı şirket 2015’te anlaşmaya vardılar.
AB bu sırada 2008 buhranının etkisinden hâlen çıkamamış ve 2012’deki artçı Eurozone krizi ile sarsılmıştı. Birliğin sınırları önceki dönemde Sovyetler’den kopan Estonya, Letonya ile Litvanya’ya kadar genişlemişti. CIA’in Soğuk Savaş boyunca yoğun faaliyet gösterdiği eski Varşova Paktı ülkeleri ile Sovyet Cumhuriyetleri, bağımsızlıklarını kazandıktan sonra da ABD’nin etki alanında kaldılar. Doğu Avrupa ülkelerinin birliğe arka arkaya dâhil oluşları, AB üzerindeki Amerikan etkisini güçlendirdi. Nord Stream-II’ye dönük itirazlar önce bu ülkelerin hükûmetlerinden yükseldi. Polonya’nın başını çektiği hükûmetler yeni boru hattının doğuracağı “jeopolitik sonuçlar” sebebiyle durdurulmasını talep ettiler. Polonya, kendi rekabet yasalarına uymadığını iddia ederek Gazprom’a milyonlarca Euro ceza kesti. ABD yeni boru hattına dönük ekonomik yaptırımları açıkladıkça Avrupalı şirketler Nord Stream projesinden el çektiler. Sigorta şirketleri Nord Stream’e dâhil makineler için poliçe düzenlemeyi, yaptırımları sebep göstererek reddettiler. Alman hükûmeti iç çalkantılara ve Atlantik ötesinden esen rüzgârların birliğin içerisinde doğurduğu dirençlere rağmen her hayatî aşamada projenin devamını onayladı. Angela Merkel tüm bu krizler sırasında Almanya’nın yani AB’nin dümenindeydi. Merkel Avrupa sermayesi ile ABD hâkimiyeti arasında bir tür denge kurmakta ve kitleleri bu mutabakata ikna etmekte çok uzun görev süresi boyunca ısrarcı ve başarılıydı. Merkel’in 2021 sonbaharında görevi bırakması ile birliğin istikametini belirleyecek ülkenin başına SPD’nin lideri Olaf Scholz geçti. Almanya’daki hükûmet değişikliği Amerikalılara kendi iradelerini dayatmak için fırsat sağladı.
Ekonomik yaptırımlar Nord Stream-II’nin tamamlanmasını birçok defa geciktirdi. Avrupalı şirketlerin projeden çekilmeleri nedeniyle proje Gazprom tarafından tamamlandı. Ancak milyarlarca dolara mâl olan bu yeni boru hattı hiç faaliyete geçemedi. Ekonomik yaptırımlar ayrıca ilk boru hattının işleyişini de aksattılar. 2022 yazında Nord Stream-I’den Almanya’ya gaz akışı çok defa kesintiye uğradı. Avrupalı siyasetçiler, kesintiler için Rusya’yı suçladılar. Onlara göre Rusya enerji ticaretini jeopolitik bir “silâh” olarak kullanıyordu. Gazprom ile Rus hükûmeti ise kesintiler için ekonomik yaptırımları sebep gösteriyorlardı: Yaptırımlar boru hattının bakımı ve tamiri için gerekli makinelerin teminini güçleştiriyordu, yetkililere bakılırsa. Nord Stream’in mimarlarından Gerhard Schroder, Gazprom’un ortağı Rosneft’ten 2022 Mayıs’ında istifa etti. Aynı senenin ağustos ayında on senedir işleyen boru hattından gaz nakli durmuştu; çalışmayı bekleyen yeni boru hattının kullanımı ise Alman hükûmetince askıya alınmıştı. Bu sırada Almanya ve Avrupa Rus doğalgazına muhtaçtı ve gazın kesilmesi önce halk sonra da siyasetçiler için büyük dertler doğuruyordu. Yükselen elektrik ve gaz faturaları sebebiyle insanların ormanlardan çalı çırpı topladıklarına dair haberler sosyal medyada dolanıyordu. Alman hükûmeti ikinci boru hattını onaylayabilir ve tamirat sonuçlandığında ilk boru hattını kullanmaya devam edebilirdi. Nedense bu yolu seçmediler. Aksine, Rus ordusu Ukrayna sınırını geçtikten sonra Alman hükûmeti Nord Stream-II’yi süresiz olarak askıya aldığını duyurdu.
Derinlerdeki Patlama
Nord Stream-I ve II boru hatları Rusya’nın Vyborg ve Sankt-Petersburg şehirlerinden başlıyorlar ve Almanya’nın kuzeyindeki Greifswald’da sona eriyorlar. Boru hatlarının uzunluğu 1200km iken yüzeyden derinlikleri ortalama 90 metre. Bu hayatî enerji altyapısının üzerinde hem Rus hem de Danimarka ve İsveç donanmalarına ait gemiler düzenli olarak dolanıyorlar. Ayrıca Rus ordusuna ait denizin derinliklerindeki aygıtlar olağan dışı gelişmeleri izliyorlar. Tüm bu önlemlere rağmen 26 Eylül 2022’de Danimarka ve İsveç’e ait ölçüm merkezleri, Baltık denizinde iki ayrı sarsıntı tespit ettiler. Sarsıntıdan birkaç saat sonra boru hattındaki basıncın beklenenin altına düştüğü görüldü. Aynı günlerde Danimarka kıyılarının 90km açığında deniz yüzeyinde biriken metan balonları görüntülendi. 30 Eylül’de Danimarka ve İsveç’in BM’ye ilettiği rapor boru hattına dönük bir sabotajı doğruladı. Nord Stream-II’ye ait boru hatlarından gaz nakli henüz başlamamıştı, Nord Stream-I’in kullanımı ise bakım çalışmaları sebebiyle durdurulmuştu ancak iki boru hattı da basıncın korunabilmesi amacıyla gaz ile doluydu. Patlama sonucunda yüzbinlerce ton doğal gaz suya karışırken doğal gazın temel bileşeni ve CO2 den çok daha etkili bir sera gazı olan metan da atmosfere yükseldi.
Sabotaja dair ilk resmî soruşturmaları İsveç ile Danimarka ayrı ayrı başlattılar. Boru hattının iki sahibinden biri olan Almanya’nın hükûmet temsilcileriyse resmî bir adım atmaktansa Rusya’yı suçlayan muğlâk açıklamalar yaptılar.[1] Amerikalılar da Rusları en muhtemel fail olarak görüyorlardı ancak kesin konuşmaktan kaçınıyorlardı ve açıklamalarının genellikle son kısmına henüz ortada bir kanıtın var olmadığını ekliyorlardı.
Kimsenin inkâr etmediği ama anımsamaya da yanaşmadığı gerçek ise Nord Stream boru hatlarından akan gazın Rusya için ne ölçüde önemli bir gelir kaynağı ve enerji altyapısının Gazprom için kaç milyar dolar değerinde bir yatırım olduğuydu. Bu sisli manzaranın ortasında net bir fikre sahip olup da onu ifade etme cüretini gösteren sadece Polonyalı bir vekildi. Radek Sikorski, patlamanın hemen arkasından sosyal medyada paylaştığı, metan balonlarıyla kaplı deniz yüzeyinin fotoğrafının üzerine “Teşekkürler ABD!” yazmıştı. Sikorski, iletisini birkaç saat sonra silmeye mecbur kaldı.
Rusya’nın incelemeleri sonucunda Nord Stream-I ve II’ye ait dört boru hattından üçünün hasar gördüğü, bir tanesinin ise hâlen işler hâlde olduğu anlaşıldı. Önce Gazprom, arkasından ise bizzat Vladimir Putin Almanlara doğal gaz nakline devam etmeyi önerdi. Teklifi reddeden Almanya ucuz Rus doğalgazını topraklarına taşıyabilecek var olan bir boru hattından faydalanmaktansa ABD’den sıvılaştırılmış doğal gaz taşıyacak gemilerin demirleyeceği bir limanın inşasına başladı. Avrupalıların elektrik ve ısınma faturaları sabotajın arkasından devamlı yükseldi. Böylece Condeleeza Rice’ın seneler önce gördüğü rüya gerçek oldu. Rice 11 Eylül saldırılarına imkân veren güvenlik fiyaskosunu “Hayal gücümüz [teröristlerin] yapacaklarını öngörmeye yetmedi,” diyerek açıklamıştı. Onun rüyasını gerçeğe dönüştüren sabotaj ise belki de bir hayal gücü taşkınlığıydı.
Çevre Faciası
Nord Stream sabotajının çevreye zararının iki temel boyutu var: Atmosfere sızan metan gazının küresel ısınmaya yapacağı katkı bunlardan ilki. İkincisi ise suya karışan doğal gazın Baltık Denizi’ndeki yaşama vereceği hasarlar.
Doğal gazın temel bileşeni olan metan, atmosfere karıştığında CO2’den onlarca kat daha etkili bir sera gazına dönüşüyor. IPCC metan gazının sera etkisini CO2’nin 34 misli kabul ediyor. Sabotaj sonucunda ne kadar metan gazının atmosfere karıştığına dair tahminler çeşitli. Deniz yüzeyindeki balonların 26 Eylül’den 2 Ekim’e kadar görüntülendikleri biliniyor. Ocak 2024 tarihli bir makale, atmosfere yükselen metan gazının 478.000 ton olduğunu öngörüyor.[2] Bu da 16.252.000 ton CO2’ye denk. Karşılaştırma yapabilmek için Avrupa’yı birkaç senedir alt üst eden çiftçi eylemlerini doğuran iklim yasalarını örnek alabiliriz. AB’nin iklim yasaları çiftçilerin ve hayvan yetiştiricilerini topraklarından etmek pahasına katı emisyon sınırlarını tutturmaya mecbur ediyorlar. Almanya’nın senelik tarım bazlı toplam emisyonu yaklaşık 33 ton. Danimarka’nın 6, İsveç’in 3, Türkiye’nin ise 25 ton civarında tarım kaynaklı emisyonları. Nord Stream sabotajının Danimarka ve İsveç’in senelik toplam tarım emisyonlarını birkaç misliyle aştığı, 90 milyona yakın bir nüfusa sahip Almanya’nın tarım emisyonlarının yarısına denk olduğu görülüyor. Bu hâlde sayısız çiftçinin yaşamlarını yıkan iklim yasalarında ısrar etmektense sabotajı engellemek Avrupa’yı iklim hedeflerine daha fazla yaklaştıracaktı.
Sabotajın bir çevre faciası olarak diğer yüzü ise deniz yaşamına verdiği zarar. Baltık Denizi’nin birçok ülkeye kıyısı var; dolayısıyla ticaret ve ulaşım faaliyeti bu sularda gayet yoğun. İnsan etkisi bir zamanlar gayet zengin olan deniz çeşitliliğini daraltıyor. Bu uzun vadeli yüklerin üzerine eklenen faciayı “Baltık Denizi’nin tabutuna çakılan bir çivi” olarak tarif eden araştırmacılar mevcut. Patlamadan en büyük zararı Baltık sularına özel bir tür olan, balinagillerden Baltık Musurunun göreceği sanılıyor. Patlamaya yakın mesafede bulunan musurların muhtemelen çeneleri ile işitme düzenekleri yıprandı ve sağır oldular. Sağırlaşan musurların sularda yollarını bulmaları olanaksız. Soyları tükenme tehlikesi altında bulunan bu türe ait az sayıda üyesinin dahi canından olması türün devamını zorlaştıracak. Patlamanın ötesinde, sulara karışan yüz binlerce ton doğal gazın zehirli unsurları da birçok canlı türüne zarar verecek. Bunlardan en tehlikeli iki tanesi, balıkların üremelerini güçleştiren tributyltin ile kanserojen bir madde olan benzen. Sabotajın deniz yaşamına ve dolaylı olarak insanların sağlığına zararlı etkileri muhtemelen seneler boyunca sürecek.[3]
Nord Stream sabotajının yol açtığı çevre faciası, boru hatlarına karşı son senelerde verilen mücadeleyi ve resmî kurumların bu eylemlere verdiği karşılığı anımsatıyor. Paris Anlaşması’nın 2015 senesinde imzalanmasından sonra fosil yakıt tüketimini sınırlama gereği yasal bir dayanak kazanmış olmasına rağmen hükûmetler yeni boru hattı projelerini onaylanmaya ve inşaya devam ettiler. 2016 senesinde ABD’nin Kuzey Dakota eyaletinde Amerikan Yerlilerinin topraklarından geçen bir boru hattının inşası aylarca süren ateşli bir eyleme sahne olmuştu. Boru hattının önünü kesmek isteyen eylemcilere özel güvenlik ile kolluk kuvvetleri plastik mermiler, biber gazı ve köpeklerle saldırmış, birçok kişinin yaralanmasına, gözlerini ve uzuvlarını yitirmelerine sebep olmuştu. Eylemin ardından bir süre askıya alınan proje sessizce yeniden başlatıldı ve tamamlandı. Kanada’dan ABD’ye petrol taşıyacak olan bir başka boru hattı olan Keystone XL’in ruhsatını da geniş gösterilere ve açılan davalara rağmen Başkan Trump Beyaz Saray’a yerleştikten hemen sonra onaylamıştı. Boru hatlarına dönük eylemlerin sanıkları savunmalarında iklim değişikliğini ve tüm ülkelerin onayladığı emisyon hedeflerini eylemlerine dayanak olarak kullanmak istediler ama talepleri çoğunlukla mahkemelerce reddedildi. Tam aksine, Amerikan Adalet Bakanlığı “hayatî enerji altyapısı”na dönük eylem yapan çevrecileri “yurtiçi terörist” olarak sınıflandırdı.[4] Küresel ısınmanın ve çevre yıkımının önünü almak amacıyla boru hatlarına çoğunlukla simgesel ve kalıcı hasara yol açmayan ‘hücumlar’ gerçekleştiren eylemciler uzun hapis süreleriyle cezalandırılırlarken, tarihin en büyük sera gazı emisyonuna sebep olan terör eyleminin suçlularını bulmaya kimse uğraşmadı.
Çarpışan Senaryolar
Nord Stream sabotajı bir komplo. Sorumluları henüz aydınlatılmamış bu komploya dair senaryoların hepsi bugün için birer komplo teorisi. Komplo teorileri, muteber yayın organlarının ve uzmanların çoğunluğunun savunduğunun aksine her cins kaynaktan doğup yayılabilirler. Geçmişteki en uçuk ve yanıltıcı komplo teorilerinin bazıları resmî kurumlarca icat edildikten sonra “saygın” basın organları vasıtasıyla dünyaya dağıtılmışlardı. Nord Stream sabotajı bize sadece bu türden teorilere örnekler değil ayrıca onların icadının, yayılmalarının ve bir zaman sonra hiç var olmamış gibi unutulmalarının seyrini de sunuyor ve belki bazı sonuçlar çıkarmamıza olanak veriyor.
İlk çarpıcı gerçek sabotajın, üzerinden geçen senelere rağmen sebep olmadığı davranışlar. Terör eylemleri çoğunlukla devletlerin aşırı ve sonuçları geri tepen tepkiler vermelerine sebep olurlar. ABD Afganistan’ı işgale başladığında 11 Eylül saldırılarının üzerinden henüz iki hafta geçmişti. Nord Stream boru hatlarının Rusya ve Almanya’nın yatırımı oldukları anımsandığında en sert tepkinin ve suçluları arama ısrarının bu ülkelerden gelmesi beklenebilir. Gerçekleşen ise Alman siyasetçilerin, başka Avrupalı siyasetçilerle beraber Rusya’yı suçlamaları oldu. Basına yansıyan ilk senaryolar, Rusya’nın Ukrayna’yı suçlu göstermek amacıyla kendi boru hattını imha etmeyi göze almasından, Vladimir Putin’in “çılgınca” bir eylemle Avrupa’yı dehşete düşürme arzusuna kadar uzanıyordu. Rusya’yı suçlu bulan “Rusya Senaryoları” maddî kanıtlardansa Rusya’ya karşı Batı’nın sürdürdüğü örtülü savaşın ideolojik direklerine, Rusya’nın lideri Vladimir Putin’in “hasta” ruhuna, tarihi Rus yayılmacılığına ve çarpık akıl yürütmelere dayanıyordu.
Aslî gerçeklerin ve taraflar arasındaki güç dengesinin hesaba katılmasındansa ruh biliminin muğlâk kategorilerinin siyaset alanına özensizce taşınarak manzaranın karartılması, Batı sömürgeciliğinin başat yöntemlerinden birisidir. Örneğin ABD Dışişleri Bakanı Blinken, Rusya’nın sabotajı Ukrayna’yı suçlamak amacıyla gerçekleştirmiş olabileceğini söylemişti. Rusya’nın kendi milyarlarca dolarlık yatırımını ve önemli bir gelir kaynağını imha etmeyi göze alması ancak akıl dışı davranan bir iktidarın işi olabilir. Oysa Rus Hükûmeti sabotajdan sağlam çıkan borular vasıtasıyla gaz nakline devam etmeyi önermişken Alman Hükûmeti bu makul ve kazançlı teklifi reddetmişti.
Rusya senaryolarının arkası kesildikten sonra Nord Stream konusunda Batı siyasetinin üzerine bir sessizlik çöktü. 2024’ün ilk aylarına kadar süren sessizlik, yayımlanan bir araştırma ile dağıldı. Pulitzer ödüllü, namlı Amerikalı gazeteci Seymour Hersh, büyük gazetelere kabul ettiremediğinden kendi internet sitesinde yayımlamaya mecbur kaldığı makalede, Nord Stream sabotajının ABD Hükûmetince nasıl tasarlandığını ve Amerikan donanmasına dâhil özel harekât kuvvetleriyle Norveç Donanması tarafından nasıl gerçekleştirildiğini anlatıyordu.[5] İsimsiz kaynaklara dayanan rapora göre sabotaj bizzat Biden tarafından emredilmiş ve Baltık Denizi’ndeki bir askerî tatbikat sırasında patlayıcılar borular üzerine yerleştirilmişti.
Rusya’dan Avrupa’ya gaz akışı durduktan sonra kendi enerji ihracatı artan Norveç de gemileri ve dalgıçlarıyla operasyona eşlik etmişti. Hersh’ün raporu sorumluların isimlerini içermese dahi, Biden Hükûmetinin tasarıları ile operasyonun somut ayrıntılarını birbirlerine bağlayarak inandırıcı bir anlatı sunuyor. Rapor sadece kamuoyunda ses getirmekle kalmadı, Rusya’nın BM nezdindeki taleplerini şiddetlendirmesine de yol açtı. Rus temsilciler raporun takip edilerek yapılacak bir araştırmanın deniz altında yatan kanıtları keşfedebileceğini söylediler. Sabotaja dair bu ilk somut senaryo Batı siyasetini uykusundan zorla kaldırdı. Yerleşik basın Hersh’ün raporunu isimsiz kaynaklara dayanıyor oluşunu sebep göstererek, incelemeden ve çürütmeden göz ardı etti. Ancak yerleşik basının dış siyaset ve millî güvenlik konularındaki kendi haberleri de isimsiz kaynaklara, sızıntılara ve çoğunlukla da istihbarat teşkilâtlarının saptırmalarına dayanır. Vietnam’da Amerikan askerlerinin gerçekleştirdiği My Lai katliamını aydınlığa çıkararak Pulitzer ödülü kazanan Hersh, yakın senelerde Ebu Gureyb ve Bagram hapishanelerindeki işkencelerle alâkalı yayımladığı araştırmalarla mesleğinin ilkelerini takip etmiş ama yerleşik kurumların lütfundan uzağa düşmüştü.
Hersh’ün haberini sabotaja dair bir ikinci senaryo izledi. İlk kez NYT’nin yayımladığı ve yerleşik basının yinelediği senaryoya göre sabotajın sorumlusu Ukraynalılardı. İkinci senaryo, Hersh’ün makalesindeki karmaşık ve gelişkin yöntemlerin, geniş kaynakların ve ülkeler arası işbirliğinin aksine Andromeda adlı bir geminin beş kişilik mürettebatının boru hatlarını kullanılmaz hâle getiren patlayıcıları yerleştirdiğini savunuyor. Ukraynalı beş vatansever, Rusya’nın işgalinden sonra düşmanlarını cezalandırmak istemişler ve Ukrayna devletinden bağımsız olarak kendi iradeleri ve kaynaklarıyla sabotajı gerçekleştirmişler. Almanya bu ikinci senaryoyu ciddiye almış olacak ki bir seneyi aşkın durgunluğun ardından resmî bir adım attı ve Andromeda gemisinin isimleri bilinmeyen mürettebatı hakkında arama kararı çıkarttı. Danimarka’nın ve İsveç’in resmî soruşturmaları ise 2024’ün Şubat ayında bir sonuca varmadan kapatıldılar.
Sabotajın arkasından üretilen Rusya Senaryosu, akıl dışı doğrultusu ve kanıt yokluğu sebebiyle kısa zamanda terk edildi. ABD’ye dönük şüpheler ise Hersh’ün araştırmasıyla somutlaştı. Ukrayna Senaryosu, Amerika Senaryosunun hemen arkasından üretildi. AB ile ABD, Ukrayna Senaryosuna inanmış görünüyorlar. Milyarlarca dolarlık yatırımından olan Rusya ise Amerika Senaryosunun gerçekliğini savunuyor. Rusya’nın BM elçileri, Hersh’ün tartışmalara taşıyarak resmî bir araştırmanın yeniden başlatılmasını istediler. Vladimir Putin, Amerikalı bir gazeteciyle yaptığı röportajda Nord Stream sabotajı için açıkça ABD’nin resmî kurumlarını suçladı. Senaryolardan hangisi gerçek? Sabotaja dair resmî soruşturmalar suçluları gösterecek kanıtları keşfedemeden kapatıldılar. Somut kanıtların yokluğuna rağmen hangi senaryonun gerçeğe daha yakın olduğunu tartabilmek için, bugüne dek ortaya sürülen senaryoları birer anlatı olarak değerlendirmek ve sabotajın hem öncesinde hem de sonrasında gerçekleşen olayları akılda tutmak gerekir. Hersh’ün yazısının 2024 Şubat’ında yayımlanışına dek bu önemli terör eylemine dair tutarlı ve inandırıcı bir açıklama mevcut değildi. Hersh’ün araştırması sabotaja karar veren Biden Hükûmeti yetkililerinin siyasî hedefleriyle operasyonu gerçekleştiren özel harekât birimlerinin askerî yöntemlerini karmaşık ama inandırıcı bir zaman çizelgesinde birbirlerine bağlıyor. Bu senaryoya göre sabotaj, Rus güçlerinin Ukrayna sınırını aşmasından aylar önce düşünülmeye başlanmış ve patlayıcılar ancak birçok fikir değişikliği ile tereddütten sonra Baltık Denizi’ndeki bir askerî tatbikatın örtüsü altında, Norveç ve Amerikan özel harekât kuvvetlerinin işbirliğiyle boruların üzerine yerleştirilmiş. İlk kez NYT’da yayımlanan Ukrayna Senaryosuna göreyse sabotaj Andromeda adlı gemideki bir kaptan, dört dalgıç ve bir doktor tarafından gerçekleştirilmiş.
Sabotajcılar Ukrayna devletinden destek görmemişler; amaçlarıysa işgal sebebiyle Rusya’yı cezalandırmakmış. İki ana senaryo arasındaki temel farklar; siyasî sebepler ile teknik olanaklara ayrılabilir. ABD, Avrupa ile Rusya’nın arasındaki enerji alış verişini sona erdirme arzusunu resmî yetkilileri aracılığıyla dünyaya duyurmuştu. ABD Donanması bu türden bir operasyonu gerçekleştirebilecek teknik olanaklara ve insan kaynağına da sahip. Ayrıca bu ülkenin yakın geçmişi uluslararası yasaların suç saydığı benzer terör eylemleriyle örülü. Batı hukukunun bir sanığı mahkûm edebilmek için aradığı koşulların, sebep, imkân ve fırsatın üçü de mevcut söz konusu ABD olduğunda. Ukrayna Senaryosuna bakalım: Ukraynalıların Rusya’ya zarar vermek istemeleri gayet doğal, Ruslara ait enerji altyapısını hedef almaları da mümkün. Bu sene mayıs ayında Ukrayna ordusu Rusya topraklarındaki petrol rafinelerini vurmuştu. Ancak Nord Stream boru hatları Rusya ile beraber Almanya’ya da ait. Ukrayna neden kendisini Rusya’ya karşı sadakatle destekleyen Almanya’nın enerji altyapısının hayatî bir parçasına saldırsın? Bu senaryo sabotajcıların devletten bağımsız kişiler olduğunu iddia ediyor. Tek bir gemide Baltık Denizi’ne açılan biri doktor altı kişi, yüzeyin 90 metre altında ve birbirlerinden birkaç kilometre mesafedeki boru hatlarına patlayıcılar yerleştirip tespit edilmeden ortadan kaybolmayı başarabilirler mi? Ukrayna Senaryosu üç şartın hiçbirini tam olarak sağlamıyor.
İktidarın Travması
Nord Stream sabotajına dair sahiden ne biliyoruz? Sabotajın gerçekleştiğinden, boruların üçünün patlayıcılarla devre dışı bırakıldığından, patlamalardan sağlam çıkan boru hattından gaz naklininse Rusya’nın teklifine rağmen Almanya tarafından reddedildiğinden eminiz. Baltık Denizi’nin altında nelerin döndüğünü elbette tam olarak bilmiyoruz. Sabotaj bir komplo ve komplolar doğaları gereği sislidir; onları saran sis asla tam olarak dağılmaz. Ona dair resmî kurumların açıklamalarını, bu açıklamaların seyrini ve olayın öncesindeki ve sonrasındaki arka plânı da anlamalı ve hesaba katmalıyız, bir sonuca varabilmek için. İyi de bize ne bu sabotajdan?
Yakın zamanda gerçekleşmiş bu terör saldırısı bize birçok çelişkiyi yakalama fırsatı sağlıyor: iklim yasalarıyla çiftçilerin hayatlarını karartan Avrupa devletlerinin tarihin en büyük emisyon olayının ve çevre faciasının suçlularını aramadıklarını; dezenformasyondan şikâyet eden resmî kurumların en temelsiz komplo teorilerini dünyaya yayıp sonra unuttuklarını görüyoruz. Ancak bir terör eylemiyle ona karşı verilen yanıtların zayıflığı, yani göz önüne çıkan derin çelişki bize derin bir görüş fırsatı da veriyor.
Kaftan hükümdarın omuzlarından kayıyor mu? Bir çatlak yani bir soru: bu ölçüde bariz bir iki yüzlülük nasıl mümkün olabilir? Kısmi bir hafıza kaybı söz konusu sanki. Hafızadaki aksayışı en açık hâliyle sabotajı tasarlamakla suçlanan ABD’nin resmî yetkililerinin açıklamalarında buluyoruz. Dışişleri Bakanı Anthony Blinken, saldırıdan birkaç gün sonraki bir basın toplantısında, sabotajı kınamış ama aynı zamanda onun “büyük bir fırsat” doğurduğunu da söylemişti. Amerikan dış siyasetinin şahinlerinden Victoria Nulland, sabotajla ilgili Senato oturumunda, ülkesinin saldırıya dair mesuliyetini kesin dille reddetmiş ama hemen arkasından Nord Stream boru hattının “suların dibine gömülmesinden” memnuniyetini belirmekten de çekinmemişti. ABD’nin tavrı belli ki suçu reddederken kazançlarını kabul etmek. Aslında ABD’nin boru hattıyla alâkalı niyetleri sabotajdan daha önce Başkan Biden’ca ifade edilmişti. Gazeteci ile başkan arasındaki çok çarpıcı konuşma şöyle:
Biden: “Eğer Rusya [Ukrayna’yı] işgale başlarsa... o zaman Nord Stream-II diye bir şey kalmayacak. Onun sonunu getireceğiz.”
Muhabir: “Ama bunu tam olarak nasıl yapacaksınız, sonuçta proje Almanya’nın hâkimiyetindeyken?”
Biden: “Size söz veriyorum, bunu yapmamız mümkün olacak.”[6]
Bu diyalog Hersh’ün aktardığı hikâye ile uyuşuyor. Onun araştırmasına göre Biden, işgal ihtimali belirdikten sonra Nord Stream’i devre dışı bırakabilmek için iki “çözüm” istemişti askerî danışmanlarından: çözümlerden birisi, geri dönülebilir yani ekonomik yaptırımlardan, öbürü ise kalıcı yani fizikî bir müdahaleden oluşmalıydı. Biden yukarıdaki vaadi, araştırmanın zaman çizelgesine bakılırsa eğer askerî danışmanların kendisine sunduğu çözümleri inceledikten sonra vermiş. Sabotajdan bizzat ABD’nin yürütme erkini ve silâhlı kuvvetlerini sorumlu görüyorsak ortaya bir soru daha çıkıyor: Nord Stream’in iki ortağından biri olan Almanya, ABD’nin müttefiki değil mi? Öyle ama ABD dostlarına kimi zaman düşman gibi davranmaya alışkın.
Egemen ülke ile uluslararası ortakları arasındaki ilişkiye iyi bir örnek Japonya: Savaş sonrası düzeninin ABD ve Batı Almanya ile beraber üçüncü sac ayağı olan Japonya, 1980’li senelerin sonuna dek ABD’nin sanayi ve teknoloji alanındaki en büyük rakibiydi. Amerikalı holdingler Japon muadillerine yetişemiyorlar ve Amerikalıların dahi evleri ile şehirleri Japon ürünleriyle doluyordu. 1991’de Avrupa ülkeleri, ABD ve Japonya’nın imzaladığı Plaza Anlaşması ekonomideki “Japon Mucizesinin” sonunu getirdi. Anlaşmayı takip eden on sene boyunca Japon ekonomisi toplamda sadece %1 büyüyebildi ve bu dönem tarihçiler tarafından “Kayıp On Yıl” olarak adlandırıldı. Avrupa ekonomisi ise 2008 krizinin etkisiyle Amerikan ekonomisine kıyasla çok daha fazla sarsıldı. Krizin Avrupa üzerindeki etkisi önce Yunanistan’ın “Troyka”ya yani Avrupa Komisyonu, Avrupa Merkez Bankası ve IMF’ye karşı başlatıp kaybettiği savaşta, ardından başarıya ulaşan Brexit girişiminde somutlaştı. Avrupa’nın zayıflaması ABD’ye yaradı zira birçok Avrupalı şirket krizi izleyen senelerde okyanusun diğer yanına göç ettiler.
Egemen ile ortakları arasındaki eşzamanlı rekabet ile işbirliği aralarındaki ilişkilere çözülmesi güç bir biçim veriyor. Verilecek her karar çelişkilerle ve aldatmacalarla örülü olduğunda kaba kuvvet, söz konusu devletler olduğundaysa “örgütlü şiddet” ilişkinin niteliğini belirler. Nord Stream sabotajının amacı neydi? ABD, Avrupa’nın Rusya ile enerji ticaretini durdurmak isteseydi sadece, bunun için boru hattına patlayıcı yerleştirmeye mecbur değildi. Gerçekte ekonomik yaptırımlar ilk boru hattını kullanılmaz hâle getirmiş, ikinci hattın ruhsatınıysa Alman Hükûmeti süresiz olarak askıya almıştı. Bombalar infilak ettiğinde Avrupalılar Rus gazı kullanmıyorlardı. O hâlde sabotaj neden yine de gerçekleştirildi? Burada şiddetin gövdeler ve bedenler değil ruhlar üzerindeki etkisi hesaba katılmıştı belki de. Terör bir strateji olarak fotoğraflara, hikâyelere ve imgelere dönüşecek şiddet eylemleri vasıtasıyla kitlelerin davranışlarını belirlemeyi amaçlar. Nord Stream bu tanıma tam olarak uyuyor zira Avrupa halklarının ve özellikle de siyasetçilerinin gelecekte alacakları kararları belirleme gücü taşıyor. Sabotaj belli ki bir mesaj: Çizmeyi aşma. Fakat bu türden bir mesaj açıkça söylenemez. Bazı mesajlar sözcükler yoluyla karşı tarafa iletilemezler; onlar bir başka lisanla ruhu dünyadan ayıran duvarı deler ve en derinine erişirler. Hükümdar artık tebaasının içindedir. Diplomasinin dili sabotajın kınanmasını gerektiriyor ve sözcükler gerçeği örtüyorlar ancak kaba gerçek deneyimli siyasetçilerin dahi sözcüklerini çarpıtarak sahici yüzünü gösteriyor. Sözcükler ile kaba kuvvet arasındaki bu türden bir ilişkiye suç örgütlerinde de rastlayabiliriz. Mafya babasının sözcükleri çoğunlukla temkinli ve muğlâktır. O mesajını başka yollarla iletir, hem dostlarına hem de düşmanlarına. Ancak sözcükleri yine de önemlidir; suçunu her zaman inkâr eder ama gerçeği bilenler başka şeyler duyarlar; o aslında böbürlenmektedir. Amerikalılar İtalyan mafyası ile en üst ve derin düzeydeki uzun vadeli ortaklıklarından sonra bu en uzun ömürlü, dirençli ve kazançlı örgütlenme biçiminin sırlarını öğrenmiş görünüyorlar. Aslında ABD’yi mafyaya benzetenler sadece ona dışarıdan bakanlar da değil: bizzat bir Amerikalı general, kendisini uluslararası ölçekli bir Al Capone diye tarif etmişti.[7]
Ruh bilimi her tür şiddetin insan ruhu üzerindeki kötü yönlü dönüştürücü etkisine “travma” adı veriyor. Ruh bilimi terimlerinin siyasete özensizce ve sınanmadan uygulanması gayet yaygın ve yanlış ancak siyaset kitlelerin davranışlarını belirlemeye dayandığına göre insan bilinciyle duygularının yasaları, siyasetin yöntemleriyle kesişecektir. Bir terör eyleminin doğumunu çevreleyen sis, yarattığı yıkımın bir parçası olur. Sorumluları keşfedilmeyen, geçmişi karanlıkta kalan ve şüpheleri aşamayan şiddet olayları onlara maruz kalan ya da şahit olan kişilerde kalıcı davranış değişiklikleri doğurabilirler.
Şiddetin en önemli etkisi uygulandığı yer ve zamanda sebep olduğu yıkım değil, insanların ruhlarındaki uzun süreli izleridir. Suçluları, yöntemleri ve sebepleri karanlıkta kalan bir terör eylemi zamana genişler ve tehdit geçmişten geleceğe hatta belli şartları aşarak her yere yayılır. Saldırgan her karanlık köşede bekleyerek fırsat kollar artık, kurbanın gözlerinde. Suç örgütlerinin, sırtlarından geçindikleri kurbanlarını sindirmek için uyguladıkları yöntemler, şirketleri, ülkeleri hatta bir ülkeler birliğini yöneten kişiler üzerinde de etkili olamazlar mı? Nord Stream sabotajını kimlerin hangi sebeple gerçekleştirdiklerini, bilmeleri gerekenler en başından beri en azından seziyorlardı. Hersh’ün araştırmasıyla sis dağıldı ve kaba gerçek açığa çıktı.
Ahmet Aşure
9 Kasım 2024
Dipnotlar:
[1] Kate Duffy, “German lawmakers break Europe’s silence on suspected Nord Stream pipeline saboteur to point the finger at Russia”, 28 Eylül 2022, Business Insider.
[2] Kostas Poursanidis, Jumana Sharanik, Constantinos Hadjistassou, “World’s largest natural gas leak from nord stream pipeline estimated at 478,000 tonnes”, iScience, Cilt: 27, Sayı: 1, 19 Ocak 2024, SD.
[3] Hans Sanderson, Michał Czub, Jaromir Jakacki, Sven Koschinski, Jakob Tougaard, Signe Sveegaard, Torsten Frey, Patrik Fauser, Jacek Bełdowski, Aaron J. Beck, Anna Przyborska, Adam Olejnik, Bogdan Szturomski, Radoslaw Kicinski, “Environmental impact of the explosion of the Nord Stream pipelines”, Scientific Reports, 14 Kasım 2023, Nature.
[4] Elizabeth King, “Framing Environmental Activism as ‘Terrorism’”, 19 Aralık 2019, Political Research.
[5] Seymour Herch, “How America Took Out The Nord Stream Pipeline”, 8 Şubat 2023, Web Archive.
[6] “President Biden on Nord Stream 2 Pipeline if Russia Invades Ukraine: ‘We will bring an end to it.’”, 8 Şubat 2022, Youtube.
[7] Major General Smedley Butler, War Is A Racket, 1935, Archive.