Ali İsmail komadaydı, Ethem toprağa daha üç hafta önce verilmişti; 40’ı çıkmamıştı.
Kadıköy’de “Gazdan Adam Festivali” yapıldı. Şarkılar söylendi, defile yapıldı, sahnede dans edildi, eğlenildi, zeki ve şakalı sözler ağızdan ağıza tekrar edildi. Gezi o gün yenildi. Sonra herkes işine gücüne döndü, derdi olan derdiyle kaldı.
Üç gün sonra Ali İsmail öldü.
Gözü çıkanlar, ağzının içine sıkılan biber gazından kanser olanlar, işinden atılanlar… Hepsi birer dava dosyasının içine gömülüp unutuldu. Yüzünü sola dönen, “Herhâlde derdimize ortak oluyorlar” diye kulak kabartan yoksul halk peyderpey kabuğuna çekildi. Geriye aile, akraba, eş dost dayanışması kaldı.
Korkmaz ailesi de Ali’nin adını vakıfla yaşatmaya gayret etti. 10 yıl sonra vakıf binası depremde yerle bir oldu. Aileler enkazın altından çıkma derdine düştü, on binler hayatını kaybetti, soğukta kaldı. Aradan 10 gün geçti, zekice dokundurmalar, dalga geçmeler yine baş gösterdi.
Bu kinayeli paylaşımın altına dizilen yüzlerce “muhalif”, keyifli/şakalı mesajlar sıraladı. Sermaye bağış skoruyla kendini aklamaya çalışırken, demagoglar enkaz altında en çok kalma skoru tutarken, diğer yanda yas tutmaktan sıkılanlar, “iyileşmek isteyenler” yavaş yavaş “siyaset yapmaya” başladı.
CHP ve AKP, depremin ilk gününden beri belediye ve bakanlık bürokrasisi konusunda sessizler; bu konuda ortaklaşıyorlar. Enkaz altında kalan illerde bozuk yapılaşmaya izin veren, kat artıran, rüşvete bulaşan AKP’li ve CHP’li belediye bürokrasisi ile bakanlık personeli gözaltına alınmıyor; müteahhitler üzerinden düzenin iki kanadı aklanıyor.
AKP kendi iktidarını mahkûm edemeyeceği için, devleti temize çekmek adına sokaktaki şiddeti körüklüyor, müteahhit tutukluyor, televizyonda yardım şovu organize ediyor. Bu arada yavaş yavaş sertleşmenin zeminini yokluyor, yardım faaliyetlerine el koyarak OHAL’de el yükseltiyor. CHP, belediye başkanını istifa ettiremeyeceği, rüşvetçi personelini savcıya teslim edemeyeceği için “sert açıklamalar” yapıyor, sözde “siyaset yapıyor.” Erdoğan hasar alan mevziini yeniden tahkim etmeye başlıyor. Nasıl olsa ikisinin de bam teline dokunmadığını gören “seçmen” duracak durduğu yerde.
Peki biz ne yapacağız?
Önce hâlimizi idrak edeceğiz. Goygoyu bırakacağız. Ölenlerin yasını tutacağız. Kendi başımıza olduğumuzu idrak edeceğiz. Bu idrakle cenazemizi kaldırmayı, kazma kürek sallamayı, organize olmayı, sahip çıkmayı öğreneceğiz. Hızlı neticeler, kolay başarılar beklemeyi bırakacağız.
* * *
Geziden bir yıl sonra Soma’da maden katliamını haber alan bir grup sosyalist, bir arabaya atlar ve saatler içinde ocağa ulaşır. Cenazeler yeni çıkarılmaktadır. Devlet henüz olay yerinde yoktur. Bir süre sonra maden ocağının önüne Cüneyt Özdemir gelir, madenci olmadığı her hâllerinden belli olan sosyalist gençlere önce “Siz kimsiniz?” diye sorar, sonra “Siz niye geldiniz ki?” diye şaşkınlığını belirtir. Aynı gazeteci, Hatay depreminden sonra “Bir daha böyle bir felâket olursa kimse beklemesin, koordinasyon falan dinlemesin, görevli olsun olmasın, inisiyatif alsın, atlayıp gitsin insanları kurtarsın,” der. Sosyalistlerin davasına sahip çıktığı Somalı madenciler, bugün yıllık izinlerini yakıp deprem bölgesine koşar.
Depremden canı yananlar, işin içinde kimlerin payı olduğunu gayet iyi biliyor. Yıllarca AKP’den seçildikten ve üç dönem kuralına takıldıktan sonra CHP’ye geçen Belediye Başkanı, mezar inşa eden müteahhidi korkmadan koruyabiliyor; Adıyaman’da vali yuhalayan, Hatay’da kameralara isyan eden halk, AKP’nin de CHP’nin de ne mal olduğunu görüyor. Kimsenin aslında derdine ortak olmadığını gördükten sonra da dönüp dolaşıp öfkesini içine atıyor.
İdrak edeceğiz, zor ve gösterişsiz işleri uzun süre yapmayı göze alacağız, örgütleneceğiz, başımızın çaresine bakacağız, halkın derdine ortak olacağız. Başka yol yok.
Deniz Kuzey
16 Şubat 2023