Loading...

Pontus Soykırımı ve Alman Politikaları


Trabzon Komnenos İmparatorluğu’nun 1461’de yıkılışından Lozan Antlaşması ve 1923 zorunlu nüfus mübadelesine kadar olan süreçte Pontuslu Rumların tarihi, resmî yalanlar nedeniyle saklı kalmıştır. Osmanlı boyunduruğu altındaki Rumların trajedisi Pontus’un fethiyle başlamış, mübadele döneminde ve sonrasında devam etmiştir.

Pontuslular ne yazık ki beş yüz yıllık çileli süreç içerisinde sadece birkaç insancıl yönetimle karşılaştılar. Şeriat uygulayan Osmanlılar; Hıristiyanların siyasal anlamda teslim olmalarıyla yetinmiyor, bununla birlikte dinsel asimilasyonu dayatıyor, tüm etnik bilinç ve belleğin silinmesini istiyorlardı. Mezalimler ve zorbalıklara karşın, sahip oldukları kısıtlı imkânlarla İslamlaşmaya direnen Rumlar kendi kültür ve geleneklerini, ulusal bilinçlerini yirminci yüzyıla kadar taşıdılar. İster Yunanca ister Türkçe konuşan bu Hıristiyanlardan sağ kalanlar 1923 Lozan Antlaşması uyarınca üç bin yıldır yaşadıkları toprakları terk etmek ve Yunanistan’a göçmek zorunda bırakıldılar. Bunların sayıları Ekümenik Patrikhane tarafından 1915’de belirlenmişti. Pontus’ta Yunanca ve Türkçe konuşan Ortodoks Rum sayısı 696.495 idi. Bunların 353.000’i Jön Türkler ve Kemalistler tarafından 1916-1923 yılları arasında katledildi. 182.000’i Yunanistan’a kaçtı ve kalanı da Rusya’ya kadar uzanan bir kurtuluş yoluna düştü.

1876 Anayasası’nı yeniden yürürlüğe sokan 1908 Jön Türk Devrimi, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki tüm etnik gruplarca coşkuyla karşılandı. Tüm azınlıklar dinsel ve kültürel özelliklerini, eşitlik ve özgürlüklerini teminat altına alacak yeni bir Osmanlı yönetim sistemini umuyorlardı. Jön Türk başkaldırısı, padişahla iyi ilişkilerini sürdüren Almanya dışında diğer emperyalist büyük güçlerce olumlu karşılandı. Jön Türk devrimcileri başlangıçta ilericiymiş gibi bir izlenim yaratmalarına karşın, azınlık politikaları Abdülhamit’inkinden pek de farklı değildi. Zaten kısmi uygulamalar dahi, Hıristiyanlarla eşit olmayı kabul etmeyen muhafazakâr Müslümanların direnciyle karşılaşıyordu. 1909 Girit sorunu ve Yunanlıların birlik mücadeleleri konusundaki eylemlerini temel alan Jön Türkler, Osmanlıcılık politikalarından vazgeçerek eşitlik ve kardeşlik söylemlerini bir kenara atıp esas olarak ari Türk Devleti kurmayı öngören programlarının gerçekleşmesi yolunda sert önlemler almaya başladılar. Jön Türklerin ilk hedefleri Ekümenik Patrikliğin ayrıcalıklarını kısıtlamaktı.

1909 baharında ortalığı geren iki yasa tasarısı Meclis’e sunuldu. İlki eğitimle ilgiliydi. İkincisi ise zorunlu askerlik hizmetini öngören zamansız ve yersiz bir tasarıydı. Eğitim tasarısına göre eğitim Kültür Bakanlığı’nın denetiminde olacak ve böylece Rum eğitim sistemi ortadan kalkacaktı. Askerlik yasası ise Rum gençlerini orduda zorla Müslümanlaştırmak içindi. Nitekim askerlik sırasında subay ve Müslüman askerlerden gördükleri kötü davranışlar, din değiştirmeleri için yapılan baskılar askerlik hizmetine karşı bir soğukluk yarattı ve yaşı gelmiş Hıristiyan gençlerin yurtdışına kaçmalarına yol açtı. 1911 senesinde Rumların, İTF yönetimini devirmek amacıyla kurulan Hürriyet ve İtilaf Fırkası’na katılmaları Jön Türkler için Rumlarla hesaplaşmaları için ikinci bir neden oldu. Özellikle Pontus’un iç bölgelerinde yaşayan Rumların durumu çok trajik bir hâl aldı ve ırza geçme, yağma, gasp, insan kaçırma, öldürme vb. olaylar yaşandı.

1913 yılında Türk ordusunu düzenlemek ve kumanda etmek üzere Mareşal Liman von Sanders ve Alman askerî misyonu imparatorluğa geldi. Gelişinden birkaç hafta sonra, Mareşalin Alman emperyalizminin siyasal ve ekonomik çıkarlarını düzenlemek gibi ikinci bir misyonu daha olduğu anlaşıldı. Mareşal, askerî ve siyasî amaçların bekası için en dehşetengiz imha yöntemlerini benimsemişti. Helen karşıtı zulüm tümüyle yeni bir biçim alarak genişletildi.

Gelecekte kaynak zenginliği nedeniyle tüm Avrupa devletleri açısından jeopolitik ve ekonomik çatışma konusu olacak olan Osmanlı coğrafyası, Britanya ile sömürge rekabeti içinde olan Almanya için çok önemliydi. Hammadde açısından Anadolu oldukça zengindi. Alman sanayi ürünlerinin satışı bağlamında açık bir pazardı ve konum itibariyle büyük bir askerî öneme sahipti. Ancak Almanya’nın Anadolu’daki ekonomik geleceğine ilişkin bir engel vardı. Bu, sadece ticarî faaliyetleri ve genel ekonomiyi kontrol altında tutmakla kalmayıp, Osmanlı Devleti’ne dönük yoğun ilgisi olan Britanya ve Fransa’nın da aracıları olan Rumlar ve Ermeniler başta olmak üzere Doğu’nun Hıristiyan azınlığı idi. Ayrıca Rumlar Almanya ile Hazar Denizi arasında doğal bir engeldi. Osmanlı Hıristiyanları toplam nüfusun sadece üçte biri olmalarına karşın ticaret ve sanayinin %90’ını kontrol ederlerken, Müslümanlar ancak %10’uyla iştigal ediyorlardı. Batı Anadolu’daki 5.308 fabrikadan 4.008’i yani %75,51’i Rumlara aitti. Netice olarak Almanlar Rumları bölgedeki ekonomik ağırlıkları açısından ciddi bir engel olarak görmekte haklıydılar; Rumların ekonomik statülerini çeşitli ayrımcılık yöntemleriyle ve mal ve mülklerine el koyarak zayıflatmaları için Jön Türkleri kışkırtıyorlardı.

1913 Mayıs Balkan bozgunundan sonra Jön Türkler eliyle yürütülen Türkleştirme politikası Rumların imhasına giden tek yönlü yol hâline geldi. Mareşal Liman von Sanders’in merkezî imha plânı 1913 Kasım’ında Doğu Trakya’da yürürlüğe sokuldu. Makedon göçmenler eliyle talan ve şiddet kullanılarak Doğu Trakya insansızlaştırıldı. Gerekçe, Balkan devletlerinin askerî harekâtına karşı İstanbul’un son kalesi olan bölgenin güvenceye alınmasıydı. Bu arada Batı Anadolu ve Pontus’ta da aynı araçlar kullanılıyordu. Zoraki göçe uzanan yolu döşemek üzere mezalim, yer değiştirme, baskı, psikolojik yıldırma, talan, cinayet yöntemleri kullanılıyordu. Başta Batı Anadolu kıyısındakiler olmak üzere Rum halkının kaderini Alman Mareşal von Sanders’in askerî etkisi belirliyordu.

Temmuz 1914’de Osmanlılar, imparatorluk dâhilindeki tüm etnik gruplar için genel seferberlik ilân ettiler. 19 ile 45 yaş arasındaki tüm erkekler askere çağrıldı. Askere giden Rumlar genelde amele tabularında görevlendirildi. Türklerin asıl imha yöntemi açlık ve amele taburları idi. Bu taburlar Hıristiyanlar için hayal edilebilecek en acımasız şartlarda hazırlanan infaz yerlerinden başka bir şey değildi. Ne yiyecek ne de giyecek vardı. Isıtma diye bir şey yoktu ve gündüz yakıcı güneş, geceleri de dondurucu soğuk vardı. Kış ortasında mağara ve kovuklarda yaşıyorlardı. Amaç, soğuk kış şartlarında kanallarda ve yollarda fakr-u zaruret içerisinde çalışanların hastalık, açlık ve soğuktan ölmelerini  sağlamaktı. Nitekim öyle de oldu ve çoğu geri dönemedi.

1915 senesinde güya koruma amaçlı olarak İyonya (Ege) ve Karadeniz’in kıyı kesimlerinde Rumları Anadolu’nun içlerine gönderip iskân etme faaliyeti başlatıldı. Bu uygulamayla Karadeniz’in batı kıyılarındaki ve Marmara’daki Hıristiyan nüfusu yok edilmiş ve mallarına el konmuş oldu. Pontus’un içlerinde, Kastamonu, Amasya, Tokat, Yozgat, Sivas gibi yerleşimlerde askerî güvenlikle ilgili sorun olmamasına karşın, Jön Türklerin oralardaki Rum nüfusuna yönelik politikaları da aynıydı. Tehcir genellikle kışın kötü hava şartlarında gerçekleşiyor ve muhacirlerin gıda ve giysi taşımalarına izin verilmiyordu. Kafileler bilinmeyen bir yere doğru yola koyulur koyulmaz evler komşu Müslümanlarca yağmalanıp ardından yakılıyordu. Tehcir edilen yerler Anadolu’nun içlerinde, sadece Türklerin yaşadığı köylerdi. Yolculuk esnasında açlık ve bulaşıcı hastalıklar son darbeyi vuruyordu. Tehcir edilenlerin çoğu yollarda soğuk ve açlıktan öldü. Rum yerleşimlerinin etnik karakterini, geride kalan sakinlerin Türkleştirilmelerini kolaylaştıracak kadar değiştirmek esas amaçtı.

30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi imzalandığında Rumlar için 4 yıllık dönemin bedeli korkunçtu. Dehşet sahneleri, mahvolmuş köyler ve evler, harap kiliseler ve okullar bağnazlığın, şiddetin ve nefretin oluşturduğu trajik tablonun kendisiydi. Geriye bakıldığında şanslı olanlar yabancı güçlerin yardımsever örgütlerine alınanlar ve açlık, hastalık, dilenme, İslamlaştırma ve Türkleştirmeden kurtulanlardı.

Bozkurt Samsun’da

Mustafa Kemal 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktıktan sonra da Kemalistler, padişah hükûmetinin kabul etmiş olduğu Wilson İlkeleri’nden on ikincisinin, ilgili etnik grupların söz konusu bölgelerde sayısal çoğunlukta olması kaydıyla hayata geçirilmesi konusunda kaygı duydukları için Jön Türklerin başlattıkları soykırım pratiklerini sürdürdüler.

29 Mayıs günü Mustafa Kemal, Samsun’da güvende olmadığı için Havza’ya geldi. Hakkında tutuklama kararı çıkarılmış olan Çepni Topal Osman ile bir görüşme yaptı. Karadeniz’de Pontus “belâsının” temizlenmesini ona havale etti. O da M. Kemal’in telkin ve desteğiyle Trabzon ve Giresun’da katliam işine kaldığı yerden devam etti.

Turancı Erzurum ve Sivas Kongrelerinde “Türkiye Türklerindir” sloganı kabul edilerek Wilson tarafından ileri sürülen etnik azınlıklara saygı konusu, soykırım plânlarının uygulanmasını tavsiye eden milliyetçilerin hedefi hâline geldi. Böylece Türk direnişinin ve etnik temizliklerin temeli Erzurum’da atıldı. Bu arada Karakol örgütü vasıtasıyla Ermeni ve Rum soykırımlarının gerçek azmettiricileri Anadolu’ya geçirildiler. Sonra da ilk milliyetçi Kuvayı Milliye direniş örgütlerini oluşturmaya başladılar.

M. Kemal, soykırımcı önlemlerin hayata geçirilebilmesi için öncelikle haydut çetelerine ve Müslüman halka silâh sağlayarak işe başladı. Onlara açık çek verdi. Birinci Kemalist dönem boyunca M. Kemal, Rumların imhasını muvazzaf orduya havale etmedi çünkü karşıda düzenli düşman ordusu yoktu. Onun özgürlükçü görüntüsüne halel gelmemesi için Pontuslu Rum holokostunu çoğu cani, kaçak suçlu, profesyonel katil olan Jandarmalar ve çetelere havale etti. Ekim ayından itibaren Rumların yaşadığı köylerde silâhlı çeteler baskınlara başladılar. İnsanların toplu yakılmaları, ırza geçme, işkence, yağma, cinayet ve katliamlar sistematik hâle geldi.

1920 baharında İznik, Adapazarı ve İzmit’te durum gittikçe kötüleşti. Haziran ayından itibaren silâhlı çeteler köyleri basıp köylüleri soymaya başlamışlardı. Köylüleri bir yerde toplayıp onları öldürüyorlardı. Bölgedeki katliamları yapanlar Gavur Ali çetesi, Dağıstanlı Cemal çetesi ve Çepni İpsiz Recep çetesiydi. 3-16 Haziran 1921’de ölüm sırası Samsunlu Rumlara geldi. Kemalistlerin bu bölgeyi cezalandırmaları için özel nedenleri vardı. Bölge, Pontus direniş hareketinin merkeziydi. Samsun kentinde Rumları tehcir etmek için dokuz büyük tehcir yürüyüşü yapıldı ve toplam altı bin erkek tehcir esnasında öldü. Samsunlu Rumların tehciri tamamlandığında sıra civar bölgedeki 394 Rum köyüne geldi. Topal Osman ve çetesi canlı gördüğü herkesi boğazlıyor, evlerini yakıyordu. 5-18 Haziran 1921’de Bafra-Havza-Merzifon’da katliam başlatıldı. Şehir Jandarmalar ve silâhlı köylüler tarafından sarıldı. Üç etapta 1705 erkek kiliselere tıkılarak etrafı saran silâhlı köylülerce yakılarak katledildiler. Kemalistler 21 Haziran’da Ordu nüfusunu tehcir etmeye karar verdiler. Sekiz yüz erkek ve çocuk tehcir edildi.

26 Ağustos günü başlayan büyük taarruz sonunda Kemalistler, Hıristiyan sivillere yönelik katliam, şiddet eylemleri ve yağmalarla 11 Eylül günü İzmir’e girdiler. Ermeni mahallelerini yakıp yıktıktan sonra İzmir’in Yunan karakterini de silmeye çalıştılar. Yangın birkaç saat içinde Türk mahalleleri hariç her yeri yok etti.

Netice olarak zorunlu nüfus mübadelesi günlerine kadar 353.000’i aşkın Pontus Rum’u, Osmanlı vatandaşı olarak köy ve kasabalarda, dağlarda, sürgünde ve cezaevlerinde, amele taburlarında ve Türk ordusunda olmak üzere Jön Türklerin ve Kemalistlerin ellerinde gayet acıklı bir ölümle karşılaştılar.

Son Yerine

Anadolu’nun otokton halkı Hıristiyan Rumların soykırıma uğramasında Kemalistler ile siyasî ve  ekonomik ilişkilere giren İngiliz ve Fransız emperyalistlerinin önemli rolü oldu. Soykırım gözlerinin önünde cereyan etmesine karşı vahşete göz yumdular. Kemalistlerle 1921’de antlaşma imzalayıp silâh ve para yardımı sağlayan Bolşevikler de kendi güvenliklerini düşünerek ses çıkarmadılar. Bu anlamıyla Sovyet-Kemalist Antlaşması, Pontus sorununun çözümünde hayatî bir rol oynadı.

Pontuslu Rumlara yönelik soykırım Ermeni Soykırımı’nın aksine büyük oranda ihmal edilmiştir. Çünkü Ermeni ulusunun hemen hemen aynı dönemlerde yaşamış olduğu büyük trajedinin gölgesi altına kalmış ve çeşitli uluslararası anlaşma ve çıkarlarla bağlı devlet ve diplomasi çevreleri bilerek sessizliği tercih etmişlerdir.

Ahmet Hulusi Kırım

26 Şubat 2025

Kaynakça:

Mihail Rodas, Almanya Türkiye’deki Rumları Nasıl Mahvetti?, çev. Evdokia Veriopulu, Belge Yayınları, 2011.

Lazaros K. Aşıkoğlu, Kilaman: Anadolu’dan Gelen Bir Rum’un Anıları, çev. Evdokia Veriopulu, Belge Yayınları, 2009.

Küçük Asya Araştırmalar Merkezi, Göç, çev. Herkül Millas, İletişim Yayınları, 2014.

Özhan Öztürk, Pontus, Genesis Kitap, 2011.

Konstantinos Fotiatis, Pontos Rumlarına Yönelik Soykırım, çev. Atilla Tuygan, Belge Yayınları, 2018.