Loading...

Roma Kölelik Hukuku 4.0 Loading


Derin Ekoloji ve Kölelik [1] başlıklı yazımızı, güncel ekolojik önermeler ile Roma köle hukukunun mirasını birlikte ele almak gerektiğini ifade ederek bitirmiştik. Meselenin çapı ekolojik tezlerin önermelerini aşmaktadır, zira ekolojik önermeler de daha genel bir ekonomi politik sürecin bileşenidir. Mülkiyet hakkının dün ve bugün izlediği seyir, köle hukukunun mirasını somutlamak için verimli bir izlek sunmaktadır.

Özel Mülkiyetin İcadı

Metanın bir kişinin elinde bulunmasıyla, o metaya malik olmak arasındaki fark, tarihte farklı toplumsal formasyonlara işaret edecek kadar önemlidir. Roma’nın, Akdeniz ve Avrupa’da hakimiyetini kurarak meta ticaretini tarihte ilk defa bu ölçüde yaygınlaştırıp sistemleştirmesi cumhuriyet devrinde gerçekleşmiştir. Bu devir Roma hukukunun da inşa devridir. Roma, imparatorluk hâline geldiğinde (MÖ. 27) Roma hukuku büyük oranda tekemmül etmişti.

Yaygın köle emeğine ve meta dolaşımına dayanan üretim biçimi, mal üzerindeki basit sahipliği (possessio) aşan ve onunla farklılaşan “mutlak mülkiyetin icadını” (dominium ex jure Quiritum) zorunlu kıldı. Mutlak mülkiyet; malı kullanma, gelirini elde etme ve nihayetinde tüketme (yok etme, satma, bağışlama vb. yollarla) haklarını barındırıyor ve geniş bir coğrafyada satım, borç, kiralama vb. sözleşmelerin yapılmasına olanak veriyordu. Gerçek anlamda özel mülkiyetin hukuki ifadesi olan bu hak kategorisi, “Yurttaşlık haklarına sahip Romalılar için geçerli olan yasalara uygun olarak mülkiyet [dir].” [2] Toplumun geneline yayılmış değildir. Dolayısıyla Roma’da özel mülkiyet “mutlaktı ama evrensel değildi.” [3]

Meta Üzerindeki Hakimiyetinin Sınıflara Göre Farklılaşması

Roma özel mülkiyeti zilyetlikten ayırarak üretmişti. Bundan başka buradaki toplumsal formasyon, bir malı fiilen elinde tutmayı (zilyetlik/possessio) da teoride iki ana gruba ayırmayı zorunlu kıldı. Özel mülkiyete sahip olan soylunun, elinde rehinli mal bulunduran tefecinin, uzun süreli toprak kiralayabilenlerin zilyetliği (possessio civilis – vatandaşın zilyetliği) ile kölenin veya günlük işte çalışırken işin icabı kendisine mal teslim edilen proleterin zilyetliği (possessio naturalis = detentio) birbirinden ayrılmıştı. Detentio sahipleri (detentor) malları üzerinde geçici de olsa hiçbir hak ve hukuki koruma talep edemezlerdi. [4] Metanın, bunların elinde bulunması doğada bulunması gibiydi, zira teoride bunlar doğaya asimileydi; possessio naturalis (doğal zilyetlik) bu teoriyi hukuka tahvil ediyordu. Meta sahibi olamayan yoksul proleter, ismini, doğadaki hayvan gibi, devlet için çocuk üremekten ibaret olan işlevinden alıyordu.

Köleci döneme has olan bu ayrımlar, kapitalizmde ortadan kalkmıştı. Roma hukukunun üzerine inşa olunan burjuva hukuk, dayandığı üretim biçimi nedeni ile Roma hukukunun bu ayrımını sürdürmemişti. Feodalizmde hemen hemen ortadan kalkmış görünen özel mülkiyet, feodalizmden sonra ihya edildiğinde zilyetlik de hukukta teke indi.

Roma’da meta üzerindeki fiili hakimiyetin bu biçimde keskin iki kategoriye ayrılması, üretim ilişkilerinin getirdiği bir zorunluluktu, zira cismen insan olan kölenin de elinde pratik yaşamın zorunlulukları gereği mal bulunuyordu. Bu ayrım köle sayısının ev köleliği tarzında çok sınırlı sayılardan, salt İtalya’da 3.000.000’a vardığı cumhuriyet devrinin sonlarında, artık hâkim bir hukuk ilkesi olacak kadar keskinleşmişti. Kölenin veya proleterin, ellerindeki mala hâkimiyet kuracak biçimde, metayı edinme sebeplerini değiştirmeleri hukuken yasaklanmıştı.[5] Bu kural, verili sınıflı düzenin sigortalarından birisiydi. Hukukun gerçek ilişkileri formüle ettiği düşünüldüğünde, bu olayın belli bir fiili gelişimin son noktası olduğunu düşünmek gerek. Hukukun işleyiş tarzı bugün de değişmemiştir.

Roma Proletaryası – Kapitalizmin Proletaryası

Roma, köleler ve sahiplerinin yanı sıra proleterleri de bir sınıf olarak barındırmaktaydı. Proletarya, antik çağda üretim ilişkilerinde belirleyici etkisi olmayan köle ve mülk sahibi sınıfları arasında bir yerdeydi. Rolü her dönemde çocuk verme, dönem dönem kolonilere yerleştirilme ve mecburiyet hâlinde ülke savunmasına katılmaktan ibaretti. Toprak sahibi olup vergi veren köylüler yani askerler arasına katılmak, proleter olmaktan çıkmak anlamına geliyordu. Vergi vermek olanağından yoksun olan proleter, ancak zorunluluk hâlinde, ücret karşılığında silah altına alınıyordu. Kapitalizmde olduğu gibi köleci düzende de proletarya, esasen kırsal üretimin (Roma’da özellikle MÖ. 2 yy.’da savaşların etkisi altında) dağılmasıyla şehirleri doldurmuştur. Proletaryanın şehirde yarattığı yaygın rahatsızlık, kapitalist dönemin aksine köleci dönemde, istihdama olanak verecek manifaktür düzeni olmadığında ancak gıda yardımları, iskân ve toprak dağıtımı gibi kısmi çarelerle geçiştirilmeye çalışıldı.[6]

Kapitalist dönemde, mal üzerindeki fiili hakimiyetin hukuken bölümlenmesi ortadan kalkınca ortada kalan kavramlar ise unutulmadı; eski anlamlarıyla bağlantılı yeni anlamlar kazandırlar. Bu anlam geçişleri, kapitalizm polisiye tedbirlerle, emek arzını garanti etmek üzere işçi sınıfını inşa etmeye giriştiği dönemde temayüz etti. Marx’ın 15. yy.’ın son çeyreği ve bütün bir 16. yy. olarak belirlediği dönemden bahsediyoruz. Detentio, dağılan feodal düzenden koparak şehirlere doluşan işsiz güçsüz kalabalıkların, kapitalist üretim düzenine göre eğilip bükülmek üzere depolandığı/hapsedildiği dönemin zirvelerinde, kayıtlara bu sefer insanlar için “kapatılma, geçici olarak tutulma” anlamlarında geçmeye başladı. Bugün yakalama, gözaltı gibi durumları ifade eden detention kavramı buradan mülhemdir. Roma’da sahibi adına elde bulundurulan ve fakat malik olunamayan malın yerini, artık bedenleri sermaye adına devletin elinde tutulan işçi sınıfı adayları (serseriler, aylaklar, kanun kaçakları, işsiz güçsüzler) almıştı. Diğer yandan serserilikten yontularak inşa edilen yeni proleter, teoride metaya sahip olabiliyordu. Kapitalist işleyiş gereği, başta emeğini satabilmesi için hukuken ona sahip olmak zorundaydı.

Roma Hukukunun Mevcut ve Muhtemel İşlevleri

16. yy.’da kapitalist ticaretin geldiği aşamada, Roma hukukunun yeniden hakimiyet kurmasından sonra burjuva hukuku sürekli surette bu hukuk zemininde gelişti. İmparatorluğun yeniden toparlanması arayışları kapsamında MS. 529-534 yılları arasında İstanbul’da tamamlanan derleme ve kanunlaştırma faaliyeti, ihtiyaç doğduğunda bin yıl sonra yeniden Avrupa’da Corpus Iuris Civilis adıyla gün yüzüne çıkarıldı.

Sınıflı toplumlar tarihini, birbirinden her anlamda kopuk evreler ve lineer bir süreç olarak görmek yukarıda sıralanan tarihsel geçişleri anlaşılmaz kılar. Kapitalizmin, mübadele sistemini kurarken Roma hukukuna yaslanmasından yola çıkarak, kapitalizmin yeni evrelerinde köle hukukuna yaslanabileceği, proletaryanın Roma’daki formunda yeniden şekillendirileceği üzerinde düşünülmeli. Elbette geçiş bir anda vücut bulmayacak, ekonomik ve yönetimsel sahada meydana gelen fiili dönüşümler, kendisini önce fiziki mecburiyetler şeklinde ve nihayetinde hukuki formülasyon olarak gösterecektir. Formülasyon safhasına gelindiğinde eldeki malzemeye dönüp bakma ihtiyacı hissedileceği beklenmelidir. Avrupa’da kapitalizm baş gösterdikten sonra, Corpus Iuris Civilis’in ortaya çıkarılmasından önceki dört yüz yıl boyunca, Roma hukuku ağır ağır hatırlanmaya, diğer hukuklarla iç içe girmeye başlamıştı.

Bugün dünya üzerinde köle emeğinin sömürülmeye devam edildiği sahalar mevuttur. Örneğin, Kongo’da akıllı telefon imalatında kullanılan madenleri hâlihazırda köleler çıkarmaktadır.[7] Ancak bu kölelerin kendilerinin, meta olarak klasik tarzda dünya pazarında alınıp satılması mümkün olmadığından, bu ve benzeri olaylar bölgesel kalmakta, yeni bir hukuku dayatacak zorunluluğu doğurmamaktadır. Evrensel yayılıma müsait ekonomik gelişmelere bakıldığında ise başka bir seyir ortaya çıkmaktadır.

Gig ekonomisi (online platform ekonomisi) veya uzaktan çalışma gibi yeni çalışma biçimleriyle, emek sahasında ciddi bir dönüşümün kendisini evrensel tarzda dayatmaya başladığını görmekteyiz. Online platformalar aracılığıyla, talep üzerine, kısa süreli ve parçalı işlerin görülmesi, emekçinin “işçi statüsünden” çıkarılması, bu statünün getirdiği temel güvencelerden mahrum kalmasını beraberinde getirdi. Kısa süre sonra, gerçek bir gelire ulaşmak için, uzun süreli ve durmaksızın çalışma olgusu görünür oldu. Bu olgunun üzerine eklenen online platform tarafından herkese açık performans takibi (yorumlar, puanlar, cezalar vb. yoluyla), emekçinin dijital aygıtın ve hatta metanın uzantısı olarak algılanması süreci olgunlaşma aşamasındadır.

Diğer yandan yeni modellerde, işçilikten çıkarılarak; ortak, yüklenici, paydaş gibi adlarla, iş araçlarını borçlanarak temin eden emekçinin gördüğü işlev ve elindeki araçla kurduğu ilişki de başkalaşmaktadır. İşçi, kendisine sermayedar tarafından teslim edilen alet üzerinde, en azından işin görümü süresince ve üretim amaçları dışına çıkmamak kaydıyla, tam bir hakimiyet sağlar. İş aracının tükenmesi, bozulması gibi durumlar da işçinin işi gereğidir. “İş ortağı” ise paradoksal olarak, güya kendi mülkünde olan aracı ancak “elinde bulundurur”. Kredi ile temin edilen bu araç üzerinde, mutlak mülkiyetin tersine, serbestçe tasarruf edemez, zira işin ve dolayısıyla yaşamı idame ettiren gelirin sürmesi bu malın tüketilmemesine bağlıdır. Dolayısıyla “iş ortağının” (örneğin, banka kredisi ile aldığı aracıyla kuryelik yapan kişinin) aracı, gerçekte sermayedara aittir, o araçla iş gören kişi ise “detentor” benzeri bir konumdadır; sermayedar adına malı elinde bulundurmaktadır ancak henüz bu vaziyetin hukuken adı konmamıştır.

Sanayinin aleyhine, sürekli büyümekte olan hizmet sektöründeki istihdam biçimleri açısından “detentor” pozisyonu kendisini gösterirken, bu kesimde istihdam edilenler emekçiler açısından Roma proletaryasını andıran bir arada kalmışlık, toplumsal edilgenlik hâli söz konusudur. Ücretli işin, adeta Roma’daki gibi, manifaktür öncesi düzensiz, belirsiz, örgütsüz biçimine ricat etmesi, bu sektördeki emekçilerin “yardıma” muhtaçlıklarını, yardım yoluyla toplumsal patlamanın önlenmesini de tarihsel bir örtüşmeye tabi kılıyor. Cumhuriyet devrinin sonuna doğru Roma’da proletarya gıda yardımı almaya başlamıştı; kısa sürede yardım alan proleterlerin sayısı 320.000’i buldu.[8] Diğer yandan, finans kapitalin saldırılarına en açık, dayanışmadan yoksun toplum kesimini de teşkil ederler. Alman İdeolojisi’ndeki “Romalılarda özel mülkiyetin ve medeni hukukun gelişmesi, sınai ve ticari sonuçlar doğurmadı. Çünkü onların üretim tarzında hiçbir değişiklik olmamıştı.” tespitine Engels’in düştüğü “tefecilik” derkenarı, bu bağlamda da tekrar düşünülmelidir.

Sanayi proletaryası yukarıdaki tablonun bir adım uzağında durmaktadır. Otomasyon ve dijitalleşmenin sanayi istihdamı üzerinde yarattığı basınç, üretim krizlerinin açık devlet müdahaleleri ile sıklaşması, yeşil dönüşüm adı altında “sanayisizleşme” eğilimi gibi gelişmeler dikkate alındığında, sanayi işçisinin de gelecekte soruna yabancı kalmayacağını beklemek gerekir.

Sorunun izi, günümüzün süreleri kısalan, mekânları oda seviyesine düşerek dönüşen konut-kira ilişkilerine de bakarak da sürülebilir. Roma’da kısa süreli kiracı, malın ancak detentio’suna sahip olurken, mala hakimiyet kuramıyor, söz gelimi mala yönelen saldırılara karşı bizzat dava açamıyordu. Uzun süreli kiracı bu kategoriye sokulmuyor ve mala hâkimiyet kuruyordu.

Bugün idrak ettiğimiz ekonomik gidişat, yeterli bir genellik ve egemenlik sağladığında, metanın üzerindeki fiili hakimiyetin öncelikle sözleşmelerde kısıtlanacağını beklemek gerekiyor. Mal sahibi veya iş sahibi “iş ortaklarının/paydaşların” yapacağı sözleşmelerde bugün görmediğimiz kayıtlar görmeye başlayacağız. Söz gelimi kendi adına kayıtlı araç ile kuryelik yapan kişinin aracı satması, rehin vermesi yasaklanacak veya bazı cezai şartlara bağlanacaktır. Bir adım ileride, yasa ve yönetmelik yoluyla, bu statüdeki araçların işe özgülenmesi, işveren tarafından altındaki paydaşlardan bir başkasına tahsisi (örneğin, hastalık hâlinde) düzenlenebilecektir. Benzer örnekler, konut kiraları açısından da düşünülebilir. Bugün beyaz yakalı bekarların veya küçük ailelerin yoğun yaşadığı 1+1 veya 1+0 evlerden oluşan sitelerde, finansal nedenlerden ötürü kiracılar, bu sitlerin kira işlerini takip eden sabit site emlakçıları tarafından fiilen evden eve nakledilmektedirler. Bu fiili uygulamanın zamanla sözleşmelere yansıması, ileride yasal dayanak bulması beklenmelidir.

Kapitalizmin Beden Hâkimiyetine Giden Yol Roma’ya Çıkıyor

Bu sorgulamalar, Arne Naess’ten Jeremy Rifkin’a uzanan yelpazede “yeşil/dijital dönüşüm veya …’ıncı sanayi devrimi” tezleriyle birlikte ele alındığında daha anlamlı bir bütünlüğe ulaşılmaktadır. Az tüketme, mal sahibi olmama, pasifizme yöneltilme, temel gelire bağlanma gibi öneriler elbette özel mülk sahibi azınlık için ortaya atılmamaktadır.

“… kadının ve çocukların, evin erkeğinin [Erken Roma’daki aile babasının/pater familias – yn.] kölesi olduğu aile içinde gördüğümüz mülkiyeti de içinde barındırır. Aile içindeki, elbette bu henüz çok kaba, gizli kölelik, ilk mülkiyettir ve bu mülkiyet, daha bu aşamada bile, mülkiyeti başkalarının işgücü üzerinde hak sahibi olmak olarak tarif eden modern iktisatçıların tanımına eksiksiz uymaktadır. Üstelik, iş bölümü ve mülkiyet, özdeş ifadelerdir. Birinde faaliyet bağlamında söylenen şey, ötekinde faaliyetin ürünü bağlamında söylenmektedir.” [9]

Kölenin bedeni üzerinde kurulan mülkiyet, işçinin emeği üzerinde kurulan mülkiyete dönüşerek modern iş bölümü hâlini almıştı. Ancak erken köleci iş bölümünün modern iş bölümüne olan yakınlığı gibi, modern iş bölümünün geldiği yeni aşamanın köleci dönemin iş bölümüne kapı açıp açmadığı zihnimizi meşgul etmelidir. Bu sorun günümüzde, neoliberalizm neticelerini vermeye başladığında, ilk önce felsefe sahasında tartışılmaya başlanıldı. Agamben’in, citoyen (vatandaş) ile corpus (beden), Marx’ın citoyen (vatandaş) ile homme (insan) arasına fark koyması [10], bugün ekonomi politik açıdan, ilk defa Roma’da ortaya çıkmış olan possessio civilis [vatandaşın zilyetliği] ile possessio naturalis [doğal zilyetlik] arasındaki farka doğru genişletilmelidir.

 “Çözülmüş bir toplumun pasif bir yaratığı… böylece tabi bir şey” [11] tanımı Marx tarafından, 18. yy.’ın hukuk metinleri tartışılırken, bu metinlerin tasarladığı insan tipi için yapılmıştı. Geleceğin hukuk metinlerinin tarifleyeceği insana daha çok uyması ise muhtemeldir.

 

Onur Şahinkaya

9 Ocak 2023

 

*Manşet Resmi: Roma'da halka yardım dağıtılması sahnesi, Roma Sikkesi, Commodus devri, MS. 2. yy.

Dipnotlar

[1] Onur Şahinkaya, Derin Ekoloji ve Kölelik, 13 Aralık 2022, Sosyalizm.org

[2] Karl Marx, Friedrich Engels, Alman İdeolojisi, Çevirenler: Tonguç Ok, Olcay Geridönmez, Evrensel Basım Yayım, 2. Baskı, İstanbul, 2013, s.65, Dn.2.

[3] Perry Anderson, Antikiteden Feodalizme Geçişler, Çeviren: Uygur Kocabaşoğlu, İletişim Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 2020, s. 78.

[4] Belgin Erdoğmuş, Roma Eşya Hukuku, Der Yayınları, 5. Baskı, İstanbul, 2012, s.21.

[5] “Illud quoque a veteribus praeceptum est neminem sibi ipsum causam possessionis mutare posse.” MS. 529-534’te İstanbul’da derlenen hukuk metinlerinden Digesta’da (41.2.3, 19, droitromain.univ) yer alan bu ifadede köleciliğin büyük yaygınlık kazandığı ve Roma hakimiyetinin geniş topraklara ulaştığı Cumhuriyet devrinin sonlarında yaşamış hukukçulara atıfla (veteribus) hiç kimsenin malı elinde bulundurma sebebini değiştirilemeyeceği anlatılmaktadır.

[6] Detaylı izah için Bkz. Nezahat Baydur, Roma'da İ.Ö. II. Yüzyıldaki Reformlar, Belleten, 1976, Cilt 40, Sayı 158, Sayfa: 195-228.

[7] Daniel Cooper, You can’t buy an ethical smartphone today (Bugün etik bir akıllık telefon alamazsınız), 6 Şubat 2018, engadget.

[8] Anderson, age, s.81.

[9] Marx, Engels, age, s.39.

[10] Giorgio Agamben, Kutsal İnsan: Egemen İktidar ve Çıplak Hayat, Çeviren: İsmail Türkmen, Ayrıntı Yayınları, 1. Baskı, İstanbul, 2001, s.162 vd.; Karl Marx, Yahudi Meselesi, Çeviren: Niyazi Berkes, Sol Yayınları, 1. Baskı, Ankara, 1968, s.37.

[11] Karl Marx, age, s.41.