Loading...

Sahip Olduğunuz Servet Bizden Çaldıklarınızdır: İşgal, Direniş, Üretim!


“Ve hatırlıyorum lokavt vardı

bezgin fabrika düdüklerinin

dizlerine yatırılmış olan sabah

senin kalbini kakışlardı

tomarla muştuyu omuzlayarak genç adamlar

polisin sevmediği genç adamlar sokaklarda

patronları kudurtan gazeteler satarlardı

ey şehre başaklar: militan ruhlar ekleyen hayat!”

[İsmet Özel, Sevgilim Hayat]


20. yüzyıldaki fabrika işgal hareketleri, genellikle, birden parlayan veya kısa sürede sönümlenen örneklikler toplamıdır. Arkalarında işçi denetimi veya işçi özyönetimi çerçevesinde değerlendirilebilecek kalıcı pratikler bırak(a)mamışlardır. Yine bu hareketler, ortaya çıktıkları ülkenin sınırları içerisinde kalmış, uluslararası nitelik kazanamamışlardır.

Fabrika işgal hareketi ve işçi denetimi mücadeleleri, günümüzde başta Arjantin olmak üzere Latin Amerika ülkelerinden tekrar yükselmektedir. Bu mücadele, bir yönüyle 20. yüzyıl boyunca süren işçi denetimi mücadelesinin bir devamıdır. Özünde ve son tahlilde bir taban hareketidir ve işçi sınıfının öz örgütlenmesine dayanmaktadır. Fakat günümüzde işçi denetimi ve hareketi bundan daha fazlasını çağrıştırır.

Gerek dünyada gerekse Türkiye’de işçi denetimi, işgal fabrikaları ve hareketlerine ilişkin kapsamlı çalışmalar ve gerekli literatür oldukça sınırlıdır. Bu mühim; ancak kurak praksis havzaya dair kısmî çalışmalar düşünüldüğünde Deniz Gürler’in yeni yayımlanan araştırması[1] çöldeki bir vaha efekti yaratıyor ve dikkat kesilmeyi fazlasıyla hak ediyor.

Kitap üç ana bölümden oluşuyor:

Birinci bölüm; genel olarak “işgal eylemi” ve özelde ise fabrika işgal eylemini mevcut mülkiyet/çalışma ilişkilerine bir müdahale olarak değerlendiriyor.

İkinci bölüm; 20. yüzyılda görülen işçi denetimi ve fabrika işgal hareketlerini ele alıyor: 1. Paylaşım Savaşı, 1930’lar, ve 68 Hareketi…

Üçüncü bölümse; 21. yüzyıl işgal fabrikalarını konu ediniyor. Aynı zamanda, 20. yüzyıldan 21. yüzyıla toplumsal hareketlerde yaşanan paradigma değişimi de analiz ediliyor. Yine son kısımda dünyadan ve Türkiye’den “tipik” fabrika işgal, grev ve protestolara rastlamak mümkün.

Biz de bu üç bölümden ve temel izleklerinden –işgal, direniş, üretim– hareketle çalışmanın sinopsisini çekmeye çalışacağız.

Kapitalist İlişkilere Bir Müdahale: İşgal Eylemi!

İşgal eylemi; bir veya bir grup eylemcinin, sahibinin izni ve rızası olmadan bir mülke girmesi ve söz konusu mülkün denetimini geçici ya da kalıcı olarak ele geçirmesidir. Söz konusu mülk, devlete, özel kişi veya kişilere ait olabilir. Devlet mülkiyeti ya da özel mülkiyet altındaki konutları, arsaları, arazileri, işyerlerini, üniversiteleri, medya kuruluşlarını; kamusal niteliği öne çıkan siyasî parti, sendika, sivil toplum örgütü büroları; toplumun ortak kullanımına açık yol, meydan, köprü, sokak gibi alanlar işgale konu olabilir. İktisadî/siyasî/sosyal talepleri gündemleştirmek için gerçekleştirilen işgal; mevcut mülkiyet hukukunun aşılmasını içeren bir eylem tarzıdır. Bu anlamıyla işgal “yasadışı” bir eylemdir. Meşruluğunu haklılığından alır. Bu bağlamda işgal eylemine; toplumsal bir adaletsizliği/bir talebi gündeme taşıyan protesto biçimi olarak da başvurulabilir, sistemin temellerine yönelen bir tarzda da. Yine işgal eylemi; yasal sınırlar ya da sivil itaatsizlik çerçevesinde de değerlendirilebilir, militanlık/devrimci bir irade kapsamında da.

İşgal eylemlerini iki grupta toplamak mümkün: Protesto amaçlı işgal eylemleri ve mekânın denetim altına alınmasını alternatif/“karşı-mekân”/karşı-hegemonya yaratmayı amaçlayan işgaller.

Fabrika İşgalinin Konut ya da Toprak İşgalinden Farkı: Konut, toprak, üniversite işgalleri gibi çok çeşitli işgal eylemleri yanında fabrika işgal eylemi, bir fabrikanın çalışanları tarafından işgal edilmesi ve denetimin kısa süreliğine veya kalıcı olarak çalışanların eline geçmesini ifade eder. İşgalin kapsamı ve süresi; işçilerin hedeflerine, işverenin/devletin tavrına ve süreci belirleyen diğer değişkenlere bağlıdır.

Fabrika işgal eylemi, konut ve toprak işgalinden farklı olarak “içeride” olanların giriştiği bir eylemdir. Oysa başkasının mülkiyetinde olan bir meskeni veya toprağı işgal etmiş olan eylemcilerin o konutla/toprakla ilişkileri “dışsal”dır.

20. Yüzyıl Fabrika İşgal Hareketleri

“Kolektif olduğunda mutluluk altüst edicidir.”

[Bifo Berardi, Ruh İşbaşında]

Bu bölümde 20. yüzyılda çeşitli ülkelerde gerçekleşmiş fabrika işgal hareketleri değerlendirilip; tarihsel süreçte hem kitleselliği hem de ideolojik mobilizasyonuyla aynı anda birçok fabrikaya yayılarak bir harekete dönüşmüş işgallere odaklanılır.

Yüzyıla damgasını vuran üç kritik momentum, analizin güzergâhını da belirler:

1- Birinci Paylaşım Savaşı Sonrası Fabrika İşgal Hareketleri: Bu sekansta konseyler, komiteler ve Sovyetler ekseninden RUSYA’daki deneyimlere; Birinci Paylaşım Savaşı öncesinde hem sayısal hem örgütsel açıdan dünya işçi sınıfının en güçlü ve gelişmiş bileşeni ALMANYA pratiğine ve “Torino Komünizmi” metaforundan/Gramsci göndermelerinden yola çıkılarak İTALYA tecrübesine projeksiyon tutulur.

2- 1930’lu Yıllarda Fabrika İşgalleri: Bu dönemin sosyolojik/tarihsel karakteristiğini belirleyen; 30’larda tüm dünyayı etkisi altına alan iki önemli ve yıkıcı gelişmeye vurgu yapılır:

* 4 Ekim 1929 tarihinde New York borsasının çöküşüyle başlayan ve kapitalist dünyayı etkisi altına alan “Kara Perşembe”/Büyük Buhran.

* İlk kez İtalya’da örgütlenmekle birlikte Hitler’in Almanya’daki zaferiyle majör bir harekete dönüşen “Faşizm.”

Bir tarafta ekonomik kriz ve yükselen faşizm, diğer yandan kapitalizmin bir alternatifi olarak görülen SSCB’nin varlığı, kapitalizmin iktisadî/siyasî/ideolojik bunalımını ve çıkmazını imler.

1930’lu yıllarda Fransa’da (1936), ABD’de (1937) ve İspanya’da (1939) üç büyük fabrika işgal hareketi görülür: Fransa’daki o güne kadarki en geniş fabrika işgal eylemiyken, İspanya’daki daha önce benzeri görülmemiş çapta bir özyönetim hareketidir. ABD’de ise aynı dönemde işçilerin fabrikalarda kitlesel oturma eylemlerine ve grevlere başvurduklarına sık şâhit olunur.

3- 1968 ve Sonrasında Fabrika İşgal Hareketleri: Radikal-militan gençlik hareketlerinin ivmelendiği bu “civcivli toplumsal eşik”te işçi sınıfının da öğrenci hareketiyle lehimlenen praksis atılımı kaçınılmazdı.

Bölümün omurgasını, tarihin o güne kadar gördüğü en büyük işçi hareketine sahne olan Fransa ve “Çizme Mucizesi” dolayımından “simge grev”leri örgütleyen (FIAT) İtalyan işçi sınıfına yönelik sondajlar oluşturur.

Britanya ve Doğu Avrupa tecrübeleri unutulmazken; Portekiz’de 1974’te 20. yüzyılın en önemli işçi denetimi/özyönetimi hareketine de teğet geçilir.

Türkiye’deki Fabrika İşgal Hareketi

“Arkadaş söyler misin yeni moda mıdır işgal etmek? Öğrenciler okullarını, işçiler fabrikaları, topraksız köylüler toprakları işgal ediyor.”

[Ekmek gazetesi, 1969, Madem-İş yayın organı]

Türkiye’de işçi sınıfı mücadelesine bakıldığında 1950’li yılların bir birikim dönemi olduğu ve bu birikimin 1960’lara zemin hazırladığı görülür. Ne var ki Türkiye, militan işçi eylemleri ve fabrika işgalleriyle 60’lı yıllarda tanışmamıştır. 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren “amele hareketleri”ne sahne olan ülkede, grevlerin yanında birçok grev dışı eylem de görülmüştür: Örneğin Osmanlı’da 1850’li yıllardan itibaren makineleşme sonucu işlerini kaybedeceklerini düşünen veya kaybeden işçilerin giriştiği Lüdityen/“makine kırıcılık” bu çerçevede değerlendirilebilir. Hatta bu tarz hareketlerin Bursa’da ve Uşak’ta olduğu gibi bir şehir ayaklanmasına dönüştüğü örnekler de vardır. Yine 1908 sonrası ücret artışı talebiyle mülke zarar vermeye yönelik eylemlerin sayısı hiç de az değildir: 1860’da Musul’da telgraf hatları boyunca istihdam edilen işçilerin telgraf hatlarına zarar vermeleri, 1908’de Aydın demiryolu işçilerinin treni raydan çıkarmaları ve istasyon depolarını yakmaları, 1912’de İznik’te işçilerin müteahhitlerle anlaşamamaları sonucu kamu binalarına saldırmaları…

Cumhuriyet sonrası ilk fabrika işgal eylemine ise 1934 Eylül’ünde, İzmir Şark Halı Kumpanyası’na bağlı bir şayak fabrikasında girişilir.

***

Bu bölümün başat vurgularından biri hiç şüphesiz Türkiye’de fabrika işgal hareketlerinin üniversite gençliği tarafından tetiklenmiş olmasıdır. Üniversite gençliği Fransa ve İtalya’da olduğu gibi işçi sınıfına, onun bağımsız örgütlenmesini destekleyecek önemli bir araç sunmuş; ücretlere, çalışma koşullarına, örgütlenme özgürlüğüne dair taleplerin yakıcılığı daha köktenci-militan eylemlere yönelmelerinin katalizörü olmuştur.

***

Türkiye’de fabrika işgal eylemi; asıl olarak 60’lı yılların sonlarında işçi hareketlerinin gündemine girmeye başlar ve 1968-1971 yılları arasında yoğunlaştığı gözlemlenir. Söz konusu dönemde işgallerin öne çıkan dört özelliğinin altı çizilir:

1- Fabrika işgallerinin özellikle “sendika özgürlüğü” ilkesinin ihlâl edilmesine karşı patlak vermesi: Derby ve Kavel işgalleri…

2- İşgallerin kısa sürmesi…

3- Taban hareketi olması; yani ne bir konfederasyonun, ne bir sendikanın, ne de sol bir parti liderinin çağrısı vardır.

4- Bu işgal dalgası “partiler üstü” bir karaktere sahiptir.

Neoliberal Kuşatma, Haziran Ayaklanması ve Özgür Bir Deneyim: Kazova!

Neoliberal politikaların en pervasız hâliyle kendini hissettirdiği son 30 yıllık süreçte Türkiye’de tabandan yükselen işçi denetimi/özyönetimi mücadelesinin farklı modeller üzerinden geliştiği görülür. Bunlardan en dikkat çekici yönelim kolektif-kitlesel protestolar, grevler ve fabrika işgalleridir. Özelleştirmelere karşı yürütülen mücadelelerin yanı sıra ücretlere ve çalışma koşullarına ilişkin talepler, özellikle 1990’lı ve 2000’li yıllardaki grevlerin ve fabrika işgallerinin nüvesini oluşturmuştur: 1998 ve 2004 yıllarındaki Seka grevi ve işgali, 2006 Novamed grevi, 2009 TEKEL direnişi, 2012 Topkapı Şişecam işgali, 2013 Türk Havayolları grevi, 2014 Greif işgali, 2014 Yatağan direnişi ve 2018 Flormar direnişi bu dönemde öne çıkmış meydan okumalardır.

Gezi Efekti…

2013, Türkiye ölçeğinde eylem türlerinden işgalin, “hayalet” misali direniş repertuarının en önemli parçası olarak belirdiği milât-yıl oldu: Haziran Ayaklanması’nın motivasyonuyla ortaya çıkan ve “squat” olarak adlandırılan konut/bina işgalleri bunun somut örnekleridir.

İstanbul-Kadıköy’de Don Kişot Sosyal Merkezi, Caferağa Mahalle Evi, Samsa işgal evi, Ankara’da Atopya , Karadeniz Teknik Üniversitesi öğrenci/işgal evi, İstanbul Acıbadem lojman işgali ilk akla gelen örneklerdir. Ayrıca Van’daki depremzedelerin barınma sorunlarının çözülmesi için TOKİ konutlarını işgal edip yerleşmeleri de bunun başka bir varyantıdır. Keza kent bostanlarının yaygınlaşması da aynı döneme denk gelir.

Ve Adım Adım Kazova İşgali…

Tüm bunların yanında 2013’ün en görkemli sürecine bakmak gerekirse…

Bu dönemde Türkiye’de işgal fabrikası olarak değerlendirilebilecek ilk ve tek örnek Kazova işçilerinin realize ettiği deneyimdir. İşçilerin devralmadan önceki ismiyle Kazova Trikotaj Sanayi ve Ticaret A.Ş. 1947 yılında kurulmuş bir tekstil fabrikasıdır. Fabrika 2010’dan itibaren malî sıkıntı içine girmiş, 2013’te zarar etmeye başlamıştır.

Özgür Kazova Kooperatifi’nin kurulmasına varan olayların gelişimi şöyledir: İşveren, 94 işçiye şirketin geçici malî sorunlar yaşadığını duyurarak bir süre onlardan ücretsiz çalışmalarını ister. İşçiler patronun bir hafta zorunlu ücretsiz izin koyduğu 31 Ocak 2013 tarihine kadar dört ay daha çalışmaya devam ederler. İşe döndüklerindeyse fabrikanın boşaltıldığını görürler. Sahipleri; makineleri, 100 bin kazağı ve 40 ton hammaddeyi alıp işçileri dört aylık ödenmemiş ücretlerle işsiz bırakmıştır.

Şubat 2013 itibarıyla 94 işçiden 11’i (7 erkek 4 kadın) İstanbul şehir merkezinde (Şişli Camii-Bomonti arası) protesto yürüyüşleri yapmaya başlar. Nisan 2013’teyse patronların kalan son makineleri kaçırmasını engellemek amacıyla fabrikanın önüne çadır kurarlar. Mayıs 2013’te ülke tarihinin en kitlesel eylemi olan “Gezi Direnişi” başlar. Direnen işçiler, halk ayaklanmasından da cesaret alarak 28 Haziran 2013’te fabrikayı işgal ederler. Kalan makineleri ve bitmemiş ürünleri kullanarak üretime yeniden başlarlar. Ürettiklerini Gezi Direnişi sürecinde oluşan forumlarda ve çeşitli dayanışma ilişkileri üzerinden satarlar. Bu dönemde Kazova işçilerine destek amaçlı birçok etkinlik düzenlenir: Grup Yorum konseri, sanatçıların toplu giyim/defile tanıtımı, forum ziyaretleri…

Bu şekilde elde edilen gelir tekrar üretime yatırılır ve işçiler üzerinden devam eder. Ekim 2013’te, on aylık destansı mücadelenin ardından; mahkeme, işverenden kalan makinelerin işçilere tazminat olarak verilmesine hükmeder. Zaferi kazanan işçiler Kasım 2014’ten sonra “patronsuz kazak” sloganıyla faaliyetlerine “resmen” devam ederler; dünyanın diğer ülkelerinde ortaya çıkan benzer alternatif deneyimler gibi “İşgal et, diren, üret!” sloganını benimserler.

***

Kitabın finalinde, Kazova işçilerinden Aynur Aydemir’in cümleleri spota çekilir. Bu cümleler sadece Türkiye için değil; çalışmanın odağında yer alan hareketlerin de en özlü anlatımı niteliğindedir:

“Tazminat alamadım; ama fabrikayı kazandım.

Çocuklarımıza, onların nesline gelince, en azından şimdi yaratmaya çalıştığımız sisteme sahip çıkmalarını istiyoruz.”

Yusuf Ulaş

24 Ekim 2023

Dipnot:

[1] Deniz Gürler, İşçi Denetimi Mücadelesi: İşgal, Direniş, Üretim!, İletişim Yayınları, Ekim 2023.