“İşte burada oturuyorsun. Ne çok kan döküldü. Sen orada oturabilesin diye.”
[Bertolt Brecht]
Zorunlu Bir Kavramsal Çerçeve
Türkçeye Arapçadan geçmiş olan “şiddet” kavramının yüklendiği anlam “sertlik, sert ve katı davranış, kaba kuvvet kullanma”dır.
Latince kökenli “violence” (İng. violence, Fr. violence, İsp. violencia, İt. violenza) sözcüğünden farklı olarak Almanca “gewalt” sözcüğü, Derrida’nın da vurgulamış olduğu yasallık meselesini kapsaması ile farklılık arz etmektedir. Almanlar için yasal şiddet ve yasal güç kullanımı gibi anlamları içinde barındırmasından dolayı kamusal bir şiddeti de kastettiği için İngilizce ve Fransızca “violence” sözcüğünün tam olarak gewalt sözcüğünün anlam sahasını karşılayamadığı ifade edilmektedir.
Dönemsel farkları dâhil etmeksizin, yalnızca şiddet kavramının farklı dillerde farklı anlam içeriklerine sahip oluşu meselesi dahi kavramın incelenmesindeki zorluğu açığa çıkarmaktadır. Bununla birlikte, dönemsel olarak yüklendiği farklı anlamlar, disiplinlerin ele alıştaki yaklaşım biçimleri, konunun psikolojik, sosyolojik, felsefî, fiziksel, antropolojik boyutları kavramın anlaşılmasını daha da çetrefilli hâle getirmektedir. Tüm bunlar birlikte ele alındığında, birçok sosyal bilim kavramında olduğu gibi “şiddet” kavramının da genel-geçer bir tanımının yapılabilmesi mümkün gözükmemektedir. Yapılan tanımlamalar, ele alınan paradigmanın durmuş olduğu epistemolojik zemine göre farklılık göstermektedir.
O hâlde tanım değil, şiddet eleştirisi zamanı…
Şiddet Eleştirisi Ama Nasıl?
Şüphesiz modern toplumlar, şiddet imgelerine ve temsillerine doymuş durumda: Haber programlarından, Hollywood’un görsel taarruzuna, sosyal medyanın ifşa teröründen, şok sanatsal ve teatral performanslara, Kaliforniya ideolojisinden, sürekli daha bir vahşileşen interaktif oyun formatlarına kadar mikro-makro şiddet pratikleri, kültürel, ekonomik, sosyolojik dokuya hiç bu kadar gömülü hâle gelmemişti.
İşin vahim tarafı, şiddetin eğlencelik değerinin kabul edilebilir her türlü siyasal ve etik sorgulamanın yerini alması yüzünden şiddet doygunluğunun sıradanlık noktasında normalleştirildiği ileri sürülebilir. Bu durum, elbette şiddet konusunu nasıl ele almamız ve kavramsallaştırmamız gerektiği konusunda da büyük ve zorlu bir görevi elzem hâle getirir. Walter Benjamin tarafından serin kanlı bir şekilde saptanan zorluğu tekrarlayacak olursak: “Görevimiz; hâlâ çağımıza uygun bir şiddet eleştirisi geliştirmektir.”
Şiddet ve Eleştirel Düşünce
Yakın zamanda çevrilen Şiddet ve Eleştirel Düşünce [Derleyenler: Brad Evans ve Terrell Carver, Dipnot Yayınları] isimli derleme, şiddet konusunda eleştirel anlamda basiretli ve kesintisiz biçimde düşünmenin önemini vurgulayarak, söz konusu zorluğu biraz olsun göğüsleme iddiasında. Çalışma, şiddeti hem bir sorun hem de siyasal zorunluluk olarak görürken “ne yapmalı?” tamamlayıcı sorusunun hemen karşımıza dikileceği şekilde dikkatimizi talep ediyor. Ayrıca birçoğumuzun tanığı olmaya zorlandığımız çağdaş şiddet gösterilerini (Guantanamo, mülteciler, Afrika, getto ayaklanmalarına müdahale) öylece “ızdırap röntgencileri”ne dönüşmeden nasıl ele alabileceğimiz sorusunu da ortaya atıp cevap arıyor.
Derlemenin omurgasını oluşturan ve öne çıkan başlıklar:
-Şiddet siyasal anlamda nasıl işler?
-Meşru ve gayrımeşru şiddet biçimlerini birbirinden nasıl ayırabiliriz?
-Şiddet, iktidar ve güç arasında farklar var mıdır?
-Şiddet, herhangi bir şekilde haklılaştırılabilir mi?
-Devletin şiddeti ve halkların şiddetinin sağlaması nasıl yapılmalı?
-Şiddet, özellikle insanî nitelikli bir sorun mudur?
Yer Verilen Yazarlar
Agamben, Butler, Zizek, Benjamin, Foucault, Derrida, Arendt, Bauman, Deleuze, Enloe, Virilio, Fanon…
Seçkinin bu cildine ilişkin seçme ölçütlerine bakıldığında, genelde Kıta’ya ait (Fanon hariç) siyasî/felsefî geleneklerle ilişkilendirilen ve bu gelenekler içinde sınıflandırılan savaş sonrası teorisyenlerin bir araya getirilmiş olduğunu görmek mümkün. Gözler ister istemez: Balibar, Sontag, Negri, Baudrillard, Badiou, Ranciere gibi isimleri de arıyor.
Bu içerikteki bir derlemede doğaldır ki, eleştirmenler, en azından Malcolm X, Edward Said, Zapatista Marcos, Spivak, Achille Mbembe, hatta Seyyid Kutup gibi provokatif figürler de dâhil, İngilizce konuşan geleneğin ötesine uzanan birçok savaş sonrası düşünürün önemine haklı olarak işaret edecektir.
“Giriş” yazısı, belki de bu eleştirileri öngören bir hatırlatma ve itirafla bitiyor.
“Batılı ölçütün ötesinde düşünmek başlı başına buna ayrılmış bir cildi hak ediyor: Tıpkı Aristotales’ten, Aziz Paulus’a ve Machiavelli’ye klasik düşünürler ve buradan Kant, Niçe ve Marx’tan, Gramsci ve Rosa Lüksemburg gibi modernistlere uzanan, daha odaklanmış antolojiler düşünebilecek olmamız gibi.”
Baştan itiraf: “Derlememiz, hiçbir biçimde her şeyi kapsayıcı nitelikte değildir.”
Retorik Fragman ve Potpuri: Yazarlar Jeneriği
Walter Benjamin’in “Şiddetin Eleştirisi Üzerine” isimli ikonik metni dolayımından onun Yahudi mistisizmi ve dinsel bilgiler külliyatı hatırlatılıp oradan da yazarın anahtar kavramları olan mitik şiddet-ilâhî/devrimci şiddet arasındaki incelikli diyalektik etkileşimine dikkat çekilir.
Şiddet sorunu hakkında en çok gündeme gelen çağdaş kuramcılardan biri olan Agamben’in projesinin merkezinde siyaset, hukuk, teoloji, estetik arasında kurulan bağ “yaşam bilimleri siyaseti” betimlemesiyle özetlenir.
“Kültürel teorinin Elvis’i” Zizek’in genelde şiddetin devamı için yaptığımız yatırımları öne çıkarttığı ve bu analizini Lacan psikanalizmini, Hegel felsefesini ve Marx’ın siyasetini yardıma çağırarak servis ettiği vurgulanır.
Derrida’nın Soykırım ve 11 Eylül hatırlatması, Virilio’nun hız ve şiddet mekaniği, Foucault’nun modernitenin başarısızlığı ve Freud esinli şiddet-ölüm dürtüsü arasındaki korelasyona odaklanan başka türde tahrik edici sondajlar…
Ve Fanon Sahnede…
Kitapta sunulan teorisyenlerin tamamı içinde Kıta dışındaki tek ve ayrıksı isim: Fanon.
Fanon, aynı zamanda incelenen kuramcılar içerisinde büyük etkiye ve sürmekte olan yankıya sahip en dominant figür. O söz konusu olduğunda, şiddet meselesini nesnel ve tarafsız bir biçimde çalışma fikri, belki diğer herhangi bir yazarda olduğundan çok daha kolaylıkla tuzla buz olur.
Bir Yöntem Arayışı: Yeryüzünün Lanetlileri’nden Sömürgeci Şiddete Kontra
“Avrupa, kelimenin tam anlamıyla Üçüncü Dünya’nın yarattığı bir şeydir. İçinde boğulduğu zenginlikler, az gelişmiş halklardan yağmalanan zenginliklerdir. İnsan ticaretinde uzmanlaşmış olan Hollanda’nın limanları, Bordo ve Liverpool dokları, ünlerini, sürülen milyonlarca köleye borçludur. Bu yüzden bir Avrupa devlet başkanı elini yüreğine koyarak az gelişmiş dünyanın bahtsız halklarının yardımına koşması gerektiğini söylediğinde içimiz minnetle titremiyor. Tam tersine, kendi aramızda, ‘bu bize ödenmesi gereken adil bir tazminat yalnızca’ diyoruz.”
Frantz Fanon; Marx ve Sorel’in eserlerinde olduğu gibi devletin meşru iktidar iddiasını sorgular ve şiddeti kurtuluş mücadelesinde gerekli/haklı bir araç sayar. Devletin sponsorluğunda yürütülen sömürgeciliğin ve ırkçılığın, ne kendilik ne de öteki olan “hiçlik bölgesi” olarak adlandırdığı alana hapsedilmiş varlıklar ürettiğini ileri sürer.
Mitsel-şiirsel imgelemden yana zengin bir metin olan Yeryüzünün Lanetlileri, insanlığımız denen şeye dair hakikat arayışının tam kalbine doğru konuşur. Fanon’un 1960’larda Kara Panterler tarafından “devrimin el kitabı” olarak nitelenen manifesto-kitabı, hayatın birçok kesiminden insanların yaşamlarını radikal biçimde dönüştürdü ve devrimcileştirdi. Fanon, bu çalışmasında Arendt gibilerinin öne sürdüğü üzere, her tuşa basmıyor, birçok gerekli tele birden basıyordu. En önemli retorik ve praksis tavrı ise şiddet konusunda af dileyen bir tonda, utangaç biçimde konuşmuyordu.
Doğru Saflaşma ve Şiddetle Yüzleşme!
Sömürgeleştirilenler, özgürlük arayışlarının pek makbul olmayan diğer yüzü olarak, eninde sonunda şiddetle yüzleşmek zorundadırlar. Sömürgecilik statik değildir: Süreğen şiddet tehdidini hep yükseltir. Bu durumsa pasifizm, hümanizm ve barış adına onu görmezden gelmeyi, Fanon’a göre bir tür suç ortaklığı hâline getirir.
Şiddetsizlik, şiddeti muhafaza eder; ihtiyaç duyulan şey/doğru konumlanma, müdahaledir.
Fanon, sömürgeci şiddet rejimlerinin içinden geçtiği daha geniş tarihsel gelişmelere dikkat çeker ve hepimize rahatsız edici sorular sormak için egemenlik sistemleri ile iktidarın psişik hayatı arasında paralellikler kurar. Sömürgeciliğin kalesi Cezayir’de savaşan bir askere ve devrimci bir savaşçıya dönüşen, psikolog olarak eğitilmiş biri olarak Fanon, sömürgeci baskının kaba gerçekliklerine şiddet yöntemlerine ilk elden tanıklık etmiştir. Ayrıca sömürgeciliğin, genelde devrimci şiddetin tarihin şiddet döngüsünü tekrarlamasına yol açan diyalektik mantığını da anlamıştır. Dolayısıyla Fanon’un “dünyanın lanetlileri aslından kimlerden oluşuyor?” sorusu her zamanki önemini korumaktadır.
“Devrim, özünde tam da insanı değiştirdiği, toplumu yenilediği ve ilerlettiği için hakikattir. Yeni bir insanlığı icat eden oksijendir.”
Yusuf Ulaş
18 Eylül 2023
Faydalanılan Kaynaklar:
Frantz Fanon, Siyah Deri Beyaz Maskeler, Çeviren: Cahit Koytak, Encore Yayınları, 2016.
Frantz Fanon, Yeryüzünün Lanetlileri, Çeviren: Şen Süer, Versus Yayınları, 2018.
Giorgio Agamben, İstisna Hâli, Çeviren: Kemal Atakay, Ayrıntı Yayınları, 2020.
Isabelle Sommier, Devrimci Şiddet, Çeviren: Işık Ergüden, İletişim Yayınları, 2012.
Şiddet ve Eleştirel Düşünce, Der: B. Evans/Terrell Carver, Çeviren: Çiğdem Çidamlı, Dipnot Yayınları, 2023.