Temel Yaklaşımlar
Sars-CoV-2 salgını sürecinde yürürlüğe konan veya şiddetlenen idarî ve ekonomik icraatın sermayenin ve devletlerin plan ve koordinasyonun bir neticesi olmadığına yönelik kanaat, devlet teorisi ve teori yoksunluğu ile doğrundan bağlantılıdır. Bu eğilim kendisini iki ana söylemde göstermiştir: (i) Uygulamaların tamamen tesadüfi geliştiği, aksini iddia etmenin “komplo teorisi” kurgulamak olduğu; (ii) Ortaya konan pratiğin devletler ve sermayenin doğasında yer alan “fırsatçılıklarından” ve “pratik ihtiyaçlardan” kendiliğinden kaynağını aldığını, aksini iddia etmenin “zorlama” olduğu.
Pandemi sürecinde gündeme taşınan sağlık krizi ve ekonomik sorunlar konusunda “kapitalizmin sorumluluğuna” işaret eden eleştiriler de genel olarak bir boş gösteren vazifesi gördü, görüyor. Bu süreçte, kıtalar/ülkeler/sınıflar arası yapısal eşitsizliğe ve piyasa işleyişinin neden olduğu doğa yıkımına yöneltilen eleştiriler esasen her yöne çekilebilmeye müsaittirler. Örneğin, kıtalar arası eşitsizlik söylemi, aşı adaletine ve sonuç olarak bağış çağrılarına; doğa yıkımına işaret eden yaklaşım ise yoksulların daha az tüketmesi gerekliliğine bağlanabilmektedir.
“Kriz” karşısında başlangıçta takınılan tutumun süreç boyunca gözden geçirilmesinin, verimli bir fikri izleği göz önüne sereceğini umuyoruz. Daha yakından deneyimlediğimiz Türkiye’deki siyasî iktidarın tutumunu ele alalım:
* Salgının Türkiye’de başladığı tarih olarak bildirilen Mart 2020’den sonra fiili işsizlik karşısında işsizlik fonundan yapılan cüzî ödemeler ve eve kapatma tedbirlerinin de katkısı ile sosyal/ekonomik talebin minimize edilmesi,
* İşten çıkarma yasağı,
* Uzaktan çalışma konusunda –2016 yılında yasaya girmiş ve uykuya yatırılmış– yönetmelik çıkarma yetkisinin kullanılarak mevcut uygulamanın kalıcılaştırılması,
* 30’lardan kalma genel sağlık yasasının iki senedir revize edilmemiş olması,
* Bunun yerine genelgelerle süreci yürütmenin tercih edilmesi,
* Aşının giderek süreklileşmesi ve zorunlulaşması eğilimi ilk göze çarpanlar olarak sıralanabilir.
Bu örneklere karşın “muhalif” söylemin seyrine bakmakta da fayda var. Muhalefet söylemini:
* Devletin sağlık hizmeti sunmaması, veri gizlemesi,
* Önce utangaç sonraları daha rahat bir üslupla eve kapanma talepleri,
* Eve kapananların “temel gelir”den faydalanması,
* Uzaktan eğitim/sınav talepleri,
* Genelgelerin içki satışını engellememesi,
* Daha çok aşı tedarik edilmesi gibi meselelerinin üzerine inşa etti.
Bu muhalefet ediş tercihi, genel rıza gösterimini kolaylaştırdı. Siyasal iktidarın uygulamaları ile muhalefetin talepleri temelde örtüşmüş, çember kapanmış oldu.
“Krizin” bir “karar”a dayandığı fikri esasen yeni değil. Ancak bu fikrin 20. yy’da biyopolitika ve disiplin süreçleri çerçevesinde ele alına gelmiş olması, politikanın gündeminden uzak kalmasına ve üstünün örtülmesine neden olmuşa benziyor. Özellikle 70’lerden itibaren neo-liberalizm bağlamında toplumun kontrolü meselesi incelenmiş ancak iktisadî tekelleşmenin geldiği nokta, özellikle 2000 sonrası ABD’nin öncülük ettiği kıtalara yaygın saldırı dalgası, teknolojik/dijital ilerleme ve terör konsepti olguları karşısında bu mesele güncellenmeden olduğu yerde kalmıştır. Bu noktada örneğin, Agamben’in kişilerin güvencesizleşmeleri bağlamında “çıplak beden” ve “olağanüstü hâlin olağanlaşması” çözümlemeleri, Mark Neocleous’un yasayı ve siyasî idareyi merkeze alan çalışmaları, boşluğu bir miktar doldurmuştur. Bir bütün olarak devlet teorisi ise inşa edilememiştir.
Öteden beri hapishane, hastane gibi emek disiplini teknikleri yürürlükte olmakla birlikte, özellikle 70’lerden itibaren devletlerin iradî girişimleri ile sosyal güvelik sistemlerinin yerini ceza yaptırımları almış; sıkı sokak takibi ve giderek dijital gözetim gibi yeni teknikler eklenmiştir.
Bu bağlamda pandemi dönemi Türkiye uygulamalarını örnekleyecek olursak:
* Batı illerinden farklı olarak Diyarbakır’da yol kontrol noktalarının kurulması,
* MOBESE takibi neticesinde maske takmama cezası yazılması,
* Ekonomik olarak âtıl durumda olan yaşlıların tecrit edilmesi,
* HES kodu ve GBT uygulamasının entegre çalışması,
* Gebze örneğinde topluca iş bırakmanın yasaklanması,
* Çanakkale örneğinde işçilerin iş yerini terk etmelerinin yasaklanması ve 14 gün boyunca iş yerine kapatılarak çalıştırılmaları,
* Parti kongreleri ile sokak gösterilerinde gözetilen ayrımcı tutum,
* Siyasî mahpusların sağlık izni kapsamına alınmaması,
* Uzaktan Çalışma Yönetmeliği’nin çıkarılarak, uzaktan çalışma şartlarının tamamen sermaye takdirine bırakılması,
* Genelge ile işten çıkarma nedeni tesis edilmesi vb. uygulamalar.
Bu örnekler, basit bir “fırsatçılıkla” ve “pratik ihtiyaçlarla” açıklanamayacak kadar tarihsel derinliği olan, koordineli bir faaliyete işaret etmektedir. Pandemi, her olay gibi tarihî/iktisadî/siyasî koşulların içine doğdu. Bu koşulların en dikkat çekici yanı sermaye ve devletin, tarihte hiç olmadığı kadar iç içe ve emeğe karşı güçlü durumda olmasıdır. İşte bu vaziyetteki devletlerin yasa ve idarî araçları vasıtasıyla, toplumsal kolektif öznelerle kurduğu önleme ve bastırma ilişkisi çerçevesinde sorun ele alınmalıdır.
Devletin Toplumla Doğrudan İlişkisi
Devletin en alttaki geniş nüfusla gerçek anlamda kurduğu ilk düzenli ve yoğun ilişki, feodalitenin çözülme sürecine denk gelir. Köleci dönemde devlet, dar bir köle sahibi heyeti ile muhataptır. Geniş köle kitlesi ise sahipleri ile muhataptır. Feodal dönemde ise en alttan yukarıya kadar adam adama hiyerarşik bir kontrol düzeni vardı. Alttakilerin hukukî kontrolü bir üstteki ile adam adama sözleşmeler vasıtasıyla kurulmaktaydı.[1] Kapitalizmin hâkim ekonomik sistem hâline gelmesi sürecinde “modern devlet” nüfus hareketlerinin kontrolünde ve işçi sınıfının inşasında fail konumuna yükseldi. Bu rolü bugüne kadar büyüyerek devam etti. Dört ana evre sayabiliriz:
1. Feodalitenin çözülmesi süreci (reaksiyoner dönem),
2. Kapitalist üretim ilişkilerinin yerleşmesi süreci (liberal/hukukî dönem),
3. 1960 sonu itibari ile girilen süreç (neo-liberal dönem, terör dönemi),
4. Pandemi sonrası dönem (“gözetim kapitalizmi” veya “imha süreci” veya “yeni feodal dönem” veya “yeni kast sistemi” adlandırmaları, ad önerilenlerden bazılarıdır).
Feodalitenin Çözülmesi Süreci
Topraktan koparak şehirlere doluşan eski serf yeni başıboş/serseri kitlelerinin devlet zoruyla disiplin altına alınarak kapitalist üretim sürecine dâhil edilmeleri 15. yy. sonu ile bütün bir 16. yy.’a damgasını vurmuştur. Mülksüzleştirme bu sürecin temel amilidir. Marx, mülksüzleştirme sürecini, 15. yy.’ın son 1/3’ü ve 18. yy. arasında dönemler.[2] Bu zaman aralığında, “Modern özel mülkiyet bir ‘başıboş terör havası’ içinde gerçekleştirildi,” der.[3] Özgür proletarya âdeta inşa edilmiştir.[4] Bu inşanın araçları özetle: Hukuk düzenine çeki düzen verilerek mevzuat ve mahkemeler aracılığı ile manifaktürde çalışmaya zorlama, başı boş nüfusun hapsedilmesi/depolara doldurulması, serserilerin ve serserilikte ısrar ettikleri gerekçesiyle (işten kaçma vb.) köleleştirilenlerin belli harflerle damgalaması, köleleştirilenlerin çocuklarının işliklere zorunlu çırak verilmesi ve neticede emek disiplini altına girmeyenlerin öldürmeleri şeklinde sıralanabilir.[5] Yoksulların kilise yardımı alması, artık ürünleri toplaması vb. geleneklerinin hukuken yok sayılması ve hatta kriminalize edilmesi gibi daha “ince” yöntemler de uygulanmıştır.[6] Devlet bu kanlı yöntemlerle geniş kitleleri emek disiplinine sokmuştur.[7] Zira, “Burjuva, devleti her daim ilkel birikim için kullanır.” Bu bağlamda “emeğin sömürülme derecesini artırmak ve sermaye birikimini hızlandırmak için polis harekete geçirilmiştir.”[8] Özetle, “Zorun kendisi bir ekonomik güçtür.”[9] Bir yerde “‘Özgür emekçi yoksullar’ modern toplumun yapay ürünleri”dir.[10] Mülksüzleştirme ve geniş kitlelerin işçi sınıfı saflarında örgütlenmesi, üretim tarzının değişmesi kadar, uzun erimli bir devlet/polis operasyonun da sonucudur.
Kapitalizmin Yerleşmesi/Liberal Dönem
18. yy. itibari ile genel olarak mülksüzleştirme süreci tamamlanmış, işçi sınıfı inşa edilmiştir. Tabii, bu süreç yine zorla iç içedir: Kıtalar arası köle ticareti, ABD’nin güneyinde plantasyon köle ekonomisi, İrlanda’da girişilen tehcir süreci vb. Kapitalist merkezlerde ülke içi emek ve piyasa istikrarı sağlanmıştır. Fransa’da devletin tahıl piyasasını kontrol etmesinin terk edilmesi, Adam Smith’in Ulusların Zenginliği kitabının ve C. Beccaria’nın liberal ceza hukukunu âdeta ilân eden Suçlar ve Cezalar Hakkında eserinin yazılması 18. yy.’ın son çeyreğinde aynı yıllara tekabül eder. Artık bu dönemde devletin müdahale yöntemleri incelmektedir. “Piyasanın görünmez eli” her şeyi halledecek, “yasallık” öne çıkacak, devletin keyfi davranışları sınırlanacak, devlet ancak bozucu hallerde –yasanın suç olarak tanımladığı düzensizliklerde– piyasaya/halka müdahale edecektir. Polis, feodalitenin dağılması sürecinin aksine[11] düzensizlikten ziyade çerçevesi “kanunla” çizilmiş “suçla” ilgilenecektir.[12] Foucault’nun, Beccaria’nın aynı zamanda maliyeci bürokrasinin tepesinde yer almasına vurgu yapması yerindedir.[13] Liberal idarenin temelleri, ekonomiktir.
Bu paradigma, güçlü bir ideolojik etki yaratmıştır. Hukuk ideolojisi ve doğrudan liberalizm olarak da adlandırılabilecek olan bu hegemonik etki, hükmünü günümüze kadar sürdürmüştür. Uzun süreli etkinin sebeplerini sıralamaya çalışalım:
1. 12. yy.’dan beri yeniden ele alınarak kapitalizmin hizmetine sunulan Roma Hukukunun güçlü ve kapsayıcı sistemi,
2. Dönemin hukuk metinlerinin Fransız İhtilâli/ABD’nin bağımsızlığı gibi çarpıcı devrimlerde referans söylemi belirlemesi, bunlarla bir anılması,
3. 19. yy.’da işçi sınıfının devrimci hareketinin, bir yandan şiddetle bastırılması, diğer yandan taleplerinin liberal hukuk dilinde formüle edilerek içerilmesi operasyonunun başarıya ulaşması,
4. Liberal söylemin dünya savaşları sonrası Sovyet “tehdidine karşı” yeniden üretilmesi, böylelikle modern dile tercümesi ve uzun sürmesi,
5. Tarihsel materyalist anlayışın yapısalcı çözümlemeler ve özellikle 1970’leden itibaren yeni Fransız düşüncesi tarafından gözden düşürülmesi ile devletin teoride silikleşmesi.
Neticede, ekonomik dönüşümlerin kendiliğindenliği ve hukukun doğallığı konusunda sarsılması güç bir inanç doğmuştur. Marx, bu batıl inancın sarsılması için ciddi çaba sarf etmiştir.[14] Hatta bu çaba, onu hukuk sahasından zorunlu olarak ekonomi politiğin eleştirisine itmiştir denilebilir.
Bu dönemin sonunda emperyalizm zuhur etmiştir. Emperyalist çağda salgın hastalık kontrolü giderek kurumsallaşmış, “devlet işi” hâline gelmiştir.[15]
Bu olgu, liberal dönem sonlarında devletin kamusal alana zuhur etmesinin ilk işaretlerindendir. 19. yy.’ın ilk yarısında İngiltere’de girişilen yoksulluk mevzuatı üretme ve uygulama faaliyetleri öncü işaretlerdir. Devletler, 19. yy. ve 20 yy.’da giderek daha görünür biçimde, işçi sınıfının bastırılması ve devrimci potansiyelinin sönümlenmesi için plânlı müdahalelerde bulunmuştur. Türkiye’de Çalışma Bakanlığı’nın kurulması ve sonrasında yaşananlar, bu planlamanın su yüzüne çıkan örneklerindedir; ayrı bir incelemeyi hakketmektedir.
Yine emperyalist çağda sosyalizm, Sovyetler’de vücut bulmuş; ulusal kurtuluş hareketleri giderek güçlenmiş ve siyasal İslam, diğer iki sarsıcı olguya eklenmek suretiyle politika sahnesine çıkmıştır. Bu hareketlerinin emperyalist merkezlerde de yansımaları mevcuttur. Örneğin: Almanya’da Kızıl Ordu Fraksiyonu (RAF), ABD’de Kara Panterler, İngiltere’de İrlanda Kurtuluş Ordusu (İRA) gibi hareketler, devletler açısından “iç ve dış tehdidinin” birleştiği yapılardır. 1960’ların sonuna gelindiğinde liberal idare araçları, işçi sınıfının ve sivil toplumun idaresinde açıkça yetersiz kalmıştır.
Neo-Liberal/Terör Dönemi
Daha önce 1929 büyük buhranı koşullarında, Avrupa’da “sosyalizm tehlikesine” karşı dile getirilen “neo-liberalizm”, İkinci Dünya Savaşı öncesi ve sonrası faşist kolektif ekonomik model ve Keynesçilik çarelerinin bulunmasıyla uzun süre tedavülden kalkmış gözüktü.[16] Neo-liberalizmin 70’lerden itibaren sahneye ikinci defa çıkmak zorunda kaldığında, bu zorunluluğun doğal sonucu olarak bir dizi “iç şiddet” operasyonuyla birlikte rol aldı. Artık Marx’ın yaşadığı dönemin ana sorunlarından birisi olan, ilkel birikiminin oluşturulması sorununu aşmış olan sermaye ve devlet, sistemin sürmesi ve karşılaşılan krizlerden sonra düzenin kaldığı yerden devamı konularına odaklanmıştır (Günümüzde “Büyük Resetleme” kavramının icadında, “reset” sözcüğü buraya oturmaktadır).
Kaynak: Michael Roberts[17]
1960’lar sonu itibariyle, devletlerin kararı neticesinde polis gözetimi ve “terör konsepti” işlemeye başlamıştır. Bu dönem kapitalist durgunluk ve atıllık devridir. Kâr oranlarındaki düşüş belirleyicidir. ABD öncülüğünde yeni bir aşamaya girilmiştir. Yukarıdaki tablodaki 60’ların sonundan 80’lerin başına kadar düşey devam eden kâr eğrisi, polis örgütüne yapılan teorik/ideolojik ve teçhizat yatırımlarıyla ters orantılıdır. Bu dönemde terör konseptinin inşası açısından öncü girişimler olarak ABD’de başlatılan sokak polisliği deneyleri ve bağlantılı çalışmaları[18], Birleşmiş Milletler gündemine getirilen terör tartışmaları, ABD’de üst üste icra edilen terör konferansları gösterilebilir.[19] Dönemin öne çıkan yöntemleri olarak şunlar sıralanabilir:
* Darbeler (Şili, Türkiye vb.),
* Kanun hükmünde kararnamelerin ortaya çıkması ve alanının genişlemesi,
* Yasama meclislerinin etkisiz platformlara dönüşmesi,
* Sokak bazlı polis gözetiminin sistemleşmesi,
* “Sıfır tolerans polisliği”,
* Toplumun “tehlikeli” addedilen bir kesimini olağan hukukun dışına çıkarma/güvensizleştirme (gözaltı için suç fiilinin gerekmemesi, süresiz tutuklama, belli gruplar için işkence ve infazın meşruluğu vb.),
* 1960 sonundan itibaren polis teşkilatları içerisinde ağır silahlı özel operasyonel/militer birimlerin inşası.[20]
Bu yöntemler ve benzerleri bir bütün olarak ele alındığında “terör konseptini” teknik çerçevesini yaklaşık olarak tarif etmiş olmaktayız.
Terör konseptine geçilmesinin gerekçelerinden birini teşkil eden 1972 Münih Olimpiyat oyunları baskını, dönemin dinamiklerini anlamak açısından da önemli bir vakadır. Filistin davasının, 1967 savaşında işbirlikçi Arap Devletlerince satılması ve devamında, 1970’de Filistin Halk Kurtuluş Ordusu’nun Ürdün’den kanlı saldırılar ve ağır kayıplar neticesinde çıkarılması, bir intikam örgütü olarak örgütlenmiş olan Kara Eylül Örgütü’nü doğurdu.[21] Örgüt, Münih’te İsrail heyetini rehin aldığında ilk taleplerinden birisi Alman devletiyle mücadele eden RAF militanlarının serbest bırakılmasıydı. Görüldüğü üzere, Ortadoğu’da bağımsız bir devrimci kimlik ortaya çıkmış[22] ve sorunu kendi coğrafyasından Batı’ya taşımış, buradaki devrimci hareketle bağ kurmuştur. Bu olgu, o dönem dünyanın önemli bir kesimi için gayet meşrudur. Örneğin, çatışmada hayatını kaybeden Filistinli militanlar, Libya’da devlet töreniyle defnedilmiştir.
Sovyetlerin başını çektiği dünyanın bu kesimi, 1980’lerin ortalarına kadar uluslararası planda “terörü bastırma” tezlerine karşı “terörün sebeplerini” ortadan kaldırma savunmasıyla belli bir denge hâlini korumuşlardır.[23] 80’lerin sonuna gelindiğinde bu denge tümüyle bozulmuştur.
1990’lar ve 2000’ler, azgın bir “terörü bastırma”, “polisi hayatın her alanında hâkim kılma” dönemidir. Bu dönemin ayırt edici bir diğer yanı, internet ve dijital teknolojilerin, devletlerin ve şirketlerin hizmetine girmesidir.
Dönemin önemli bir diğer yeniliği, devlet sermaye ilişkisinin yönetimsel bazda girift bir hâl almasıdır. Finans sermayesinin hâkimiyeti, önce şirketlerin gücünü artırmış, sonra şirketlerin idarî/hukukî aygıtlarla iç içe geçmesini sağlamıştır. Liberal dönemin nüfusu kapsayıcı, hukuk zemini oldukça devletliydi: mahkeme, hapishane, karakol vs. Yeni dönemin hukukî araçları dahi “özelleşmektedir”: Tahkim kurulları, tüketici hakem heyetleri, sigorta komisyonları ve arabuluculuk ofislerini örnek verebiliriz. Bu kurumlar salt şirketler arası ihtilafların değil, geniş halk kesimlerinin başvuru mercii hâlini almışlardır. Sıradan bir kamu binasının giriş-çıkış güvenliğinden, ülkeler arası sıcak çatışmalara kadar özel güvenlik şirketlerinin sahneye çıkması meselenin bir diğer yönüdür. Güvenlik politikalarının belirlenmesinde, uluslararası fon ve düşünce kurumları devletlerle birlikte aslî failler hâline gelmişlerdir.
Pandemi Sonrası Dönem
Pandemi, yukarıda özetlemeye çalıştığımız siyasî yönetimsel koşulların üzerine geldi.
Güncel iktisadî zemini de şöyle özetleyebiliriz: Kârlılık oranlarının neredeyse sıfır düzeyine inmesi, sosyal transferlerin/refahın kısılması, stoksuz çalışma gibi çok sıkı rekabet ve bazı sahalarda şiddetli tekelleşme koşulları, güney ülkelerindeki ucuz iş gücünün yüksek teknoloji kullanımı ile verimliliğinin ciddi oranda artması, bireyin şirketler karşısında korumasız konumu, devletlerin şirketlerle eş güdüm hâlinde bireysel gözetimi sistemleştirmesi, şahsi verinin metalaşması, reel işçi ücretlerinin düşmesi ve sendikalaşmanın yanı sıra toplumsal örgütlülüğün dünya genelinde zayıflaması geçerli paradigmanın köşe taşları olarak sayılabilir.
Bugün yeni feodal dönem ya da kast düzeni olarak da anılan, köleliğe ve yer yer serfliğe benzer bağımlılık koşulların yaratılması, ekonomik bir gereklilik olarak tartışılmaktadır. Keynesçilik nasıl bir planlı devlet müdahalesi idiyse sermayenin güncel krizi de devletlerin aslî gündemini teşkil etmektedir. Az dolaşım, az tüketim, temel gelir, gerektiği zaman çalışma, eve kapama vb. uygulamalar gösterge olarak ele alınabilir. Bu örneklerin her birinin iktisadî bağlamlarının yanında, bu bağlamlara hizmet eder biçimde “yeni değerler” sahasında (çevrecilik, veganlık, transhümanizm…) izdüşümleri vardır. Elbette içinden geçilen süreç dinamiktir. Bölgesel farklardan veya sermaye fraksiyonları arasındaki anlaşmazlıklardan kaynaklanan tutarsızlıklar görülecektir fakat tartışma en nihayetinde “devletlidir”, “iradidir”.
Yazının başında değindiğimiz Çanakkale örneğini ele alalım. 25.07.2020 tarihinde Çanakkale İl Hıfzıssıhha Kurulu toplanarak “Dardanel firması için özel” bir karar almıştır.[24] Bu karara göre hastalık görülen bu iş yerinde çalışan işçilerin alıkonularak çalışmanın temini amaçlanmıştır. Şimdiye kadar ele aldığımız tezleri bu örnek üzerinden sınayalım:
* İl Hıfzıssıhha Kurulu sözde özerk, gerçekte Vali Başkanlığı’nda toplanarak karar alan ve İçişleri Bakanlığı’nın genelgelerini uygulayan bir devlet kurumudur. Söz konusu karar Vali başkanlığında alınmıştır.
* Devlet/sermaye kaynaşması barizdir. Kararda Dardanel temsilcisinin de imzası vardır ancak adı gizlenmiştir. Bu konuya aşağıda döneceğiz.
* Kararda CHP’li Belediye Başkanı’nın da imzası vardır; devlet fraksiyonları arasındaki uyum barizdir. Kararda doktorlar ağırlıklı olmak üzere, pek çok devlet memurunun imzası vardır.
* Uygulama kediliğinden gelişmemiştir. İradî bir karar ve plana dayanmaktadır.[25]
* Karar, işçi sınıfı üzerinde sermayenin ve devletin tam hâkimiyeti esasına dayanmaktadır; mesai saatleri dışında da gözetim esastır.[26]
* İşçilerin kapatılarak çalıştırılması, İkinci Dünya Savaş sonrası yeni liberal dönem hukukunda bir yere oturmamaktadır. Üretim ilişkisine köklü bir müdahalede bulunan uygulama, Anayasa, İş Kanunu ve bizzat Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’na aykırıdır ancak devlet ve sermayenin iradesini ortaya koymaktadır, dolayısıyla uygun şartlar oluştuğunda mevzuatın bu yönde değişeceği beklenmelidir. Son yirmi yılın iş hukuku ve polis mevzuatı, uygulamayı veya yönetmeliği takip eden yasal değişiklik örnekleriyle doludur. Özetle, iradî işlemler ve hukuksal düzenlemeler, üretim ilişkilerinde belirleyici faktörler olarak da hesaba katılmalıdır.
* Firmanın ve imzası bulunan işverenin adı metne yazılmamıştır. Kararın nerede uygulanacağı muğlak bırakılmış ancak tam da istenilen yerde uygulanmıştır. Nerede uygulanacağını karara bakan işçinin, yurttaşın anlaması mümkün değildir. Muğlaklığın “hukukun dışına itilerek içerilen bedende” teslimiyet sağlanması rolü olduğu açıktır. Meselenin diğer bir yönü ise devlet ve sermaye yaptığı işten –en azından bu aşamada– tam da emin değildir. Uygulama ciddi tepki de çekmiştir. Dolayısıyla bu yönelimin geleceği bugünden tayin edilemez. Ancak bu durum yukarıdaki çıkarımları yanlışlamaz.
Pandemi sonrasının temel bir idarî esprisi de önceki neo-liberal dönemde “teröristlere” reva görülen uygulamaların tüm alt/geniş nüfusa yaygınlaşmasıdır. Model olarak İsrail’in Filistinlilere karşı yürüttüğü politikalar ele alınabilir. Önleyici olarak yürürlüğe konan ve süresi belirsiz biçimde Filistinlileri alıkoyma kararları, yol kontrol sistemi, kent içi duvar inşası ciddi birer meseledir ve fakat dikkatten kaçmaktadır.
Diğer bir örnekte 1970’lerin başında İngiltere’nin İRA militanları için kararnameler yolu ile ön gördüğü, keyfi/süresiz gözlem altında tutma/kapatma vb. uygulamaları, 2020/2021 yıllarında genelgeler yolu ile Türkiye’de geniş halk kesimlerine uygulanmıştır. “Teröristlere” reva görülen idarî mekanizmalar, toplumun geneline nispetle istisna kalmaktaydı. Pandemi döneminde eve kapanma/sokağa çıkma yasağı kararları yanı sıra siyasî eylemcilere mahkemelerce tutuklama yerine verilen konutu terk etmeme tedbirleri (yaygın adıyla ev hapsi) doğrusal bir artış göstermiştir.[27] Öyle ki konut terk etmeme tedbiri, 2020 yılından itibaren giderek Anayasa Mahkemesi ihlâl kararları arasına girmeye başlamış, daha önce ceza süresinden mahsup edilmezken 08.07.2021 kabul tarihli yasa ile dava sonunda verilen cezadan mahsup edilmeye başlanılmıştır (7331 sk.m.15).
Devletin ve sermaye öğütlerinin günlük hayattaki rolü pratikte kuvvetlenirken, teoride giderek muğlaklaşmaktadır. Lenin’in 1919’da söylediği gibi: “Devlet sorunu en karmaşık, en güç sorunlardan biridir, belki de burjuva düşünürlerin, yazarların ve filozofların bütün sorunlardan daha çok anlaşılmaz hâle getirdikleri bir sorundur… Burjuva bilginleri ve yazarları tarafından öylesine anlaşılmaz hâle getirilmiştir ki konuyu ciddi bir biçimde incelemek ve bağımsız olarak bu konuyu iyice kavramak isteyen herkesin konuya birçok kez girmek, ona tekrar tekrar dönmek, açık ve tutarlı bir kavrayışa ulaşabilmek için konuyu değişik açılardan ele alması gerekir.”[28]
18. ve 19.yy’ın ideolojik etkisinde olan liberal zihinler, devletin ve sermayenin failliğini genel olarak “komplo teorisi” şeklinde ele alarak egemen düzene uyum göstermektedirler. Teorinin rolü tam da burada önem kazanmaktadır.
Onur Şahinkaya
14 Nisan 2022
Dipnotlar:
[1] Marc Bloch, Feodal Toplum, Çeviren: Mehmet Ali Kılıçbay, Doğu Batı Yayınları, 5. Basım, 2015, s. 243 vd.
[2] Karl Marx, Kapital, 1. Cilt, Çeviren: Alaattin Bilgi, Sol Yayınları, 7. Basım, 2004, s. 691.
[3] Marx, a.g.e., s. 696.
[4] Marx, a.g.e., s. 697.
[5] Marx, a.g.e., s. 685-86; 88.
[6] Karl Marx, Rheinische Zeitung, Sayı 303, 30 Ekim 1842, MIA.
[7] Marx, Kapital, s. 701.
[8] Marx, a.g.e., s. 706.
[9] Marx, a.g.e., s. 716.
[10] Marx, a.g.e., s. 724.
[11] Mark Neocleous, Toplumsal Düzenin İnşası Polis Erkinin Eleştirel Teorisi, Çeviren: Ahmet Bekmen, Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, 2006, s. 5.
[12] “Eski rejimde… cezaların dağılışı ise, yargıcın keyfine bırakılmıştı. Suçlar ne sınıflandırılmış ne de tarif olunmuştu, metinler çok kere yalnız, cezalandırılabilecek olan suçlardan dolayı verilecek cezaları tâyin etmemekle kalmıyor, hattâ olanları tarif dahi etmiyordu.” Marcel Rousselet, Adalet Tarihi, Çeviren: Adnan Cemgil, Remzi Kitabevi, 1963, s. 49.
[13] Michel Foucault, Biyopolitikanın Doğuşu, Çeviren: Alican Tayla, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2. Basım, 2019, s. 35.
[14] Karl Marx, Yahudi Sorunu, Çeviren: Sol Yayınları Yayın Kurulu, Sol Yayınları, 1. Basım, 1997.
[15] Mesut Ayar, Osmanlı Devletinde Kolera; İstanbul Örneği (1892-1895), Kitabevi Yayınları, 1. Basım, 2007.
[16] John Bellamy Foster, “Mutlak Kapitalizm”, Çeviren: Tijen Demir ve Mehmet Yetiş, Monthly Review, Sayı 9, 2020, s. 12.
[17] Michael Roberts, “Yeni ve Önemli Bir Kanıt Olarak Dünyadaki Kâr Oranları”, Çeviren: Erhan Baltacı, 22 Ocak 2022, Sosyalizm.
[18] Literatürde ağırlığı olan önemli bir deney için Bkz. The Newark Foot Patrol Experiment (Newark Yaya Devriye Deneyi), Police Foundation, 1981, PolicingInstitute.
[19] Orhan Gazi Ertekin, Modern Demokraside “İstisna Durumu”nun Yeniden Doğuşu: “Terörizm İstisnası”nın Yaratılması ve Hukuk Düzeninin Egemen İnşası, Doktora Tezi, 2006, s. 170 vd.
[20] Peter B. Kraska, Victor E. Kappeler, “Militarizing American Police: The Rise and Normalization of Paramilitary Units”, Social Problems, Cilt 44, Sayı 1, 1997, s. 4; 6 vd.
[21] Hamit Bozarslan, Ortadoğu: Bir Şiddet Tarihi, İletişim, 2. Basım, 2011 s. 123.
[22] William L. Cleveland, Modern Ortadoğu Tarihi, Çeviren: Mehmet Harmancı, Agora Kitaplığı, 1. Baskı, 2008, s. 380.
[23] Orhan Gazi Ertekin, a.g.e., s. 172 vd.
[24] Çanakkale Valiliği İl Hıfzıssıhha Kurul Kararı, 25.07.2020, Sağlik.gov.
[25] Dardanel firmasının basına yaptığı açıklamadan: “Kapalı devre çalışma sistemi; resmî makamların bizlere önerdiği ve tebliğ ettiği bir metot, Kapalı devre çalışma sistemini resmi makamlar önerdi”, 05.08.2020, HaberTürk.
[26] Dardanel firmasının KAP’a yaptığı açıklamadan: “Bundan sonra da üretim faaliyetlerimizde bir aksama yaşanmaması için, bugünden geçerli olmak üzere 14 gün süreyle çalışanlarımızın mesai saatleri dışında da tarafımızca gözetim altında tutulduğu kapalı devre çalışma sistemi tedbir olarak uygulanacaktır.”, KAP.
[27] “Ev Hapsi Kararları Hukukî mi? Amaçlanan Ne?”, Çağdaş Hukukçular Derneği İstanbul Şubesi, 19.02.2021, ÇHD.
[28] V. İ. Lenin, Marx-Engels-Marksizm, Sol Yayınları, 1990, 2. Basım, s. 285 ve 304.