Loading...

Siyonist Ajanlara Karşı Mücadele ve Lenin (III)


Efsaneden Sahtekârlığa

27. Siyonist Kongre’nin 1968’de Kudüs’te benimsediği programın ilk maddesinde “Yahudi halkının birliğinin onaylanması” gerektiği yer alıyor. Theodore Herzl daha 72 yıl önce, Yahudi Devleti’nde “biz tek bir halkız” demekteydi.[1] Siyonizm’in dönüp dolaşıp bu onamaya gelmesi boşuna değildir. Haklı gösteremediği sürece bunu tekrarlamak zorundadır.

Musevîlik, çeşitli ülkelerde, ritlerin gösterdiği farklılaşmalar ne olursa olsun özde aynı inancı paylaşan cemaatlerin benimsediği bir dindir. Geçerliliği kabul edilebilecek tek “Yahudi gerçekliği” budur. Kimilerince bir ırk, kimilerince de bir millet, bir halk, bir nüfus olarak nitelendirilen ve iki bin yıl önce coğrafî olarak darmadağın olmasına karşın, birliğini bir mucize eseri olarak koruyabilen bir Yahudi gerçekliği veya bir Yahudi kimliği[2] düşüncesi, bir efsaneden başka bir şey olamaz.

Gerçekte, böyle bir birlik tarihin dışında, onun evriminden ve düzenlemelerinden uzak olarak varlığını nasıl sürdürebilir? Buna karşın, dinsel olgularda göreli bir süreklilik söz konusudur. Marx da Yahudi Sorunu’nda şöyle yazmaktaydı: “Musevîlik tarihe rağmen değil, tarih tarafından korunabilmiştir.” Ve şunu eklemekteydi: “Burjuva toplumu durmaksızın kendi derinliklerinden Yahudi’yi üretir.”[3]

Gerçekte de, yönetici sınıflar burada açıklanması uzun sürecek iktisadî, toplumsal ve siyasal nedenlerden dolayı, dinsel bir olguyu temel alarak bir Yahudi ırkı ya da halkı efsanesini yaratmışlardır.

Kaldı ki, Yahudi inancından olan burjuvazi, eski Polonya ve Çarlık Rusya’sı gibi kimi ülkelerde “millî birlik”i, yani “kendi” Yahudi proletaryasıyla sınıf işbirliğini sağlamak için bu efsaneyi kendi çıkarları doğrultusunda kullanmayı bilmiştir.

Bu efsane, kendi ısrarlılığı sonucu özel bir ideolojiyi çıkartmıştır ortaya: “anti-semitizm.”

Ancak, bir Yahudi gerçekliği efsanesinin açık bir sahtekârlık hâlini alması, Siyonist hareketin, sömürgecilik ve emperyalizmin hizmetindeki bu siyasal akımın ortaya çıkışıyladır. Hem “anti-semit” burjuvazi, hem de “demokratik” burjuvazi tarafından kullanılan bu akım, Yahudi cemaatlerinden ödünç alınan kolonilerle, Filistin’deki sömürgeci girişimi Avrupalı halklara haklı gösterebildi. Anti-semitler ve Siyonistler birlikte “Yahudi halkı”nın kendi kaderini tayin hakkını onaylarken, bir başka “hak”kı: İsrailli sömürgecinin, sömürgeleştirilen Arap’ın kaderini tayin “hak”kını, İsrail Devleti’nin Filistin halkını mülksüzleştirme “hak”kını gizleyen bulanıklık perdesini de kaldırmaktadır.

Siyonistlerin Theodore Herzl’den bu yana anti-semitizm’in sürekliliğinin kaçınılmazlığını vurgulayışları da boşuna değildir: Anti-semitizm’in sonsuzluğu, Yahudi halkının zaman-dışı gerçekliğine tanıklık edecektir.

Dolayısıyla, bir Yahudi gerçekliği ya da bir Yahudi kimliğinin varlığına ilişkin küçük de olsa bir inanç besleyen herkes, yalnızca eski bir ırk efsanesinin kurbanı olmakla kalmamaktadır; o, Siyonizm’in emperyalist siyasetine de katılmaktadır.

Jean Allemand

Jean-Claude Sage

1971

[Kaynak: Jean Allemand ve Jean-Claude Sage, İşçi Hareketi İçindeki Siyonist Ajanlara Karşı Mücadele ve Lenin, çev. Sibel Özbudun, Havass Yayınları, Mart 1978, s. 7-9.]

Dipnotlar:

[1] l’Etat Juif, s. 19, l’Herne ed.

[2] Metinde: “Une entite juive” olarak geçiyor. –çn.

[3] La Question Juive, s. 52, Coll. 10-18.