Solun Siyasal İflası


I.

En ince ayrıntısına dek titizlikle icra edilmiş bir tiyatro oyunundan fazlası olmayan “seçim” tantanası bir kez daha göstermiştir ki Türkiye’de “sosyalizm” adına kitleleri temsil ettiği iddiasını taşıyan cemaatlerin hemen tamamı siyasal iflasını gerçekleştirmişlerdir. Burada şaşırtıcı bir durum olmamakla birlikte, asıl problem, bahsi geçen cemaatlerin bir kadavra olarak siyasal alanı işgal etmeye devam edebiliyor olmalarıdır.

Türkiye’de sosyalist hareket, yüzsüzlüğün kitabını yazmış, numunelik bir kadavradır. Onlarca yıllık hataya, zayiata, şaibeye ve ihanete rağmen, nasıl oluyorsa özünde aynı fakat tabelası farklı olan bu cemaatlerin değişmeyen tepe kadroları, kült hâline getirilen bireyler olarak, her dönem toplumsal muhalefetin kanaat önderliğine soyunarak varlığını sürdürebilmektedirler. Bu durum, gerek kişisel gerekse toplumsal belleğin 2 ilâ 8 saati geçemiyor oluşundan kaynaklanıyorsa da feodal bilincin aşılamıyor oluşu da önemli bir etkendir ve bir takım bireylerin “kült” hâline gelebilmesi de bu bağlamda değerlendirilmelidir. Esasında hem “bellek” hem de “kült” konusunda bilinçli bir politika uygulanmakta olup, sol cemaatlerin burjuvazi adına bu alana dair katkısı ise hafife alınmamalıdır.

Ağırlıklı olarak Gezi ile tedavüle sokulmuş olan “Toplumsal muhalefet” tabiri, AKP iktidarı karşısında konumlanan kesimleri ifade etmek için kullanılmakta olup, bunun ötesinde bir anlam taşımamaktadır. Bu kesim, çok parçalıdır ve tamamını içerecek bir siyasal örgütlenme ne olanaklı, ne de gereklidir.

Burjuvazi, ideolojiler ve bunlardan temel alarak geliştirdiği bir takım kavram setleri üzerinden proletaryanın bilincine hâkim olabildiği ölçüde siyasal iktidarını muhafaza edebilmektedir. Malî ve sınaî kanatları arasındaki çekişmeler ve çelişkiler yadsınmamakla birlikte, kendi aralarındaki ufak tefek didişmeler bir yana, burjuvazinin ve onun egemen olduğu Devletin bir bütün olarak değerlendirilmesi gerekmektedir.

AKP ile CHP, veya “Cumhur” ile “Millet” arasında, iddia edilenin aksine herhangi bir taraflaşma bulunmamaktadır. Bu gerçek, lafı dolandırmadan açıkça söylenmelidir.

Proletarya, belirli dönemlerde öfke biriktirir; burjuvazi ise politik alandaki temsilcileri eliyle önceden belirlenen süre zarflarında, seçim/sandık fetişizmi üzerinden bu öfkenin söndürülmesi için mesai harcar. Çok partili döneme geçildiğinden bu yana –kimi özel durumlar dışında– her daim “muhalefeti” oynama görevini ifa eden CHP, her seçim öncesi aynı lâfları temcit pilavı gibi kitlelere yedirmeye çalışmış ve büyük oranda başarılı da olmuştur. Gece gündüz ekranlardan, gazetelerden ve çevreden işitilen şu laflara herkes aşinadır: “Bu tarihi bir seçim”, “kader seçimi”, “öncekilerden daha önemli”, “bu kez şeriat gelecek”, “cehennemden önce son çıkış”, “bu sefer rejim değişecek”, “cumhuriyeti yıkacaklar”… Bu boş sözlerin hiçbir anlamı ve gerçekliği bulunmamaktadır. Kendini “sosyalist” olarak tanımlayanların özenli katkıları da bu değirmene gerekli suyun taşınmasında eksik olmamış, içinde bulunduğumuz dönemde ise zirveye ulaşmıştır.

II.

Kapitalist üretim biçiminin egemen olduğu yerde, hemen her şey ama özellikle siyaset alanı, devasa bir kurgunun ürünüdür. Öyle olmak zorundadır. Aksi hâlde sürekliliği muhafaza edilemez ve o kurguyu yaratan nesnellik yıkılma tehlikesiyle sarsılır. Burjuvazi için üretim bandı ve hizmet sektörünün dışında –ekonomik ve insanî anlamda– hiçbir değer ifade etmeyen proletaryanın, nihayet kendisine reva görülen yaşam biçimi; ekonomik kriz, pandemi ve depremin yarattığı atmosfer ile mümkün kılınmış, bir kalıp beyaz peynirin “lüks” addedildiği günlere gelinmiştir. Egemenlerin kârlarını katladığı ortam, hâliyle durumdan huzursuz ve patlamaya meyilli devasa bir kitlenin de üretimine vesile olmuştur.

Patlamanın önlenmesi öncelikli görevdir ve yerel seçimlerde metropollerin “muhalefete” teslim edilmesi esasen bununla ilgilidir. Bir iş bölümü uygulanmış, İstanbul ve Ankara’nın CHP’ye teslim edilmesiyle, hem rant mekanizmasının önüne geçildiği hem de seçimlerin her şeyi değiştirebileceği algısı topluma yedirilmiş, öfke dindirilmiştir. Bu olgunun sağlamasının yapılması için, yönetimi değişen belediyelerdeki rant mekanizmasına en ufak bir müdahalede bulunulmadığı, yalnızca paylaşımı organize eden isimlerin değiştiği ve bu isimlerin siyasal kökenlerine bakılması kâfidir.

Cumhurbaşkanlığı seçiminde ise benzer ama biraz farklı bir yöntem izlenmiştir. Aylar boyunca hiç duraksamadan bir takım anketler üzerinden devasa bir propaganda süreci işletildi. Hemen her anket “muhalefet” cephesinin seçimi ilk turda kazanacağını, “iktidar” partisinin ise sürekli seçmen kaybettiğini söylüyordu. Sosyal medyadan bir rüzgâr estirildi. Bu mecraları kullanan nüfusun ise seçmen sayısının en fazla yarısına tekabül ettiği görülmedi. Bir kurgu yaratıldı. Bu kurgunun oluşması ve diri tutulmasına en fazla katkı koyanlar ise hiç şüphesiz tabelasında “sol, sosyalist, komünist, işçi” yazan cemaatlerdi.

Televizyon ekranlarında ve sanal mecralarda uçuşanlar; “akademisyen”, “gazeteci” ve “aydın” takımı dolayımı ile beyinlere zerk ediliyor, “zafer” günlerine az kaldığı söyleniyordu. O “zafer” günlerinden çıkan ise Ümit Özdağ oldu. Derin dehlizlerin operasyonel elemanı olan Özdağ’ın faşist ideolojisi, yaklaşık iki yıllık bir çalışmanın sonunda “muhalif” kitlelere yedirildi. Kürtlerin iradesini temsil ettiğini iddia edenler dahi, Özdağ’ın “ırkçı ve faşist söylemlerine takılmadıklarını” dile getirebildiler.[1]

Sürecin başından itibaren ortada bir kurgu olduğunu, şişirilen balonların ise nasıl üflendiyse o şekilde patlatılacağını anlatmaya çalıştıysak da Cumhuriyet tarihindeki en gayretli propaganda çalışması yürürlükteydi. Hemen herkes kurguya teslim oldu. Yakın çevremizdeki dostlarımız dahi, tavrımızdan dolayı bizi Erdoğan’ı desteklemekle suçlayabildi. Solun ideolojik önderliği, Aydınlık artığı Merdan Yanardağ ve Zülal Kalkandelen’e kaldı. Bu ve benzeri isimler sürecin başından itibaren ekranlarda ve gazete sayfalarında Sosyalist Güç Birliği ve Türkiye İşçi Partisi’ne büyük bir gayretle üflemiş, sonunda iğneyi batırırken, gelecek yerel seçimler için balonu tekrar üfleyeceklerinin sinyalini vermişlerdir.[2]

III.

Engels, “Bir sarayda başka türlü düşünülür, bir kulübede başka türlü,”[3] şeklindeki meşhur sözü Feuerbach’tan alıntılar. Burada kastedilen Sol hareket için de geçerlidir ve kendilerini hüsrana uğratan tablo, memlekete Kadıköy’den bakmanın hazin sonucudur.

Sol harekete mensup olanların, deprem bölgesindeki sonuçlara bakıp yurttaşlara küfretmesi, bir aptallaştırma aygıtı olan Sözcü ve benzeri yayın organlarında ifade edilen görüşlerin taşıyıcılığını üstlenmelerinden kaynaklanmaktadır. Sınıfa “bilinç” taşıdığını söyleyen unsurlar, Özdağ’da vücut bulan bilinçten fazlasını taşıyamamaktadırlar. Sosyal medyanın, deprem bölgesinde dağıtılan çorbanın vitrini hâline getirilerek, iktidarın uzun yıllardır büyük bir maharetle sürdürdüğü sadaka kültürünün “dayanışma” adı altında icra edilmesiyle, o yurttaşların yüzlerini kendilerine döneceğini zanneden Sol cemaatler, halkın tokadını yemişlerdir.

Halkın tokadına nail olunması, Sol’un izlediği sahte ve ikiyüzlü politikayla ilgilidir. 21 Ağustos 2022’de Sosyalist Güç Birliği adı altında bir “ittifak” kurulduğu söyleniyordu. Burada yer alan cemaatler, kurulduğu ilk günden itibaren “bağımsız bir sosyalist adayın” çıkarılacağı yalanını yutturmaya çalışmışlar fakat aday çıkarılması bir yana, kendilerine sunulan Kadıköy isimli kum havuzunda “laiklik” adına yapılan uyduruk tek bir eylem dışında, bir arada hareket ettiklerini gören olmamıştır. 25 Ağustos’ta kuruluşu ilân edilen Emek ve Özgürlük İttifakı da farklı bir pozisyon almamış, neticede bizim en başından beri beklediğimiz gibi, her iki “ittifak” da burjuvazinin bir kanadına secde etmiştir.

Bilinmelidir ki “Burjuvaziyi görmeyen bir pratik, eni sonu burjuvazinin pratiğidir. Devleti görmeyen bir pratik ise eni sonu devletin pratiğidir.”[4] Burjuvaziyi görmeyen, daha doğrusu onu gözlerden ırak tutan Sol cemaatler, “sosyalizm” adına öyle utanç verici bir pozisyon almışlardır ki içlerinden bir tanesi, üyelerini Konya’daki mitinginde İmamoğlu’nun gönüllü bekçiliğini üstlenmeleri için seferber edebilmiştir.[5] O cemaatin, İmamoğlu üzerinden kendi kadrolarını İBB’ye yerleştirdiği sır değildir. 14 Mayıs’ın ardından yaptığı açıklamada Millet İttifakı denen oluşumun, “halkı kandırma çabasının öznesi olduğunu”[6] dile getiren TKP, 28 Mayıs’ta tüm gücünü o ittifakın adayı için seferber ederken[7] en ufak bir utanç duymamaktadır. Yine bu cemaatin içinden çıkan TKH, aynı adaya olan desteğini dile getirdiği açıklamasında, Erdoğan’ın “Soros’un çocuğu” olduğunu söylemektedir.[8] Oy istedikleri Kılıçdaroğlu’nun ise TESEV üzerinden Soros menşeli oluşunun bir önemi bulunmamaktadır.

Bu iki cemaatle aynı kökü taşıyan TİP ise en fazla üflenen balondu. Adında “işçi” olan fakat işçiyle kurduğu bağ burjuva partilerinden az olan bu cemaatin ipleri CHP’nin elindedir ve oradan TİP sözcülüğüne tayin edilen kişinin her bir açıklamasında, cemaatin ne denli halk düşmanı bir karaktere sahip olduğu görülmektedir. Misal, Kılıçdaroğlu’na oy isterken, Hizbullah’ı işaret ederek kadınların 28 Mayıs’ta bir seçim yapmak zorunda olduğunu[9] dile getiren Kadıgil, o “kadınlara”, kendisinin yoldaş bellediği Akşener’i layık görmektedir.[10] Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak bu olsa gerek.

Bugün yıldızı parlatılan TİP’in başkanı, çobanlığını yaptığı ekiple birlikte, yaşlı bir solcu sendikacıyı demir sopalarla dövebilecek kadar aşağılık bir karakterdir. Ne yazık ki genç nesillerin yakın tarihe dair bilgisi ilk okul düzeyinde bile değildir. TİP’in tipolojisi, başkanının çetelik kariyerinde ve aile boyu emperyalist vakıflarla haşır neşir olan vekillerinin tarihinden bağımsız değildir.

Bu süreçteki acınası gelişmelerden bir diğeri ise EMEP isimli cemaatin başında bulunduğu söylenen kişinin, milletvekilli seçtirilmediği için başkanı olduğu yapının iç işleyişini ifşa ederek istifa etmesidir.[11] Üyelerin bu olayı sosyal medyadan öğrenmeleri ise Sol yapıların ne denli “kolektif” bir anlayışla yönetildiğini göstermektedir. CHP’nin koltuk değnekliğini her dönem açık ara önde tamamlayan Sol Parti’ye ise değinme gereği dahi bulunmamaktadır.

*          *          *

İlginçtir, tüm faaliyetini haberciliğe ve akademik gevezeliğe indirgeyen Sol gruplar, Yeniden Refah Partisi üzerine kafa yorma gereği duymamaktadır. Böyle bir partinin varlığı ve aldığı oy oranının nedenleri sorgulanmaya muhtaçtır.  

Kapitalizm, global ölçekte bir çıkmaza girmiş, yıkılmasının önlenmesi adına ise yeni bir dönüşüm sürecinin örgütlenmesine gidilmiştir. Bu süreç yeşil dönüşüm, transhümanizm, pandemi, toplumsal cinsiyet(sizlik) gibi başlıklar üzerinden örgütlenmeye çalışılmaktadır. Gerek global ve gerekse yerel ölçekte söz konusu başlıklarda egemen anlatıya eleştirel gözle bakan geniş bir kitle bulunmaktadır. Siyasî anlamda temsilcisini arayan bu kitle, hâliyle, egemen anlatının taşıyıcısı olan Sol gruplara yönelmeyecek, farklı bir arayışa girecektir. Ağırlıklı olarak ulusalcı veya İslâmî kesimlerden oluşan bu kitlenin dinamik olması, sistem dışı yönelimlere kapı aralamaktadır ve Devlet bu tehlikeyi sezdiğinden dolayıdır ki kitlenin önünün alınması, onun düzen içi bir alana çekilmesi, meselenin siyasî, iktisadî ve biyolojik açıdan sorguya tâbi tutulmasının engellenmesi adına ise dinî saikler öne çıkarılarak kontrolü sağlanmıştır. YRP, bu bağlamda değerlendirilmelidir.

İştirakî ve burada, sürecin başından itibaren egemen anlatıyı sorgulayan teorik bir yığınağın yapılmış olmasının da küçümsenecek bir çaba olmadığını belirtmek gerekmektedir.

IV.

“Burjuvaziden daha çok cumhuriyetçi, demokrat ya da laik olma yarışı, sol öznelerin genel niteliği hâline gelmiştir.”[12] Cumhuriyet, önüne “sosyalizm” eki konularak satılmaya çalışılmaktadır. Bu çaba gülünçtür, politik iflasın itirafıdır. Sol, “cumhuriyetin kazanımları” denen kurgusal bir sınıra hapsedilmiş, o kurgunun dışında değil adım atması, düşünsel refleks göstermesi dahi engellenmiştir. Sınıfsal bir hat, söylem düzeyinde dahi tarihin tozlu raflarına atılmış; politika(sızlık), kendilerinin “ilerici”, geri kalan herkesin ise “gerici” olduğu üzerinden kurgulanmıştır. Sol, küçük ve büyük burjuvazi eliyle şekillenmektedir.

Seçim sürecinde veya bahanesiyle bir takım simgesel değişimler gerçekleşmiştir. Gözden kaçırılmaması gereken bu olgular, önümüzdeki dönem için anahtar niteliğindedir. İki zıt kutup görünümünde olan yapıdan örnek verilebilir. İlk örnek şüphesiz Yeşil Sol Parti adını alan HDP’dir. YSP, “kapatılma tehlikesinden” dolayı tedavüle sokulmanın ötesinde, Batı’daki muadillerinin tam bir kopyası niteliğine bürünmek üzere baştan inşa edilmiştir. “Türkiye Partisi” olamayan HDP, artık “Kürt Partisi” olma hüviyetini de yitirmiş, ondan vazgeçmiştir.

Diğer örnek ise TKP üzerinden verilmelidir. Seçim süreciyle birlikte bu cemaatin bayrağındaki renk değişimi gözlerden kaçmamalıdır. Sarı-kırmızı renkler terk edilmiş, yerini kırmızı-beyaza bırakmıştır. Sosyal medya hesaplarındaki tüm logolar değiştirilmiş, bildiri dağıtırken giyilen önlükler yenilenmiştir. Anlaşılan o ki sembolik anlamda dahi “komünist” görünümüne sahip olunması istenmemektedir. Kendilerini tebrik ediyor, başarılarının devamını diliyoruz.

Doğu Perinçek, “Üreticilerin Milli Hükümeti hedefiyle yapıcı bir muhalefet yürütmek” amacıyla Erdoğan’a desteğini dile getirmişti.[13] Sol, bunun tam bir deli saçması olduğunu görüyor fakat kendisinin de Kılıçdaroğlu üzerinden aynı saçmalığı icra ettiğini görmüyor. Kontrollü muhalefetin üretimi bu şekilde sağlanıyor. Sol, Perinçek çizgisinde salınmaktadır. Cemaatlerin tabanlarının bu seviyeye nasıl getirildiğini ise bir örnekle göstermeye çalışalım.

Aşağıdaki fotoğraf, Ümit Özdağ’ın üniversite yıllarına, doktora tezini yazdığı döneme aittir. İbretlik bir fotoğraftır. Fotoğrafta Marx’a ait kitapları gören bir twitter kullanıcısı, aklınca dalga geçerek, “Hocam, Karl Marx’ın ne dediğini anlamayınca ülkücü olayım bari dediniz herhalde,” demiş, Özdağ ise yanıt olarak, kitaplığın bir üst katında görülen Marx-Engels’in Toplu Eserler’ini işaret etmiştir. 


 

Politik faaliyette bulunan kişiler, öncelikle düşman kampta gördüğü kişi veya grupları tanımakla yükümlüdür. Aksi hâlde ne’ye ve kime karşı mücadele verildiği bir muammadır. Sol, hem halkı hem de politik hasmını her daim küçük görmüş, tepeden bakmış, onu aptal yerine koymuştur. Örnek olsun, kalifiye bir eleman olarak Özdağ, birkaç yıl öncesine kadar pek tanınmıyor, MHP içindeki sıradan bir figür olarak görülüyordu. Sığınmacı karşıtı anlayışıyla malûl kendi partisi ile siyaset sahnesinde yerini almasıyla birlikte geniş kitleler ve Sol çevreler tarafından tanınır hâle geldi. Hâlbuki o hep vardı, üstelik Sol cemaatlerin müritleri yalnızca kendi şeyhlerini okur, şefler tarafından ellerine tutuşturulan risaleleri hatmeder, onların sözünden bir milim sapmazken, Özdağ gibi, önceden ciddiye alınmayan kişiler solcuların okuma zahmetine girmediği temel metinler üzerine çalışıyordu.

Solun en büyük hatası, düşmanı ve halkı küçümsemesidir. Topluma tepeden bakmasıdır. O yüzden her seferinde yenilmeye muhtaçtır. Özdağ ise aldığı oyun ötesinde, ırkçı ideolojisini çok geniş kitlelere benimsetmeyi başarmıştır. Onun desteklediği adaya oy isteyen Sol cemaatler ise bu konuda tek laf etmemektedirler. Sığınmacı edebiyatına soyunan, onları örgütleyeceğini söyleyen, gönüllü dil desteği sunduğunu dile getirenler, iplerini tutanların gösterdiği duvara toslamışlardır. Solun tabanı, Özdağ’ın Marksizm okumalarının onda biriyle dahi ilgilenmediklerinden dolayıdır ki şeyhleri eliyle burjuvazinin istediği yere sürüklenmekten öte bir pratik sergileyememektedirler. Solculuk, devrimciliğin önündeki yegâne engeldir. Neticede, “sosyalizm” adına çıkılan her yol sandık müşahitliğiyle tamamlanmaktadır. Tarihin utanç sayfaları kabarmaya devam etmektedir.

Agop Efendi

29 Mayıs 2023

Dipnotlar:

[1] “Buldan: Özdağ’ın ırkçı ve faşist söylemlerine asla takılmıyoruz”, 26 Mayıs 2023, soL.

[2] Zülal Kalkandelen, “14 Mayıs seçimi ve solun geleceği”, 28 Mayıs 2023, Cumhuriyet.

[3] F. Engels, Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu, Çeviren: İsmail Yarkın, İnter, 1999, s. 38.

[4] Eren Balkır, “İslam ve Sol”, 23 Ekim 2009, İştirakî.

[5] “TKP Konya İl Örgütü: Saldırı olursa karşı durmak için biz de mitingdeyiz”, 8 Mayıs 2023, soL.

[6] “14 Mayıs seçimleri: Büyük kandırma”, 15 Mayıs 2023, TKP.

[7] “TKP: 28 Mayıs ve sonrası için görev başına”, 23 Mayıs 2023, soL.

[8] “TKH’den çağrı: Emek, laiklik, bağımsızlık ve sosyalizm için”, 24 Mayıs 2023, Manifesto.

[9] “Sera Kadıgil: Kadınlar 28 Mayıs’ta bir seçim yapmak zorunda”, 25 Mayıs 2023, İleri.

[10] “Sera Kadıgil’den Meral Akşener’e övgü”, 27 Temmuz 2022, Manifesto.

[11] “EMEP’te istifa depremi: Sosyal medyadan öğrendiler”, 16 Mayıs 2023, OdaTV.

[12] Eren Balkır, “Haziran’dan Eylül’e”, 14 Ağustos 2013, İştirakî.

[13] “Cumhurbaşkanlığı İkinci Tur Seçiminde Oylar Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a”, 18 Mayıs 2023, VP.