Sosyalizmin Periferiyle İlişkisi


Sosyalizmin periferiyle ilişkisi gibi bir başlık açmamızın nedeni, öncelikle sosyalizmin hala bir merkez olduğu varsayımıdır. Çin sosyalist çoğunluk tarafından kâğıt üstünde bir sosyalist ülke, hatta en afilisinden kapitalist bir ülke olarak görülüyor. Ancak Çin Komünist Partisi kongrelerinde sosyalizm yolundaki ilerleyişlerinin devam ettiğini söylüyor. Bireysel yaşam formu, çelişkilerin olanca yumuşatıldığı bir toplumda yaşanılan monotonluk, eğlence, uyuşturucu ve alkol bağımlılığı içinde debelenen Avrupa gençliğinin içinde bile hala sosyalizm düşüncesini taşımaya cüret eden gençler var. Savaş karşıtlığı, toplumsal adaletsizlik, ekolojik yıkım, dezavantajlı kesimlerin haklarını savunma gibi platformlar, sosyalizmin taşıyıcılarının da belirleyici bir koşul olarak barındığı siyasal yuvalar olarak açığa çıkmaya devam ediyorlar.

Tüm bu sayılanlar göstermektedir ki politik varolanlar olanaklı bir deneyim olarak sosyalizm idesini zayıf ya da güçlü bir şekilde taşımaya devam ediyorlar. Yani tüm aktüel sıkıntılarına karşın sosyalizm bir hayalet olarak dünyanın üzerinde gezinmeye devam ediyor. ÇKP liderine “biz artık kapitalist bir ülkeyiz, bunu kabul edelim” dedirtmeyen şey hayaletin hala soğuk olan nefesini ensesinde hissetmesidir. Parazit filminden hatırlayalım. Filmin kahramanı aslında evde bulunan yer altı sığınağıdır. Kapitalist Kore’de sıkça yaşanan iş iflaslarının bir kurbanı sosyalist Kuzey Kore tehlikesine karşı yapılan bir yer altı sığınağında yaşamını sürdürmüş ve aslında komünizmin hayaletine dönüşmüştür. Kapitalist Kore üzerinde gezinen komünizm hayaleti yer altı sığınaklarında somutlaşmış ve Kapitalist Kore’nin kurbanlarından birine yuva olmuştur. Komünizm hayaletinin ikinci somutlaşması da bu tekil birey üzerinde gerçekleşmiştir. Nitekim evin çocuğuna bir hayalet olarak görünmüştür. Hayalet muhtelif yerlerin üzerinde dolaşmaya devam etmektedir.

Periferi sosyalist hareketin karşısına çıkan görece yeni bir fenomendir. Kimlik bazlı toplumsal ve tarihsel çelişkilerin negatif ucunda yer alan politik varolanların, kendilerini beyan etme ve yeni bir toplumsal sözleşme talebi üzerinden siyasal tanınma kudretini arzulama temelinde ortaya çıkmıştır. Sosyalizmin periferisi bir 20. Yüzyıl boyunca ulusal kurtuluş hareketleriydi. Ve sosyalizmin temel hedefi bu hareketleri demokratik ve anti-emperyalist bir çizgiye çekmeye çalışmaktı. Ancak periferiye devam eden yıllar boyunca yeni-kategoriler eklendi. En eski ezilen sınıf olarak kadınlar sosyalizmin hep gündeminde yer aldı. Ancak feminist hareketin yaşadığı değişim ve dönüşümlerle kadın sorununu yeni bir kategori olarak periferisinde buldu. Bugün ekolojik hareket, vejetaryenlik ya da veganlık önerisiyle devam eden hayvan toplumu savunuculuğu, feminist hareket, Türkiye özelinde Kürt sorunu, LGBTİ hareketi gibi politik varolanlar sosyalizmin periferiyle olan ilişkisini tekrar gözden geçirmemizi gerektirmektedir.

Öncelikle gözden geçirilmesi gereken nokta sosyalizm periferi ilişkisinde liberalizmin hangi derinlikte cereyan ettiğidir. Eğer bu ilişkinin sosyalizmin liberalizm tarafından kuşatılmasıyla sonuçlandığı önermesini öne alırsak sorunun karmaşıklığı ve zorluğuna yeterince nüfuz etmemiş oluruz. Ancak bu durum, bu önermenin de yalap şap kaldırılıp ele alınmamasını gerektirmez. Bu bağlamda liberal kuşatma olarak görünen olgu ya da liberalleşme olarak olumsuzlanan yönelimin zemini açığa çıkarılmak zorundadır. Bu perspektifi yaratan şey ilişkilenme tarzının özüyle ilgilidir. Ve bu ilişkilenme tarzının özü de Ortodoks Marksizmin özüyle ilgilidir. Ortodoks Marksizm toplumu Marksizmle, politikayı da Leninizmle öğrenmeye çalışan öğretmendir. Bir politik deneyim olarak Leninizm halihazırda Marks’ın açılımıyla öğrenilmiş olan toplumun maddi yasalarını politik alanda bir an önce siyasi sonuçlarına vardırmaya çalışan ve bunun başaran özgün siyasi iradedir. Bu irade, kurucu mecliste azınlıkta olmasına rağmen politik alanın bir güç istenci olduğunun bilinciyle devrimci bir darbe yapmıştır. Sovyetler Birliği’nde sosyalizmin çözülüşü sorunu çok uzun ve ayrıntılı bir tartışmadır. Burada bunu serimlemenin olanağı yok. Ancak devrimci darbe bir yetmiş yıl sonra başarısızlığa uğramıştır. Peki bu anlatılanların sosyalizmin yeni periferisiyle olan ilişki tarzındaki meseleyle ne ilgisi var? Bugün sosyalizm bu politik düzlemlerle olan ilişkisini Ortodoks Marksist bir belirlenim altında mı gerçekleştiriyor? Cevap bir yanıyla evet bir yanıyla hayırdır. Ortodoks Marksizm periferiyle olan ilişkiyi dışsal bir tarzda gerçekleştirmektedir. Çünkü Marksizmle öğrendiği toplum ve Leninizmle öğrendiği politika arasındaki dikey gerilim, onu yatay olarak kesen yeni toplumsal ve politik fenomenler aracılığıyla çözülmüştür. Ortodoks Marksizmin Leninizm açılımıyla öğrendiği şey Leninist parti öğretisi ve iktidar bilincidir. Ancak şu soru güncel olarak sorulabilir. Leninist parti öğretisi Rusya dışındaki bir devrimde başarılı olmuş mudur? Daha doğrusu Leninist parti modelinin başka bir deneyim ışığında gerçekleşmesinden söz edilebilir mi? Leninist parti modeli Çin’de, Küba’da ya da Vietnam’da iş başında mıdır? Sorular uzatılabilir ancak sosyalist hareketin merkezi itikadı olarak Leninist parti modeli bugünkü ileri modern toplumun ortaya çıkardığı yatay hareketlerle bu merkez üzerinden ilişkilenme güdüsünü hala taşımaktadır. Bundan dolayı bu yatay hareketlerin oluşturduğu çevre alanıyla ilişki merkez partinin dışarıdan onlara angaje olması gibi bir deneyimi yaratmıştır. Tam da bu deneyimle liberalleşen şey Ortodoks Marksizm olmuştur.

Çünkü periferi geleneksel parti modelinin dışında oluşmuştur. Yani bu hareketler doğrudan partili siyaset kategorisinin altında değil, otonomi kategorisi altında şekillenmiştir. Çevre yuvarlar kendi yataklarını bulup akmaya başlayınca partili sosyalizm bu akıntıya kendini dışarıdan kaptırmıştır. Bu da periferinin taşıyıcı ilkeleriyle kayıtsız şartsız bir ittifak politikasını doğurmuştur. Oysa sosyalizm bu taşıyıcı ilkelerle ittifak anlamına gelen dışarıdan bir ilişkiyi değil ilkelere dönük yeni açılımlarla hem onlarla bütünleşen hem de onları geliştiren bir politik güç istenci yaratmalıdır. Bu da periferiyle olan içsel ilişkinin zeminidir.

İçsel ilişki çevre hareketlerin önceleyici otonomilerini tanıma üzerinden, bu çevre hareketlerin kapitalist modernite içinde çözülebilme olanaklarına sahip pratik ilkeleriyle kayıtsız şartsız bir bağdaşmadan vazgeçmekle kurulabilir. Örneğin sosyalizm hayvan toplumu savunuculuğunun yoğunlaşmış ve sistemli bir teorisini Türkiye özelinde gündeme almalıdır. Ancak veganizm gibi tamamen bireysel seçim bağlamına sıkıştırılmış yeni irrasyonel ideolojilerle teorik ve pratik mücadelesini hayvan toplumunun bu savunucularıyla birlik ve kardeşlik duygusunu aşındırmadan yapmalıdır. Örneğin genel toplumsal bir kampanya örgütlemeli ve kampanyanın temeline et tüketimini sınırlama ve sağlıklı toplumsal gıda tüketimini merkeze alan bir bilinç taşıyıcılığını koymalıdır. Endüstriyel et tüketimi aracılığıyla hayvanlara yapılan zulmün tamamıyla karşısında olmalı ancak bu zulmün liberal bireyci seçim kategorisine sıkıştırılmasıyla da amansız bir ideolojik mücadeleyi önüne koymalıdır. Diğer yandan hayvanların görece daha iyi koşullarda ve zulüm görmeden yetiştirildiği otonom kooperatif örgütlenmesinin yollarını aramalıdır.

Sosyalist hareket Türkiye özelinde kadın sorunu konusunda sınıf indirgemeci yaklaşımı aşmış görünmektedir. Zira LGBTİ hareketi konusunda da gelişmiştir. Nitekim MLKP Rojava’da şehit düşen Afro-Alman savaşçısının LGBTİ kimliğini vurgulayarak beyan etmiştir. Ancak sınıf indirgemeci şablonla liberalizme sıçrama arasındaki gerilim hala tüketilememiştir. Görece daha iyi yaşam koşullarına sahip zengin bir kadınla işçi bir kadın arasındaki ontolojik bağdaşmayı sağlayan kadın kimliği, aralarındaki toplumsal çelişkiyi yumuşatarak paranteze almayı gerektirmez. Bu noktada Kürt hareketinin kadın sorununda gerçekleştirdiği açılım olanca ilericiliğine rağmen hala geliştirilmeyi gerektirmektedir. Elbette sosyalist-feminist hareket mevcuttur. Ancak kadın kimliğini olanaklı politika açısından nereye kadar genişleteceğimizin ölçüsünü hala edinebilmiş değiliz. Çünkü sorun bir yanıyla hala özel alanla ilgilidir. Sosyalist düşünce ve kültür dünyasının paydaşı olan erkekler bu konuda hala eğitimsizdir. Bundan dolayı sınıf indirgemeci yaklaşımla liberal yaklaşım arasındaki gerilimin çözümü de özel alanın eğitim temelinde yeniden örgütlenmesine bağlıdır. Ancak kadın hakları savunulurken bir önerme dikkat çekmektedir. Bir kadının geceleyin seks işçiliğinden dönebilmesi olanağı onun yine de taciz ya da tecavüze uğramasının koşulu olarak görülemez. Ancak bu önerme dolaylı olarak kadın bedeninin en rezil metalaştırılması olan seks işçiliğini olumlamaktadır. Burada elbette ahlakçı bir yaklaşım sergilemek yanlıştır. Ancak önerme kapitalist modernitenin ahlaksızlığını da paranteze almaktadır.

LGBTİ kimliği, kimlik nosyonunu tözsel bir bağlama taşıyan ve aynı zamanda kimlik savaşını duygusal bir angajmana sıkıştıran bir yönelim sergilemektedir. LGBTİ kimliği ezilenler kategorisidir. Ancak bu kimlik savaşının taşıyıcıları Türkiye özelinde daha militan bir pozisyonu sağlamalıdır. Sosyalist hareket bu militan pozisyonu LGBTİ hareketine dönük sorumluluk ve görevi olarak görmelidir. Ancak işin nirengi noktası şudur. Sosyalist hareket açıkça ve net bir şekilde Türkiye toplumunu eşcinsel hakları ve evliliği konusunda ikna etme gücüne sahip olabilecek midir?

Sosyalizmin ekolojik hareketlerle ilişkisi görece daha kolay ve olanaklı görünmektedir. Sosyalist tasarım artık kesinlikle ekoloji merkezli olmalıdır. Ancak sosyalizm başından beri gezegeni savunma refleksiyle yüklüydü. Sosyalistler devrimi yalnızca kendi kolektif egolarını tatmin etmek için değil, kapitalist dünya sistemi gezegeni yok ettiği için savunuyordu. Ancak köprünün altından çok sular aktı. Liberal burjuva ekoloji hareketi olarak Greenpeace etkinleşti. Diğer yandan otonom ve bireysel ekolojik tutumlar genişledi. Sosyalist hareket otonom ekolojik hareketlerle Anarko bir bağdaşma yaşamanın teorik ve pratik olanaklarını geliştirme göreviyle yüz yüzedir. Kanımca bugün “anarşizm mi? Sosyalizm mi?” sorusunu sormak tarihsel açıdan geçerli değildir. Çünkü sorunun sorulduğu tarihsel koşullar değişmiştir. O gün sosyalizmle anarşizm arasındaki amansız mücadele toplumsal devrimlerin olanca hızıyla geliştiği bir bağlamda ortaya çıkmıştı ve hem pratik hem de teorik açıdan bir karşılığı vardı. Bugün sosyalizm karşısına çıkan çevre hareketlerle içeriden bir ilişki kurma açısından anarşizmle yeni bir ittifak modeli geliştirmek göreviyle de yüz yüzedir. Diğer yandan otonom ekolojik hareketleri bu yeni ittifak aracılığıyla politik alanın olanaklı en keskin ucuna çekme sorumluluğunu üstlenmelidir. Bunu yapmazsa “Bostan” pratiğine sıkışıp kalacaktır.

(Bu yazı bir düşünce deneyidir.)

Ozan Çılgın

30 Ağustos 2022