Yanis Varoufakis’in Tekno-Feodalizm: Kapitalizmi Ne Öldürdü? adlı kitabı, sahte bir bayrak olarak, yaygın bir sahada dolaştırılıyor. Sorunun birisi teorik, diğeri politik iki ana aksı var. Büyük teknoloji firmalarının mutlak hâkimiyet kurduğu yeni bir eko-sisteme işaret edilen kitapta, büyük teknoloji firmaları senyör, derebeyi; küçükler ise vassal olarak konumlanıyor. Sermayeye, giderek atıllaşan ve üretimden kaçan “bulut sermaye” adını veriyor. İşçiler “bulut işçileri”; tüketim sürecine katılan herkes “bulut serfi” oluyor onun dilinde.
Varoufakis’in kitabı, çıkar çıkmaz yaygın bilinirlik kazandı; giderek de popüler bir dokunulmazlık halesi ediniyor. Kitap bir takım yeni gerçeği konu ediniyor. Teknoloji firmalarının son yıllarda ulaştığı dev cirolar, şişmekte olan yapay zekâ balonu, internet temelli platform ekonomisinin artan gücü gibi olgular, hak ettikleri ekonomi politik eleştirinin henüz konusu olmadıklarından, kitap bir boşluğa denk geldi. Bu durum büyük bir ilgiye sebep oldu. “Bu boşluğu ne biçimde doldurduğu” sorusunun cevabı ise olumlu değil.
İlkin, Varoufakis, kapitalizmin güncel vaziyetini dar bir sahaya hapsederek ve tezlerini ispat gayretine girişmeden, politik kurgusuna göre eğip bükerek tartışmaktadır. Vardığı sonuçlar, özetle sınıf uzlaşmacılığıdır. Çözümün öznesi işçi sınıfından, muğlâk bir alana kaydırılmakta; bu “işlemde” hakikat kaygısı da izlenmemektedir. İkincisi, devletleri görünmez kılmakta, terör uygulayarak 70’lerden bu yana aldıkları tayin edici ekonomik rolü küçültmekte, teknoloji firmaları karşısında “derebeylerinden bir bey” derecesine indirgemektedir. Bu indirgeme, birtakım vakaların nereye varacağı konusunda yanlış çıkarımlara götürüyor. Üçüncüsü, teorik kurgusu, olanı biteni açıklamamaktadır, aksine olguları tahrif etmektedir, sureti haktan görünüp sorunun sebebini teşkil eden ideolojik argümanları meşrulaştırmaktadır. Bu argümanlardan kopamayan ancak ana akım iktisada da mesafeli duranlara tutunacak bir dal vermektedir. Dördüncüsü, analoji yöntemini tercih etmektedir ancak yeni durumu daha iyi ve kapsamlı açıklama olanağı bulunan “yeni kölecilik” olarak adlandırabileceğimiz çerçevenin merkezinde duran, köleci dönem analojisinden dikkatle kaçınmaktadır. Beşinci ve son olarak, bundan önce sıraladığımız hata ve noksanlıkların sebebini de teşkil eder biçimde, Varoufakis, meseleyi Batı merkezli bir sorun ve alttan alta Yunan orijinli bir kültürel çözüm dairesine kapatmaktadır. Biz bu yazı dizisinde, bu beş başlık altında Varoufakis’in tekno-feodalizm teorisinin eleştirisine giriş yapmaya çalışacağız.
Birinci Sorun
Varoufakis’in kitabı, dev teknoloji firmalarının, onlara bağımlı diğer firmaların etrafında dönen bir kurguya sahip. Sözgelimi, hâlihazırda ana ekonomik faktörlerden olan petrolün, sanayinin merkezinde duran ve şehirlerin organizasyonunu belirleyen otomotivin, etkinliğini koruyan ve artıran silâh sanayinin rolünü önemsiz göstermektedir. Bunların devletler arası kamplaşmalardaki rolünü de silikleştirmekte; ticaret ve enerji hatları üzerindeki sıcak kavgaya kayıtsız kalmaktadır. Dahası dev finans kuruluşlarının, kredi ağlarını, “yeşil ekonomi” vb. bahanelerle reorganize ederek, mülkiyeti merkezileştirmek için giriştikleri operasyonlara önem vermemektedir. Aksine, operasyonun bahaneleri gerçek sorunlarmış gibi ortaya konmaktadır. Bugün kapitalizmin güncel durumunu belirleyen ve önemli ölçüde devletler ve devletlerle el ele yürüyen uluslararası yapılar arası mücadele esasına dayanan bu olgulardan, sözde bir ekonomik vurgu sayesinde uzak durabilmektedir.
Kapitalist sistemin temelinde yatan kâr olgusunun yerini Amazon gibi büyük teknoloji firmalarının, kurdukları platformları kullanarak satış yapan küçük firmalardan tahsil ettikleri “rantın” aldığını söyleyen Varoufakis, kâr ve pazarın ortadan kalkması ile kapitalizmin öldüğünü savunmaktadır. Şöyle iddialı bir tespit yapıyor örneğin:
“2020’ye gelindiğinde, bulut sermayeden elde edilen bulut rantları, gelişmiş ülkelerin toplam net gelirinin büyük kısmını oluşturuyordu. İşte kârın gerileyip bulut rantın üstünlük kazanmasının özeti budur.”
Buna göre, millî gelirin kaynaklarını teşkil eden işçi ücretleri, faiz gelirleri, patron kârları ve rantın toplam değeri içinde en büyük payın, teknoloji şirketlerinin kurdukları platformlarda yapılan satımlardan aldıkları paylara ait olduğunu iddia etmiş oluyor. Üzerinde tez inşa ettiği bu tespiti herhangi bir veriye dayandırmıyor. Yine Amazon örnek olsun, bu tür platformların %40’lara varan kesintiler tahsil ettiği biliniyor ancak bu noktada, rafinerilere giden petrolün, ordulara teslim edilen mühimmatın, yolcu uçaklarının, madenlerin vs. Amazon’dan alınıp satılmadığı düşünüldüğünde iddianın inandırıcılığı azalıyor. Kitapta, tüm bu faaliyetlerin bir şekilde bulut sermayeye döndüğü iddia ediliyor.
Peki Varoufakis, bu “tespitle” nereye varmak istiyor? Rakam bulmakta ve çözümlemekte pek sorun yaşamayacağı açık olan ekonomi profesörü ve eski maliye bakanının verilere ilgi göstermemesi, nesnel bir hakikatten ziyade “hedef kitleye” ulaşmaya çalışmasıyla bağlantılı. Marks, işçi sınıfının karşısına kapitalist ve toprak sahibi sınıfları koyar, aralarındaki uzlaşmaz çelişkiyi şüpheye yer bırakmayacak şekilde formüllere döker; Marks’ta formüller kaynağını hakikatten alır, kavga bilincine hizmet eder, uzlaşmacı hinlikleri önler, s/v formülünü ele alalım:

Tekno-feodalizm teorisi, bölme işleminin yukarısında bir takım yer değiştirmelerin olduğunu, kârdan ranta aktarılan değerin kapitalizmi öldürdüğünü savunur. Buna karşı da kârını Amazon’a kaptıran daha küçük ölçekli firmalarla, bir adım önce bu firmalar tarafından el konulan emeği kâra dönüştürülmüş olan işçinin birlikte mücadelesini savunur. Sömürü oranı değişmeyen işçinin küçük patronlarla birlikte ve onları es geçerek, büyük patronlara baş kaldırması!.. Kaldı ki Varoufakis’in rant diye tabir ettiği şey aslında hâlâ kârdır; kâr, yani işçiden çalınan değer yukarı doğru emilmekte, değerler merkezileşmektedir. Teknoloji, tekelciliği hızlandırmaktadır.
“İşte bulut işçileri (cloud proles) ve bulut serfleri bu şekilde etkili biçimde birleşebilir. Ben buna ‘bulut seferberliği’ diyorum.
…
Bu tersine dönüş, milyarlarca insan üzerindeki bulutalistlerin (cloudalists) denetimini sarsacak kadar geniş bir bulut serfleri ve bulut işçileri koalisyonunun önünü açma potansiyeline sahiptir.
…
Dünyanın bütün bulut serfleri, bulut işçileri ve bulut vassalları, birleşin! Ancak böyle bir ittifak sayesinde yalnızca verilerimizi ve emeğimizi değil, hayal gücümüzün kendisini de çevrelemiş olan tekno-feodal beylerden geleceği geri alabiliriz.”
Varoufakis’in seslendiği öznenin, sermayenin belli bir kesimi olduğu, daha açık ifadeyle küçük ve orta ölçekli firmalar ile küçük burjuvalar olduğu açık; onları mağdur gösteriyor. Nesnel ve uzlaşmaz bir sınıf karşıtlığından hareket etmiyor, bir tasarım yapıyor; olanı biteni de bu tasarıma uydurmaya çalışıyor. Bunu yaparken yeni meseleleri, ortodoks iktisatçılardan daha çok dillendiriyor ve klasik iktisadî kavramsallaştırmalardan kaçınıyor. Bu hâliyle, sorunların farkında olup da çeşitli sebeplerle sorunlara kaynaklık eden ideolojik argümanlarla bağlarını koparamayan çevrelere “iyi geliyor.”
–devam edecek–
Deniz Kuzey
4 Kasım 2025