Loading...

Tekno-Feodalizm mi, Yeni Kölelik mi? (V)


Beşinci Sorun

İlk yazıda, tekno-feodalizm teorisinin beşinci sorununu, “Varoufakis, meseleyi Batı merkezli bir sorun ve alttan alta Yunan orijinli bir kültürel çözüm dairesine kapatmaktadır,” şeklinde özetlemiştik.

Yazı dizisi boyunca, Varoufakis’in, teorisini kurarken temel ekonomi-politik gerçeklere sırtını döndüğünü, maddî üretim ilişkilerinin bir sonucu olan global iletişim ağlarını muğlâklaştırarak “bulut” kavramı arkasına gizlediğini, böylelikle belirsiz ve devletsiz bir sahada at koşturduğunu, devletler nezdinde giderek merkezîleşen emperyalist tahakküm araçlarını silikleştirdiğini, bir yönüyle genel bir savaş tehlikesi ihtimaline binaen hazırlık kurumları olarak da işlev gören teknoloji firmalarını bağlamından kopararak ilâhlaştırdığını, orta sınıfın özel bir kesimine seslendiğini, bu kesimin hassasiyetlerini teorize ettiğini, bu nedenle Türkiye’de de bu kesimlerde muhatap bulduğunu, nihayetinde bugünü kavramak için Roma merkezli köleci dönemle kurulabilecek daha verimli analojiler varken, günü karşılamayan ancak 1980 sonrası kültürcü teorik goygoyu takip eden, feodal dönem analojisine yöneldiğini göstermeye çalıştık.

Varoufakis, feodalite analojisini hatalı biçimde kullanmasının yanı sıra, kullandığı kavramlara (serf vb.) dikkat edilecek olursa, feodalitenin Avrupa’daki biçimine dayanarak konuşuyor. Esasta önerdiği demokrasi merkezli çözümün de varacağı yerin Avrupa olduğu açık.

Hâkim anlatıda Rönesans, “akla dayalı, insan merkezli” Batı’nın 1300’lerden itibaren giderek Ortaçağ’dan çıkışını simgeler. Klasik şablonları takip edecek olursak, Floransa ve İtalya’nın kuzeyinde yer alan kentlerde, eski Yunan düşünürleri Yunanca asıl metinlerinden yeniden okunmaya ve hatırlanmaya başlanır, bunu takip eden “uyanış”, zamanla pozitif aklı, insan merkezli sanatı, dinde reformu, laikliği ve ileride demokrasiyi inşa eder. Öyle ya, cumhuriyet ve demokrasi özünde Yunanlıdır.

Hâlbuki Rönesans’ı tek başına belirleyici bir faktör olarak ele alsak dahi bu olgu, esasında feodalitenin içerisinden çıkarak yükselen kapitalizmin çerçevesinde, Roma’nın köleci evrensel mirası üzerinde yükseldiği görmezden gelinemez. Rönesans’ın İtalya’da başlaması bile tek başına önemli bir işarettir; İtalya parçalı feodal dönemde, doğal olarak, Roma’nın mirasından en az uzaklaşan bölgeydi. Söz gelimi, daha 11.yy’da, artan deniz ticaretine cevap verebilmek üzere yeni kurallar arandığında, Amalfi’de Roma’dan kalma kurallar üzerine deniz ticaret hukuku kuruldu.[1] Marc Bloch kapsamlı incelemesi Feodal Toplum’da zamanı geldiğinde kilise mahzenlerinden çıkarılan Roma metinlerini anlatır. Diğer yandan, etki oranı tartışılmakla birlikte Rönesans’ı hızlandıran olaylardan biri de 1453’te İstanbul’dan İtalya’ya bilginlerin kaçmasıdır ki bu da Doğu Roma’nın İtalya’ya aktarımıdır. Kaldı ki 19.yy’ın şabloncu bakışından kurtulan yeni incelemeler, Rönesans’ın Ortaçağ’a rağmen değil, kurumsallaşan Ortaçağ’ın sınırlarını aşma eğilimi gösteren kent aristokrasilerinin ihtiyaçları dâhilinde, Ortaçağ’ın bir uzantısı olarak gündeme geldiğini de gösteriyor.

Varoufakis, çözüm yolu olarak, şirketlere hissedar olan işçilerin bir tür “yönetişimini” ve yeniden demokratik uyanış öneriyor. 2025 Avrupa’da Demokrasi Hareketi dâhilinde siyaset yürüten Varoufakis’in önüne koyduğu siyasî hedef aslında Avrupa’yı kurtarmak. Hareketin adında yer alan ‘2025’ de Avrupa’yı bekleyen tehlike ve hedeflere dönük bir işaret:

“2015’in sonlarına doğru DiEM25 bir araya gelirken, Avrupa’nın toparlanması için en fazla on yılı olduğunu söylemiştik. Bu yüzden ismimize 25 ekledik: Avrupa ya 2025’e kadar demokratikleşecekti ya da dağılacaktı. Demokratikleşmedi. Bu yüzden şimdi dağılıyor… Avrupa’nın 1930’larının bu postmodern versiyonunda, tıpkı orijinal 1930’larda olduğu gibi, yalnızca yabancı düşmanları ve (üstü kapalı) faşistler gelişiyor. Orijinal 1930’larda olduğu gibi, bilgisiz merkezciler onlara zemin hazırlıyor. AB liderlerinin son çaresi, çökmekte olan merkezi desteklerken, sert yabancı düşmanı sağ kanadı kazanmaya çalışmak. Ne yazık ki, orijinal 1930’larda olduğu gibi, sert yabancı düşmanı sağ kanat onları yutacak. Şans artık Avrupa’ya yardımcı olmayacak. Yönü olmayan bir kıta için hiçbir rüzgâr elverişli değildir.”[2]

Bu yaklaşıma göre 2008 krizi, Avrupa’nın ağır ağır gerçekleşen çöküşünü hızlandırdı ve Avrupa’yı demokrasiden uzaklaştırarak otoriterleştirdi.[3] Dikkat edilecek olursa, 2008 krizi, küresel bir sorun olarak, tekno-feodaliteye de giriş kapısı olarak takdim ediliyor Varoufakis’in best seller kitabında. Özetle tüm dünyanın ve dünya işçi sınıfının sorunu olarak lanse edilen sorun, gerçekte Avrupa’nın sömürgeci geçmişi üzerinde rahat bir yaşam sürerken konumu sarsılan, dünyanın herhangi bir yeriyle kıyaslandıklarında orta ve üst sınıf sayılacak küçük burjuvaziden başlamak üzere, Avrupalıların sorunudur.

Varoufakis’in kehaneti, 2025 biterken ilân edilen ABD’nin yeni Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi’yle doğrulandı:

“Avrupa kıtası, yaratıcılığı ve çalışkanlığı zayıflatan ulusal ve ulusötesi düzenlemeler nedeniyle, küresel GSYİH içindeki payını kaybetmektedir. Bu pay, 1990 yılında yüzde 25 iken bugün yüzde 14’e gerilemiştir… Ancak bu ekonomik gerileme, Avrupa’nın bir medeniyet olarak silinmesi şeklindeki çok daha gerçek ve çok daha sert ihtimalin gölgesinde kalmaktadır.”[4]

İşte bu tehlikeye karşı ABD, belgedeki ifadelerle: “Avrupa pazarlarını ABD mal ve hizmetlerine açmak ve ABD işçilerine ve işletmelerine adil muameleyi sağlamak” şeklinde Avrupa’ya vassallık öneriyor.

Sosyalizm; özel bölgelerin, özel grupların ve orta sınıfların kurtuluşu ve bunun için sistemin reformu amacıyla uydurulmuş bir tasarım değildir. İşçi sınıfının kurtuluşunu, küresel bir sistem olan kapitalist sistemin yıkılmasını hedefler; sömürüyü mümkün kılan ve kapitalistlerin elinde biriken özel mülkiyete el konmasını zorunlu görür.

Kapitalizmin güncel krizleri ve yönelimleri vardır. Bunları teşhis etmek, teşhis edenin konum ve amaçlarından ayrı değildir. Varoufakis ve ağının söyledikleri bu bağlamda düşünülmeli, Türkiye’deki takipçileri aynı çıkarların savunucuları olarak kodlanmalıdır.

–yazı dizisi sonu–

Deniz Kuzey

12 Aralık 2025

Dipnotlar:

[1] Karl Marx ve Friedrich Engels, Alman İdeolojisi, çev. Sevim Belli, Sol Yayınları, 1992, Ankara, s. 108.

[2] Yanis Varoufakis, “Urgent Message for 2025”, 30 Aralık 2024, YV.

[3] DİEM25’in Manifestosu’ndan: “Avrupa’nın kartelleşmiş sosyal ekonomisinin 2008 sonrası Büyük Durgunluktan kurtulamadığı kaçınılmaz başarısızlığa yanıt olarak, bu başarısızlığa neden olan AB kurumları artan otoriterliğe başvurmaktadır. Demokrasiyi ne kadar boğarlarsa, siyasî otoriteleri o kadar meşruiyetini yitirir, ekonomik durgunluk güçlenir ve otoriterliğe olan ihtiyaçları o kadar artar. Böylece demokrasinin düşmanları, meşruiyetlerini yitirip umut ve refahı çok az sayıda insana, toplumun geri kalanından kendilerini korumak için gerekli olan kapı ve çitlerin arkasında bundan yararlanabilenlere sınırlarken, yeniden güç kazanırlar.” Diem25.

[4] “National Security Strategy of the United States of America”, Kasım 2025, s. 25, Whitehouse.