Loading...

T.K.P. (İstanbul) 2. Kongresi


Türkiye Komünist Partisi’nin (TKP) 1925 yılında İstanbul’da düzenlenen 2. Kongresi’nde yaşanan iki tartışmayı yayımlıyoruz. 10 Eylül 1920 Bakü Kongresi’nde listeden seçilerek İcra Komitesi Sekreterliği’ne getirilen öğrenci/aydın kesimden ve İstanbul kolundan Şefik Hüsnü’nün Suphilerin katlinden sonra girdiği pasif tutumunun eleştirisi 2. Kongre’ye damgasını vurmuştur. Şefik Hüsnü’nün Kongre delegeliğine aydınların katılması teklifi üzerine, bu teklifin Suphilerin katli sonrası aydın kesimin aldıkları tutumlar üzerinden eleştirilerek reddedilmesi, tarih bilinci açısından hatırlanması gereken önemli bir andır. Kongredeki tartışmalarını, tartışmalara bizzat tanık olmuş, TKP kurucularından ve Suphi kolundan gelme Mustafa Börklüce’den 1947 yılında Harbiye Cezaevi’nde ve devamında Sultanahmet Cezaevi’nde dinleyerek kayda alan İbrahim Topçuoğlu nakletmektedir.

KONGRE'DE İLK TARTIŞMA:

Delege hususunda teklif olup olmadığı sorulduğunda; Dr. Şefik Hüsnü, münevverandan kıymetli birkaç kişiyi de aramıza alma teklifinde bulunmak istiyorum dedi. Bunun üzerine, Salih Hacıoğlu söz alarak:

“Dr. Şefik Hüsnü'ye Bakû Kongresinde verdiğimiz İcra Komitesi Sekreterliğini, Mustafa Suphi'nin öldürülmesinden sonra kullanmasını ve Türkiye'deki Grupları bir merkezde toplamasını kendisinden ısrarla istedik. Halk İştirakiyûn Fırkamız ile Türkiye İşçi Çiftçi Sosyalist Fırkası ve diğer dağınık Grupları birleştirerek ve 2. Kongre'yi toplayarak T.K.P. Genel Sekreterini seçelim, Parti'yi tazeleyelim dedikse de, Şefik Hüsnü bize yanaşmadı. Halk İştirakiyûn Fırkamızın kapanması ve mahkûmiyetlere uğramamıza sebep olanlarla ise, Şefik Hüsnü ilişkili bulunuyordu. Bu münevveran burjuvalardır ki, 1921 yılından beri aramıza sokulup bozgunculuk yapmışlardır. Onların yaptığı ihanetler yüzünden uğradığımız mahkûmiyetlerden, 1923 Cumhuriyet ilânı ve affı ve Kanunlardaki değişiklikler olmasa idi kurtulamıyacak ve şu anda aranızda olmayacaktık. Bu kadar darbe yetmiyormuş gibi, şimdi de Şefik Hüsnü'nün yine o münevverlerden bir kısmını aramıza sokmaya çalışmakta olduğu görülmektedir. Talebinin reddini ve ancak buraya cesaretle gelenlerin her birinin, tam selâhiyetli kongre azası sayılmasını ve dışarıdan başka delege kabul edilmemesini, mevcut 21 aza ile Kongre'nin yapılmasını teklif ediyorum” dedi.

Bu teklife Vanlı Kâzım ve Faik Usta da iştirak ettiklerinden reye kondu ve 15 reyle (Şefik Hüsnü'nün tezkiye ettiği [güvenilirliklerini teyit ettiği – yn.] beş kişinin dışındakilerin reyi) Şefik Hüsnü'nün teklifini red ve Salih Hacıoğlu, Vanlı Kâzım ve Faik Usta'nın teklifini kabul ettiler.

Bu oylama sonucunda, 21 delege de tam selâhiyetli oy sahibi olmuştu. Ve Kongre çalışmasına devam ederek; bu kez, geçmişi eleştirmek ve geleceğe ait teklifler için söz almak isteyenlerin isimleri yazılmaya başlandı. İlk sırayı Sadrettin Celâl Antel, 2. Vânlı Kâzım, 3. Ali Rıza Keskin almışlar ve başka kimse de söz istememişti.

SADRETTİN CELAL SÖZE ŞU ŞEKİLDE BAŞLADI VE SÜRDÜRDÜ:

“Yoldaşlar, bence bir insan hayatta evvelâ karakter sahibi, sonra söz sahibi ve daha sonra da ahlâk sahibi olmalı. Biz mücadelede bunların hepsini de kaybetmek durumuna düşürülmemeliyiz. Bu böyle devam edecekse, yüzümüze karşı verilen söz tutulmayıp, arkadan entrikalar çevrilecekse, bu davadan vazgeçelim. Hadi, Bulgaristan'da yapılan B.K.P. Kongresine T.K.P. namına gittik. Fakat hakkımız olmadığı halde ve Moskova'da Komintern'in gözü önünde, Türkiye Komünist Partisi'nin, yani bizim Partimizin Harici Bürosu ve orada vazife verdiğimiz arkadaşlarımız var iken, Mustafa Suphi öldü ve Kadronun çoğu yok oldu diye kendimizi kahraman sayıp gittiğimiz 5. Kongre'de, Manulesko ve Karl Redek'in söylediklerini yutmak kolay olmadı. Bunun kabahatı bizde idi; arkadaşımız Şefik Hüsnü'ye bu teşebbüsten vazgeçmesini ısrarla söylemiş ve dinletememiştim. Şefik Hüsnü arkadaşımızda sabit fikirlilik ve inatçılık vardır. Bu yüzden büyük kayıplara uğradık ve daha da uğrayabiliriz. Salih Hacıoğlu arkadaşla birlikte 21 Eylül 1920 tarihinde Türkiye'ye döndüğümüzde; Ben Bakû Kongresi Program ve kararlarını getirip, Türkiye İcra Komitesi Sekreteri olarak listeden seçtiğimiz Dr. Şefik Hüsnü'ye verdim. Hangisi tatbik edildi? Bizi Moskova'dan kovalar gibi geri çevirdiler. Gidip Kongre'nizi yapın, normal bir parti haline gelin dediler, şimdi burada toplanmış bulunuyoruz. Neden bu Kongre'yi daha evvel biz toplayıp yapmadık da, mecbur edildiğimiz için simdi toplandık? Eğer proleter davasını, bugüne kadar Türkiye'de yapıldığı gibi ciddiye almayacak ve hâlâ İşçi Çiftçi Sosyalist Fırkası maskesi kullanacaksak, şimdiden dağılıp gidelim. Biz daha evvel, Türkiye'yi iyi inceleyip, iyi değerlendirerek Mustafa Suphi'ye bildirse idik; O da verilen vaad ve davetlere uymaz, kanmaz, bizim sözlerimizi dinler, Türkiye'ye gelmez ve 15 arkadaşımız da denizde kurşunlanmazdı. Türkiye’deki bugüne kadar uygulanan çalışma taktiği, benim ahlâk ve karakterime uygun düşmedi, çok acı duydum. Bundan sonra seçilecek Komite ve Sekreter, Parti Program ve Nizamnamesine tam uyarak çalışsınlar. Sözlerim bu kadardır hepinize başarılar dilerim...” dedi.

Mustafa Börklüce, Kongre'deki durumu bana anlatmasına devam etti ve dedi ki:

Hayatında ilk defa tenkit edilen Dr. Şefik Hüsnü, (Bilhassa en yakın ve en güvendiği arkadaşı Sadrettin Celâl tarafından) böyle acı şekilde tenkit edilirken renkten renge giriyordu. Ben de, daha evvel, ya İşçi Çiftçi Sosyalist Partisi ya T.K.P. diye dayattığımda da, renkten renge girmişti. Ama o zaman yalnız Ali Rıza, Ben ve Kendisi 3 kişi idik. Şimdi ise 21 kişi ve Partinin en yetkili kimseleri karşısında bulunuyordu.

Türkiye işçi Çiftçi Sosyalist Fırkası Kurucusu, Aydınlık Dergisi sahibi ve Şefik Hüsnü'nün en fazla güvendiği arkadaşı olduğu için, 1922 de beraberinde alıp Bulgaristan Komünist Partisi Kongresi'ne götürdüğü ve Bakû Kongresi'ne kendisini temsilen gönderdiği Sadrettin Celâl'in bu eleştirisi; herkesi şaşırttığı gibi, Şefik Hüsnü'yü de tamamen şaşkına çevirmişti.

Öyle ki, Başkan kendisine; buyurun, cevaplayın dediğinde büsbütün kızarmış, kekeleyerek:

“Efendim arkadaşım haklıdır. Şartlar çok karışık ve insanları bazı taktikleri kullanmaya icbar ediyor, bundan sonra bu durumlara düşmemeye gayret edelim” diyebilmişti.

Konuşma sırası Vanlı Kâzım'da idi. Kâzım Kip:

“Ben kısa konuşacağım ve şunu söyleyeceğim; Davamız münevver davası değil işçi davasıdır. Münevverlere de ihtiyacımız vardır, fakat esas olan, İşçi Sınıfını şuurlandırmaktır. Bütün kuvvetimizi işçiyi teşkilâtlandırmaya ve işçinin sempatisini kazanmaya verelim ve aramızda daha samimi ve sağlam birlik kuralım” dedi.

Söz Ali Rıza'ya verildi, Ali Rıza şöyle konuştu:

“Dostlar, benim söylemeye hazırlandıklarımın çoğunu arkadaşımız Sadrettin Celâl söylemiştir. Yalnız ben burada, huzurunuzda sormak istiyorum. Mustafa Suphi'nin öldürüldüğü haberini aldığımızda; ben hemen tahkikatı yapıp, durumu aydınlatmasını rica eden bir mektup yazarak, bir elemanla bizzat eline verilmek üzere Şefik Hüsnü'nün kendisine gönderdim. Ve bu elemana cevabını vermesini istedim. Elemanı başından savıp, cevap vermedi. Sebebini söylesin.» dedi.

Başkan, Şefik Hüsnü'ye cevaplayın dediğinde; Dr. Şefik Hüsnü “Bu adama itimat edemedim” dedi. Ali Rıza; “peki adama itimat etmedi, bizim Harici Büroyu bilmiyor muydu, neden yazıp göndermedi?” diye tekrar sordu. Şefik Hüsnü; “imkân bulamadım” diye sudan cevap verince, ben Başkandan söz istedim. Başkan söz vereceğini söylemiş ve başka söz isteyen var mı diye sorunca, Lâz İsmail (Mara) de söz istemişti. Kongre başkanı Vanlı Kâzım, evvelâ bana söz verdi. Ben:

“Bakü'de hazırlanan program, Kominternce de kabul edilmiş bir programdır. Dr. Şefik Hüsnü'ye getirip verdim. Bu programı okutalım ve madde madde inceleyelim. Kongremiz için hazır bir programdır, bunu teklif ediyorum” dedim.

Lâz İsmail'e söz verildi. İsmail de:

“Şark Üniversitesi bizim için bulunmaz bir nimettir. Ne kadar çok talebe gönderebilirsek, o kadar çok Marksist-Leninist, Ekonomi - Politik kültüre kavuşmuş elemanlar kazanırız. Bunun için artık tartışmaları bırakarak Kongreyi tamamlayalım. Yeni Kuruluşu hatasız ve enerjik çalışmalar yapacak kimselerden teşkil edelim. Memleketimizde sosyalist kültürü verecek okul yok, kitap yok. Bu Şark Üniversitesinden istifade edelim. Proleterin anlayabileceği dille kitaplar ve broşürler neşredelim. Proleter davası ancak böyle yürür kanaatındayım.” dedi.

Başkan son sözü Dr. Şefik Hüsnü'ye vererek; “Baş olmak kolay değildir. Bugüne kadar Türkiye'deki hareketi yönetme yetkisi, size Bakû Kongresi'nce verilmiş olduğundan, bütün sorular da size tevcih edilmiştir. Bu dağınık şartlar içinde uygunsuz birçok şeyler olmuştur. Bundan sonra bir arada çalışarak kusur yapmamaya, hep birlikte gayret edeceğiz. Şimdi artık konuşmayı bitirmek istiyorum. Sizin Söyleyecek şeyiniz varsa, buyurun söyleyiniz” dedi. Bunun üzerine Dr. Şefik Hüsnü ayağa kalkarak:

“Arkadaşlar ben kimseye gücenmedim. Tabii olarak hedef hep ben oldum. Ama hepsi haklı idi. Eğer haklı olmasa, en yakın arkadaşım Sadrettin Celâl beni bu kadar sert eleştirir mi idi. Demek ki kusurlarım vardır ve demek ki bundan sonra bu kusurlarımı düzeltmeye çok ihtiyacım olacak. Ben eminim ki, bu kusurlarımı sizlerin yardımı ile düzeltecek ve Partinin istediği gibi bir adam olacağım. Artık teşkilât meselelerine geçelim.” dedi.

Ve benim getirip kendisine teslim ettiğim program ve evrakı Kongre Başkanına verdi.

Kongre kâtiplerince okunan programdan, bir madde kaldırıldı ve bir madde yeniden ilâve edilip yazdırılarak program kabul edildi.

 

Kaynak: İbrahim Topçuoğlu, Neden 2 Sosyalist Partisi 1946 T.K.P. Kuruluş ve Mücadelesi Tarihi 1914 – 1960, 1. Cilt, 2. Basım, İstanbul, 1976, s.98 vd.


Manşet Resmi: Harbiye Cezaevi, 1947, soldan sağa 1. sırada İbrahim Topçuoğlu, 5. sırada Mustafa Börklüce