Toplumsal Tarih dergisi, Akaretler Kongresi’nin 100. yılında, Şubat 2025 tarihli sayısında “Şubat 1925 Akaretler: Kuruluş Sürecinde TKP” başlıklı bir dosya yayımladı. Dosyada altı yazı yer alıyor. Yazılar arasında genel bir uyum göze çarpıyor. Birleşik bir TKP’nin esas kuruluşunun bu Kongre ile gerçekleştiği, Komintern kararlarının Kongre’nin toplanmasındaki etkisi, Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi’nde yetişmiş genç bir kuşağın muhalif tutumları; Şefik Hüsnü, Aydınlık ve Şevket Süreyya Aydemir’in önemi konularında ortak bir hat izlendiği söylenebilir.
Dosyaya hâkim olan tarih ve siyaset kavrayışı, üzerinde detaylıca tartışmayı gerektiriyor. Bu kavrayış biçiminin temellerini teşhis etmek ve bu bağlamda dağınık duran verilerin derlenmesi de faydalı bir iş olacaktır. Ancak pek çok başlığı, tarihî kişi ve yazarı ilgilendiren bu mesele tek bir çalışmanın konusu olamaz. Biz bu yazı dizisinde, eleştiriye giriş mahiyetinde, bazı kısa değinilerde bulunmak istiyoruz. Toplumsal Tarih’in Akaretler Dosyası, bu işe girişmek için iyi ve güncel bir fırsat sunuyor.
10 Eylül 1920 Kongresi’nin (Türkiye İştirakiyûn Teşkilâtlarının Birinci Kongresi) konumlandığı yerle başlayabiliriz. Yazılarda genel olarak üç nokta öne çıkıyor: 1) TKP’yi oluşturan kolların 10 Eylül’den ziyade, esasen 1925’de Akaretlerde bir araya geldiği, 2) 10 Eylül Kongresi’nin Komintern tarafından tanınmadığı, 3) 10 Eylül’de Bakû’de toplanan kongrenin etkisinin sınırlı olduğu.
Bakû’de icra edilen Türkiye İştirakiyûn Teşkilâtlarının Birinci Kongresi[1] adından da anlaşılacağı üzere, düzenleyen ve iştirak eden gruplar tarafından bir birlik kurultayı olarak kavranmıştı. Katılımcıları, Sovyet iç savaşının çeşitli cephelerinde de yer almış Türk savaş esirleri, İstanbul’dan Şefik Hüsnü Grubu, yine Suphi koluyla koordineli İstanbul Bolşevik Grubu, İstanbul’dan işçi temsilcileri ve Anadolu’nun ortasında filizlenmiş komünist teşkilât temsilcilerinden oluşuyordu. Katılımlar savaş koşullarında imkânlar ölçüsünde başarılmıştı. Kongre neticesinde oluşan yönetim de birlik hâlini yansıtıyordu. İstanbul’dan Ethem Nejat parti sekreterliğine getiriliyordu. Bu Kongre’de birleşik partinin tüzük ve programı da kabul edilmişti. Kongre’ye sunulan raporlardan, İstanbul’daki faaliyetin geçmişinin birlik kongresine tanıtıldığı, Bakû’deki hareketin Anadolu ile ciddi insan ve yayın bağlarının olduğu da anlaşılıyor.
Bu vaziyet karşısında, dosya çalışmasının giriş yazısından itibaren, 10 Eylül Kongresi’nin vasıf ve mahiyetini muğlaklaştıran iddialar göze çarpıyor. Erol Ülker giriş yazısında, 10 Eylül 1920’de yapılanın birlik kongresi olduğunu söyledikten hemen sonra, belirleyici bileşenin Mustafa Suphi grubunun olduğunu, bu grubun da İttihatçılarla yakın olduğunu ifade ediyor (s. 23). Yazının devamında, 10 Eylül’de kurulmuş olan partinin Millî Mücadele’de önemli roller oynama “olasılığı” ve Anadolu şehirlerinde geniş örgütlenme ağı kurma ihtimaline değiniliyor. Hâlbuki bunlar, zaten olmuş ve ilerleyen şeylerdir. Örgütlenme ağı raporlardan okunabilmektedir. Kongre, Anadolu’da sol rüzgârların estiği bir momentte icra edilmiştir. Daha bir hafta önce sosyalistler Mustafa Kemal’i yenerek İçişleri Bakanlığı’nı almışlardır, bu andan itibaren Kurtuluş Savaşı’nın içinde bir iç savaş da başlamıştır. Suphi önderliğindeki birleşik komünist partisi Anadolu’ya hareket etmeyi hızlıca gündemine almıştır. Anadolu’ya girmeyi bekleyen silâhlı kuvvetleri mevcuttur.
Suphilerin dönüşünü burada detaylıca ele almak mümkün değil ancak iyice ortaya çıkmış şu noktayı vurgulamak gerekiyor: 10 Eylül’de çeşitli kolları birleştiren Türkiye Komünist Fırkası’nın (TKF) Anadolu’ya dönüşünü istemeyen iki merkezin Ankara ve Moskova olduğu artık biliniyor. Ankara’da Meclis’in gizli oturum tutanaklarına da yansıyan ideolojik, politik ve taktik tedbirlerin alındığı, neticede Suphilerin katledildiği ortada. Sovyetler ayağında ise dönüşün engellenmek istendiği, Türkiye komünist hareketinin çapı da nazara alınarak, neticede bir pazarlık unsuru olarak el altında tutulma niyetinin ağır bastığı görülmektedir.[2]
Bu manzara dönüş ve katliamdan sonra belirginleşmişse de baştan itibaren emareler mevcuttur. Bakû’de derlenen, savaşkan ve Doğu odaklı eğilimleri baskın olan partinin Sovyet-Türk ilişkilerinde “sorun çıkarma potansiyeli” baştan itibaren görülmüştür. 10 Eylül 1920’de toplanan birlik kongresinin, Komintern tarafından TKP’nin birinci kongresi olarak tanınmaması bu çerçevede ele alınmalıdır. Dergideki yazılarda Komintern kayıtlarının 10 Eylül’ü saymamış olmasına doğrundan ve dolaylı atıflar var ancak bağlam kurulmamış olması dikkat çekici. Erden Akbulut’un “15 Şubat 1925 TKP Kongresi: Çok Koldan Birleşik Partiye” başlıklı yazısında Komintern kayıtlarına göre ilk kongrenin Ankara’daki Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası’nın 1922’de gerçekleştirdiği toplantısı olduğu, Komintern yazılı kayıtlarında TKP faaliyetlerine ancak Akaretler (1925) kongresinden sonra yer verildiği ifade ediliyor (s. 28, 29).
Yine konu özelinde Burak Sayım tarafından kaleme alınmış “Komintern Tarihinin Bazı Dinamikleri ve Akaretler Kongresi” başlıklı çalışma hayli zorlama bir teorik çerçeve çizmektedir. Yazı özetle, Komintern’in İkinci Kongresi’nde (1920) alınan “bağımsız komünist partiler kurulması” minvalindeki karar neticesinde komünist partilerin ortaya çıkmasına değiniyor. Bilindiği üzere, Üçüncü Enternasyonal temelde, şovenizme ve burjuva iktidarlarla iş birliğine batmış İkinci Enternasyonal’in yadsınmasını ifade ediyor. Yazının bu kısmında, İttihatçıların daha önce Bakû’de teşkil ettiği sahte komünist çevrenin dağıtılmasını takiben, İkinci Kongre’den sadece iki ay sonra toplanan 10 Eylül Kongresi’ne yer verilmiyor; bu vakalar arasında bağ kurulmuyor. Bu ele alış biçimini, Komintern evrakına sıkı sıkıya bağlı kalan tarihçiliğe yorabilir miyiz? Hayır.
Böyle olmadığını devam eden satırlardan anlıyoruz. Sayım, güçlü komünist bir grubun olmadığı ülkelerde çeşitli grupların Komintern eliyle bir araya getirilmelerine örnekler veriyor. Bu örneklerde Komintern ilgili ülke komünistlerine talimat yolluyor, talimatın hemen ardından günler ve aylar içinde birlikler sağlanıyor. Bu bağlamda 1922’de Komintern Yakın Doğu Bürosu’ndan Birke’nin İstanbul Komünist Grubu (İKG) ile diğer grupların bileşmesini “teşvik eden” mektubundan bahis açılıyor (s. 36). Devamında, Komünist Enternasyonal Yürütme Komitesi’nin Türkiye’deki grupların birliği konulu kararı ele alınıyor ki bu karar da 1922 yılına aittir. Peki sonrası için hangi gelişmeler sıralanıyor? Sonra, tarih bir anda üç yıl ileri sarıyor ve bir anda “İKG ana gövdesi etrafında THİF’den gelen Salih Hacıoğlu gibi militanlarla birleşilebilmiş ve birkaç yıl öncesinin çok parçalı yapısı artık sona er[iyor]” (s. 37). Tam bir “objektif ve belgeye dayalı tarihçilik” örneği!
Hâlbuki elimizde, Suphilerin katlinden sonra savsaklanan parti kongresinin kimlerin zorlamasıyla ve hangi koşullarda gerçekleştirildiğine dair bilgiler mevcut. Bunlara dosya çalışmasında iddia düzeyinde bile yer verilmemiş olması anlamlı. İleriki yazıda döneceğiz. Bu işin, aksettirildiği gibi “Komintern kararlarıyla” bir ilgisi olmadığı da ortada; ne tarih tutuyor ne de karar altına alınan geçici komitenin bir araya geldiğine, çalıştığına ve kongre topladığına dair bir iz var yazıda.[3]
Benzer bir kavrayış diğer yazılarda da takip edilebiliyor. Misal Gökhan Atılgan’ın kaleme aldığı “Akaretler Kongresi’nin 100. Yılından Geriye Doğru: Dr. Şefik Hüsnü ve Aydınlık” yazısında “Mustafa Suphi önderliğinde kurulan Türkiye Komünist Fırkası” Akaretler Kongresi’nin bir katılımcısı olarak gösteriliyor, TKP’nin kuruluşunun 1925’te tamamlandığı ifade ediliyor (s. 50). Her nasılsa parti, çeşitli kollardan komünistler, Türkiye’de genel ve iç savaşa dâhil olmak üzere Bakû’de bir araya gelip elde silâhlı güç de varken birleşme kararı alınca değil[4], ancak Şefik Hüsnü’nün evinde toplanınca kuruluşunu tamamlamış oluyor. Bir partinin kurulmuş olmasıyla önderlerinin katli neticesinde ciddi yara almasının ve dağınıklık göstermesinin farklı şeyler olduğunu söylemeye gerek var mı? Ya da bir anda bütün kadroların buharlaşmadığını hatırlatmaya?
Ankara’da solun, İçişleri Bakanlığı’nı alacak güce eriştiği bir konjonktürde, Anadolu’yla yaygın ilişki ağlarının ortasında, Türkiye’de süren savaşa girme iradesindeki çeşitli kollardan komünistlerin toplanarak 10 Eylül 1920’de partilerini inşa ettikleri gerçeği karşısında, bu toprağın insanları olarak biz, 100 yılı aşkın zaman geçtikten sonra bu olayı Birinci Kongre olarak adlandırmayacakmışız. Neden? Çünkü Komintern “oldu” demeden, tarihçi için de olmuyormuş. Diğer bir ifadeyle, teorik âlemde her şey mümkün. İkinci Dünya Savaşı sırasında Sovyetler’in kendisini koruma gayretinin bir neticesi olarak pazarlık masasında dağıttığı Komintern’in kayıtları, bugün yürütülen teorik işlemler için aslında bir bahane, “tutulacak dal” işlevi görüyor. Gerçekte ise TKP’nin kurucu dinamikleri fazla “bulaşık” görülüyor, Türkiye sosyalist hareketinin tarihine bir tezkiye işlemi yapılıyor, uygun yerden biçiliyor ve yeniden başlatılıyor; bu işlem bugünkü ana akım Batı merkezci, kimlikçi, kültürcü sol ortama uyuyor.
–devam edecek–
Tevfik Atmaca
5 Mart 2025
Dipnotlar:
[1] Davet mektuplarında kullanılan diğer bir adlandırma “Türkiye Komünist Teşkilâtlarının Birinci Kongresi” şeklindedir, Kongre belgeleri için temel kaynak: (Der.) Emel Seyhan Atasoy ve Meral Bayülgen, Türkiye İştirakiyûn Teşkilâtlarının Birinci Kongresi (TKP Kuruluş Kongresi) Tutanaklar – Belgeler, Sosyal Tarih Yayınları, Kasım 2008.
[2] Suphilerin Anadolu’ya dönüşleri ve şehadeti olmasa, TKP en nihayetinde Kafkasya’daki partilerden birinin bir alt seksiyonu vaziyetinde diplomatik bir aparat olarak tarihte yerini alacaktı. Suphilerin dönüşü sırasında Bakû’de bırakılan parti organına, katliamdan sonra yapılan muamele de bu olmuştur zira Sovyetler, Türkiye ile anlaşma yaparak Türk komünistleri barındırmayacağı sözünü vermiştir. TKP, Sovyetler tarafından hiçbir zaman bir savaş ve devrim örgütü olarak görülmemiştir. Onu öyle görenler kendi kurucu militanlarıdır.
[3] Komintern yürütmesinde kaleme alınmış bir kararla, aradan geçen iki üç senede hiçbir ek gelişme gösteremeden, Akaretler’de toplanan kongrenin bağını kuran yorum biçiminin, 1920’de bizzat Komintern Kongresi’nde bağımsız komünist partilerinin kurulması kararıyla bundan iki ay kadar sonra toplanan 10 Eylül Kongresi arasında da bağ kurmaya çalışması beklenirdi; Komintern süreçleriyle TKP kuruluşunun bağını irdelemeye ayrılmış yazısında Sayım oralı olmamıştır. Hâlbuki ele aldığı 1922 tarihli kararın I/c maddesinde, yazıda değinmese de, seçilen kişilerin derhal Türkiye’ye dönmesi ve faaliyeti tamamlaması da vardır. Karar doğrultusunda kongre toplamak üzere, hangi uzun işler vardı; kim, neden yıllarca yapamadı? Bunun yerine hangi faaliyetler yürütüldü? Yazıda bunlar ne sorulmuş ne de cevaplanmış ama “Her hâlükârda, 1925 itibariyle, en azından son beş yılı belirleyen dağınık gruplardan birleşik bir partiye geçiş dönemi, Komintern’in bizzat parçası olduğu girişimleri de içeren bir sürecin ardından, başka bir dizi ülkede yaşanana benzer şekilde tamamlan[dığı]” şeklinde yuvarlak tespitler yapılmıştır. 10 Eylül 1920’de toplanan kadroların enternasyonal gündemi takip ettikleri, birleştikleri ve ayaklarını kendi ülkelerine bastıkları açıktır; Komintern bu toplantıyı çeşitli mülahazalarla kayda alsın veya almasın.
[4] İstanbul Grubu, 10 Eylül 1920 Kongresi’ne adıyla sanıyla bir birleşme önergesi sunmuştur.