Bu durum Theresa May için fazlasıyla tanıdık gelmeli. 2017’de, Donald Trump ile el ele tutuşmuş, yeni başkanlık görevine başlayan “modern Sezar” tarafından davet edilen ilk yabancı lider olarak Beyaz Saray’da yürüyordu. Eski dünyanın yeni imparator sarayındaki özel elçisi olarak yerini almak üzereyken, İngiliz basınından ilk soru geldi.
BBC’den Laura Kuenssberg, “Sayın Başkan, daha önce işkencenin işe yaradığını, Rusya’yı övdüğünüzü, bazı Müslümanların Amerika’ya girişini yasaklamak istediğinizi ve kürtajı cezalandırmak gerektiğini söylediğiniz oldu,” diye söze başladı. “Görüşlerinizden kaygılanan ve sizin özgür dünyanın lideri olmanızdan endişe duyan izleyicilerimize ne söylemek istersiniz?” Trump gülümseyerek May’e döndü ve “Bu soru seçimin miydi? İşte ilişki gidiyor,” dedi.
Bu bir şakaydı elbette –üstelik komik bir şaka. Basın ekibi bayıldı. Bunu hatırlıyorum, çünkü ben de oradaydım. Fakat Trump’ın mizahında sık sık olduğu gibi, bu da gücün bir şakasıydı: espri içinde olsa bile çelikten bir parıltı görülüyordu. Bu durumu bu kadar komik kılan ise herkesin özel ilişkinin kontrolünün May de değil, Trump’ta olduğunu bilmesiydi –ve onun, kişisel bir kızgınlık nedeniyle bu ilişkiyi bir kenara bırakabilecek türden bir adam olduğunu gösteriyordu. May, iyi bir ilişki kurmak için elinden geleni yapmıştı ancak kendisi zayıftı ve Trump güçlüydü. Trump, May’in iktidardaki o zorlu döneminde bu temel güç dengesizliğini ona sürekli hatırlatacaktı.
Aradan sekiz yıl geçti, ancak yeni Başbakan aynı konumda. Keir Starmer, Trump’la sorunsuz bir ilişki kurabilmek için elinden gelen her şeyi yaptı. Dışişleri Bakanı David Lammy aracılığıyla İşçi Partisi, Trump’ın aday yardımcısı J.D. Vance ile yakın ilişkiler kurdu. Starmer, temmuz ayında bir suikast girişiminden kıl payı kurtulan Trump’la görüşen ilk yabancı lider oldu. Eylül ayında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu ziyareti sırasında New York’ta birlikte akşam yemeği bile yediler.
Yine de İngiliz Başbakanı, seçimlere müdahale iddiaları ve Starmer ekibinin Elon Musk’a karşı yürüttüğü iddia edilen karanlık bir sansür savaşıyla çalkalanan bir Trump fırtınasında bir kez daha hırpalanıyor.
Tartışma, çarşamba günü, Starmer’ın operasyon şefinin 100 mevcut ve eski parti çalışanının Kamala Harris için kampanya yürütmek üzere ABD’ye gittiğini açıklamasının ardından Trump’ın kampanya ekibinin İşçi Partisi’nin “bariz dış müdahalesine” karşı olağanüstü bir yasal itirazda bulunduğu haberiyle başladı. Mektupta, Washington Post’ta yer alan ve Starmer’ın en önemli danışmanlarından Morgan McSweeney de dâhil olmak üzere İşçi Partisi’nin Harris’in kampanyasına destek verdiği iddiasına da atıfta bulunuluyor.
Ancak bu olayda önemli olan, iddiaların teknik ayrıntıları değil –Harris için kampanya yürütmek üzere ABD’ye giden İşçi Partisi yetkililerinin bu adımla ABD federal yasalarını çiğneyip çiğnemediği veya McSweeney’in Demokratik Parti’ye resmî olarak tavsiye verip vermediği gibi. Bu ayrıntılar tabiî ki önem taşıyor. Ancak asıl mesele, Starmer ve Lammy’nin May’in deneyiminden ders almamış olmaları ve dolayısıyla aynı kadere mahkûm olmaları. Trump’ın onayını kazanmaya çalıştıkları sürece, Trump onları ciddiye almayacak. Onun için değerli bir şey sunmadıkları sürece, hiçbir “yaranma çabası” Trump’ın Britanya’nın zayıflığına dair temel yargısını değiştirmeyecek.
“Ne kadar gevezelik ederse etsin, Britanya’nın zayıflığına ilişkin temel değerlendirmesini değiştiremeyecektir.”
Trump’ın 2015 tarihli kitabı Crippled America: How to Make America Great Again’de Starmer için çıkarılacak önemli bir ders var. Kitapta, askerî okuldayken göz korkutucu bir öğretmen olan Theodore Dobias ile nasıl başa çıktığını anlatıyor. “Temelde yaptığım, onun otoritesine saygı duyduğumu ama beni korkutmadığını ona göstermemdi,” diye yazıyor Trump. “Bu hassas bir dengedir. Güçlü adamların çoğu, zayıflık kokusu aldıklarında direkt saldırıya geçme eğilimindedir. Diğer yandan, güç sezdiğinde ve siz onu baltalamaya çalışmadığınızda size bir erkek gibi davranır.” Trump, aslında burada Dobias’tan değil kendinden bahsediyor. Saygı duyduğu insanlar yalnızca güçlü ya da körü körüne sadık olanlardır. İngiliz Başbakanı’nda ise Trump sadece, bir yalakanın zayıflığını görüyor. Starmer’ın kendi siyasetini sevmediğini ve Harris’in kazanmasını istediğini de biliyor.
Bununla birlikte, Starmer’ın seçim “müdahalesi” hikâyesi, garip bir gazetecilik matruşka bebeği gibi, içinde daha da tuhaf bir hikâyeyi barındırıyor. Amerikalı gazeteci Matt Taibbi’ye göre, Starmer’ın Trump’ın rakibi için aktif olarak kampanya yürüten bir partinin lideri olması değil, aynı zamanda Washington’da Elon Musk’ın X’iyle “dezenformasyon” savaşı yürüten bir kuruluşa karanlık bağlantılarının olması asıl mesele.
Bu iddiaların merkezinde 2018 yılında McSweeney ve İşçi Partisi yetkililerinden Imran Ahmed tarafından kurulan “Dijital Nefretle Mücadele Merkezi” (CCDH) bulunuyor. McSweeney, artık CCDH’de yer almasa da Ahmed liderliğinde Washington’daki en tartışmalı kampanya kuruluşlarından biri hâline geldi. McSweeney, kendisinin “çevrimiçi zararlar” olarak adlandırdığı fakat Musk ve pek çok Cumhuriyetçi tarafından çevrimiçi ifade özgürlüğü için geniş çaplı bir ideolojik mücadelenin bir cephesi olarak gördükleri konulara karşı mücadele ediyor. Böylece Starmer, sadece seçimlere değil, aynı zamanda kültürel alana da müdahale etmekle suçlanıyor.
CCDH’nin ortaya koyduğu “çevrimiçi zararlar”, “aşı karşıtı yanlış bilgi”, “iklim değişikliği yanlış bilgilendirmesi” ve “manosferin” tehlikeleri gibi Liberal Amerika’nın endişelerini yansıtıyor. CCDH’nin web sitesinde sosyal medya şirketlerinin “nefret ve yanlış bilgilendirmeye yönelik sistematik bir önyargıya sahip algoritmalar” kullandığı ve bunun “marjinal topluluklara, çocuklara ve genel anlamda demokrasiye gerçek hayatta zarar verdiği” öne sürülüyor. Temmuz 2023’te Elon Musk da Ahmed’in CCDH’sine “on milyonlarca dolarlık” reklâm geliri kaybı iddiasıyla dava açmaya çalışmış ancak dava bu yıl başında reddedilmişti. İki taraf arasındaki husumet açıkça sürüyor.
Tıpkı İşçi Partisi’ni “yabancı bir müdahale unsuru” olarak gösterme çabasında olduğu gibi, Starmer’ın hükûmetini CCDH’nin Musk ile devam eden savaşına bağlama girişimi de oldukça zayıf kalıyor. McSweeney, 2020 yılında Starmer İşçi Partisi lideri seçildikten iki gün sonra CCDH’den ayrıldı. Dahası, Trump’ın kampanya ekibi Starmer’ın İşçi Partisi’ni “aşırı sol” olarak tanımlarken, McSweeney’in CCDH’ye ilk katılımı o dönem partiyi kontrol eden, antisemitizm suçlamalarıyla gündemde olan aşırı solu alt etme çabalarından kaynaklanıyordu.
Britanya’daki gerçek “aşırı sol” için McSweeney, kötü niyetli bir muhafazakâr olarak görülüyor. Nitekim McSweeney’nin 10 Numara’daki operasyonu, Downing Street’te Starmer’a en yakın olanların birçoğunun sıradan seçmenlerle temasını tehlikeli derecede kaybettiğini düşündüğü Amerikan ilerici politikalarına fazla zaman ayırmıyor.
Ancak Taibbi’nin “İngiliz istilası” hikâyesinin asıl önemi, Harris için kampanya yürüten İşçi Partisi aktivistlerine yönelik öfkede olduğu gibi, Starmer ve Harris arasındaki bağların ne kadar güçlü olduğu değil –en iyi ihtimalle geçici– fakat yanlış bilgilendirme hareketinin, Liberal bir dünya görüşünün temel ilkelerini, onu sorgulamaya cesaret edenlerin zararına yerleştirmek üzere kurulmuş olduğu iddiasında yatıyor. Ve bu konuda belirgin bir gerçeklik payı var.
Bu yılın başlarında UnHerd, Küresel Dezenformasyon Endeksi adlı bir kuruluşun bizi, sözde “dezenformasyonu” teşvik eden ve bu nedenle tüm reklâm verenler tarafından boykot edilmesi gereken yayınların “dinamik dışlama listesine” yerleştirdiğini keşfetti. Suçumuz? “LGBTQI+ karşıtı söylemler.” Bu suçlamanın dayanağı, “‘toplumsal cinsiyet eleştirisinde önde gelen’ bir feminist olarak tanınan” akademisyen Kathleen Stock’un yazılarının yayımlanmış olmasıydı. Stock’un suçu, İngiliz yasalarında özel olarak korunan bir inanç olan biyolojik cinsiyet farklarının var olduğunu savunmaktı. Yanlış bilgilendirme mevcutsa da, yanlış bilgilendirmenin bu olmadığı açık. Sansürcünün –veya algoritmanın– gözünde çok şey değişiyor.
Bu tuhaf modern masaldan çıkarılacak sonuç, nihayetinde bir güç meselesidir. Keir Starmer, hükûmetinin Trump ve Harris arasında ya da Silikon Vadisi’nin devleri ile Washington’daki parti yapılanmaları arasında yaşanan geniş kapsamlı bir hâkimiyet mücadelesinin etkisinde kalacağını öğreniyor –sadece nazik olmak yetmiyor. Bunlar finansal ve siyasî açıdan büyük riskler taşıyan savaşlar ve kazananlar dünyanın en güçlü ülkesini ve en güçlü sanayisini kontrol edecek. Keir Starmer ve Morgan McSweeney ise bu rüzgârda savrulan saman çöplerinden başka bir şey değil. İngilizler Amerika’ya gelmiyor; Amerikalılar çoktan İngiltere’yi ele geçirdi.
Tom McTague
24 Ekim 2024