Bundan tam 103 yıl önce, Sosyalist Azerbaycan’ın başkenti Bakû’de bulunan Kızıl Ordu kulübünde Mustafa Suphi’nin liderliğinde o zamana kadar ayrı siyasal faaliyet yürüten İstanbul, Anadolu ve yurtdışı komünistlerini temsil eden 74 delegenin katılımıyla gerçekleşen kongre ile Türkiye Komünist Partisi savaş alanlarına çıktı.
Türkiye Komünist Partisi, 10 Eylül 1920’de Büyük Ekim Devrimi’nin esinlendiriciliğinde, ulusal kurtuluş savaşının ateşleri içerisinde kuruldu. Proletarya enternasyonalizmi ve yurtseverlik… Bu iki özellik, partinin kuruluşundan bugüne, yüzyılı aşkın tarihini, savaş tarihini belirleyen nitelik oldu. TKP’nin niteliğini belirleyen iki özellik sadece TKP’nin politik yaşama gözlerini açtığı politik ortamdan kaynaklanmıyordu. Niteliğin temelinde Ekim Devrimi’ne katılıp Sovyet iktidarını silah elde savunanlar ile Almanya’da Spartakistlerle omuz omuza barikatlarda dövüşmüş proleter devrimcilerin ve Anadolu’yu işgal etmiş olan emperyalist güçlere karşı ve onun kuklası işbirlikçilerine ve gericiliğe karşı ülkede savaşım sürdüren komünistlerin birlik kongresinde TKP’nin kurucu kadroları olmasından kaynaklanmaktadır.
Memlekette süregiden ulusal kurtuluş savaşını toplumsal kurtuluşa bağlamak amacı ile Mustafa Suphi yoldaş önderliğinde memlekete gelen Parti Merkez Komitesi üyesi 15 yoldaşımız, Kemalist burjuvazinin canice planı doğrultusunda 28-29 Ocak 1921’de Karadeniz’de boğduruldular. TKP’nin memleket toprağında kök salıp, işçi ve emekçilerin savaşımına öncülük etme, onları örgütleme çalışması ta başından boğulmak istendi.
Memleketimizin en eski partisi olma onurunu taşıyan TKP, yürüdüğü savaş yolunda sadece burjuvazinin kanlı terörüne maruz kalmadı. Parti, kendi içinden de ihanete uğradı. 1927 yılının sonbaharında Kemalist burjuvaziye kapaklanan Kadrocu likidatörler eliyle başlatılan ihanet, 1928 yılında Komintern’de görevli TKP Genel Sekreteri Şefik Hüsnü ve merkez komite üyelerinin de içinde büyük bir tevkifat dalgasına dönüştü. TKP, işçi sınıfından aldığı güç ve uluslararası komünist hareketin dayanışması ile bu saldırının üstesinden gelmesini bildi.
1936 yılında Komintern kararı ile başlatılan “desantralizasyon” (örgütlerin dağıtılması) TKP’yi büyük bir dağınıklığa uğrattı. Oysa o dönem dünyadaki tüm komünist partiler Komintern’in bir seksiyonu idi. TKP, desanralizasyonun yarattığı dağınıklığı 1940’lı yıllarda aştı. Hitlerci faşist sürülerin Sosyalist Anavatan’ı işgaline ve ülkede azgınlaşan savaş yanlısı faşist güçlere karşı amasız barış savaşımını başa aldı. Böylece ülke içinde anti-faşist savaşı sürdürürken, faşist sürülerinin saldırısı altındaki Sovyetler Birliği ile dayanışmanın bayrağını eş zamanlı yükselterek, proleter enternasyonalizmine sadık kaldı. Burjuvazinin sert terörü ve tevkifatlarına, partimiz legal çıkışları yadsımaksızın, gizli çalışmayı başa alarak ve örgütlerini özellikle işçi sınıfı içerisinde güçlendirerek cevap verdi.
1950’lerde, otokrat Erdoğan’ın demokrasi vaadine benzer iddialarla iktidarı ele geçiren Menderes-Bayar, iktidara oturdukları günden başlayarak anti-komünizmi körükleyerek ve yığınların milliyetçi duygularını sömürerek, komünistlere ve memleketimizin gerçek anlamda tek muhalefet partisi olan TKP’ye karşı büyük bir saldırı başlattılar. O güne kadar yapılan tevkifatların en büyüğü olan ve “51 Tevkifatı” olarak literatüre geçen tutuklama sonrası partimizin ana örgüt yapısı parçalandı; tutuklamalar sonrası cezaevinde başlayan ve ülke içinde ve yurt dışında devam eden tartışmalar parti yaşamını felç etti. 1951 Tevkifatı, kadroların uzun cezaevi ve sürgün yılları boyunca yurt içinde örgütlü yapısı atalete sürüklendi. Bu dönemde TKP, yurtdışı örgütü aracılığıyla ülke dışına çıkan politik göçmenleri örgütledi ve radyo grupları biçiminde bir örgütlülük yarattı. Sosyalist ülke radyolarındaki Türkçe yayınlar servisinde çalışan partililer aracılığı ile memlekete partinin görüşleri ulaştırıldı.
TKP, 1960 askersel devirmesi sonrasında oluşan sınırlı demokratik olanaktan yararlanan sendikacıların kurduğu TİP’i destekledi. Memlekette kalan ve tevkifata uğramamış üyelerin bu parti içerisinde çalışmasını teşvik etti. Diğer yandan, bağımsız örgütlenmesini yeniden ayağa kaldırmanın planlarını yaparak uygulamaya koydu. 1962’de toplanan Plenumun aldığı kararlar bağlamında, partinin yeniden örgütlenme çalışması başlatıldı. Öncelikle yurt dışında çalışan Türkiyeli işçilere dönük olarak başlatılan çalışma, burada kurulan köprü başları ile memlekete yansıtıldı. Memlekette yeni kuşak komünistlerin partiye kazanılmasına dönük propagandif bir çalışmanın ilk nüveleri atıldı. Partinin merkezî bir yayının çıkış hazırlıkları başlatıldı. Tam bu uğrakta parti yaşamımız açısından son derece önemli bir gelişme yaşandı, uzun yıllardır partimizin genel sekreterliğini sürdüren Yakup Demir yoldaş, vücudunu kemiren kanser dolayısıyla çalışamaz oldu ve görevlerini politik büro üyesi ve uzun tevkifat yılları boyunca Dış Büro Sekreterliği görevini sürdürmüş olan İsmail Bilen yoldaşa devretti. Ağır hasta olan Yakup Demir yoldaş, görev değişikliğinden kısa bir zaman sonra yaşamını yitirdi. Alman Demokratik Cumhuriyeti’nde yaşama gözlerini yumdu ve kardeş ülkede toprağa verildi.
İ. Bilen yoldaşın genel sekreterliği dönemi partinin en görkemli dönemi oldu. Kurucu genel başkan Mustafa Suphi yoldaşın amaçladığı, sonraki yönetici yoldaşların bütün enerjileri ile ulaşmak için çalıştıkları işçi sınıfımızın öncüsü ve örgütçüsü, memleketin hemen her yerinde örgütlü savaşım sürdürebilme yeteneğine sahip parti yapısı, onun genel sekreterliği döneminde gerçekleşti. 1973 Atılımı, parti tarihimizin en önemli ve örgütsel-politik gelişmesini yaratmıştır. 1973 Atılımı, İ. Bilen yoldaşın adıyla kopmaz şekilde bağlıdır. Atılım dönemi sonrasında partimize binlerce yeni üye kazanıldı, eski kuşak emektar yoldaşlarımızla partimizin yeniden buluşmasının kanalları yaratıldı. Atılım, genç kuşak parti üyeleriyle, emektarlarıyla parti üyelerinin omuz omuza sınıf savaşımında yer aldıkları savaşkan parti örgütleri yarattı.
Burada bir paragraf açmak gerekmektedir. TKP’nin kurulduğu günden itibaren, memleketteki her işçi hareketinin Parti ile mutlaka bir ilişkisi olmuştur. Amele Teali Cemiyeti’ni kuranlar arasında da partili vardır. 1946 sendikacılığını yaratan da TKP’nin merkezî kararının sonucudur. 1946’da 6 ay gibi kısa bir sürede ülkenin dört bir yanında yüzlerce sendika yaratarak burjuvaziyi şaşkına çeviren partinin cefakâr işçileridir. 1961 yılında yapılan ilk işçi mitingi olan “Saraçhane Mitingi”, 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi, Kavel Direnişi, Singer, Paşabahçe grevlerinin yaratıcıları ya parti üyeleri ya da 70’li yıllarda TKP’ni savaş erleridir. DİSK’in kuruluşunda ve yükselişinin her bir tuğlasında TKP üyelerinin emeği vardır. DİSK’in yürüttüğü militan savaşın bedeli olarak TKP üyeleri işlerini kaybettiler, işkenceden geçtiler ve dahası onlarca TKP üyesi şehit düştü. 70’li yıllarda Maden-İş önderliğinde “Faşizme İhtar”, “DGM’ye Hayır” gibi eylem ve direnişlerle işçi sınıfının ekonomik savaşımını politik savaşıma yükseltme iradeleri hâlen aşılamamış eylemler olma özelliklerini korumaktadır. TKP, 70’li yıllarda sendikalar içerisinde yürüttüğü sendikal ve politik çalışmayı sadece DİSK ile sınırlandırmadı; TÜRK-İş’te ve bağımsız sendikalar içerisinde hem sendikal hem de politik çalışma yürüttü. Bu sendikalar sayesinde grevlere çıktı, direnişler, işgaller örgütledi.
Burjuvazinin 51 yıllık 1 Mayıs yasağı TKP’nin sendikal politikaları sonucunda kırıldı. TKP üyeleri 1 Mayıs meydanlarında hep bir ağızdan haykırdı: “TKP’ye Özgürlük”. TKP, Tariş Direnişi’nde de vardı, Çorum’da Alevi halka karşı kitlesel kırımda elde silah barikata da çıktı. 70’li yıllarda TKP ülkenin en yığınsal gençlik örgütlenmelerinden olan İGD, İLD ve Çırak-Der örgütlenmelerini yarattı. Yine en yaygın ve en militan kadın örgütlenmesi olan İKD, günlük çıkardığı 30 bin tirajlı Kadınları Sesi gazetesi ile TKP’yi işçi sınıfının döl yatağı olan mahalle ve evlere taşıdı. Parti, yukarıda saydığımız örgütlenmelerin yanı sıra barış hareketinde Barış Derneği, köylülük içerinde Köy-Der, öğretmen hareketinde TÖB- Der, meslek örgütleri ve birliklerinde TMMOB, polis içinde Pol-Der, demokratik yığın örgütlerinde, Halkevlerinde ve yüzlerce mahalli dernekte, kooperatif olarak başta Halkoop olmak üzere Köykoop, Antbirlik, Çukobirlik ve yerel yüzlerce kooperatif ve birlikte canlı ve yaratıcı örgütlenmeler gerçekleştirdi. Platform olarak örgütlenen Birlik ve Dayanışma, ülkenin en yığınsal platform örgütlenmesi idi. Burada özellikle belirtmek isterim ki; temel parti örgütlenmesinin dışında burjuvazinin askerî sanayisi içerisinde sendikal çalışma cüretinde bulundu. Yine burjuvazinin mahrem alanı olan bankacılık sektöründe devasa bir sendika yaratma becerisini gösterdi.
Memlekette gelişen işçi sınıfı savaşımını terör ve baskı rejimi ile durdurmayı planlayan burjuvazi, 70’li yılların ikinci yarısı itibari ile resmî-sivil faşist güçleri devrimci, sosyalist ve komünist güçlere karşı harekete geçirdi. Sınıf savaşımı sertleşti, ülke âdeta adı konmamış bir iç savaş sürecine girdi. TKP, yığınsal çıkışlarla terörün önüne geçmek, faşist saldırıyı geriletmek için çaba gösterdi. İlerici, yurtsever, demokrat, devrimci, sosyalist ve komünistleri ve bunların örgütlerini kapsayacak bir Ulusal Demokratik Cephe hedefini yaşama geçirmeyi denedi. Bir yandan sağ sosyal demokrasinin korkaklığı ve legal sosyalist partilerin rekabetçi siyasal tutumları, diğer yandan devrimci demokrat hareketlerin partimizi hedef alan saldırgan siyaset anlayışları eylem ve cephe birliğinin önünü kesti. Yükselen faşizm önlenemedi ve 12 Eylül 1980 faşist askerî darbesiyle militarist klik erke el koydu; askerî faşist diktatörlük dönemi başladı.
12 Eylül askerî faşist darbesini TKP yönetimi yanlış değerlendirerek “askersel diktatörlük” tanımlaması yaptı. Bu tanımlama diğer sol güçler ile partimizin arasını açtığı gibi parti üyeleri arasında da ideolojik kafa karışıklığı yarattı. Üyelerin merkez komitesine olan güvenini sarstı. Partimiz diğer sol güçler ile birlikte anti-faşist savaşım birliği kurmakta zorlandı, bu durum direnişi güçsüz kıldı. Faşist cuntanın diğer sol güçlerle birlikte partimizi de hedef alan saldırılarına karşı partimiz tüm gücü ile direndi. Ancak daha önceki dönem yapılan örgütsel hataların sonucu bu dönemde ortaya çıktı ve kimi yöre örgütleri cunta karşısında direnemeyerek büyük tutuklamalara uğradılar. Tutuklama, direniş, cezaevi ve yaraların sarılması ile geçen süreç içinde 1985 yılında partimiz 5. Kongresini gerçekleştirdi. Bu kongrede yönetim değişikliği yaşandı. O güne kadar genel sekreter yardımcılığı görevini yürüten Haydar Kutlu genel sekreterliğe getirildi. Partimizin tarihsel genel sekreteri İ. Bilen yoldaş ise; 5. Kongrede oluşturulan parti genel başkanlığına getirildi. Görev değişikliği sonrasında İ. Bilen yoldaş uzun yaşamadı; DDR’de yaşama gözlerini yumdu ve Bulgaristan Halk Cumhuriyeti’nde toprağa verildi. Haydar Kutlu’nun genel sekreterliği ile partimizde yeni bir dönem açılmış oldu. Kutlu’nun genel sekreterliği dönemi, sosyalist sistemdeki tıkanıklığın açığa çıktığı, buna ilişkin çözüm önerilerinin tartışma gündemine geldiği, buna karşın emperyalist burjuvazinin neo-konservatif saldırısının global olarak en uç noktasına, uzay savaşları noktasına yükseltildiği bir sürece denk düştü. Emperyalist saldırı ve iç tıkanıklıkla boğuşan sosyalist sistem ülkeleri, başta SSCB olmak üzere, yaşanan bunalımdan çıkış yolunu emperyalizm karşısında direnen, yaratıcı sosyalist çözümler üreten bir yaklaşımda değil, emperyalizmle uzlaşmayı amaçlayan ve adına “yeni düşünce” denen ideolojik yaklaşımda gördüler. Partimizin yönetimi de bütün olarak bu ideolojik akımı benimsedi. SBKP birinci sekreteri Mikhail Gorbaçov’un sözcülüğünü yaptığı bu akım, tüm komünist ve işçi partilerini etkisi altına aldı.
Uzlaşmacılık tüm komünist, sosyalist, sosyal demokrat parti ve tüm sol akımlara egemen oldu. TKP, uzlaşmacı ideolojinin etkisi altındaki diğer legal sosyalist akımın örgütleri olan TİP ve TSİP ile birlik çalışmalarını bu süreçte başlattı ve yürüttü. Aynı uzlaşmacılığın etkisi altındaki bu örgütler ile sürdürülen birlik çalışmaları, TSİP’in çekilmesi sonrasında TİP ile bir noktaya getirilerek, her partinin ayrı ayrı yaptıkları kongreleri yurt dışında yapılarak birlik ilân edildi. Birlik süreci ile “birlikte ve yasallık” sürecini de önüne hedef koyarak siyaset sahnesine çıkan TBKP; program ve çalışma tarzı ile dönemin egemen ideolojisi “yeni düşünce” akımının ülkemizdeki temsilcisi oldu. Birleşerek yığınsal ve yasal bir komünist partisi yaratmayı hedefleyen TBKP; birlik sürecinin mekanik yaşanması gibi problemlerin yanı sıra, kendi varlığına sirayet eden yeni uzlaşmacı ideolojinin parti kadrolarınca kabul edilmemesinin de sonucu olarak ölü doğdu. Yurt dışında kuruluşu gerçekleşen partinin iki yöneticisi Sargın ve Kutlu’nun yurda gelerek legal kuruculuk işlemini gerçekleştirmelerine yönelik çabalarına burjuvazi tevkifatla cevap verdi. İki yönetici de tutuklanarak cezaevine kondu. Yurt içerisindeki partililerin gerçekleştirdiği legal kuruculuk çalışması ise; iki yöneticinin serbest bırakılmasına dönük çalışma olmaktan öteye gidemedi. Legal olarak kurulan TBKP, iki yöneticisinin cezaevinden çıkması sonrasında Anayasa Mahkemesi’nin kapatma kararı karşısında tüm üyelerini yeni kurulan SBP’ye katılmaya çağırdı. Anayasa Mahkemesi’nin kapatma kararını tebliğini bekleyen bir grup yönetici ise konuyu Brüksel’e, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşıdı. Mahkemenin parti kapatılmasının demokrasiye aykırı olduğuna karar vermesine rağmen kararın gereği için direnç gösterilmedi. “Dostane çözüm” istenerek Euro üzerinden pazarlık yapıldı, böylece uzlaşmacı ideolojinin gereği yerine getirilmiş oldu.
Başta SSCB olmak üzere tüm sosyalist sistem ülkelerinde, erkin kapitalizm yanlılarınca ele geçirildiği bir dönemde, partimizin varlığına son verildiği ilân edildi. Bununla yetinilmedi, partimizin artık “tarihin konusu” olduğu iddia edilerek, her türlü arşiv belgeleri TÜSTAV adıyla kurulan bir tarih vakfına verildi.
Ancak bu anlatılanlar yaşanan sürecin sadece bir yanını ifade etmektedir. Tüm süreç boyunca her uğrakta yaşanan uzlaşmacılığa karşı parti içerisinden çeşitli direnişler, karşı çıkışlar da oldu. Özellikle 5. Kongre sonrasında, henüz başlangıç süreçlerinde anti-faşist direniş kararını geçersiz kılan uzlaşmacı “Barış ve Demokrasi Programı”na karşı çıkışla başlayan, birlik sürecinin işleyişine ilişkin eleştirilerle sürdürülen ve TBKP program taslağının yayınlanması ile parti içerisinde meşruiyet kazanan muhalefet hareketi özellikle önemlidir. Illegal olarak yayınlanan Komünist Birlik Yayınları ile başlayan, sonrasında 10 Eylül Dergisi ile sürdürülen bu çabalar, TKP içerisindeki ana devrimci damarın belli bir kesiminin o uğrakta sözcülüğünü üstlendi. Aynı şekilde TBKP’nin legal olarak yapılan ülke kongresinde “yeni düşünce”ci uzlaşmacılığa karşı Merkez Komite düzeyinde de olmak üzere, yurt içinden ve yurt dışı örgütlerinden yükselen Marksist- Leninist muhalefet günümüzde 10 Eylül Dergisi, Savaş Yolu, TKP’lilerin Sesi yayın kolektiflerinde yer alan yoldaşlar TKP’nin devrimci damarını temsil etmektedirler.
TKP, Bakû şehrinde kurulduğu günden bu yana burjuvazi ile her alanda göğüs göğse savaşım verdi. Burjuvazi, 10 Eylül kuruluş kongremizden daha beş ay geçmeden 15’leri katletti. Burada adını sayamayacağım tüm yoldaşlarımın aziz hatırası önünde saygıyla eğilirim. Bu katliam ve baskı politikası 100 yılı aşkın süredir devam etmektedir. Türkiye Komünist Partisi tüm baskı ve yıldırma politikalarına karşı ilke ve ülkülerinden asla taviz vermedi. Daha kurulduğu ilk günlerde, Ulusal Kurtuluş savaşının en zor anında Yunan Komünist Partisi ile ortak imzalı bildiri ile Yunan askerlerine “evine dön” çağrısı yaptı. Hitlerci güçlerin Sosyalist Anavatan toprağına saldırdığında ve yurt içindeki faşist güçlerin karşısına çıkan TKP ve onun yiğit savaş erleri idi. Faşist güçlerin en azgın günlerinde Barış Severler Derneği’nin kurucusu olan Behice Boran ve arkadaşları TKP üyesi idi. Emperyalizmin saldırı örgütü NATO’ya Türkiye’nin dâhil edilmesine karşı çıkan tek güç TKP idi. Kore’nin emperyalistler tarafından işgal edilmesine de, Kore’ye Türkiye’nin asker göndermesine de karşı çıkan tek siyasal güç TKP idi. “Kore Nire” diye kampanyasını canlarını tehlikeye atarak yürüten TKP üyelerinden başkası değildi. 1974 yılında işbirlikçi burjuvazinin Kıbrıs Cumhuriyeti’ni işgal ve ilhak etmek için başlattığı askerî harekete ilk karşı siyasal parti TKP idi. Kıbrıs’ın işgaline karşı “Mehmetçik Evine Dön” bildirisi ile ülkedeki tüm şovenist dalgaya karşı göğüs gerdi. Ülkede estirilen şovenist dalgaya rağmen Kıbrıs işçi sınıfının öncü partisi AKEL ve Yunanistan işçi sınıfının öncü partisi YKP ile birlikte proletarya enternasyonalizmine sadakat sınavından yüz akıyla çıkan yine TKP’den başkası değildi.
Türkiye Komünist Partisi, dünya komünist hareketinde yaşanan geri çekilmeye bağlı olarak tarihinin en uzun likidasyonunu yaşadı. Ama bu uzun likidasyon dönemi TKP’nin işçi sınıfımızın tek öncü partisi olma gerçeğini değiştirmez.
Likidatörlerin açtığı yoldan ilerleyerek partimizin savaş tarihini talan edenler, onun adı ve amblemini yasal yollarla almayı marifet sananlar ve otuz yılı aşkın süre önce partide yaşanan ayrışmayı kendilerine sermaye edinenler, başkasının kapısına kapaklanan ve partimize ve yoldaşlarımıza saldıranlar şunu iyi bilmeliler ki; Türkiye Komünist Partisi, kimilerinin söylediği gibi ne tarih biliminin konusu, ne de kimi likidatörlerin amaçladığı gibi yok olmuş bir örgütlenmedir. TKP, kendi küllerinden dirilen anka kuşudur.
TKP, üyeleri ve ona inanmış her meslekten genç kuşak militanları ile sınıf savaşımının içerisindedir.
Tüm yoldaşlarımın ve komünistlerin 103. Yaşını kutluyorum.
YAŞASIN PROLETERYA ENTERNASYONALİZMİ!
YAŞASIN TÜRKİYE KOMÜNİST PARTİSİ!
Y. Sarıkaya
09 Eylül 2023