Loading...

TÜSİAD Solu


“Gelecek kuşakların devrimci gençleri

Bu kararlı bakışlar sizindir

Bu aldatmacalara kanmamak sizindir

Bu oyunları bozmak sizindir

Sıkılan kurşunların, çekilen iplerin bedelini ödemek sizindir.”

[A. Altındal]

Devletin soldaki tetikçiliğini üstlenen Orhan Gökdemir, bir ara Destek Yayınları’nda editör olarak çalışmaktaydı. Geçmişte, düştüğü boşluk ve saflığından faydalanarak istismar ettiği Talat Turhan’dan edindiği belgelerle yazdığı kitaplar sayesinde meşhur olmuş, oradan dezenformasyonun en yaygın icra edildiği televizyon kanallarına zıplamış, ardından da SİP-TKP’ye transfer olmuştu. Turhan’ın önerisi üzerine, iktidar ve muhalefet ayrımı yapılmaksızın müesses nizamın muhafazasına biat etmiş olan geniş bir kesimin şeceresini içeren bir kitabın, yayımlanması amacıyla kendisine gönderilen Gökdemir, “Kitabınızı okudum. Çok emek vermişsiniz. Çok güzel bir araştırma kitabı yazmışsınız. Kutlarım. Ancak, biz bu kitabı basamayız,” demiş, nedeni sorulduğunda ise, “Kitabınızda adı geçen bazı kişiler bizim çok yakın dostlarımız. Onların üzülmesini istemeyiz,” şeklinde yanıtlamıştır.[1] Olayı aktaran ve kitabın yazarı olan samimi araştırmacı, Turhan’ın saflığına benzer bir şekilde, Gökdemir’in de o müesses nizamın sadık bir elemanı olduğunu ancak kendi kişisel tecrübesinin ardından öğrenebilmiştir. Kimse onun “Ak-Koçlar” benzeri yazılarına bakıp kanmamalıdır, zira o, yazmasına müsaade edildiği kadarını yazabilmekte, Koç’un kendi partisindeki tezahürlerini ise ağzına dahi alamamaktadır.

Şüphesiz, partisinde Koç’a dair en iyi örnek, tepe kadroda bulunan Parti Meclisi üyesi ve emekli diplomat Engin Solakoğlu’dur. Kendisinin nikâh şâhidi dahi Vehbi Koç’tur.[2] Partinin danışmanı olan Solakoğlu, 38 yıl boyunca Koç’un en tepesinde yöneticilik yapmış olan kişinin oğludur. Dışişlerine girebilmesi ve ardından TKP danışmanı olabilmesinin mahiyeti burada aranmalıdır. Aynı aile, hem burjuvaziye hem de ona karşı olduğu iddia edilen “komünist” partiye danışmanlık hizmeti sunmaktadır. Baba Solakoğlu anılarını yazmış ve yayımlanması için de bir ara AKP’den milletvekili olan birinin sahibi olduğu yayınevini uygun görmüştür.[3] O milletvekili, Abdullah Gül ekibinin bir parçası olarak partideki Britanya koluna denk düşüyordu, dolayısıyla yayınevindeki tercih rastlantı olmasa gerek. Anıların son okuması oğlu tarafından gerçekleştirilmiş, muhtemelen sansüre uğratılmıştır. Fakat o hâliyle bile enteresan bilgiler ve ilişkiler ağına dair ipuçları içermektedir. Örnek vermek gerekirse, kuruluşundan itibaren bu partinin tepe kadrosunda yer alan Mehmet Kuzulugil’in de Solakoğlu ailesiyle akraba olduğu görülmektedir. Kurt pozu kesmeye bayılan bu kuzunun, yıllar evvel bir televizyon programında sarf edebildiği o iğrenç sözlerden dolayı hâlen daha konumunu koruyabilmesinin sırrı buradadır. Aydemir Güler’le de akrabalık ilişkileri bulunmaktadır. “Parti” olduğu yutturulmaya çalışılan bu yapı, esasen bir aile şirketinden fazlası değildir. Yukarıdan haberdar olmayan tabanın Koç’a karşı kışkırtılması yersiz ve temelsizdir. Oraya yöneltilen söylem ve duruş, perde arkasındaki ilişkiler ağının gizlenmesine dairdir.

Aile şirketinin CEO’su olan Kemal Okuyan, kendilerinin ördüğü bir bariyerden bahsetmekte, toplumdaki direnci de buna bağlamaktadır.[4] Sözü edilen bariyer, 28 Şubat günlerinde Genelkurmay’dan alınan talimatla “ilerici” ve “gerici” şeklinde kodlanan toplum kesimlerinin sınıf üzerinden kurabileceği potansiyel birlikteliğin önlenmesine dairdir. Açıklamanın yapıldığı gün (22.12.2023) çıkan Evrensel gazetesinin manşetinde yer alan “15 Milyon İnsan 1 Koç Etmiyor” başlığı, muvazaa siyasetinin bir gereğidir. O gazetenin bağlı olduğu şirketin şefi, son seçim sürecinde Kürt hareketinin gözüne girerek milletvekili olabileceğini düşünerek kürsüden TKP’ye saldırmış[5], uğradığı hayal kırıklığının hemen ardından ise soluğu TKP’nin yayın organında almıştır.[6] Yazanın mı yoksa yayımlayanın mı daha ahlâksız olduğu, sınıfın takdirine kalmıştır.

İleride muhtemelen Kemal Okuyan’ın koltuğunun teslim edileceği Anıl Çınar, bu muvazaa siyasetinin iyi bir neferi olacağını şimdiden göstermektedir. Yazdığı bir yazıda ekonomik gidişattan dem vuran Çınar, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’e ve TÜSİAD’a hitaben, geçmiş devrim ve isyanlardan örnekler sunarak “şanslarını fazla zorladıkları”nı hatırlatıyordu.[7] Açık kaynaklardan öğrenebildiğimiz kadarıyla, Türkiye’nin en büyük ikinci özel bankasının oldukça kalifiye bir elemanı olan Çınar’ın da sermayeden uzak olmadığı anlaşılmaktadır. Kariyerini mi partisine yoksa partisindeki konumunu mu kariyerine borçlu olduğu bir yerden sonra önemini yitiriyor.

Devlette süreklilik esastır. TKP adını bu ekibe teslim eden kişi, devletin aslî kadrolarından biriydi. Bugün o kişi hayatta olmadığından dolayı, emanetin denetçiliği, yine kendi gibi üst düzey bir hukukçu olan oğlu Korkut Kanadoğlu’na kalmıştır.[8] Kanadoğlu ile Gökdemir’i aynı masaya yerleştiren düzen sorgulanmalıdır. Egemen sınıf içerisindeki sol kanadın, bu kişiler sayesinde ve elbette radikallerin dışlanması şartıyla devletin “hoşgörüsüne” sığınması mümkün olmuştur. Radikallerden kasıt, proleter devrimcilerdir ve bunun yegâne örneği ise Behice Boran’ın ilâhlaştırılabiliyor oluşunda saklıdır.

Her yönüyle örnek gösterilen Boran’ın, TİP’in içinde ve çeperinde yer alan “aşırı” unsurları ihbar ederek komünistlerden arındırma politikası güttüğü hiçbir zaman hakkıyla tartışılmamıştır. Bu duruma maruz kalanlardan biri Dr. Hikmet Kıvılcımlı olmasına rağmen, bugün “doktorcu” olduğu iddiasıyla ortalıkta dolananlar arasında Boran’ın ideolojik ardıllarıyla birlikte fink atanlar dahi vardır. Mücadele dolu hayatı boyunca dönemin diğer siyasî liderlerinden farklı olarak devlete bağlı herhangi bir  kurumda çalışmamış[9] olan bu militanı burjuvazinin kürsüsünden anma[10] gereği duyan Perihan Koca, onu ehlîleştirmek için o Meclis’e alınmış olmalıdır. “Doktorcu” geçinenlerin bir kısmı Kürt hareketine yanlamış, bir kısmı ise CHP’nin gayrı resmî hukuk danışmanlığına soyunmuştur. Bu çevrelerden biri, Türkiye’de “İkili Devlet”[11] olduğu yalanını satmaktadır; oysa ki tek bir Devlet ve onun çıkarları doğrultusunda yönlendirilen siyasî aktörler vardır. Muvazaa siyasetinin bir gereği olarak nabza göre şerbet verilmektedir.

***

Yıllardan beri, memleketin aydınlanmacı diplomalı câhilleri eliyle, Din ile Devlet’in ayrı, özerk ve bağımsız kurumlar olmaları gerektiğini savunan “Secularism” ile Din’in Devlet’in denetimine tâbi olması gerektiğini savunan “Laicisme” birbirine karıştırılmıştır.

Bugün, Zülal Kalkandelen’i takiben “cumhuriyetçilik” adına çarpık bir “laiklik” anlayışını din belleyerek avazı çıktığı kadar bağıranlar, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e devrolunarak 1924 yılında Diyanet İşleri Reisliği adıyla somutlanan ve bizzat Mustafa Kemal’in emriyle hayat bulan[12] kurumun, “elden gittiği” düşünülen Cumhuriyet’in aslî bir aygıtı olduğunu gizlemenin derdindedirler.

“Din, ancak devletin belirlediği sınırlar içerisinde hareket edebilecek ve doğası gereği devletin egemenlik ve zor araçlarından birini –kimi zamanlarda en kuvvetlisini– oluşturacaktır. Devletin dini yada devlet dini yaratıldıktan sonra bu alandaki muhalefetin gücü bu kanal üzerinden kırılmaya çalışılacaktır. Bu bağlamda ‘irtica’ ancak o anki konjonktüre göre devletin din sınırlarının dışında kalanın adı olabilirken kimi zamanlarda da bir zaman önce reddedilen ya da bir zaman sonra reddedilebilecek olan irticai yaklaşım devletin birincil öneme sahip egemenlik aracı olabilecektir.”[13]

Muvazaa ve icazet, “doğuda Ermeni ve batıda Helenlere karşı mücadele etmiş İttihatçı paşaların İngilizlerle pazarlık içinde, onların cevazıyla kurdukları bir ülke”[14] olan Türkiye’nin gelenekselleşmiş siyasî parti anlayışı olarak devlet-hükûmet-parti bütünleşmesinin ve buradan giderek devletin kök yapısının veya partiler üstü “cemiyetin” korunması temelinde inşa edilmiştir. Temel yapının muhafazası, ona bağlı unsurlarca yürütülen danışıklı dövüşün toplumsal hayattaki etkisine bağlıdır. Bu etkinin kırılmasını göz ardı eden çabalar, düzenin muhafazasına sunulmuş hizmetleri zenginleştirmekten öte bir anlam ifade etmez. ‘Baş’lar olduğu yerde duruyorken, tabanlardaki “iyi niyetli” çabaların politik bir karşılığı yoktur ve olmaz da.

Devlet Partisi’nin çizdiği sınırlarda bir solculuk ve yine o sınırların çizdiği Müslüman baş tacı edilmekte, sınırı aşanların ise üstü çizilmektedir. Son zamanlarda mevcut içişleri bakanı eliyle düzenlenen operasyonlar ve magazin sayfalarından ana akıma taşınan gündem maddeleri de bu sınırla ilgilidir. Piyonlar, vezirlerin güvenliği için gözden çıkarılmaktadır.

***

Marksist literatürde bir karşılığı bulunmayan “Solculuk”, Devlet Partisi’nin çizdiği sınıra tekabül eden bir formasyondur. “Devleti gören, gözeten, kendisini oradan kurana ‘sağcı’; burjuvaziyi gören, gözeten, kendisini oradan kurana ‘solcu’ deniliyor.”[15] Tanımın temeli olmadığı gibi sınıfsal bir niteliği de yoktur. Tercih edilişi ise bilinçlidir ve o bilinç, devrimci politikaya meyilli kesimlerin beyinlerinin iğdiş edilmesiyle görevlendirilmiştir. Ayakların baş olmamasıyla ilgili bir durumdur ve Manifesto’daki “burjuva sosyalizmi”ne denk düşmektedir.

Burjuva sınıfı, Aydemir Güler’in buyurduğu gibi “Cumhuriyet devriminin hain ve ikiyüzlü evladı”[16] değil, onun sahibidir. Güler ise sahibinin sesidir. Dolayısıyla ne TÜSİAD’ı ne de onun icazetindeki tarikatları dağıtma ehliyetine sahip değildir. “Sadece tarikatları değil TÜSİAD’ı da dağıtacağız”[17] gibi açıklamalar, sahip olunan dar kitlenin diri tutulması için yapılmaktadır, somut bir karşılığı yoktur. Zira TÜSİAD’ın bir kolu hâlihazırda onun “partisi”nde mevcuttur ve kendisi de bundan gayet memnundur. Kim ki, bir konuda en gür karşı çıkışı sergiliyorsa, bilinmelidir ki o kişi oradan besleniyordur.

Tahir Yılmaz

12 Şubat 2024

Dipnotlar:

[1] Yılmaz Dikbaş, Aynı Gemide Değiliz, Nergiz Yayınları, Mayıs 2021, s. 93

[2] “İnönü ve Koç Nikâh Şahidi”, 21 Aralık 1992, Milliyet.

[3] Cengiz Solakoğlu, Koç’ta 38 Yıl: Anadolu’dan Anılarla, Alfa Yayınları, Haziran 2022.

[4] “Kemal Okuyan: TKP’nin ördüğü bariyer yıkılırsa Türkiye toplumunda direnç kalmaz”, 22 Aralık 2023, Sol.

[5] “Ercüment Akdeniz’den büyük alkış alan konuşma!”, 25 Eylül 2022, Youtube.

[6] Ercüment Akdeniz, “Neo faşizm, göçmen düşmanlığı ve ortak strateji ihtiyacı”, 8 Temmuz 2023, Sol.

[7] Anıl Çınar, “Mehmet Şimşek kaçıncı şansını deniyor?”, 4 Aralık 2023, Sol.

[8] “Yurtsever Hukukçular, Cumhuriyet’in 100. yılında hukuk ve siyaset üzerine konuştu”, 5 Kasım 2023, Sol.

[9] Canan Özcan Eliaçık, Barbarın Tarihi – Ezilenin Dini, İletişim Yayınları, 2021, İstanbul, s. 306.

[10] “Perihan Koca, 52. yıl dönümünde Doktor Hikmet Kıvılcımlı’yı andı” 12 Ekim 2023, Haberegüven.

[11] Nurullah Ankut, “Türkiye’de var olan ‘İkili Devlet’i görmezseniz Türkiye’ye ilişkin hiçbir şeyi göremezsiniz”, 9 Kasım 2023, HKP.

[12] Belirtmek gerekiyor ki, ne M. Kemal’in ne de beraberindeki kadronun “cumhuriyet” kurmak gibi bir hedefi yoktu. Dönemim siyasal ufku, modernleşme (kapitalistleşme) hamleleriyle Batı’ya ayak uydurmaktan ibarettir ve bu adımlar ondan çok önce, 1839 Tanzimat ve 1856 Islahat Fermanları, 1876’da I. Meşrutiyet ve Kanûn-î Esasî’nin kabulü ve 1908’de II. Meşrutiyet ile atılmıştı. M. Kemal ve TC, bu çizginin bir uzantısıdır. Bkz. Oktay Baran, “Millî Mücadele ve Cumhuriyet: Efsaneler ve Gerçekler”, 6 Aralık 2023, Marksist Tutum. Diyanet örneğinde de olduğu gibi, birçok kurum da aslında sıfırdan inşa edilmekten ziyade şekil değiştirmek suretiyle yeni düzene uyarlanmıştır.

[13] Tolga Ersoy, Muvazaa Partileri, Özgür Üniversite Kitaplığı, Kasım 2000, s. 26.

[14] Eren Balkır, “İslam ve Sol”, 23 Ekim 2009, İştirakî.

[15] Eren Balkır, “Halt”, 30 Aralık 2023, İştirakî.

[16] Aydemir Güler, “Solcular Kemalizme bakarken…”, 23 Aralık 2023, Sol.

[17] “Sadece tarikatları değil TÜSİAD’ı da dağıtacağız”, 21 Aralık 2023, TKP.