Bilim ve Bilimcilik
Dört yüz yıl boyunca göz alıcı bir başarı sergilemiş olan deneysel-tümevarımsal yöntemin günlük toplumsal yaşam üzerindeki etkisi hiç durmadan artagelmiş ve buna (yakın zamanlara kadar) saygınlığının da artışı eşlik etmiştir.
Aynı zamanda açık seçik bir biçimde değerlendirilmesi gereken bir “emperyalist yayılım” süreci içinde, bilim kendi ideolojisini de üretti. Bunu bilimcilik olarak adlandırabiliriz. Bu ideoloji bir yeni dine denk düşen pek çok özelliğe sahip. Bu yeni bilimcilik dininin halk üzerindeki etkisi bilimin elde ettiği başarılar yoluyla oluşturduğu otoriteden kaynaklanmaktadır. Bilimcilik dünyanın hem kapitalist hem de sözüm ona sosyalist ülkelerinde (Çin özelinde önemli istisnalarla birlikte[1]) kendini mutlak biçimde ortaya koymaktadır. Tüm geleneksel dinlerin fersah fersah önüne geçmiştir. İlkokuldan üniversiteye kadar her seviyedeki eğitimi ve dahası eğitimin ardından gelen meslekî yaşamı istila etmiştir. Bütün toplumsal sınıflarda çeşitli biçim ve yoğunlukta baskın hâle gelmiş olan bilimcilik, daha gelişmiş ülkelerde zihin emeği gerektiren işlerde ve sıradan insana daha kapalı (ezoterik) çalışma sahalarında en güçlü durumdadır.[2]
Her ne kadar sıradan insanlara bilimin bazı eski ve basit vargıları öğretilirse de bu kitlenin bilimsel yöntemin neyin nesi olduğuyla ilgili bir fikri hiçbir zaman olmamıştır. Bu yoksunluk ilk ve ortaokul eğitimi sırasında giderilmediği gibi üniversitelerde lisans düzeyinde dahi devam eder. Bilim dogmatik bir biçimde “örtüsü kaldırılmış gerçeklik” olarak öğretilir. Buna paralel olarak “bilim” teriminin sıradan insanların zihni üzerinde sahip olduğu kudretin yarı gizemli ve akıldışı bir doğası vardır. Kitleler için, hatta birçok bilim adamı için de, bilim bir tür kara büyü, anlaşılması ve otoritesinin tartışmaya açılması mümkün olmayan bir şeydir. Bunlar bilimciliğin dinî özelliklerini meydana getirir. Bilimcilik bu bağlamda yerini aldığı geleneksel dinlerin herhangi biri kadar güdülenimlerinde akıldışı ve duygusal, somut olarak uygulanmasında ise bir o kadar tahammülsüzdür.[3] Dahası geleneksel dinlerin aksine sırf kendi mitlerinin doğru olduğu iddiasıyla da sınırlamaz kendini. Bilakis, mite değil yalnızca Akla dayalı olduğunu iddia edecek ve teşvik ettiği ahlâkdışılık ve tahammülsüzlüğün karışımını “hoşgörü” diye sunacak kadar kibirli olan yegâne dindir.
Halkın gözünde bu dinin büyüklü küçüklü din adamları sözcüğün en kapsayıcı anlamında bilim adamları, daha da genel bakılırsa teknologlar, teknokratlar, uzmanlardır. Ancak bu dinin dili hiçbir zaman halkın anlayabileceği nitelikte olmayacaktır, aslına bakılırsa tek bir dilden bile söz edilemez; her biri belirli bir uzmanlık alanının jargonu olan binlerce farklı dil söz konusudur.
Bilim adamlarının ezici çoğunluğu günümüzün bu baskın dininin din adamları rolünü kabul etmeye pek hevesliler. Başkalarına kıyasla bu dine çok daha fazla bağlıdırlar, bilimsel hiyerarşideki yerleriyle doğru orantılı olarak artan bir bağdır bu. Bu dine, ya da onun naslarından veya yan ürünlerinden herhangi birine yönelik bir saldırı karşısında ayrıcalıkları tehdit altında olan bir yönetici elitin duygusal şiddetini sergilerler.[4] Kendilerini fazlasıyla özdeşleştirdikleri ve bunların teknolojik ve teknokratik becerilerine son derece bağımlı durumda bulunan yönetici erkin ayrılmaz bir parçasını oluştururlar.
Gönderimde bulunabileceğimiz açık-yazılı bir dogması bulunmamaktadır bilimciliğin.[5] Yine de açık olarak formüle edilmemiş olsa da örtük olarak var olan böylesi bir dogmadan söz edilebilir; bu dogma özellikle bilim adamları arasında son derece kesin bir biçim almış hâldedir. Temel mitlerinin bir koleksiyonu biçiminde formüle edilmiş olmak üzere bilimciliğin “amentü”sü diye adlandırabileceğimiz şeyin bir resmini vermeye çalışacağız. Bütün bilim adamlarının, hatta bilimciliğe açık olarak eğilimli olanların bile, bu inançların hepsini tam olarak benimsemiş olduğunu iddia edecek değiliz, hatta bu, bu inançların herhangi bir teki için de ileri sürülemez. Sarih olmak adına mitler bilerek en uç biçimleri içinde formüle edilmiştir, öyle ki bu hâlleriyle bilim adamlarının çoğu onları açık olarak ve duraksamadan ileri sürmeye yanaşmayacaklardır (bunları hiçbir rezerv koymadan kabul ediyormuş gibi davrandıklarında bile). Yine de inanç sisteminin bir bütün olarak bu temel eğilimleri, en azından onların neredeyse bütün bilim adamlarında gücünün ya da saflığının oranı değişmekle birlikte bulunan nihai hâllerini etkili biçimde ifade ettiğini iddia ediyoruz.
Bilimciliğin İnançlar Manzumesi
Mit 1: Sadece bilimsel bilgi doğru olarak ya da gerçek bilgi olarak kabul edilebilir; bununla kasıt sadece niceliksel olarak ya da formüle edilmiş biçimde ifade edilebilecek ya da laboratuvar koşullarında istendiğinde tekrarlanabilecek bilginin gerçek bilginin içeriğini meydana getirdiğidir. “Doğru” ya da “gerçek” bilgi, buna bazen “nesnel” bilgi de denir, evrensel bilgi olarak adlandırılabilir ve bu bilgi tüm zamanlarda ve her yerde geçerlidir, aynı zamanda hangi toplumun ya da kültürün üyesi olduklarından bağımsız olarak tüm insanlar için de öyle.
Yorum: Sevgi, güçlü duygular, güzellik gibi deneyim ya da hisler ya da temel haz ve acı deneyimleri bile gerçek bilginin alanından dışlanmış olur böylece, en azından bilimsel bir teori altında ele alınmadıkları sürece. Ne İsa ne de Sappho’nun sevginin ne olduğundan haberi vardır bu durumda!
Bu yaklaşım “gerçek bilgi”nin sahiplerini yeryüzündeki birkaç milyon bilim adamıyla sınırlıyor. Bebeklerin ve çocukların söz edilmeye değer hiçbir bilgileri yok, bilimsel eğitim almamış insanların da öyle. Gerçek bilgi üniversite eğitiminin son dönemlerinden itibaren edinilmeye başlıyor.
Bu mitin başka bir sonucu da bir bilgi nesnesi olarak ele alındığı sürece etiğin bilimsel yöntemlerle soruşturulabilir olması gerektiğidir, bu yaklaşımın doğal bir sonucu olarak bilim etiğin de temeli hâline gelir.
Sırada yukarıdaki mitin tersine çevrilmiş hâli var. Şöyle:
Mit 2: Niceliksel olarak ifade edilebilen ya da laboratuvar koşulları altında tekrar edilebilen her şey bilimsel bilginin nesnesidir ve ipso facto geçerli ve kabul edilebilir niteliktedir. Başka bir deyişle (geleneksel değer içeriğiyle birlikte) hakikat bilgiye eşittir, tabiî burada kasıt bilimsel bilgidir.
Yorum: Savaş ve onun ekonomi, (olasılık ya da optimizasyon kuramları dâhilinde) strateji, psikiyatri, tıp ya da sosyoloji gibi birçok yönü muhtelif bilimsel teorilere yedirilebilir. Polemoloji ya da savaş bilimi adlı yeni bilim iyi niyetli pasifistlerin elinden çıkmıştır. Böylece savaş bilimsel gözlem nesnesi olarak kabul edilebilir hâle gelir. Dahası, demografik ve ekonomik süreçler bakımından düzenleyici bir etkene ve bilim ve teknoloji için harekete geçirici bir unsura dönüşür. Böylece savaşın ona katlananlar ya da onu başlatanlar açısından içerdiği öznel anlam göz ardı edilir ve hedefleri manipülatif olan ve nihai gayesi yaşamı istatistiğe indirgemek olan “bilimsel” araştırmaların nesnesi olmak dışında anlamı kalmaz.
Mit 3: Bilimin Rüyası: Doğayı mekanistik ya da formalistik ya da analitik biçimde ele almak. Atomlar ve moleküller ve onların bileşimleri tamamen parçacık fiziğinin matematiksel kanunları açısından, hücresel yaşam moleküller açısından, daha yüksek organizmalar temel yapıtaşları olan hücreler açısından, düşünce ve (bütün fizikî deneyimler dâhil olmak üzere) zihin nöron ağları açısından[6], insan ve hayvan toplumları ve insan kültürleri ise kurucu bileşkeleri açısından tanımlanabilir.
Son tahlilde insan deneyimleri ve ilişkileri, toplumsal ve siyasal güçler ve olaylar dâhil bütün gerçeklik temel parçacıklar sistemi açısından matematiksel olarak ifade edilebilir. Bu indirgeme bilim yeter derecede yetkinleştiğinde gerçekleştirilebilir olacaktır. Nihayetinde dünya matematiksel bir yapıdan öte bir şey olmayacaktır.
Yorum: Şurası açık ki amaç nosyonunun böyle bir dünya görüşünde yeri bulunmamaktadır. Doğal olguların nihai nedenlere bakarak açıklanması yönündeki herhangi bir girişime, en azından doğa bilimleri dâhilinde, anında burun kıvırılmaktadır.
Temel fizik yasalarının istatistiksel olarak ifade edilebiliyor oluşu mekanist bakış açısının doğanın katı determinist bir biçimde anlaşılmasını aşmasını ve ilke olarak özgür irade kavramını tekrar gündemleştirmesini mümkün kılmaktadır.[7]
Mit 4: Uzmanın rolü. Bilginin gelişebilmesi ve eğitim yoluyla yayılabilmesi için birçok parçaya ya da özel alanlara bölünmesi gerekir; önce matematik, fizik, kimya, biyoloji, sosyoloji, psikoloji vs. gibi alanlar biçiminde gerçekleşmeli, sonra da bilim ilerledikçe bunlar da alt alanlara ayrışmalıdır. Bir alana ilişkin meseleler sadece o alanın uzmanlarınca ele alınabilir. Eğer birden fazla alan söz konusu ise o alanların uzmanlarının kolektif görüşü dikkate alınır.
Yorum: Bir kişinin birden fazla alanda uzmanlaştığı vakidir ama hiç kimse birçok alanda birden uzman olamaz. Somut gerçekliğe dair her meselenin birbiriyle ilişkili olan ve muhtelif bilimsel alanları ilgilendiren birçok farklı yönden ele alınması gerekir. Bir değerlendirmeyi bu alanların/yönlerin yalnızca bir kısmına ya da sadece birine indirgemek gerçeği sakatlamak olur.[8] Aynı şekilde, karmaşık bir durum karşısında tek bir kişinin meselenin her yönünü anlamasının beklenemeyeceği gibi yine tek bir kişi böyle bir anlayışın eksikliğinden sorumlu tutulamaz.
Dört numaralı mit uzmanın iktidarına aynı alandan olmayan herhangi bir kimsenin onu anlayamamasından güç alarak bir temel tesis ediyor. Ayrıca bu mit gerçekliğin herhangi bir karmaşık parçasına dair, titri ne olursa olsun, hiç kimsenin geçerli bir bilgi sahibi olduğunu iddia edemeyeceği yollu pek az dillendirilen çıkarımı da meşrulaştırıyor. Bu durumun telafisi olarak da teknokrasinin kolektif iktidarının gerekirliği sıradaki ilk bakışta zararsız görünen mitle öne sürülüyor.
Mit 5: İnsan soyunun sorunlarını sadece ve sadece bilim ve ondan türeyen teknoloji çözebilir. Bu yargı katışıksız insanî sorunlar için, özellikle psikolojik, ahlâkî, toplumsal ve siyasî sorunlar için de eşit biçimde geçerlidir.
Bu mit bizi mantıksal olarak şu mite götürüyor:
Mit 6: Tek “bilen” onlar olduğu için karar verme yetkinliği sadece uzmanlarda bulunur.
Yorum: Toplumsal ve siyasî kararların alınmasını gerektiren sahalarda gerçeklik tek bir uzmanın tam anlamıyla yetkin olmasını imkânsız kılacak kadar karmaşıktır. Bu durumun üstesinden başka tür bir uzmanı, bir “karar alma” uzmanını devreye sokarak gelinir; bu kişi bir devlet görevlisi, bir şirket yöneticisi ya da bir subay olabilir. Bu kişinin işlevi kapalı kapılar ardında uzmanlıkları alınacak kararlarla ilgili olan farklı alanlardan uzmanları dinleyip gereken kararları almaktır.
Bilimcilikle Savaşmak
Kendi başlarına ele alındıklarında, bilimciliğin temel mitlerinin sırf entelektüel düzeyde belli bir çekim gücünü haiz oldukları ortadadır; bu, elde ettikleri olağandışı başarıyı kısmen açıklıyor. Doğal olguların ve insan deneyiminin değişken ve karmaşık doğasını kitleler nezdinde basitleştiriyor bu mitler. Sahiden de Newton’un evrensel kütle çekim yasasını çocuk yaşta öğrendiğinde Pythagoras’ın “her şeyin sayı olduğu” yönündeki cüretkâr sezgisinin izinden gidip tamamen mekanik bir dünya tanımı ortaya koymanın içerdiği o heyecan verici meydan okuyuş karşısında hayranlığa kapılmamış bir bilim adamı düşünülebilir mi?[9]
Dahası, bütün mitler gibi bilimcilik mitlerinin de içerdiği somut doğrular vardır. Salt akla dayandıkları iddiası onlara fazladan bir güç verir. Aslına bakılırsa, son birkaç yüzyılda aklın ve zekânın insan deneyimi ve kapasitesinin her yönüne, örneğin bu deneyimin duygusal, duyusal ve etik yönlerine üstün olduğu giderek daha büyük bir ısrarla vurgulanmaktadır. Daha da kötüsü ise insan zekâsının deneysel-tümevarımlı bilimsel yöntem biçimindeki, gelişimi ancak birkaç yüzyılı bulan ve insan araştırma ve eylemliliğinin sadece sınırlı kimi alanlarında kazandığı belli bir başarı ile hâkimiyetini tesis etmiş bulunan tek bir özel kullanım biçimine giderek artan diktatoryal bir rol verilmiş olması ve bu kullanım biçiminin artık Akıl ile özdeşleşip kapsayamadığı her şeyi “irrasyonel”, “duygusal”, “içgüdüsel”, “gayri-insanî” vs. diyerek reddetmesidir.[10]
Bilimciliğin tüm temel mitlerini birer mugâlata (yanıltmaca) olarak değerlendiriyoruz. Bu mugâlataların kendini kolektif iktidarını güçlendirmek üzere tasarlanmış bu mitlerin baş yararlanıcısı olarak gören uzman üzerinde hem manevî hem de zihinsel plânda sakatlayıcı etkileri var, zira bunlar uzmanı canlıların içinde bulunduğu uyumdan hâlihazırda olduğundan da fazla uzaklaştırıyorlar, onu geri dönüşsüz bir biçimde uzmanlaşmış bir regülatöre [hizmet ettiği ideolojiyi pürüzlerinden arındırması, onun kitlelere ulaştırılmasında dengeleyici bir işlev görmesi anlamında, –çn.] dönüştürüyorlar. Bu mitler uzman üzerinde de, ilgili alanın dışındaki sıradan kişi üzerinde de benzer biçimde felç edici bir etki gösterirler, bundan kasıt bu mitlerin yaşamı, doğayı ve kendimizi uzmanlaşmış bir jargonun ifade edebileceğinden daha fazla anlamak yönünde doğuştan gelen arzuyu, toplumu bir bütün olarak ilgilendiren tüm alanlardaki ahlâkî adanmışlığı ve şahsi sorumluluğu felç ettiğidir. Bu mitlerin felç edici etkisi onların insan deneyiminin üç kutbu (düşünce, duygu ve eylem) arasındaki açının genişlemesine hababam katkı sunuyor olmalarından ileri gelir. Sosyopolitik bakımdan bilimcilik, mevcut katı toplumsal hiyerarşiyi meşrulaştırır ve dahası onu daha da katılaştırır; bunu dünya üzerindeki yaşamın milyonlarca yıllık geleceği üzerinde yaşamsal bir etki etmesi olası olan son derece hiyerarşik teknokrasiyi bu güç piramidinin en tepesine koyarak yapar.
Farklı biçimleri içinde bilimcilik dünyanın birçok ülkesinde, belki de her ülkesinde, kendini en etkili ideoloji olarak dayatmış durumdadır. Bununla paralel olarak (bilimciliğin amentüsüyle uyum içinde) her seferinde mutlaka bilimsel ve teknolojik ilerleme biçiminde anlaşılan sözde “ilerleme” için üzerinde tefekkür etmeksizin sürdürülen yarışa en temel meşruiyeti sağlar. Bu meşruiyet büyüme için büyüme ve üretim için üretim dinlerinin arkasındaki itici güçtür. Düşüncesizce sürdürülen bu ilerleme ve büyüme yarışı ilk aşamalarını henüz idrak ettiğimiz ekolojik krize yol açmış ve bu büyük bir medeniyet krizine dönmüştür. Bu krizlerin her ikisinin de arkasındaki güç olan bilimcilik ne birini ne de diğerini alt etme gücüne sahiptir. Hatta, bu bizatihi bilimcilik ideolojisinin sorgulanması anlamına geleceğinden, medeniyetin bir kriz içinde bulunduğunu dahi tespit etmeye kadir değildir.
Bu nedenlerle bilimciliğin, gerçi bihakkın bir ideoloji olduğu genel olarak teslim edilmiyorsa da, hâlihazırdaki en tehlikeli ve en kudretli ideoloji olduğunu iddia ediyoruz. Güya “sosyalist” olan ülkelerde iktidarda olan komünist ideoloji ile kapitalist ideolojinin ortak kurucu temellerinin de bilimcilik olduğunu söylemek mümkün. İnanıyoruz ki, gelecek yıllarda, temel siyasî ayrım sağ ve sol arasındaki ayrım olmaktan giderek çıkıp “her hâlükârda teknolojik ilerleme”nin safında olan bilimcilik savunucularıyla temel hatlarıyla ele alındığında en yüce değer olan yaşamın bütün zenginlik ve çeşitliliği içinde gönendirilmesinden yana olan bilimcilik karşıtları arasında olacaktır.
Bilimcilik ideolojisinin halkın zihni üzerindeki iktidarının baş döndürücü yükselişinin bir yıl önce ABD’nin gerçekleştirdiği, basbayağı küresel bir histeri yaratan, aya insan indirme operasyonuyla zirve noktasına ulaştığı söylenebilir. O günden beri bir “tepki”nin alametleri belirmeye başladı; insanlar gözlerindeki bağı kaldırmaya ve bilim ve teknolojinin “mucize” diye sundukları hakkında daha şüpheci olmaya, bunların insanı mutluluğa ulaştıracağı ve bizzat neden oldukları sorunları yine kendilerinin çözecekleri yönündeki iddialara karşı daha uyanık olmaya başladılar. Bu tepkiye varan yol marjinal karşı-kültürün küresel ölçekte yükselmesiyle döşendi. Bu kültür de büyük oranda bilimcilik ideolojisine bir tepki olarak görülebilir.[11]
Bu tepki daha ihtiyatlı bir biçimde kitle medyasının yeni bilimsel ve teknolojik atılımlara dönük tutumunda, hatta kimi zaman bunları açıkça eleştirmesinde de izlenebiliyor.[12] Daha sert bir muhalefet, her ne kadar bilime ve onun uzmanlarına yönelik saygı ile sınırlanmış olsa da, her yerde pıtrak gibi ortaya çıkmış bulunan ve sayıları giderek artan çevreci gruplardan geliyor. Bunlar, militanları yüz yüze olunan sorunların ve “bilim topluluğu”nun pasifliğinin, hatta bizi tehdit eden güçlerle olan suç ortaklığının ayırdına vardıkça giderek radikalleşiyorlar. Bütün bunlar bize bilimciliğin düşüşünün alametleri gibi görünüyor.
Bu düşüşü bir meydan muharebesi vererek hızlandırmanın vakti gelmiştir.
İçeriden Savaş
Bilimcilikle savaşmanın en etkili yollarından biri onun yanıltmaca ve tehlikelerinin farkına varmış olan bilim adamları eliyle içeriden verilecek bir kavgadır. Bu mücadele birbirinden hayli farklı muhtelif alanlarda birkaç yıl önce başlamıştır. Muhalefetin bir kısmı (sınırlı bir biçimde de olsa) sol eğilimli bilim adamlarından gelmektedir. Daha da radikal bir sorgulama hippi hareketinden, bu akımın “bilim topluluğu” içindeki bazı üye ya da sempatizanlarından çıkmıştır. Bunlar genellikle genç ya da daha mütevazı bir akademik konumda bulunan bilim adamlarıdır. Henüz çok yakın geçmişte, bunlara bazı kıdemli bilim adamları da katılmıştır.
Geçen birkaç yılda bilimciliğin radikal sayılabilecek bir eleştirisine girişen bir takım bilim adamı toplulukları ortaya çıktı. Farklı ülkelere dağılmış hâlde böyle yüzden fazla grup var. Bunlara sürekli yenileri ekleniyor. Beka [“sağkalım” anlamında –çn.] bunlardan biri; listeye (ağırlıklı olarak Amerikalılardan oluşan) Halk için Bilim, İngiltere, İsveç gibi farklı ülkelerden üyeleri bulunan) Lasitoc, Bilimde Sosyal Sorumluluk Yanlısı Britanyalılar Topluluğu (BSSRS) vs. eklenebilir.
Bilimciliğe karşı bu “içeriden” isyanın motivasyonunun ağırlıkla bu ideolojinin içsel sınırlılıkları ve dışsal yönelimlerine dönük ahlâkî ya da zihinsel horgörü olduğu söylenebilir. Ne olursa olsun, en azından Batı’da eğitimli bilim adamlarının ve teknisyenlerinin sayıca artışı işsizlik doğurduğunda ya da bu insanlar eğitimini almadıkları bir sahada bilimsel yetkinliklerinin gereği olduğunu düşündükleri maaş ya da statünün altında istihdam edildiklerinde bilimcilik karşıtlarının kalabalıklaşacağı düşünülebilir. Biz burada Marksistlerin muhtemelen bilimsel kast içinde “sınıf içi çelişki” adını verecekleri biçimde ortaya bir bilim proletaryasının çıkacağını öngörüyoruz. Ortada endişe edecekleri güçlü sınıf çıkarları kalmamış bulunan bu yeni proletaryanın bilimcilik ideolojisinin düşüşüne katkıda bulunmaları tabiî olacaktır.
Alexandre Grothendieck
[Kaynak: Survivre et Vivre, Sayı 9, Ağustos-Eylül 1971, s. 1-8.]
Dipnotlar:
[1] Bütün işaretler Çin’de uzman mitine prim vermekten sistemli bir biçimde uzak durulduğunu gösteriyor.
[2] Ezoterik burada “uzman olmayan sıradan kişinin erişimi dışında” anlamında kullanılmıştır.
[3] Hoşgörüsüzlüğe dair verilebilecek sayısız örnek arasında resmî tıbbın ortodoks olmayan tıbbî teknik ve teorileri (bunlara zamanında Pasteur’ün ortaya attıkları da dâhildir) aforoz etmesinden söz edilebilir. “Hoşgörü” diye arsızca yutturulmaya çalışılan hoşgörüsüzlüğün tipik bir örneği için Rabinovitch’in 4. dipnotta refere edilen makalesine bakınız.
[4] Örneğin Eugene Rabinovitch’in Atom Bilimcileri Bülteni’nin Mayıs 1971 tarihli sayısında yer alan “Yükselen Akıldışılık Cereyanı” başlıklı makalesine bakılabilir.
[5] Jacques Monod’nun La Hasard et la Nécessité [“Tesadüf ve Zorunluluk”] adlı kitabı tam anlamıyla bir bilimcilik incili değilse de onu kesinlikle çarpıcı bir biçimde sergilediği söylenebilir.
[6] Nöron: sinir hücresi.
[7] Monod’nun “tesadüf” dediği budur.
[8] Bunun örneğini France-Soir’nın 1962 tarihli, Fransızların kafasındaki mükemmel kadın nosyonuyla ilgili yaptığı soruşturmada buluyoruz. Katılımcılardan tek tek bir alın, bir çene, bir saç stili, bir yüz vs. tanımlamaları istenmiş ve ardından gazeteciler Fransızların çoğu için güzelliği en iyi biçimde örnekleyen bir model oluşturmuşlar. Ortaya gerçekdışı bir garabet çıkmış. Demek ki güzellik analitik değerlendirmeye gelir bir şey değil!
[9] Newton’un kendisinin hakikatin böylesi bir tarifine inanmayacak kadar keskin görüşlü olduğuna parmak basmak isteriz.
[10] Bu konuda yine hedefi on ikiden vuran Rabinowitch’in makalesine (4. dipnotta değinilmişti) bakınız.
[11] Bu tepki çoğu kez insan deneyiminin mistik, büyülü ya da dinî yönlerine parmak basma eğilimindedir. Nitekim, paradoksal olarak, bu yönleri elimine etmesi beklenen bilim de, tersine, bilimcilik ideolojisinin aşırılıkları nedeniyle onların yeniden doğuşuna katkı sunar.
[12] Sesten hızlı Amerikan uçağından vazgeçilmesi bu noktada fikir vericidir.